REKLAM
nevval
PROFIL   RESIMLER   BLOGLAR   MISAFIR DEFTERI   ARKADASLAR   FAVORILER   VIDEOLAR  
 


Gosterilen 253 - 261 arasi, toplam 969 Blog mevcut.


<< Ilk  < Onceki | Sayfa:  27 | 28 | 29 | 30 | 31 | Ileri >  Son >>


Bekliyorum Belki Gelirsin Diye
Gönderme zamanı 11/06/2009 23:53:25

Sen,Ben Ve O
Gönderme zamanı 11/06/2009 23:51:23

Ne Sen Beni Bilirdin Ne Ben Seni
Gönderme zamanı 11/05/2009 09:48:55

Yüreğim ne dediyse onu dinledim ben.
Kimi işaret ettiyse ona yöneldim.
Şimdi sen diyor da başka bir şey demiyor.
Ansızın bastıran bir yağmura hazırlıksız yakalanır ya insan,
işte öyle ıslattı beni aşkın.
Seni bekledim ben.
Yüreğimdeki heyecanı, gözlerimdeki yeşili,
dudaklarımdaki ateşi, ellerimdeki titremeyi,
küçük dokunuşları sana sakladım.

Ne sen beni bilirdin ne ben seni
ama bir yerlerdeydin ve mutlaka gelecektin.
Ve bir gün çıktın karşıma.
İşte o gün sevdaya dair ne kadar tortu varsa içimde eridi gitti.
Çocuk oldum yeniden.
Hani bıraksan yemyeşil bir kırda
bağıra çağıra şarkı söyleyip koşarım.
Seni bulmanın coskusunu hiç bitmeyecek bir enerjiyle yaşarım.
Seninle yep yeni bir hayatın başladığını biliyorum.
O hayatın içinde vazgeçilmez kıldığım tek şey sensin.

Bilirim, bu şarkı korkutur bazen insanı.
Neler oluyor diye sormadan
bir duygu selinin içinde bulursun kendini.
Ama zaten aşk öyle bir şey değil midir?
Sorarsan planlarsan onun adına aşk denir mi?
Bırak kendini, bırak ki aşkın büyüsü sarsın seni.
Kendini o eşsiz duyguların ferahlığına bırak.
Tut elimi birlikte çıkalım bu yolculuğa.
Yarınsız zamanların iki yolcusu olalım.
Kaygısızca yaşayalım aşkı, eriyelim birbirimizde.
Yüreklerimiz birbirimiz için atsın,
soluklarımız birbirine karışsın
Tutkunun alevleri dalga dalga sararken bedenlerimizi.

Gidersen... Gözümdeki son parıltıyı da alır gotürürsün.
Bir zemherenin ortasında titrerken bırakırsın beni.
Ama merak etme ayakta kalırım ben.
Tıpkı fırtınaların boynunu eğip yıkamadığı kavak ağaçları gibi.
Senden bana yadigâr kalan her anıyı
bir kez daha bir kez daha yaşarım.
Aşkım da benden yadigar kalır sana...
Ne Sen Beni Bilirdin Ne Ben Seni 

Etiketler: Nevval


Suya yazmıstık seninle, Aşk Şiirimizi
Gönderme zamanı 11/05/2009 09:45:05

Suya yazılmış bir sevdanın,
vuslata gebe kalmış umudun ölümsüz satırlarını
yazıyorum yıldızların gözbebeklerine.
Mürekkebini yüreğimizin sevda kokan
çağlayanlarından alan bu aşkı yazıyorum...
Melek’lerin ıslak kirpiklerine.
Arsız dikenleri ayaklarımızla ezip vuslat
yolculuğundaki pamuksu düşlerimi anlatıyorum....
..... bizi dinleyenlere.
Seni ve ölümsüz sevdamı suya yazıyorum çünkü
sevdamız su gibi berrak, su gibi saf ve güneş gibi
sıcak.
Aldığımız her nefes umuda ve mutluluğa sunulmuş
adaktı.
Kazanan biz olmalıydık çünkü beyazı giyindik
sevdanın.
Aşkın yüce duygularında nefes aldık....
Ve suyun duruluğundan güç alarak yalnızlığın
üzerine delicesine yürüdük.



