Suya yazılmış bir sevdanın,
vuslata gebe kalmış umudun ölümsüz satırlarını
yazıyorum yıldızların gözbebeklerine.
Mürekkebini yüreğimizin sevda kokan
çağlayanlarından alan bu aşkı yazıyorum...
Melek’lerin ıslak kirpiklerine.
Arsız dikenleri ayaklarımızla ezip vuslat
yolculuğundaki pamuksu düşlerimi anlatıyorum....
..... bizi dinleyenlere.
Seni ve ölümsüz sevdamı suya yazıyorum çünkü
sevdamız su gibi berrak, su gibi saf ve güneş gibi
sıcak.
Aldığımız her nefes umuda ve mutluluğa sunulmuş
adaktı.
Kazanan biz olmalıydık çünkü beyazı giyindik
sevdanın.
Aşkın yüce duygularında nefes aldık....
Ve suyun duruluğundan güç alarak yalnızlığın
üzerine delicesine yürüdük.
Hatırlıyor musun bu sevda yolculuğunda nice
uçurumları aştık seninle?
Karanlık ve puslu yollardaki arsız ayazları ezerek
nice kaldırımları aşındırdık.
Üşüdük mevsimlerin sıcakla olan dansında.
Üşüdük çünkü sevdamızın yollarında umutlarımız
kaç kez esir alındı.
Kaç kez yüreklerimiz hain sorgularda acılara gebe
kaldı.
Ama pes etmedik ve yenilmedik. Sevdamızı
içimizdeki kelimelere saklayıp umuda gülümsedik.
Ayaküstü yaşanan sevdalardan değildik biz.
Küçük ve ağrısız pusulara diz çökecek kadar,
Elleri kanlı cellâdın topal dizine boynumuzu
bükecek kadar kırılgan değildi bizim sevdamız.
Acıya inat, yokluğa inat büyüyen bir aşk
hikâyesiydi bizimkisi.
Gecenin güneşe beslediği ve ateşin suya içten içe
gizlediği sevgi gibi....
....imkânsız heves değildi birbirimize duyduğumuz
aşk.
Altı çizili kelimelerin anlatmakta aciz kaldığı bir
duygu sağanağıydı hislerimiz.
Birbirimizi uzaklardan görsek....
....avuç içlerimiz sebepsizce terlemeye başlar.....
..... dilimizdeki kelimelere sevdanın prangaları
vurulurdu.
Tek bir söz etmeden saatlerce gözlerimizin içinde
Cenneti solurduk.
Utangaçlığın bu kadar güzel yakıştığı
yanaklarımıza kelebeklerin ince sevdaları dokurduk..
Pusulara kafa tutup yalnızlığa karşı süngüsüz
savaştık.
Süngüsüz savaştık çünkü bembeyaz sevdaya kan ve
isyan yakışmazdı.
Aşktan öte ,yüreğimizden öte silahımız yoktu.
Mermisi çicek olan bir silahın peşinde nice engellere
göğsümüzü siper ettik seninle.
Karanlıklara inat hep mayasız geceleri aşındırdık
kırgın kaldırım taşlarını ayak uçlarımızla ezerek.
Oysa ayaklarımız çıplaktı.
Pamuksu bir yolculuğun peşinde sürüklenirken
nerden bilebilirdik ki yollarımızda çicek diye suskun
dikenlerin ekildiğini, nerden bilebilirdik ki
gecelerimize yıldızların yerine karanlıkların
serildiğini ?
Kanasa da ayaklarımız, vuslatı tuz diye kanayan
yaramıza sürüp umut kokan sevdamıza yürüdük.
Pusular kurulsa da yollarımıza, aldırmadan
aşkımızı baharların gülüşlerine ördük..
Nice uçurumları aşmışken kan ter içinde kaldı yüreklerimiz.
Ilık meltemler aradık sırtımızdaki teri silmek için.
Bulamadık ama üzülmedik.
Ilık nefeslerimizi birbirimizin tenine sürüp karanfil
kokan terimizi gülüşlerimizle sildik.
Yalınayak yürüdük bıcağın üstünde.
Yıldızları sağıp gökyüzünden aydınlığın içinde
yıkandık.
Bu sevdaya yüreğimizi koyduk.
