Sohbet Odaları
  Ekart
  Forum
  Güzel sözler
  Hazır mesajlar
  Rüya Tabirleri
  Şiirler
  Şarkı Sözleri
  Fal - Burçlar
  Komik Videolar
  Oyun
  Hikaye
  Fikra
  Şifalı Bitkiler
  Gazeteler
  Komik Sözler
  Komik Mesajlar
  Msn Resimleri
  Msn Ifadeleri
  Msn Adresleri
  Programlar
  Iddaa
  Oyun Hileleri
  Radyo
  Güzel sözler
  Sevgi Mesajları
  Aşk Hikayeleri
  Aşk Şiirleri
  Hazır Aşk Mektupları
  Hazır Sms
  Hazır Mesaj
  Aşk Sayfaları
  Komik Animasyonlar
  Komik Fıkralar
  Komik Yazılar
  Komik Karükatürler
  Komik Videolar
  Komik Resimler
  Komik Sesler
  Kamera Şakaları
  Komik Sözler
  Yemek Tarifleri
  Bebek Resimleri
  Bebek Isimleri
  Kalori Cetveli
  Güzellik Estetik
  Pratik Bilgiler
  Kilo vermek
  Makyaj
  sanalkahve.com/msn
  sanalkahve.com
  sanalkahve.com
  sanalkahve.com
  sanalkahve.com
 
  Aşk Hikayeleri, Aşk Hikayesi
 
    aşk çiçeği
    aşklar üşürken gelirdi
    acılar karla kaplanırken
    aptal kral
    ay gülüm
    bagaj içinde yolculuk
    benim dünyam
    benimle gel
    ben derdimi kime anlatayım
    biriciğim
    canım
    can çiçeği
    ceylanlar
    emi
    erkekler
  sevginin gül rengi
  gerçek aşk
  genç adam
  gülümse
  gurbet çiçekleri
  gurbet ve tutkular
  ıslak odanın misafirleri
  iki gözlüm
  kadınlar
  kadın
  karmaşa
  konuşun benimle
  masal
  melekler bile ağladı
  mutluluk
 
 Aptal Kral
 
Saat her zamankinden geçti. Karanlık sanki daha bir koyu, hava daha bir bunaltıcıydı. Burnuna ulaşan kokular, nem ve kükürtten ibaretti. Ayaklarının altındaki su birikintileri sinsice kaplamıştı ara yolu. İki yanındaki duvarların yüksekliği sisten belli olmuyordu. İnsana bir mağaradaymış izlenimi veriyordu. Sadece iki sokak lambası vardı ve ışığın yetersizliği havayı kahverengiye boyamıştı. Alaca bir kahverengi. Az ilerde çöp bidonlarından biri taşmış çöpler yerlere saçılmıştı ama kokusu ortalığa yayılmamıştı. Herhalde kükürt kokusunu hiç bir şey bastıramazdı. Kendi adım sesleri, şu an dünyadaki en huzurlu şeyi, sessizliği bozan tek şeydi. Doğduğundan beri kösele ayakkabı giyinirdi ve Allah izin verirse ikinci yaşantısında da kösele giymek istiyordu. Ama şu an köselelerinin sesi istediği en son şeydi. Ayakkabılarını çıkarmayı düşünmedi bile, çünkü ayaklarının ıslanmasına asla dayanamazdı.

Geniş bir koridora benzeyen ara yolda ilerlemeye devam etti. Binaların boyu asla kısalmıyordu ve kükürt kokusu genzini yakmaya devam ediyordu. Yerdeki su birikintilerine basmamak uğruna hem zamanını harcıyor hem de dikkatini dağıtıyordu. Eğer üzerinden geçemeyeceği büyüklükte bir birikinti çıkarsa herhalde bu işten vazgeçerdi. Ama öyle bir birikinti, gölet demekti. Arkasına dönerek manzarayı görmek istedi. Az önce saptığı ana yol neredeyse kaybolmak üzereydi. Zaten aralıklarla geçen arabaların farları olmasa , kimse orada bir yol olduğunu iddia edemezdi bu mesafeden. Tekrar önüne dönerek yoluna devam etti. Sol tarafındaki duvarda bir borudan su akıyordu. Sıçrayan damlalardan kendini korumak için karşı duvara yanaşık ilerlemek zorunda kaldı. Yağmur yağmadığına göre, kim bilir akan o su ne biçim bir pislikti.

Yol az ilerde sağa doğru kıvrılıyordu. Karanlık bir dönüş. Koridorun bu kısımları azda olsa sokak lambalarının ışığından faydalanabiliyordu ama o kıvrımdan sonrası kesinlikle karanlıktı. Ve bir şeyden daha emindi, orada kükürt kokusu her şeyden daha keskindi. Düşüncelerinden bile.