Hatırlıyor musun bu sevda yolculuğunda nice
uçurumları aştık seninle?
Karanlık ve puslu yollardaki arsız ayazları ezerek
nice kaldırımları aşındırdık.
Üşüdük mevsimlerin sıcakla olan dansında.
Üşüdük çünkü sevdamızın yollarında umutlarımız
kaç kez esir alındı.
Kaç kez yüreklerimiz hain sorgularda acılara gebe
kaldı.
Ama pes etmedik ve yenilmedik. Sevdamızı
içimizdeki kelimelere saklayıp umuda gülümsedik.
Ayaküstü yaşanan sevdalardan değildik biz.
Küçük ve ağrısız pusulara diz çökecek kadar,
Elleri kanlı cellâdın topal dizine boynumuzu
bükecek kadar kırılgan değildi bizim sevdamız.
Acıya inat, yokluğa inat büyüyen bir aşk
hikâyesiydi bizimkisi.
Gecenin güneşe beslediği ve ateşin suya içten içe
gizlediği sevgi gibi....
....imkânsız heves değildi birbirimize duyduğumuz
aşk.
Altı çizili kelimelerin anlatmakta aciz kaldığı bir
duygu sağanağıydı hislerimiz.
Birbirimizi uzaklardan görsek....
....avuç içlerimiz sebepsizce terlemeye başlar.....
..... dilimizdeki kelimelere sevdanın prangaları
vurulurdu.
Tek bir söz etmeden saatlerce gözlerimizin içinde
Cenneti solurduk.
Utangaçlığın bu kadar güzel yakıştığı
yanaklarımıza kelebeklerin ince sevdaları dokurduk..





Pusulara kafa tutup yalnızlığa karşı süngüsüz
savaştık.


Süngüsüz savaştık çünkü bembeyaz sevdaya kan ve
isyan yakışmazdı.
Aşktan öte ,yüreğimizden öte silahımız yoktu.
Mermisi çicek olan bir silahın peşinde nice engellere
göğsümüzü siper ettik seninle.
Karanlıklara inat hep mayasız geceleri aşındırdık
kırgın kaldırım taşlarını ayak uçlarımızla ezerek.
Oysa ayaklarımız çıplaktı.
Pamuksu bir yolculuğun peşinde sürüklenirken
nerden bilebilirdik ki yollarımızda çicek diye suskun
dikenlerin ekildiğini, nerden bilebilirdik ki
gecelerimize yıldızların yerine karanlıkların
serildiğini ?
Kanasa da ayaklarımız, vuslatı tuz diye kanayan
yaramıza sürüp umut kokan sevdamıza yürüdük.
Pusular kurulsa da yollarımıza, aldırmadan
aşkımızı baharların gülüşlerine ördük..




Nice uçurumları aşmışken kan ter içinde kaldı yüreklerimiz.


Ilık meltemler aradık sırtımızdaki teri silmek için.
Bulamadık ama üzülmedik.
Ilık nefeslerimizi birbirimizin tenine sürüp karanfil
kokan terimizi gülüşlerimizle sildik.
Yalınayak yürüdük bıcağın üstünde.
Yıldızları sağıp gökyüzünden aydınlığın içinde
yıkandık.
Bu sevdaya yüreğimizi koyduk.
Kirlenmemiş köpüklerde yıkanmış ölümsüz sevdayı
tüketmedik.
Aksine tek nefeslik sevdamıza vuslatı ekleyip nice
yanık türküler ürettik bu pamuksu yolculukta.



Mavinin göğsüne su misali beyaz sevdamızı yazmak
için çıkmıştık yola.

Ve söz vermiştik Cennet kokulu vuslata.
Yol üstündeki tek nefeslik molalarımızda,
Arsız ayazlarda toprağa boynunu çevirip umuda
küsmüş çicekleri güneşe çevirdik.
Susuz kalmış çardak kuşların dudaklarına zemzemi
değdirip sevdamızın ak sütüyle emzirdik.
Her şey gül gülistanlık değildi oysa.
Her an nefesimizde hissediyorduk kanlı pusuları.
Bir kapatsak gözlerimizi karanlığa; darağaçlarımız
hazırdı oysa.
Ve ikindi vakti ayrılıklara kefensiz gömülmek için
hazırdı musalla taşımız.
Onca acıya, onca ayrılığa inat korkmadık, sevdanın
korkuyla işi olmazdı çünkü.
Gerekirse bu yolda diklenen arsız yangınlara kafa
tutacaktık.
Ve yumruklarımızı bıçağın ucunda bileyip...
....Kaygısız fırtınanın boğazına dayatacaktık
sevdamızın kararlılığını.
Olmadı mı göğsümüzü siper edecektik .
Çünkü söz vermiştik vuslata ulaşmaya.
Kör kuyularda kalsak da umudun merdivenlerini
birer birer çıkıp aydınlığa çevirecektik yüzümüzü.
Karakışlarda sevdaya yenik başlasak da kelebeğin sırtına vuslat diye motifleyeceğiz naif gülüşümüzü.




