Sohbet Odaları
  Ekart
  Forum
  Güzel sözler
  Hazır mesajlar
  Rüya Tabirleri
  Şiirler
  Şarkı Sözleri
  Fal - Burçlar
  Komik Videolar
  Oyun
  Hikaye
  Fikra
  Şifalı Bitkiler
  Gazeteler
  Komik Sözler
  Komik Mesajlar
  Msn Resimleri
  Msn Ifadeleri
  Msn Adresleri
  Programlar
  Iddaa
  Oyun Hileleri
  Radyo
  Güzel sözler
  Sevgi Mesajları
  Aşk Hikayeleri
  Aşk Şiirleri
  Hazır Aşk Mektupları
  Hazır Sms
  Hazır Mesaj
  Aşk Sayfaları
  Komik Animasyonlar
  Komik Fıkralar
  Komik Yazılar
  Komik Karükatürler
  Komik Videolar
  Komik Resimler
  Komik Sesler
  Kamera Şakaları
  Komik Sözler
  Yemek Tarifleri
  Bebek Resimleri
  Bebek Isimleri
  Kalori Cetveli
  Güzellik Estetik
  Pratik Bilgiler
  Kilo vermek
  Makyaj
  sanalkahve.com/msn
  sanalkahve.com
  sanalkahve.com
  sanalkahve.com
  sanalkahve.com
 
  Aşk Hikayeleri, Aşk Hikayesi
 
    aşk çiçeği
    aşklar üşürken gelirdi
    acılar karla kaplanırken
    aptal kral
    ay gülüm
    bagaj içinde yolculuk
    benim dünyam
    benimle gel
    ben derdimi kime anlatayım
    biriciğim
    canım
    can çiçeği
    ceylanlar
    emi
    erkekler
  sevginin gül rengi
  gerçek aşk
  genç adam
  gülümse
  gurbet çiçekleri
  gurbet ve tutkular
  ıslak odanın misafirleri
  iki gözlüm
  kadınlar
  kadın
  karmaşa
  konuşun benimle
  masal
  melekler bile ağladı
  mutluluk
 
 Ceylanlar
 
Gözleri o kadar iriydi ki aynı anda birçok mevsimi gözbebeklerinde taşıyabilirdi ama o gün, durgun ve sade bir sesle bana hiç unutamayacağım cümleleri söylerken ben onun gözlerinde mevsimini yitirmiş bir alacakaranlıkla, o alacakaranlıkta koşan siyah ceylanlar gördüm.

- Bir kadın çok sevdiği birini içinde öldürmek istediğinde iki şey yapabilir, demişti, ya intihar eder ya da başka bir erkeğe gider... İkisinde de kadın ölür, hangisini seçerse seçsin o erkeği öldürebilmek için kendisine zarar vermek zorundadır. O erkek onun o kadar derinine yerleşmiştir ki, kendisine zarar vermeden ona ulaşıp, onu öldüremez.

Cümleler bittiğinde gece ve ceylanlar kayboldu, mevsimler belirdi yeniden ve bir gülümseme. Niye bir kadın çok sevdiği bir erkeği içinde öldürmek isterdi acaba? Bulduğum her cevap bir başka soru sordurdu bana.

Bir kadın sevdiği erkeği öldürmek isterdi bazen çünkü bir kadına dayanamayacağı kadar ağır bir acıyı ancak sevdiği erkek yaşatabilirdi. Ama niye sevgi böyle bir yokoluşa ya da yokedişe yol açacak bir acı yaratıyordu. Sevgi insanı acıdan koruyamıyor muydu? Bazı sevgiler koruyordu belki ama bazen o sevgi bir kuşkuyla, bir güvensizlikle, öfkelendirici bir aldırmazlıkla yaralandığında, bu yara ne kadar küçük olursa olsun, oradan acı sızmaya başlıyor, içeri sızan her damla acıyla o yara büyüyor ve yeni acıların girebilmesi için sevginin kırılgan kabuğunda daha büyük çatlaklar yaratıyordu. Sanki sevgi sonsuz bir acıyla kuşatılmış gibiydi. İlk yara oluşana kadar inanılmaz güçlüydü, her türlü acıya karşı dayanıklıydı, hayatın bütün kederini ve zorluklarını dışarıda tutabiliyordu.