Bu sabah uyandığında, hala yaşadığına lanet etmişti. Ama şimdi durumundan o kadarda şikayetçi sayılmazdı. Zaten bu işin başlangıcı hep sıkıcı gelmişti ona ama büyüsüne kapıldığında çok hoşlanıyordu. Sırf bu yüzden evlenmemiş ve düzenli bir yaşantıyı ret etmişti. Para derdi hiç olmuyordu. Gerçi bu yaşantıda fazla paraya ihtiyaç yoktu. Ona sadece olayın büyüsü yetiyordu. Bu dünyada kaç kişi kendisi kadar şanslı olabilirdi ki. Tabi ki hiç kimse. Sadece bir derdi vardı yaşadıklarını paylaşamıyordu. Gerçi paylaşmaya ne ihtiyacı nede zamanı vardı. Yaşıyordu işte hem de en mükemmel şekilde. Karanlık kıvrıma gelmişti. Tamda düşündüğü ve bildiği gibi karanlıktı orası. Elinde bir el feneri olmadan bu karanlıkta ilerlemek mümkün değildi ama o yolu ve ulaşacağı noktayı çok iyi biliyordu. Hatta karanlığın arkasını bile. Kıvrımda durdu. Derin bir soluk alarak düşünmeye çalıştı. Az sonra onunla tekrar konuşacak ve gerekenleri öğrenecekti. Yine susacak ve bir şey söyleyemeyecek miydi. Ama yolda gelirken ona söyleyecek o kadar çok şey planlamıştı ki. Fakat şimdiden hepsi kafasından uçup gitmişti bile. Galiba daha cesaretli olduğu bir anda denemeliydi. Her nasılsa bir şekilde isteklerini sunacaktı ona. Madem onun için bunca şeyi yapıyordu, oda karşılığında bazı şeyleri yapmalıydı.

Karanlığa dalmadan önce su birikintileri geldi aklına. Ya onlardan birine basarsam diye düşündü. Bu fikri aklından kovması o kadar zor olmuştu ki. Zaten ona yaklaşınca bunları düşünecek vakti olmayacaktı. Kıvrıma girmeden, bu köşeyi aydınlatan yoksul ışıktan biraz olsun faydalanarak, karanlığın dibine, su birikintilerine baktı ve kendine en azından başlangıç olarak bir rota çizdi. Önce sola yanaşık gidecek, iki adım attıktan sonra yolu ortalayacaktı. Sonrasını kestiremiyordu. Buna gerekte kalmayacaktı. O fazla uzakta değildi.

Dün gece rüyayı saat kaçta gördüğünü hatırlamıyordu. Genellikle bu rüyaları gördükten sonra uyanır ve saatin kaç olduğunu öğrenirdi ama bu sefer öyle olmadı. Rüyadan sonra uyanamadı. Sanki uyanmaması gerekiyormuş gibi rüya uzadıkça uzuyordu. İlk kez böyle bir şey olmuştu. Önceleri kısa bir rüya görür ve ne yapması, nereye gitmesi gerektiğini öğrenirdi. Bu sefer bambaşkaydı. Bu yüzden sabahleyin korkusunu inkar etmemişti. Daha önce korkacak asla bir şey olmuyordu. Yinede gördüğü rüyanın yoğunluğundan korkması gerektiğine emindi. Korkmuştu da.

Karanlık kıvrımda ilk adımları kuru bir şekilde oldu. Eğer doğru ilerlerse birkaç adım daha ıslanmayacaktı. Garip bir şeyi fark etti, burnunu yakan kükürt kokusu artık yavaş yavaş kayboluyordu. Aslında bu hiçte garip değildi. Ona her yaklaştığında beynindeki bütün kötü şeylerden kurtulmuyor muydu. Elbette kurtuluyordu. Hatta onunla görüşmediği süre boyunca biriktirdiği bütün insansı iğrençliklerden bile arınıyordu. Onun verdiği görevi bitirdiğinde kendisini yeni doğmuş bir bebek gibi hissediyordu. Buda dünyadaki bütün uyuşturuculardan bile daha iyi bir haz veriyordu. Ona iş yapmak sanki mutluluk oyunu oynamak için attığı bir jeton gibiydi. Eğer o isterse o jetonlardan her zaman verebilirdi kendisine. Ama neyin nerede ve ne zaman yapılması gerektiğini, o her zaman daha iyi bilirdi.

Onunla ilk tanıştığı zamanı asla unutmayacaktı. O zaman ne kadar da korkmuştu. Hayatında korku namına bir şey varsa ancak anlamıştı. On sekiz yaşındaydı ve liseyi daha yeni bitirmişti. Üniversite hayalleri peşinde koşturmaktan çoktan vazgeçmişti. Okumanın kendisi için olmadığına, farklı şeylerin peşinde olduğuna karar verdiği zamanlardı. O zamanlar herkes gibi kendisinin de bir annesi ve babası vardı ve bir çoğunun gıpta ettiği bir ailesi. Şimdi onların yüzlerini bile unutmuştu. Mutluluğun gerçek anlamını bilmediği o günlerde garip olan bir şey yaşamıştı. Belki günlerce belki de aylarca aynı rüyayı görmüştü. O rüyayı o kadar çok görmüştüki ki artık ayrıntılarını bile hatırlıyordu.

