Toplam bakislar: 21670 - Toplam yanitlar: 25 |
|
GONDEREN: stroyy on 04/08/2009 22:30:28 |
|
CUMHURİYETE VE YENİ TÜRKİYE'NİN KURULUŞUNA DOĞRU
Çeşitli direnişler ve millî sır Beliren Millî Mücadele, dış istilâya karşı vatanın kurtuluşunu biricik hedef saydığı halde bu Millî Mücadele'ninbaşarıya ulaştıkça, evre evre bugünkü döneme kadar millî irade yönetiminin bütün esaslarını ve şekillerini gerçekleştirmesi doğal ve kaçınılmaz bir tarihsel gidiş idi. Bu önüne geçilmez tarihsel gidişi, geleneksel alışkanlığıyla derhal hisseden padişah hanedanı, ilk andan itibaren Millî Mücadele'nin amansız düşmanı oldu. Bu kaçınılmaz tarihsel gidişi ilk anda ben de gördüm ve hissettim. Fakat, sonuna kadar devam eden bu duygularımızı ilk anda tam olarak göstermedik ve ifade etmedik. Gelecek ihtimaller üzerine fazla demeç, giriştiğimiz gerçek ve maddî mücadeleye, hayal niteliğini verebilirdi; dış tehlikenin yakın etkileri karşısında, etkilenenler arasında, geleneklerine ve fikrî yeteneklerine ve ruhî durumlarına uymayan muhtemel değişikliklerden ürkeceklerin, ilk anda direnmelerini uyarabilirdi. Başarı için pratik ve sağlam yol, her evreyi zamanı geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişme ve yükselmesi için kurtuluş yolu bu idi. Ben de böyle hareket ettim. Ancak bu pratik ve emin başarı yolu, yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kimselerden bazılarıyla aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde önemli veya ikinci derecede birtakım anlaşmazlıkların, gücenmelerin ve hattâ ayrılmaların da sebebi ve açıklaması olmuştur. Millî Mücadele'ye beraber başlayan yolculardan bazıları, millî yaşamın bugünkü cumhuriyet ve cumhuriyet yasalarına kadar gelen gelişmelerinde, kendi fikrî ve ruhî yeteneklerinin kavrayış sınırı bittikçe, bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir. Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse, diyebilirim ki, ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme yeteneğini, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş, bütün toplumumuza uygulatmak zorunluğunda idim. 1927 (Nutuk I, s. 15-16) Kararın uygulanması Verdiğimiz kararın uygulanmasını temin için henüz milletin alışık olmadığı sorunlara değinmek gerekiyordu. Herkesçe söz konusu olmasında büyük sakıncalar düşünülen hususların konuşulmasında kesin zorunluk bulunuyordu. Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek gerekiyordu.