Sevda hamalı olduk bitmek bilmeyen yokuşlarda.
Sırtımıza nice ayrılık çuvalları yüklendi.
Yılmadık, kızmadık.
Sadece sustuk ve içimizden dualara sarıldık.
Ne zaman yükümüz kaburgalarımızı esecek olsa; ağır yükümüzü rüzgar boynuna asacaktı ..
İsyanlar büyütmedik dilimizin ucunda.
Çığlıklara bürünmüş ateşten kelimelerimizi boşa
harcamaktan sakındık.
Dilimizden sürgün eyledik umutsuzluk kokan
satırları.
Çünkü su kadar narin bir sevdaya isyan yakışmazdı.
Bir an çığlıklarımız büyüse, dilimize gem vururduk.
Çünkü bize ağlamak bize kalleşce isyan etmek değil,
savaşmak yakışırdı.
Savaş diyorum sevdayla kör ayrılığın savaşıydı
buydu.
Vuslat yolculuğunda üzerimize gelen nice fırtınaları
yakmadık mı ?
Engin okyanuslara yüreğimizi yaslayıp bir avuç su
damlasına gül kokulu sevdamızı yazmadık mı ?
Ilık rüzgarla gelen sevinçlerimizi vuslatın
dudaklarına kazımadık mı ?




Umuda ve mutluluğa giden bu pamuksu yolculuğun
sonunda sevdanın ellerinden zemzemi içeceğiz. Avuçlarımızda karanlıkları ezip gümüş damlaları
serpeceğiz dolunaylı gecelere.

Yetim çocukların gülüşlerini ekeceğiz vuslat
bahçelerine.
Adlarımızı sonsuzluğa bırakıp tek yürekte Cennetin
güzelliklerini içimize çekeceğiz.
Gülüşlerimizi acıya adak diye serip umuda ve
sevdaya Anka’nın kanadında delicesine gülümseyeceğiz. Karanlıkları göğe gelin edip
baharlardan kalma çicekleri kelebeğin yüreğine
işleyeceğiz.
Ayrı bedenlerimizden feragat edip tek nefesimizle
hayatın ılık sularında gezineceğiz.
Bize, bembeyaz bir sevdaya da ancak böyle
güzellikler yakışır.
Pes etmeden ve her şeye inat yüreğimizdeki umutla
vuslatımızı bir gün güllerin dudaklardan içeceğiz…

Etiketler: Nevval


Atamadığım Ölüm Korkusu Alıyor Hayallerimi
Gönderme zamanı 11/05/2009 09:42:14
ince bir yağmurla başladı bu sabaH
Baharın sıcaklığı yok dizlerimde.
Ağacın yeşil yaprakları kandırmasın şaiiri.
Hepsi bir tak olmuş yalan hayatın içinde.
kulağıma gelen yağmur damlası sesleri,bir kaç pişmanlık besleyen geceyi...

yağsın yağmur.


bereket olsun toprağa


yaşanmışlık katsın hayata.


dün yoktun yağmur gözlüm.ama bu yağmur seni bana getirdi.beni kendimden sürükledi.adımın önüne getirdiğin her sıfatın varlığı kulağımda duyulan..

ahh şimdi yanımda olsan....


beraber yol etsek patika yolları.yüzüne yapışan saçının her bir telini,elimin tersiyle silsem yüzünün çehresini.

kabarık duran saçların şikayete gebe kalsada


yinede gel yanıma..


bulutla işbirlikçi olup yağdırmam yağmuru üzerine.


sen yeter ki gel içime...


geçiyor zaman ,gidiyor hayat.bugünün cazibesine kapılıp yarın yaşayacağını sanıyor insan.ama hayat geçmişten ibaret oluyor çoğu zaman.geleceğe biçilen umutlar bir ateşin savrulan külleri gibi..sen bu gece gelmezsen yakarım içimdeki çocuk sevgimi..


korkmak istemediğim,gerçekte kafamdan atamadığım ölüm korkusu alıyor hayallerimi benden.