Gözünde güneş gözlüğü, yüzünde haki yeşil bir kar maskesi olan bir adam görüyordu. Yakası çenesine kadar uzun siyah bir kazak giyinen adam, sessiz adımlarla oturdukları evin kapısına geliyor, elindeki bir cisimle kapıyı açıyordu. Boyu fazla uzun olmayan hırsız evin içine girince hiçbir şeye dokunmuyor doğrudan, uyuduğu odaya giriyor ve rüyasında kendini uyandırıyordu. Uyanır uyanmaz hırsızla göz göze geliyorlardı. Adamın yüzünde güneş gözlüğü ve kar maskesi olmasına rağmen onun kötü niyetli olmadığını anlıyordu. Sadece orada bir tek şey görünüyordu. Kaşları. Beyaz ve uçlara doğru yukarı kıvrık kaşlarını hiçbir zaman unutmamıştı. Şimdilerde aynaya her baktığında o hırsızın kaşlarının aynısının kendisinde olduğunu görüyordu. Beyaz ve uçlara doğru uzun, kalkık kaşlar.

Hırsız onu uyandırdıktan sonra kendisini takip etmesini işaret ediyordu. Odadan çıkmadan önce onu takip edip etmediğini anlamak için bir kez ardına bakıyordu. Hırsızı takip ediyordu her seferinde. Adam odadan sessizce süzülüyor, sonra dış kapıyı da yine aynı ustalıkla geçiyordu. Merdivenleri inerken bir kez daha kendisine, onu takip etmesini işaret ettikten sonra sokağa çıkıyorlardı. Hırsızın ardından o kadar çok yürüyordu ki, bu rüyayı birkaç kez görse onca yolu asla ezberleyemezdi. Ama geçtikleri her sokağı her caddeyi su gibi biliyordu. Adam dört beş adım önde kendiside ardında kimselerin olmadığı ama tanıdık yollarda ilerliyorlardı. Sonunda iki lokantanın arasından bir dar yola sapıyordu. Karanlık ve ürkütücü bir yola. Daracık sokakta ilerledikçe karanlık çöküyor ve önündeki hırsız ışıkla birlikte belirsizleşiyordu. Bütün buluşma yerleri gibi orası, o ilk buluşma yeride digerleri gibi karanlık ve gözden uzak bir yerdi. Hırsızın adım sesleri durduğunda kendisinin de durması gerektiğine karar veriyordu. Karanlıkta ki hırsız mıydı yoksa kendisimiydi bunu o zamanlar kestirememişti ama karanlıktan yükselen konuşma sesi kendini o kadar korkutmuştu ki, şimdi o anı düşündüğünde bile aynı korkunun etkilerini hissediyordu. Tarif edilmez bir sesle sanki beyninin içinde konuşan hırsız sadece \"Buraya gel\" diyordu.

Rüya, hırsızın konuşmasından sonra bitiyordu ve her seferinde uyanıp evin içinde geziniyordu. İnsan rüyadayken sadece korktuğunu zannederdi ama iş gerçek hayata gelince korku gerçek yüzünü gösteriyordu. O zamanlar rüyasını ailesine anlatmış babası da geçici olduğunu, aldırmamasını savunmuştu. Fakat hiçte geçmemişti. Ta ki onunla gerçekten konuşuncaya kadar.

Hırsızı rüyasında görmeye devam etti. Ama bir yandan içindeki dayanılmaz merak kat kat artmıştı. Bir gün akşam vakti evden çıkmış ve her gece rüyasında hırsızı takip ettiği yolu bulmuştu. Kalbi korkuyla doluydu ama merakı her şeyden önce gelmişti. Gerçekte rüyasında gördüğü yer var mıydı. Varsa biri kendisini orada bekliyor muydu bunu bilmiyordu. Aslında bir rüyaya aldanıp böyle şeylere inanması çok saçma geliyordu kendisine ama yinede içinde bir ses onu sürüklüyordu. Eğer o yeri bulur, orada kimsenin beklemediğini görürse belki de artık o rüyaları görmeyecekti. Zaten öyle bir yer bulacağını bile zannetmiyordu. Beyninin derinlerinde bir yerde birinin, kendisini beklediğini söyleyip duruyordu. Gücü dayanılmaz büyük bir şeydi. İlk önce caddeleri ardından sokakları geçmişti. Buraya kadar rüyasının aynısını yaşıyordu sanki. Sonunda iki yanında lokantalar olan ürkütücü bir dar sokak gördü ve o yolun rüyasında hırsızı izlediği yol olduğunu anladı. Bir süre düşüncelerindeki karmaşaya kulak vermiş ama sonunda o sokağa girmek istediğine karar vermişti. Orada ne göreceğini ummuştu ki. O hırsızı mı. Bir insan rüyasında gördüğü sokaklara ve karanlık köşelere anlam verebilir ama asla aynı rüyada gördüğü bir hırsızı, gerçekte görmesi imkansızdı. Az sonra bunu ispatlayacaktı. İki lokantanın arasındaki dar sokağa girmişti. Tıpkı rüyasındaki gibi ıssız ve karanlıktı. Yanlarından geçtiği lokantalar, tıpkı bu sokak gibi ıssızdı kapılarının önünde kimseler yoktu. Sokağa girmiş ve karanlığa kendini bırakmıştı. Kafası karışmış neler olacağını garip bir cesaretle bekliyordu. Bir ara rüyada olup olmadığı konusunda kararsızlığa girmiş ama sonunda her şeyin gerçek olduğunu anlamıştı. Işık yine azalmış ve karanlığın içinde birinin durduğunu fark etmişti.