Ama o ilk yara açıldıktan sonra, o sevgi ne kadar büyükse o kadar dayanıksız oluyordu. Büyük kırılganlığı sevginin büyüklüğü yaratıyordu. Sevginin içi acıyla doluyordu.Onları birbirinden ayırmak neredeyse imkansızlaşıyordu. Bir zaman, belki o eski günlere, bütün acılara karşı dayanıklı olan o sevginin yaşandığı günlere yeniden dönebilirim diye bekliyordu. Sonunda dönemeyeceğine karar veriyordu.

Bundan kurtulabilmek için sevgiyi, erkeği ve kendisini öldürmek zorundaydı. Ve bu zor işti. Öldürmek bile yeterli değildi.

Bir sevgi acı vermeye başladığında, dokuz başlı masal ejderhalarına dönüyor, her yanından zehir ve ateş püskürüyordu. Bir vuruşta onu öldürmek mümkün olmuyordu.Önce onu parçalamak, kurtulma isteğiyle bilenmiş öfkenin keskin kılıcıyla, ateş fışkırtan ejderhayı budamak gerekiyordu. Ve parçalamaya başlıyordu insan. Sevgi parçalanıyordu, acı parçalanıyordu, erkek parçalanıyordu, kadın parçalanıyordu. Kılıcın her vuruşunda ümit veren bir ferahlama yaşanıyor ama ilerde bir aşkı parçalamanın hesabını soracak gizli bir keder de derinlere pençelerini geçiriyordu.

O lekesiz günlerin, neşeli sabahların, ortak ve mahrem şakaların her an biraz daha uzaklaştığı hissediyordun, uzaklaşmanın getirdiği rahatlamayla birlikte bir daha dönüşü olamayacağını bildiğin unutuşa yaklaşmanın sarsıcı hüznü insanı kuşatıyordu. En çok yaşamak istediğinden en hızlı adımlarla kaçıyordun. Ejderha yavaş yavaş ölüyor, aşk ve acı küçük parçalara bölünerek azalıyordu. İçinde bir boşluk doğuyor, oraya bir başka sevgiyi yerleştirmeye hazırlanıyordun. Terk edilmeye hazırlanılan bildik bir evi andırıyordu ruhun.

Tanıdık bütün eşyalar beyaz örtülere sarılıyor, perdeler indiriliyor, sesler mahzun bir uğultuyla boşlukta yankılanıyordu. Biraz sonra bu evden çıkıp gideceğini biliyordun. Sana acı çektirmiş ama seni çok da sevindirmiş bir evi terk ediyordun. Son anları belki de en hüzünlü olanlarıydı. Üstleri örtülmüş ama altlarında ne olduğu hala bilinen parçalar darmadağınık duruyordu. Kurtuluyordun. Kurtulmanın bütün kederini hissederek... Ve gözbebeklerinden, ne zaman bunlardan söz etsen bir alacakaranlıkta koşan siyah ceylanlar geçeceğini biliyordun.

Siyah ceylanlar koşuyordu...


BAĞLANMAK KORKUSU UĞRUNA... ...sırtımdaki torbasını çözdüm geçmişin..! İmzamı değiştirdim… Her konak için vesikalık bakışlar, Değiş-tokuşu kolay sözcükler edindim… Evcilleştirdim..! Uysal bir hayvan gibi elimin altında şimdi, “Bir zamanlar durmadan taşırdığım,içimde çalkalanan fırtına...” Bakışlarıma rüyasız gözlerin çoraklığını seçtim.. Aynı anda yitirdim: “sılayı ve gurbeti…” Gamlı ıslıklarla çalınan yolculuklara, Reddettiğim mirasın uzağına, Hüznümün arkadaşlığına kaldım... Kara ağaçlar altında feda ettim her şeyi... Bağlanmak korkusu adına.....
 

Bu Hikaye yi Arkadasina Gonder