Kirlenmemiş köpüklerde yıkanmış ölümsüz sevdayı
tüketmedik.
Aksine tek nefeslik sevdamıza vuslatı ekleyip nice
yanık türküler ürettik bu pamuksu yolculukta.
Mavinin göğsüne su misali beyaz sevdamızı yazmak
için çıkmıştık yola.
Ve söz vermiştik Cennet kokulu vuslata.
Yol üstündeki tek nefeslik molalarımızda,
Arsız ayazlarda toprağa boynunu çevirip umuda
küsmüş çicekleri güneşe çevirdik.
Susuz kalmış çardak kuşların dudaklarına zemzemi
değdirip sevdamızın ak sütüyle emzirdik.
Her şey gül gülistanlık değildi oysa.
Her an nefesimizde hissediyorduk kanlı pusuları.
Bir kapatsak gözlerimizi karanlığa; darağaçlarımız
hazırdı oysa.
Ve ikindi vakti ayrılıklara kefensiz gömülmek için
hazırdı musalla taşımız.
Onca acıya, onca ayrılığa inat korkmadık, sevdanın
korkuyla işi olmazdı çünkü.
Gerekirse bu yolda diklenen arsız yangınlara kafa
tutacaktık.
Ve yumruklarımızı bıçağın ucunda bileyip...
....Kaygısız fırtınanın boğazına dayatacaktık
sevdamızın kararlılığını.
Olmadı mı göğsümüzü siper edecektik .
Çünkü söz vermiştik vuslata ulaşmaya.
Kör kuyularda kalsak da umudun merdivenlerini
birer birer çıkıp aydınlığa çevirecektik yüzümüzü.
Karakışlarda sevdaya yenik başlasak da kelebeğin sırtına vuslat diye motifleyeceğiz naif gülüşümüzü.
Sevda hamalı olduk bitmek bilmeyen yokuşlarda.
Sırtımıza nice ayrılık çuvalları yüklendi.
Yılmadık, kızmadık.
Sadece sustuk ve içimizden dualara sarıldık.
Ne zaman yükümüz kaburgalarımızı esecek olsa; ağır yükümüzü rüzgar boynuna asacaktı ..
İsyanlar büyütmedik dilimizin ucunda.
Çığlıklara bürünmüş ateşten kelimelerimizi boşa
harcamaktan sakındık.
Dilimizden sürgün eyledik umutsuzluk kokan
satırları.
Çünkü su kadar narin bir sevdaya isyan yakışmazdı.
Bir an çığlıklarımız büyüse, dilimize gem vururduk.
Çünkü bize ağlamak bize kalleşce isyan etmek değil,
savaşmak yakışırdı.
Savaş diyorum sevdayla kör ayrılığın savaşıydı
buydu.
Vuslat yolculuğunda üzerimize gelen nice fırtınaları
yakmadık mı ?
Engin okyanuslara yüreğimizi yaslayıp bir avuç su
damlasına gül kokulu sevdamızı yazmadık mı ?
Ilık rüzgarla gelen sevinçlerimizi vuslatın
dudaklarına kazımadık mı ?
Umuda ve mutluluğa giden bu pamuksu yolculuğun
sonunda sevdanın ellerinden zemzemi içeceğiz. Avuçlarımızda karanlıkları ezip gümüş damlaları
serpeceğiz dolunaylı gecelere.
Yetim çocukların gülüşlerini ekeceğiz vuslat
bahçelerine.
Adlarımızı sonsuzluğa bırakıp tek yürekte Cennetin
güzelliklerini içimize çekeceğiz.
Gülüşlerimizi acıya adak diye serip umuda ve
sevdaya Anka’nın kanadında delicesine gülümseyeceğiz. Karanlıkları göğe gelin edip
baharlardan kalma çicekleri kelebeğin yüreğine
işleyeceğiz.
Ayrı bedenlerimizden feragat edip tek nefesimizle
hayatın ılık sularında gezineceğiz.
Bize, bembeyaz bir sevdaya da ancak böyle
güzellikler yakışır.
Pes etmeden ve her şeye inat yüreğimizdeki umutla
vuslatımızı bir gün güllerin dudaklardan içeceğiz…
Etiketler: Nevval