İlk kez onunla tanıştığı bu anı hatırladı. Onunla gerçekte ilk konuşması ve ilk aldığı görevi. O zaman o ilk görevi almasaydı, şimdi dünyanın en mutlu insanı olabilir miydi. Asla. İlk görevi, en acımasız görevdi. Bir tür sınama. Karanlıktaki adamın söylediği şeyleri duyunca önce korkudan çılgına dönmüştü. Nasıl bir şeyin içine düştüğünü anlayamamıştı. Ama yine aynı adamın vaatleri ve garip büyüsü o görevi kabul etmesine neden olmuştu. Her insanın içinde kendinin dahi bilemediği yönleri vardır. Eğer biri sizi yönetmez ve kendi başınıza o duygularınızı konturol etme cesaretine kalkışırsanız asla başaramazsınız. Bu yüzden dünyanın en şanslı insanıydı o. Bu yüzden yaptıkları dışardan ne kadar kötü görünse de, aslında her insanın yapmak isteyip ama yapamadığı şeylerdi.

O ilk acımasız görevi başarıyla atlatmıştı. Böylelikle dünyada hiç kimsenin geçemeyeceği bir sınavı geçmişti. Böle bir sınavı geçmek için onun gibi cesaretli olmak gerekiyordu. Cesaret, görevi veren kişi tarafından yönetildiği için asla kaybedilmiyordu.

Bu mutluluğu ve mükemmelliği hak ettiğine inanıyordu. Çünkü dünyadaki hiçbir insan bu kadar mutlu olacağını bilse bile, ailesini yok etmeyi düşünmez. Oysa çok yanılırlar. Bu mutluluk, için değil aileyi, bütün dünyayı yok etmeye hazırdı.

Acaba şimdiki görevi neydi. Gerçi görev ne olursa olsun sonunda alacağı mükafatı düşününce bunun öneminin olmadığına karar veriyordu. İlk mükafatını almaya başlamıştı bile. Kafasındaki bütün kötü şeyler uçmaya başlamıştı. Kıskançlık, cahillik, açlık, pişmanlık, sevgi, merak ve daha bir çok insansı iğrenç duygudan kurtulmuştu. Beyni çoktan mutluluk hormonlarıyla dolmaya başlamıştı. Buda göreve hazır olduğu anlamına geliyordu.

Karanlık vücudunu tamamen sarmıştı. Kükürt kokusu da tamamen kaybolmuştu. Kendini böyle zamanlarda hissettiği gibi çıplak ve hafif hissediyordu. Gözlerini kapayıp, bir duvarın dibine çöküp saatlerce, bu mutluluğun tadını çıkarabilirdi. Bunu yapmamasının tek sebebi görevini bitirdikten sonra, şu anki mutluluğun kat kat fazlasını yaşayak olmasıydı. Hem de bir diğer görev gelinceye kadar sürecekti.

Artık ayaklarının ıslanacağı korkusu da kalmamıştı içinde. Birkaç adım sonra onunla konuşacak ve yeni görevini yerine getirmek üzere gereken şeyleri öğrenecekti. Şimdiden sabırsızlanıyordu.

\"Buraya gel.\"

İşte sesi duymuştu. Sanki huzurun sesiydi o. Sanki kendi içindeki yıllarca biriktirdiği mutluluğun sesi. Tabi ki oraya gidecekti. Eğer uygun düşse koşarak bile giderdi. Ama sakin olmalı ve kontrolü elinden bırakmamalıydı.

\"Buraya gel.\"

Sesin geldiği yöne doğru adımlarını hızlandırdı ve durması gereken yerde de durdu. Yorulmak, kaybettiği vicdanı gibi yok olmuştu. Heyecan nabzını sıkan parmaklar gibi boğazına yapışmıştı. Şu anda en çok istediği şey onu görmekti ama o buna asla izin vermiyordu.