ölmeden gel


,soluğum ısıtır seni


ölmeden gel
sevgim yüceltir seni



Etiketler: Nevval


Özgür Bırakacaksın
Gönderme zamanı 11/05/2009 09:39:59

 

 

Özgür Bırakacaksın
* * * * * * * * * * * *
yol alıyorum hayatımın
derin suskunluklarında
ve susuyorsun
aynanın karşısında

yere bir bir dökülen kelimelerim
yağmurla ıslandığında
sulanmıyor
gömülüyor toprağa

şimdi susuşlarım
beni darağacına iterken
yüreğimin morumsu rengi
acıtıyor beni...

bilmediğin yerde
bilmediğin bir aynanın önünde
hüzünlü kahkaham

sorularının cevapları karşına dikilecek
gün gelecek
hesap soracaklar senden
ve gün gelecek ağlayacaksın sen
bildiğin bulanık bir aynanın önünde

susuşların çığlık atarken
ben tıkayacağım kulaklarımı
cümlelerimin dilini kesip
atacağım karanlıklar kuyusuna

ve susuşlarım
o zaman senden hesap soracak
ve sen sakladığın gözyaşlarını
bildiğin bulanık bir aynanın önünde
salacaksın sessizce...

özgür kalacaklar...
benim seni özgür bıraktığım gibi
sende özgür bırakacaksın
bir gün gözyaşlarını
sende...

Vildan Uyar




Etiketler: Nevval


Yar Olamadın - Bedirhan Gökçe
Gönderme zamanı 11/05/2009 09:35:25

Vurduğun her yerden gül biter sanma
Sen beni ilk defa yaralamadın.
Ben sana kul köle olurdum amma
Sen bana bir günlük yar olamadın...



Bu kadar yüklenmek var mı susana
Yerimde olup da çıldırmasana
Ben gönül köşkümü açtım da sana
Sen sokak kapını aralamadın




Hançerle mavzerle yıkılmazdım da
Süründüm aklımı senle bozdum da
Ben sana yüzlerce roman yazdım da
Sen bana bir satır karalamadın.




On bin de bir kula kısmet olsam da
Kadrimi bilmedin nimet olsam da
Ben senin bağına rahmet olsam da
Sen benim dağıma kar olamadın...




Kalplere şifalar sunan meyvaydım
Her keyfe kedere derde devaydım
Ben senin bahtına gülen ayvaydım
Sen bana ağlayan nar olamadın...




Yıllara mal oldu gözümden düşmen
Ey şimdi aynayla kavgalı düşman
Her zaman mahçupsun her zaman pişman
Sen kendi kendine





Etiketler: Nevval


"Ne ogrendin peki?"
Gönderme zamanı 11/03/2009 20:32:56




Gunlerden bir gun bir baba ve zengin ailesi oglunu koye goturdu.


Bu yolculugun tek amaci vardi, insanlarin ne kadar fakir olabileceklerini ogluna gostermek.


Cok fakir bir ailenin ciftliginde bir gece ve gun gecirdiler.



Yolculuktan donduklerinde baba ogluna sordu,
"insanlarin ne kadar fakir olabildiklerini gordun mu?"
"Evet!"



"Ne ogrendin peki?"



Oglu cevap verdi,
"Sunu gordum: bizim evde bir kopegimiz var, onlarinsa dort.
Bizim bahcenin ortasina kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarinsa sonu olmayan bir dereleri.
Bizim bahcemizde ithal lambalar var, onlarinsa yildizlari.
Bizim gorus alanimiz on avluya kadar, onlarsa butun bir ufku goruyorlar."



Oglu sozunu bitirdiginde babasi soyleyecek bir sey bulamadi.


Oglu ekledi, "Tesekkurler baba,
ne kadar fakir oldugumuzu gosterdigin icin "





Etiketler: Nevval


Genç Mehmet
Gönderme zamanı 11/03/2009 20:27:14
Mehmet nice zorluklarla büyümüş, delikanlı olmuştu. Evlenecek çağa geldiğini düşünüyordu. Lâkin evlenmek için çaldığı kapılar, hiçbir şeyi olmadığından yüzüne kapanıyordu. Allahtan ümit kesilmez diyerek pes etmiyor, günaha girmekten korktuğu için evlenmekten de vazgeçmiyordu. Son bir ümitle köyün zengini olarak bilinen ihtiyarın yanına gitti ve içini şöyle döktü:


Benim hiçbir mal varlığım da, beni himaye edip barındıracak kimse de yok. Bu güne kadar çeşitli işler yaparak Allahın yardımıyla geçinmeye çalıştım. Evlenme çağına geldim. Münasip biriyle evlenmek istiyorum. Fakat yoksul ve kimsesiz olduğumu öne sürerek bana kız vermiyorlar. Bir miktar borç verseniz Sonra ben çalışır size öderim.





