Özlemek…neyi? kimi? nasıl? diye sorar dilsiz yürek….
Hasret midir?
Azap mıdır? İlham mıdır? Gözyaşı mıdır? Yara mıdır?
Beklenen mi bunları bize yaşatır yoksa bekleyenin kendisi mi bu duyguların tutsağı olmuştur?
Özlemek…göremediğin bir kişiyi.
Sesini duyamadığın [,] elini tutamadığın [,] saçını okşayamadığın bir kişiyi özlemek…
Ve ağlamak onun için hıçkıra hıçkıra [,] sonrada bu hasretin gözyaşlarında boğulmak…
Çıkarı olmayan bir sevdadan gebe kalmak.
Bir sevda yaratmak dilsiz…O sevdayı bütün dillerde yaşatmak…Onun için ölümü bile göze almak [,] darağcındaki bir ölümü…Genç bir ölümü…
Özlemek…
kömür karası [,] gönül yarası bir çift gözün o aşk uğruna kör olması…
Sürgün yemesi [,] vurgun yemesi ama ne olursa olsun sevmesi hesapsız…
Kaçımız söylüyoruz özlediğimizi?
Özlemlerimizin kaçımız farkındayız?
Aşka [,] dostluğa [,] çocukluğumuza ve insanca yaşamaya kaçımız sahip çıkabiliyoruz?
Sormadan söylenen [,] ağlamadan yaşlanan gözlerimizi yitik bir yaz akşamında bırakabiliyor muyuz yıldızlara…
Özlemekmiş oysa sevmek diyor yürek...
Özlemek [,] senin adınmış sen bilmesen de…
Yelkovanla akrebi takip etmekmiş…
Belki gelirsin diye aynalara bakmakmış…
Bekleyenin durumu daha zormuş…
Git diyen dilin [,] Gel diyen çığlık çığlığa yerini bıraktığı yürekle kelimelerin hapsolduğu saatlerde beklemekmiş seni…
Ne zormuş akşamlarda yüreğin sıkışmasını [,] beynin hınca hınç hasretinle uğuldamasını dindirmek…
Ne zormuş hiç tanımadığım şehirlere seni uğurlamak kayıp saatlerden…
Ve arkandan
Hoşça kal gözüm hoşça kal diyebilmek
Etiketler: Nevval