İkinci görevine çağrılmadan önce gördüğü rüyayı da asla unutamıyordu. Rüyasında durmadan ayakkabılarını kaybettiğini görüyordu. Sokaklarda yalın ayak dolaşmak kendini oldukça utandırıyordu. Kapının önüne, ayakkabılığa her yere bakıyordu ama ayakkabılarını bulamıyordu. Sonra ayakkabılarını ararken yanına yaşlı bir adam geliyordu. Onunda yüzü görünmüyordu ama iyi niyetli olduğu anlaşılıyordu. Yüzünde sadece gözleri görülüyordu. Koyu mavi gözleri. Tıpkı şu an kendi taşıdığı gözler gibi. Yaşlı adam ayakkabıların yerini bildiğini söylüyordu. Ve onları bulması gerektiğini de. Sonra yaşlı adamı takip ediyordu. Oda tıpkı hırsız gibi birçok caddeyi ve sokağı aşıp bir dar yola giriyordu. Yine karanlık her şeyi örtüyor ve yaşlı adam o oluyordu. Karanlığın içindeki ses ayakkabıların yerini söyledikten sonra. \"Buraya gel.\" diyordu.

İkinci görevin rüyasını gördüğünde, ilki gibi tereddüt etmemişti. Zaten böyle bir şey bekliyordu. Sabah olunca doğruca yaşlı adamı izlediği yere gitmiş ve onu bulmuştu. Karanlığın içinde kendini bekler bir vaziyette. Görevini almadan önce mükafatının bir kısmını almış ve oracıkta dünyanın en mutlu insanı olur vermişti. Devamı görevden sonraydı.

İkinci görevi, yıllarca aşık olup bir türlü karşılığını göremediği kızı yok etmekti. Düşünmeden kabul etmişti. Çünkü yaşadığı ve yaşayacağı mutluluğun zerresini bile o kız yaşatamazdı kendisine. Hayatındaki son kadını da yok ettikten sonra mükafatını almış ve bundan sonraki yaşantısı böyle devam etmişti.

\"Buraya gel.\"

Onun tam karşısında duruyordu. Yeni görevini dinlemeye hazır ve onu yapmak isteğinin coşkusuyla.

Gözünü açıp yada kapaması fark etmiyordu karanlık için. Karanlık en yoğun halindeydi. Sanki şu anda gerçek dünyadan çıkmış gibiydi. Çünkü gerçek hayatta bu denli karanlık olamazdı. Ayakları da yere basmıyordu. Buda her şeyi doğruluyor gibiydi.

Yeni görevini beklerken karşısındakinin yüzünü merak etmenin ne kadar doğru olacağını düşünüyordu. Bu düşünce kafasında yoğunlaşacağı sırada karanlıktaki konuştu.

\"Kendi dünyana hoş geldin.\"

İnsan kendi sesini duyduğunda garipser. Bu ses benim mi der. ilk zamanlar onun sesini duyduğunda hiç garipsemezdi ama sonraları içine düşen bir kurt, kendi sesini kaydedip dinlemeye zorlamıştı. Ve korkunç tesadüfü fark etmişti. Onun konuşmasıyla kendisininki aynı sesti.

\"Bu dünyanın kralı sensin.\"

Aklında inanılmaz bir şey oldu. Karşısındakinin yüzünü görmeliydi.

\"Yeni görevini söylemeden önce aklındaki şeylerden kurtul.\"

Bir anda kalbindeki bütün mutluluk uçuverdi. Onun yerine acı doluşuyordu. Hemen aklındaki bütün her şeyi sildi. Ancak o zaman tekrar mutluluğu hissetmeye başlıyordu.

\"Aynen böyle.\"

Evet aynen öyleydi. Bir daha böyle bir şeye kalkışmayacağına dair kendi kendine söz verdi. Çünkü neler olacağını çok iyi biliyordu. Yıllar önce gördüğü bir rüyanın ardından buluşma yerine gitmemişti. Rüya tekrarlandığı halde kulak asmamıştı ve sonunda bütün vücudu acılarla kaplanmış, neredeyse ölümün eşiğine gelmişti.

\"Son görevini söylüyorum.\"

Son görev mi?!

\"Evet son görev. Eğer bu görevi de yaparsan bundan sonra mükafat için bana gerek kalmayacak. Bundan sonraki hayatın boyunca fazlasıyla mutlu olacaksın. Tabi bu son görevini yerine getirmene bağlı. Korkma her zamankinden zor bir görev değil.\"

Issız karanlıktaki kendi sesini hiçbir şey düşünmeden dinliyordu. Düşünmeye cesareti yoktu. O kadar mutluydu ki hiçbir şey düşünmeye gerek yoktu. Sadece söylenenleri dinleyecek ve sonunda uygulayacaktı.

\"Şimdi gidip Edremit mezarlığından bir yer satın alacaksın. Orayı kazacak ve hazır duruma getireceksin.\"

Mezarlık mı?

\"Bu işi iki gün içinde bitireceksin ve yine buraya geleceksin.\"

Mutluluk daha da yoğunlaştı.

\"Bu dünyanın kralı sensin.\"

Tüm vücudu gevşedi. Bu güne kadar gelmiş hiçbir kral bu kadar mutlu olmamıştır.