İhtiyar bu saf ve kalbi temiz delikanlıyı dinledikten sonra şöyle der.
Keşke param olsaydı da sana karşılıksız verseydim evlâdım. Ben köy halkının bildiği kadar zengin değilim. Bir senelik gıda ihtiyacımı karşılayacak kadar tarlam ve ekin zamanı o tarlayı sürmekte kullandığım iki de öküzüm var. Başka da bir şeyim yok.
Genç Mehmet diretir:


Öküzlerden birini bana verin, onu satıp parasıyla evleneyim. Ekin zamanına kadar çalışır öderim. Şayet ödeyemezsem öküzden boş kalan yere geçer, boynumda sabanla tarlayı ben sürerim.
İhtiyar sözlerinde apayrı bir tatlılık sezdiği delikanlıyı kıramaz ve peki deyip öküzün birini verir.

Mehmet artık evlidir. Köyün hem ahlâk hem de güzellik timsali kızlarından biriyle evlenir. Hayatını mutlu ve huzurlu bir şekilde sürdürmekte, bir yandan da ihtiyara olan borcunu ödemek için var gücüyle çalışmaktadır. Ekin vakti gelmiş çatmış Mehmet bir türlü parayı denkleştirememiştir. Verdiği sözü tutmak üzere ihtiyarın yanına gider. İhtiyara:

Size borcumu ödeyeceğimi aksi halde diğer öküzün yanına geçip tarlayı süreceğimi söylemiştim. Evlilik benim düşündüğüm kadar kolay değilmiş. Ekin vakti gelmesine rağmen parayı biriktiremedim. Buraya sözümü tutmak için geldim. der.

İhtiyar şaşkın bir şekilde:

İyi dersin de evlâdım seni sabanda gören köylü ne der? Ben nasıl cevap veririm?

Mehmet Siz onların söylediklerine kulak asmayın. Size çıkışan olursa siz ona sorun diyerek beni gösterin. Ben cevap veririm.

Peki, Sen bilirsin der ihtiyar.


Mehmet boynunu geçirir sabana başlar tarlayı sürmeye. İhtiyar arkadan sabanı itmekte, öküzle beraber Mehmet de çekmekte ama yanındaki öküzle bir değildir ki Mehmet. Günler geçtikçe boynunda ve omuzlarında yaralar çıkmakta gittikçe zayıflamaktadır. O yine yaratanına devamlı şükürler etmekte Belâyı veren onu almaya da kadirdir bu da geçer elbet.diye söylenmektedir.


O sırada yoldan geçmekte olan bir atlı Mehmetin halini görünce merakını yenemez ve ihtiyarın yanına giderek biraz da kızgın bir şekilde ona:

Ayıp değil mi Bey Amca utanmıyor musun? Gencecik delikanlıya eziyet ediyorsun. Bu yaptığın insanlığa sığar mı? diye çıkışır
İhtiyar sesini çıkarmaz ve Bana bir şey söyleme der. Git kendisine sor.

Mehmet de yolcu olduğu anlaşılan bu adama günah işlemekten korktuğu için evlenmeyi düşündüğünü parası olmadığından kendisine kız verilmediğini, ihtiyardan borç olarak bir öküz alıp sattığını ve o öküz parasıyla evlendiğini, borcunu zamanında ödeyemediği için de sabana kendi isteğiyle geçtiğini anlatır.
Atlı da sevmiştir Mehmeti. Kuşağındaki keseyi çıkarıp önce ihtiyarın öküz parasını verir. Sonra ona da biraz para verip, o parayla bereketli olması hasebiyle koyun almasını tavsiye eder. O da atlının dediklerini uygular.


Mehmetin mal varlığı gittikçe artmaktadır. Ovalara sığmayan sürüleriyle, emrindeki hizmetçilerle köyün ağası oluvermiştir biranda ama o hiçbir zaman gurura kapılmıyor, nimeti vereni unutmuyordu. Zekâtını fazlasıyla dağıtıyor, köyün fakirlerini araştırıp geçim sıkıntılarını gideriyordu. Özellikle de kendi geçmişini unutmuyor, evlenecek yaşa gelip de evlenemeyenlere yardım ediyordu.


