Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle
sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde
bir fazlalık olduğunu düşünüyordu.
Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu.
Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve
"Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak"
diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası,
sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı.
Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında.
Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla
karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve
kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce
avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı
kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını.
Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak,
böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan
sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve
kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can,
"Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince
onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı.
Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı.
Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?"
diye soruyor ama cevap alamıyordu.
Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan
yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve
torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine
ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki
dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu.
Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve
arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi.
Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da
babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu.
Barakanın içinde fırtına vardı adeta.
Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden
üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve
birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi.
O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak
saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından
bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti,
içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.
Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu.
Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın
vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi,
yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.
Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de
kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve
Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti.
Arabaya bindiler.
Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı,
neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye.
Verecek hiçbir cevap bulamıyordu,
annen böyle istiyor diyemiyordu.
Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni
buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası
başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte
deliler gibi geri çevirdi arabayı.
Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek
babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış
çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.
Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım
için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...
Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...
"Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı
dağ başına atmadım ki, sen beni atasın...
Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum." &n bsp;   ;yaşantımız boyunca bizler için hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan anne ve babalarımıza yaşlandıkları zaman sahip çıkalım lütfen zaman bizede neler getirir bilemeyiz grafiker 07