Garip Cenaze
Kul olmalı insan. Onu yoktan var eden, sınırsız rızıklandıranın kulu olduğunu unutmamalı. Ve yine asla unutmamalı Allah’tan geldiğini ve yine ona döndürüleceğini.....
İmam cenaze namazı kıldırmak için cemaate saf tutmaları için seslendi. Daha sonra dönüp arkasına baktığında şaşkınlığını gizleyemedi. Çünkü cemaat beş kişiden ibaretti. Mevtanın yakın çevresinden sadece beş kişi.
O güne dek pek çok cenaze namazı kıldırmıştı. Kimsesi olmayanların bile cami cemaati cenaze namazlarına katılıp ondan sonra dağılırlardı. Ölen o civardan biri olurdu mutlaka. Ya selam verdiği, ya sık sık karşılaştığı veya camide namaz sonrası sohbet ettiği evine girip çıktığı bir komşusu olurdu ölen kişi İnsanlar bunun hatırına, selamın veya bir tebessümün hatırına iştirak ederlerdi cenazesine.
İlk kez bu kadar az kişiyle kılacaktı cenaze namazını. Ama karşısında duran tabuta takılıp kaldı gözleri ister istemez. Hiç mi selam verdiği, yardımına koştuğu, hastayken ziyaret ettiği, çocuğu olan ev alan birine hayırlı olsuna gittiği, düğününe, yakınlarından birisinin cenazesine gittiği herhangi biride mi yoktu hayatında?
O kadar mahzun bırakılır mıydı cenaze? O tüm bu duygularla namazı kıldırmış, mezarlığa doğru yola çıkılmıştı bile. Yolda da kafasından atamamıştı bu düşünceleri. Acaba ölen kimdi? Nasıl biriydi? Gömülme işlemi bitmiş evine dönerken aklı hala cenazedeydi. Bakkalın önünden geçerken onun tanıyacağını düşünerek hızla oraya yöneldi.
- Ahmet efendi hayırlı işler
- Sağ ol hocam nasılsınız?
- Allah Şükür hocam dünya meşgalesi oyalanıyoruz işte.
- Ahmet efendi sana bir şey soracağım.
- Buyur hocam hayırdır.
- Bugün bir cenaze vardı camide. Fakat cemaati sadece beş kişiydi. Bende meraklandım ölen kimdir diye?
- Evet şu ikinci kattaki mazdası olan adam. Adı Fatih değil mi?
- Evet adı Fatihti. Madem tanıyordun da neden cenazede yoktun o zaman?
- Hocam işin aslı değişik bir adamdı. Annesi ve babası hatır soran insanlardı ama o evden kimseye selam vermeden çıkıp arabasına atlar, teybini sonuna kadar açıp gaza basar giderdi. Kimseye hal hatır sormaz, hayırlı işler demez, insanları küçümseyen, saygısız sevgisiz biriydi. Bir kere bile camide gördün mü sen hocam?
- Hayır tanımıyorum. Belki de yeni gelmişlerdir o yüzden olabilir.
Ahmet efendi hararetle anlatmaya devam etti. Fatih’e kızgınlığı konuşurken gözlerinin donukluğundan ve kelimeleri birbiri ardına sıralamasından belliydi.
- Hocam camiyle, ezanla işi yoktu ki zaten. Dedim ya saygısızdı. Sadece komşulara değil, akrabalarına karşı da aynı şekilde davranıyormuş. Bazen akrabaları burada alış veriş yaparlarken o yanlarından geçip gider onları da görmezden gelir, arabasına atlar giderdi. Onlarda anlatırlardı. Evlerine gittiklerinde de o d diğer odaya gider orada müzik dinlermiş. Onların yanına bile girmeye tenezzül etmezmiş. Yani kısacası hiç kimseyi önemsemezdi. Bir akrabası anlatmıştı. Önceden bu şekilde değilmiş. Beş sene oldu onlar buraya taşınalı. Zengin bir akrabası onlara bu evi almış, başka bir akrabası da ona iş vermiş. Sonra bir de altına araba çektiler. Adam değişti ne oldum delisi oldu yani anlayacağın hocam... Selamı sabahı kesti. Sonra kendisi gibi Allahsız, besmelesiz birini bulmuş nereden bulduysa, düğünsüz derneksiz aldılar beraber yaşıyorlar. İşte hocam bazen iyilik ve hayır olsun diye yapılan yardımlar insanı bu şekilde azgınlaştırabiliyor da.
Hoca dalgındı. Tüm bu anlatılanları kafasında canlandırmaya çalıştı. Hala insanlardan bu derece kopuk yaşamasının sebebini anlayamamıştı.
- Tamam da Ahmet efendi insanlardan neden bu kadar koptu ki?
- Şımarıklık hocam. Sonradan görmek bu olsa gerek. Hiç kimsenin doğumuna, ölümüne, hastalığına, sağlığına gitmezse ona gelirler mi hocam? Doğum da insanlarla olur ölüm de, Düğünde de insan lazım, cenazede de. Bu dünya gelip geçici be hocam. Bak hiçbir şey kurtarmıyor insanı. Ölüm sırası geldiğinde ansızın alıveriyor insanı.
Hoca destekler mahiyette kafasını salladı.
- Evet haklısın. Dünyada güzel şeyler yapmak lazım. Geride kalanlar seni güzel hatırlasın.Bugün ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi de dünya için çalışmalı insan. Öleceğini asla unutmadan, yeri ve zamanı geldiğinde hiçbir güç, hiçbir şey erteleyemez ölümü. Yüce yaradan Kur’an da ne buyurmuş?
“Siz sağlam kalelerde bile olsanız ölüm gelip sizi bulur.” Ahmet efendi de dalgınlaştı. Evet hoca çok haklıydı. Bu dünya yalnız yaşanıp, sessiz sedasız terk edilecek bir yer değildi ki. Güzel şeyler yapmalı, yaradanını unutmadan, yarattıklarını küçümsemeden yaşamalı. Amacı olmalı aldığı her nefesin. Bir işe yaramalı insan!.. Yiyip içen, gezip dolaşan bir et yığını değil ki insan. Sevmeli, sevilmeli, öğrenmeli, öğretmeli, almasını bildiği gibi vermeli de, insanlarla iç içe sürdürmeli yaşantısını. Evet hoca çok haklıydı. Sevildiğini kanıtlarcasına cenazesinde;
- Mevtayı nasıl bilirdiniz? Sorusuna yüzlerce insan yürekten hep bir ağızdan;
- İyi bilirdiikk.. diye haykırmalı. Gerçekten gözyaşı döküp üzülmeli onun için. Ardından dualar etmeli kusurlarının affı için. Tüm bunları yapacak gerçek dostlar, sevenler bırakmalı insan ardında. Ona bir adım atana o, on adım atmalı. Ona yürüyerek gelene o, koşarak gitmeli. Ona selam diyene o, daha güzeliyle karşılık vermeli. Yani kul olduğunu aldığı her nefeste hatırlamalı. Ölümlü bir fani olduğunu her verdiği nefeste hissedebilmeli.
Kul olmalı insan. Onu yoktan var eden, sınırsız rızıklandıranın kulu olduğunu unutmamalı. Ve yine asla unutmamalı Allah’tan geldiğini ve yine ona döndürüleceğini.....
&nb sp; &nb sp; VEYSEL 70