İki de erkek çocuğu olmuştu. Her şey verilmişti kendisine. Servet, şöhret, sıhhat ve iki çocukla süslenen huzurlu bir aile Seneler sonra yine aynı köyden geçmekte olan o atlı bu kez Mehmeti o zenginlikle görünce kendisine: Bakıyorum da hiçbir sıkıntın kalmamış. Bundan sonra rahat bir ömür sürersin der. Mehmet de şükürler olsun hiçbir sıkıntım yok ama sen yinede öyle deme. Bunları veren Allah elbette almaya da kadirdir. Buda geçer diye cevap verir. Mehmetin cevabı atlıyı şaşırtmıştır. Yine de sesini çıkartmadan atını dizginleyip uzaklaşır.


Aradan fazla bir zaman geçmemişti ki büyük bir afetin ortasında kaldı. Bir yandan fırtına bir yandan fırtınayla beraber azgınlaşan seller bütün malını yutup götürmüştü. Elinde avucunda ne varsa akan sele kaptırmıştı. Geriye sadece eşeği kalmıştı. O yine devamlı dua ediyor kendi ve ailesinin canına zarar gelmediği için yaratanına şükrediyordu. Köy ağası Mehmet afetten köyün en fakiri olarak çıkmıştı. Hanımına şöyle dert yanıyordu: Hanım biz köyün en zenginiyken şimdi en fakiri olduk. Sadaka ve zekât dağıtırken muhtaç duruma düştük. Ben artık bu köyde kalamam. Uzak bir köye gidip oraya yerleşelim. Rızkımızı başka yerlerde arayalım.
İki çocuğunu eşeğe bindirip kendisi de hanımıyla beraber yola koyulur. Köy köy kasaba kasaba iş aramaya başlarlar. Uğradıkları köylerden birinde çoban aradıklarını ancak köyün dışındaki kulübeden başka kalacakları yerleri olmadığını söylerler. Mehmet de kabul edip işe başlar. İlk önce kulübeyi tamir edip güzelce temizler sonra da vakit kaybetmeden işe başlar.



Mehmet dürüstlüğüyle ve işine olan bağlılığıyla burada da kendini köylüye sevdirir. Köylü başı her derde girdiğinde Mehmete koşar canı sıkıldığında Mehmete koşar, emanet bırakacak biri mi lâzım akla ilk gelen Mehmettir. Kısacası köylü her işini Mehmete yaptırmaya alışmıştır.


O günlerde yabancı olduğu anlaşılan bir adam köye gelir. Köylüye elbisesinin yırtıldığını diktirmek için usta bir terzi aradığını söyler. Onlar da kendilerinin pek beceremediğini ancak köyün dışındaki kulübede oturan Mehmetin hanımının iyi terzi olduğunu söylerler. Yabancı eve geldiğinde Mehmet evde yoktur Mehmetin hanımı yabancının elbisesini güzelce diker temizler. O da teşekkür ederek oradan ayrılır, ama yolda kalbine kötülük dolar. Şeytana uyup geri döner Mehmetin hanımına: Yolda Mehmete rastladım çok zor durumda sürüsüne kurtlar musallat oldu yardıma gitmeliyiz.der. Hanım da yabancının sözüne inanır çocuklarını evde bırakıp aceleyle kocasına yardıma koşar atının terkisine binip gözden kaybolur. Mehmet döndüğünde çocuklar babalarına: Bir adam geldi. Önce elbisesini diktirip gitti sonra tekrar gelip senin sürülerine kurtların saldırdığını aceleyle annemi çağırdığını söyledi ve annemizi alıp gitti. Mehmetin başı ellerinin arasındadır çocuklarına: Yavrularım adam annenizi kaçırmış. Benim başıma hiçbir belâ gelmedi. Adam yalan söylemiş annenizi kandırmış. Çaresiz bir şekilde köylüye mallarını tek tek teslim eder. Hepsiyle helâlleşir ve oradan ayrılır. Bu sefer de köy köy, kasaba kasaba hanımını arar, ama o bu kadar sıkıntıya rağmen yine de Allaha şükredip ondan yardım istemekte ve derdi veren Allah dermanını da verir elbet bu da geçer der.