\"Hadi şimdi git ve son görevini yap. Unutma bundan sonraki hayatında hep mutlu olacaksın. Hem de bana gerek kalmadan.\"

Dizlerinin üzerine çöktü ve alt dudağını ısırarak beynindeki mutluluk dalgalarının keyfini çıkardı. Gözlerini yummuş, baş parmağı diğer parmaklarının altında sıkılı vaziyette çöktüğü yerde kalakalmıştı. Şu an hiçbir şey önemli değildi. Yaşam bile.

---*--- ---**--- ---***--- ---**---

Kendine geldiğinde sabah güneşi meraklı bakışlarıyla kendisini aydınlatıyordu. Güneş umurunda değildi ama yinede hoşuna gidiyordu her şey. Ayağa kalktı. Mutluluğun tatlı sızısı, kafatasının iki yanında sıcak sular gibi dolaşıyordu. Kaç saattir buradaydı buda önemli değildi ama daha önce bu denli mutlu olduğunu ve mutluluktan kendinden geçtiğini hatırlamıyordu. Dün gece onunla konuştuğu yerdi burası ve aydınlıktı. Şu anda bu daracık yerin hiç bin büyüsü yoktu ama yinede burada olmak hoşuna gidiyordu. Oysa vakti yoktu. Yapması gereken bir görevi vardı. Bu yüzden harekete geçmeliydi. Çabuk adımlarla dün gece buraya geldiği yolu izlemeye başladı. Yerlerdeki su birikintileri kaybolmaya yüz tutmuştu. Bu sevindiriciydi. Kösele ayakkabılarının sesine aldırmadan koşmaya başladı. Kükürt kokusu, geniş koridora geçince burnuna dolmaya başlamıştı. Hiçbir şeye aldırmadı. Son görev demişti. Neden son görev? Neden bir mezarlık hazırlamam gerekecek? Ve neden artık ona ihtiyacım olmayacak. Bütün bunları düşünmek istiyordu ama sanki bunlar yasakmış gibi aklından kovdu. O ne diyorsa onu yapacak gerisini ona bırakacaktı. Dün akşamki gibi bir mutluluk için dünyanın her yerine mezar kazabilirdi. Zaten bu görevden sonra bundan sonraki hayatımda devamlı mutlu olacağım. Heyecan yine yükseldi içinde.

Otogara gitti. Hemen İzmir\'e giden otobüslerden birine bilet aldı ve on beş dakika sonra yola çıkmıştı bile. Altı saat sonra Edremit\'teydi. Zaman kaybetmeden bir taksi çevirdi ve rotayı şoföre söyledi. Araba ilk önce şehrin içine girdi. Belediye binasına kadar arabanın içinde konuşma olmamıştı. Çünkü içindeki mutluluk ve yapacağı görev ona başka bir şey düşünme fırsatı vermiyordu. Belediye binasına girdi ve Edremit mezarlığından bir yer satın almak için baş vuruda bulundu.

İşlemler öğleden sonra dört gibi bitmiş iki belediye görevlisiyle birlikte mezarlıktaki yerini görmeye gitmişti. Görevlilere teşekkür edip onları gönderdikten sonra mezarlık bekçisinin kulübesine giderek oradan bir kazma ve bir kürek temin etti. Kazıya başladığında saat akşamüstü altıyı bulmuştu. Kazısı için bekçiden izin almıştı. Zaman onun için şimdilik önemsiz ve sıradan bir şey olduğu için mezarı bitirmek için acele etmedi.

Otuz yıla yakın bir süredir rüyalar görüyor ve bu rüyaların doğrultusunda onunla konuşuyor, onun verdiği görevleri yerine getiriyordu. Ama şimdiye kadar hiç böyle bir görev vermemişti. Bu mezarın mantığını anlayamıyordu. Daha önceden genelde çevresindeki fuzuli insanların yok olması hakkında görevlendiriliyordu. Önce ailesi sonra aşık olduğu kız ve daha niceleri. Kira yüzünden çıkışan ev sahibinden, mahallede canını sıkan serserilere kadar bir çok pisliği yok etmişti. Ama şimdiye kadar yok etmenin haricinde hiç görev almamıştı.

Gerçi mezar hakkında aklına bazı şeyler geliyordu. Bu sefer önemli biri yok edilecekti ve mezarı daha önceden hazırlanıyordu. Buda ufak bir değişimdi. Hepsi bu. Zaten bu son görev dememiş miydi. Demek son görev bir tören havasında olacaktı. Zaten hiçbir görev iki görüşme sonrasında olmamıştı. Bir sefer görüş olur görev söylenir ve mükafat alınırdı. Mükafat ise işlenmemiş mutluluk olurdu.

