Bazen insan, istemeden, bilmeden hayatında en değer verdiği kişiyi kırar. Bilirsiniz. Pişmanlığı fayda etmez. Geriye dönemez. Acı verir. İçi acır. Kırmıştır, kırılmıştır. Göze alamayacağı şey yok zannettiği bir dostluğu, bir sevgiyi belki bir birlikteliği parçalamıştır. Güzelim Çin vazosu kırılmıştır. Yapıştırırsın su sızdıracağını bile bile, Bakmaya kıyamadığın, artık yaralıdır. Ağlamak istersin, ağlayamazsın, Bilsen gözyaşların bir şeyleri tamir edecek, belki de seller akıtırsın, ama gözyaşları iyi bir yapışkan değildir, bu yüzden o yaşlar içinde erir gider. Kalbin acır, ama elinden bir şey gelmez. Yalvarırsın günlerce, belki de düne kadar varlığını bile reddettiğin yada sonsuz inandığın tanrıya, bir şans, ne olur bir şans daha diye. Sevdiğinin bir gülüşüne, bir nidasına, sana taktığı bir sıfata yerlere kapanmaya hazırsındır. Oysa o sessiz kalır. Sessizliği üstelik sessiz bir sessizlik değildir. Konuşur seninle, sohbet eder, seni, yaşamı paylaşır. Ama sessizdir işte. Anlarsın. Uzaktır, uzaklaşmıştır. Geri getiremezsin. Dokunamazsın. Bir mucize beklersin. Bir adım, bir gülüş, bir sıcaklık, tıpkı eskiden kalan ama eskimeyen bir yakınlık. Ve eğer içindeki çocuğu öldürmemişsen, belki o mucize gerçekleşiverir. Kırılgan ama eskisinden daha sağlam, yeni bir başlangıç yaparsın. Kimsenin kimseyi kırmaması ama kırarsa da yeni ve daha sağlam birliktelikleri başarması dileğiyle...
alıntı