Böylece dolaşırlarken bir nehrin kenarına varırlar. Karşı yakasına geçeceklerdir, ama nehir azgın bir şekilde akmakta, yol vermemektedir. Mehmet ilk önce büyük oğlunu karşıya geçirir orada bırakır ve döner küçük oğluyla eşeğini alır. Nehrin ortasına varmıştı ki gözlerine inanamaz. Bir kurt oğlunu kaçırmaktadır. Telâşla büyük oğlumu kurtarayım derken küçük oğlunu da nehrin ortasında bırakır. Nehrin azgın suları oğulcağızını alıp götürür. Mehmet öylece kalakalır bir oğlunu kurda bir oğlunu da nehrin azgın sularına kaptırmıştır. Çaresiz bir şekilde dolaşmaya başlar. Bir umutla karısını ve çocuklarını arar durur. Böylece seneler geçer. Mehmet yaşlanmaya başladığını hisseder. Saçına sakalına aklar düşmeye başlamıştır. O geçirdiği uzun yıllar, o gezdiği şehirler, beldeler, ülkeler kendisini bir hayli yıpratmıştır. Mehmet yine de azminden bir şey kaybetmiyor, karısını ve çocuklarını bulma ümidini yitirmiyordu.



Bir gün uğradığı şehirlerden birinin girişinde büyük bir kalabalık görür. Neler olduğunu anlamak için kalabalığa yaklaşır. Bu sırada bir ak güvercin gelip Mehmetin omzuna konar. Kalabalıktan uğultular yükselmeye başlamıştır. Kendi aralarında;

Bu da kim böyle? Saçı sakalı birbirine karışmış, elbiseleri yırtık pırtık, hali perişan. Bu olmaz bir daha deneyelim derler. Mehmet'in omzundan kuşu alıp tekrar uçururlar. Kuş döner dolaşır yine Mehmetin omzuna konar bir daha denerler yine Mehmetin omzunda. Meğer o günlerde ülkenin kralı ölmüş. Halk da adet olduğu üzere beyaz bir güvercin uçurur güvercin kime konarsa kral o olurmuş. Talih kuşu bu sefer Mehmet'i bulmuş. Mehmet ülkeye kral olmuş.

Mehmet kral oldum diye hemen yan gelip yatmaz. Mademki halk bana bu görevi verdi en iyi şekilde yapmam lâzım der. Her gece vezirleri ve diğer devlet erkânını çağırıp toplantılar yapar. Halkın arasına karışıp dertlerini dinler ve böylece devleti âdil bir idare ile yönetmeye başlar. Halk yeni kralını çok sevmiştir. Böyle birden bire çıkıp gelen biri nasıl olur da devleti böyle güzel yönetebilir. Onun Allah tarafından gönderilen bir melek olduğuna dahi inananlar vardır.


Mehmet gece yaptığı toplantıların birinde baş vezirini göremez. Ertesi sabah veziri çağırıp toplantıya neden katılmadığını sorar. Vezir de Efendim benim ev biraz şehrin dışında, eşim de yalnız olduğu için geceleri onu tek başına bırakıp gelemiyorum,. Onun için sizden gece toplantılarından affımı istiyorum. der. Mehmet izin vermez. Toplantıların faideli geçebilmesi için senin de katılman lâzım. Ne olursa olsun bu toplantılara katılacaksın. Eğer eşinin başına bir şey gelmesinden korkuyorsan evinin kapısına iki nöbetçi bırak. der. İşte Mehmet devleti böyle idare eder. Hiçbir gevşekliğe müsamaha göstermez.


Günler böyle gelip geçerken yine o atlıyla karşılaşır. Atlı kendisine: istediğin her şeye kavuşmuşsun. Sıkıntın kalmamış. Köyde sefil bir hayat sürerken buraya gelip kral olmuşsun. der. Mehmet de öyle deme der. Bana önce öküzlük sonra ağalık, daha sonra çobanlık daha sonrada krallık yaptıran Allah her şeye kadirdir. Bu da geçer Mehmetin cevabı atlıyı hem şaşırtmış hem de biraz kızdırmış. Ne zaman senle karşılaşsak, ne zaman senle konuşsak mutlaka sonunda bu da geçer diyorsun. Geçmeyen bir şey var mı bana onu söyle der. Mehmet de atlıya sorusunun cevabını 6 ay sonra vereceğini söyler. Atlı şaşkın bir şekilde söylene söylene oradan ayrılır.