Bu görevin farklı olacağı rüyasından belliydi. Rüyasında bütün dünya yaşlılarla dolmuştu. Sanki herkes ölümü bekler gibi umarsız dolaşıyorlardı her yerde. Onların arasında gezmek etrafına her baktığında onlardan birini görmek kendini rahatsız etmişti. Koşmaya başlamış, nereye gitse hangi sokağa sapsa hep yaşlı insanlar görmüştü. Onlardan kurtulmak istemişti. Sonunda dar bir sokak bulup oraya dalmış ve kendini yaşlılardan uzak tutmayı başarmıştı. Ve o sokakta onun sesini duymuştu. \"Buraya gel.\" Yaşlıların yanına gitmektense o sesin yanına gitmeye karar vermişti. Sanki bu onun için bir kurtuluşmuş gibi. Yaşlanmaktan kurtulmak için onun sesine doğru gitmişti. Sonunda uyanmış ve o karanlık sokağa giderek son görevini öğrenmek üzere onu bulmuştu.

Kazı işlemi hayli geç vakte kadar sürdü. Mezarlık bekçisi iki kez kazı yerine gelmiş ve iki seferde adamı mezarın başında kendinden geçmiş bir vaziyette bulmuştu. Bekçiye yorgunluk yalanını söylemiş ve üzgün bir profil çizerek adamı yanından uzaklaştırmıştı. İşini bitirip o geceyi Edremit\'te geçirmiş ve ertesi sabah tekrar otobüse binerek, onunla buluşacağı yerin olduğu şehre gitmişti.

Bu gece rüya görecek miydi bilmiyordu. Çünkü daha önce hiçbir görevi iki bölümde söylememişti. Evet son görev tören gibi olacaktı ama yinede akılda bir çapak kalmıştı. Eğer bunları düşündüğümü o öğrense kesinlikle cezalandırırdı. Şu an yanında olsa çoktan öğrenmiş ve kendisini acılara boğmuştu. Bu yüzden şimdi yatacak ve yarını bekleyecekti. Aklındaki her şeyi silecekti. Kendine mutluluk ziyafeti çekecekti. Olacakları akışına bırakacak ve arınacaktı.

---*--- ---**--- ---***--- ---**---

Gece rüyasında daha önce girdiği bütün ara sokakları gördü. Issız, karanlık ve dar sokakları. İlk önce iki lokantanın arasından girilen sokaktan girmiş onun sonunda ikinci koridor bağlanmıştı. Bütün sokaklar birbirine bağlanmıştı. Ucu bucağı olmayan dar koridorlar boyunca sadece koşmuş, ayakları su birikintilerine girmiş, kükürt kokusundan boğulacak gibi olmuş, karanlıktan duvarlara çarpmış ama bir türlü ona ulaşamamıştı. Bütün karartılara bakmıştı ama bu sefer kendisine \"Buraya gel.\" Diyen olmamıştı. O koridordan ona girmiş o sokaktan diğerine sapmıştı ama onu bulamamıştı. En sonunda karanlıklardan birinde yere çökmüş ve bu sefer acıdan kıvranmaya başlamıştı.

Uyandığında öğleden sonra olmuştu. Rüyanın etkisinden kurtulamıyordu. Eğer buluşma yerine gidip onu bulamazsa ne olacaktı. Ama otuz yıldır böyle bir şey olmuyordu. Bu son seferde olmazdı. Yinede bunu kalbine anlatamıyordu. Sadece bilinç altında oluşan insancıl kaygıydı bu, onun yanına gidince bu duygudan nede olsa kurtulacaktı. Sadece akşama kadar kendini oyalayacak bir şey bulmalıydı. Aklına güzel bir fikir geldi.

---*--- ---**--- ---***--- ---**---

Hava bu gece biraz daha soğuktu. Nem insanın vücuduna nefes aldırmamak için uğraşan bir zift kümesiydi sanki. Yine yağmur yoktu ama her an yağmaya hazırmış gibiydi. Yerdeki su birikintileri tamamen kaybolduğu için yürüme konusunda hiçbir zorluk çekmeden yine aynı sokağa dalmıştı. Siste olmadığı için binaların yükseklikleri seçilebiliyordu ama bu durum umurunda değildi. Sadece kafasını temizleyip onun yanına ulaşmayı düşünüyordu. Görevinin, daha doğrusu son görevinin devamını yapmak için hazırdı. Bir şeyler olacağını seziyordu ama bunu ne tahmin etmek nede engellemek mümkün değildi. Bu yüzden olacakları bekleyecekti. Zaten son görevdi. Görev ne olursa olsun bundan sonraki hayatı için mutlu olmak adına her şeyi yapabilirdi. Ve yapacaktı da. Düşünmenin hiçbir yararı yoktu.

Geniş koridora benzeyen sokağın sonuna kadar ilerledi ve karanlık kıvrımın önüne geldi. Kükürt kokusuna alışmıştı sanki. Artık rahatsızlık vermiyordu. Aslında hiçbir şey rahatsızlık vermiyordu. Yaşamak bile.

Alaca karanlıktan gerçek karanlığa girdiği noktada düşünceleri tamamen boşalmıştı. Bir koyun gibi bütün komutlara uymaya hazırdı. En iyisi de böyleydi. İlerledi.

\"Buraya gel.\"

Artık tamamen arınmıştı.

\"Kendi dünyana hoş geldin.\"

Mutluluk, sıcak dalgalar gibi hücum ediyordu.

\"Sen bu dünyanın kralısın.\"

Kralıyım tabi.

\"Görevinin ilk kısmını bitirdin şimdi ikinci ve son kısmına geldik.\"

Ses ilginç bir şekilde durgunlaştı. Sanki üzüntü vardı.

\"Kaç yaşında olduğunu hatırlıyor musun?\"

Bunu hatırlamak için iki dakika yeterliydi. Elli ya da elli bir.

\"Yaşantının çoğunu benim sayemde mutlu geçirdin. Ve söylediklerime harfiyen uydun. Esas mükafatı kazandın. Bunun için son görevini yapacaksın.\"

Yaşadığı mutluluktan başka bir mükafat olabileceğini düşünmüyordu. Ne olabilirdi ki. Mutluluk hayatta insanların en çok istediği şey, kendisi ona çok fazlasıyla sahipti. En mükemmeline.

\"Mutluluk senin için en iyi mükafattır. Bunu biliyorum ama ondan daha iyi bir şey var. Oda mutluluk için bedel ödememen. Bundan sonra sen mutluluk için bedel ödemeyeceksin. Tabi son görevini yerine getirdikten sonra.\" Mutluluk için bedel ödememek. Yani?

\"Bundan sonraki hayatında devamlı mutlu olacaksın ve her şeyden arınmış bir vaziyette. Yani hayatında artık ben olmayacağım. Bende senin gibi yaşlandım. Son görevinden sonra bana da ihtiyacın kalmayacak zaten.\"

Buraların kralı benim.

\"Artık kral kendi dünyasını yönetmeli.\"

Kendi dünyamı yönetmek istiyorum.

\"O zaman kendi bedeninden kurtulmalısın.\"

Hiçbir kelime gerçek değildi beyninde. Yaşadığı ve yaşayacağı mutluluk dünyasını doldurmuştu. Bu mutluluktan asla vazgeçemezdi.

\"Kendi bedeninden kurtul ve kendi dünyanı yönet. Bu dünyada sadece mutluluk var. Hiçbir şeye muhtaç olmadan bedelini ödemeden.\"

Kendi bedenimden kurtulacağım.

\"İkimizde çok yaşlıyız ve bu dünya artık sana az gelir.\"

Hazırdı.

\"Kendi mezarının başına git ve bedeninden kurtul. Kendi dünyanı yönet.

Buraların kralı sensin. Mutluluk için bedel ödemen gerekmeden.\"

\"Sadece bir şey var.\" Onun karşısında ilk kez konuşmuştu. Konuşmayı planlamıyordu.

O susmuştu.

\"Sen kimsin?\" kendi sesinde ki tuhaflığı hissediyordu.

\"Konuşma ve son görevini yap. Yoksa her şeyi mahvedeceksin.\"

\"Anladığım kadarıyla benim mutlu olmam demek seninde mutlu olman demek.\"

\"Evet, şimdi ikimiz için son görevini yap.\"

\"Hayır, sen kim olduğunu söylemediğin müddetçe olmaz.\"

\"Pişman olacaksın. Senin merak duygundan arınmış olman lazım.\"

\"Ama arınmamışım. Demek başaramadığın bir şey var.\"

\"Her şeyi berbat ediyorsun.\" Karşısındaki çok kızgındı.

Evet bir şeylerin berbat olduğu kesindi. İçindeki yoğun mutluluğa acı karışmaya başlamıştı. Git gide artarak. Ama şundan emindi, kendi yaşadığı acıyı oda yaşıyordu.

\"Hadi bunu daha fazla sürdüremezsin. İkimizin de mutluluğu benim elimde. Unuttun mu buraların kralı benim. Şimdi kim olduğunu söyle ve bende son görevimi yerine getireyim. İkimizde istediğimize kavuşalım.\"

Önündeki karanlık açmaya başlayınca içindeki heyecanda arttı. Korku yada her hangi bir şey hissetmiyordu. Sadece merak.

\"Bazı insanların önüne krallık sunulur ve onlar aptallıklarından bu krallıkları teperler. Sende aptal bir kralsın. Hem de en aptalı.\"

Karanlığın rengi iyice açıldı ve yavaş yavaş karşısında bir şekil oluşmaya başladı.

\"Kaçırdığın mutluluğu hayal bile edemeyeceksin.\"

Şekil tamamen belirginleşmişti. Tüm vücudu zehirlenmeye başlamıştı. Acı tanımlanamayacak boyutlara ulaştığı halde merakını engelleyemiyordu.

\"Aptal kral.\"

Karşısında kır saçlı biri görünüyordu. Kaşları en az saçları kadar beyaz ve uçlara doğru kalkık. Gözleri koyu mavi.

O kendisiydi.

Aptal kral.
 

Bu Hikaye yi Arkadasina Gonder