Vezirin kapısına bıraktığı iki nöbetçi kendi aralarında sohbete dalmışlardır. Biri diğerine başından geçenleri anlatmaya başlar. Biz iki kardeştik babam köyde çobanlık yapardı. Bir gün bir yabancı evimize gelip elbisesini diktirdikten sonra annemizi kandırarak kaçırdı. Babamla birlikte onu aramaya çıktık. Derken bir nehrin kenarında beni kurt kaptı. Tepeyi aştığımızda köylüler beni kurdun elinden kurtardı. Ondan sonra babamla kardeşime neler oldu bilmiyorum. Bunları dinleyen diğer nöbetçi gözyaşlarına hâkim olamaz: Senin o nehir ortasında bıraktığın kardeşin benim. Babam seni kurtarmak için acele edince beni elinden kaçırdı. Nehrin sularına kapıldım. Uzun bir süre sürüklendikten sonra beni de köylüler kurtardı. Babama neler olduğunu ben de bilmiyorum. Onu bir daha görmedim. İki kardeş ağlayarak birbirlerine sarılırlar. Doya doya hasret giderirler.


Vezirin hanımı içerden bu nöbetçilerin konuştuklarını dinliyordu. Kendisine daha fazla tutamadı. Yavrularııııım diyerek gözyaşlarıyla nöbetçilerin boyunlarına sarıldı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Siz benim yavrularımsınız. Beni kaçıran yabancı, tebdil-i kıyafetle köye gelen vezirmiş. Beni bu vezir kaçırdı.diyordu. Nöbetçiler iki sevinci birden yaşıyordu. Hem kardeşlerini hem de annelerini bulmuşlardı. Anne, çocuklarını içeri aldı. Onların karınlarını bir güzel doyurdu. Sevdi okşadı. Yılların çektirdiği acılar yavaş yavaş diniyordu. Oğullarını bulmuştu bundan güzel bir şey mi vardı?


Tam bu sırada vezir içeri girdi. Karısının nöbetçilerle yan yana oturduğunu görünce çok kızdı. Daha bir şey söylemelerine fırsat vermeden ağzına geleni söyledi. Ben size namusumu emanet adıyorum Siz neler yapıyorsunuz. diyordu. Derhâl nöbetçilerin idamını emretti. Darağacı kuruldu. İkisi birden sehpaya çıkarıldılar. Cellât tekmeyi vurmadan önce adet olduğu üzere son istekleri soruldu. İki kardeşin hiç umutları kalmamıştı, ama yinede son isteklerini söylediler. Kralla yüz yüze görüşmek. Vezir idamın hemen gerçekleşmesini istiyordu. Önce izin vermek istemedi. Ancak yapacak bir şey yoktu. Bu onların son istekleriydi.



Kral iki delikanlıyı dikkatlice dinledi. Tahtından yavaş yavaş indi. Yüreğinin derinliklerinden gelen hıçkırıklara hâkim olamıyordu. İki gencin yanına geldi. Ellerini omuzlarına koydu. Oğullarım benim ben, sizin babanızım dedi. Onların babasıydı Mehmet. Yıllardır aradığı çocukları şimdi karşısındaydı.

Artık her şey ortaya çıkmıştı. Mehmetin karısını kaçıran vezir idam edildi. İşte şimdi istediği mutluluğu yakalamıştı. Karısı da çocukları da yanındaydı, ama bu mutluluk da uzun sürmedi. İki ay geçmemişti ki anîden rahatsızlandı. Yaşadığı hayat kendisini çok yıpratmıştı. Kısa bir süre sonrada öldü. Halk aylarca onun yasını tuttu.



Mehmetin ölümünden birkaç ay sonra atlı şehre döndü. Sorusunun cevabını alacaktı. Fakat daha şehrin girişinde Mehmetin öldüğü anlaşıldı. Her yerde matem vardı. Sanki köy de Mehmet'le birlikte ölmüştü. Mezarının başına vardı ve sitem dolu şu serzenişte bulundu. ey öküzlük yapan Mehmet, Ey ağalık yapan Mehmet, Ey çobanlık yapan Mehmet, Ey krallık yapan Mehmet. Bu sefer sözünde durmadın. Bu da geçer bu da geçer dedin. Geçmeyen şey nedir? diye sordum cevabını vermeden gittin. Nerelerdesin? Atlı böyle söylenip dururken bir ses duydu. Bu Mehmetin sesiydi. sorunun cevabı işte burası! ölüm herkese bir defa gelir ama geçmez

!


Etiketler: Nevval




<< Ilk  < Onceki | Sayfa:  27 | 28 | 29 | 30 | 31 | Ileri >  Son >>



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***