Türk ata yurduna ve Türk'ün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün milletçe silâhlı olarak karşılık vermek ve onlarla mücadele etmek gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gerek ve zorunluklarını ilk gününde göstermek ve ifade etmek, elbette doğru olmazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve vakalar ve olaylardan yararlanarak milletin duygularını ve düşüncelerini hazırlamak ve adım adım yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz yıl içinde yaptıklarımız bir mantık dizisi ile düşünülürse, ilk günden bugüne kadar izlediğimiz genel doğrultunun, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden görünür. 1927 (Nutuk I, s. 14-15) Zamanın seçilmesi Zamanında hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından girişmemek, başlıca dikkatimizi oluşturmalıdır. 1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K. Atatürk'le Beraber, Cilt.I, s.85) Bir işi zamansız yapmak, o işi başarısızlığa uğratmak olur. Her şey sırasında ve zamanında yapılmalıdır. 1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.ÖK. Atatürk'le Beraber, Cilt.I, s.235)
İstediklerimizin hepsi olacaktır. Ancak zamanını seçmek gerekir. Her şeyi birden yapamayız; sıra beklemek, tepkiye meydan bırakmamak zorundayız. Dediğim gibi, bazen hedefe dolambaçlı yollardan gitmek, cephe hücumundan daha güvenli ve daha sağlamdır. 1922 (Süreyya Sami Berkem, Unutulmuş Günler, s. 101)
iki fikrin savaşımı Saltanat döneminden cumhuriyet dönemine geçebilmek için, herkesin bildiği gibi, bir geçiş dönemi yaşadık. Bu dönemde, iki fikir ve görüş, birbiriyle ara vermeden mücadele etti. O fikirlerden biri saltanat döneminin devam ettirilmesiydi. Bu fikrin taraftarları belli idi. Diğer fikir, saltanat yönetimine son vererek cumhuriyet yönetimi kurmaktı. Bu bizim fıkrimizdi. Biz, fikrimizi açık söylemekte sakınca görüyorduk. Ancak görüşümüzün uygulanma yeteneğini saklı tutup zamanı geldiğinde uygulayabilmek için, saltanat taraftarlarının fikirlerini uygulama alanından uzaklaştırmak zorunluğunda idik. Yeni yasalar yapıldıkça, özellikle Anayasa yapılırken, saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar ederlerdi. Biz, bunun zamanı gelmediğini veya gereği olmadığını bildirerek o yanı söylemeden geçmekte fayda görüyorduk.
Devlet yönetimini, cumhuriyetten söz etmeksizin, millî egemenlik esasları içinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen biçimde şekillendirmeye çalışıyorduk. Büyük Millet Meclisi'nden daha büyük makam olmadığını aşılamada ısrar ederek, saltanat ve hilâfet makamları olmaksızın, devleti yönetmek mümkün olduğunu kanıtlamak gerekli idi. Devlet Başkanlığından söz etmeksizin, onun görevini gerçekte Meclis Başkanı'na gördürüyorduk. Uygulamada, Meclis'in Başkanı, İkinci Başkan idi. Hükümet vardı; fakat "Büyük Millet Meclisi Hükümeti" unvanını taşırdı .Kabine sistemine geçmekten kaçınıyorduk; çünkü hemencecik saltanatçılar, padişahın yetkisini kullanma gereğini ortaya atacaklardı. İşte, geçiş döneminin bu mücadele evrelerinde, bizim kabul ettirmek zorunluğunda bulunduğumuz aracı şekli, Büyük Millet Meclisi Hükümeti sistemini, haklı olarak eksik bulan, meşrutiyet şeklinin açıkça ifadesini temine çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ediyorlar, diyorlardı ki, "Bu yapmak istediğiniz hükümet şekli neye, hangi yönetime benzer?" Amaç ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu çeşit sorulara, biz de, zamanın gereğine göre cevaplar vererek saltanatçıları susturmak zorunluğunda idik. 1927 (Nutuk 11, s. 838-839)
1921 ve 1924 Anayasalarında düğüm oluşturan noktalar Hilâfet ve din sorunlarıyla uğraşıldığı sıralarda, kamuoyu ve özellikle aydın kamuoyu için Anayasa'da bir noktanın düğüm oluşturduğunu öğrendik. Cumhuriyet ilânından sonra da, yasada, aynı düğüm korunduktan başka, düğüm oluşturacak ikinci bir noktanın daha konulduğunu görenler, şaşkınlıklarını gizlememişlerdi ve bugün de gizlememektedirler. Bu noktaları açıklayayım; 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa'nın 7. ve 21 Nisan 1924 tarihli Anayasa'nın 26. maddesi, Büyük Millet Meclisi'nin görevlerinden söz eder. Maddenin başında, Meclis'in ilk görevi olmak üzere "şeriat hükümlerinin yürütülmesi" vardır. İşte, bunun nasıl bir görev ve şeriat hükümlerinden amacın ne olduğunu anlamakta tereddüde düşenler vardır. Çünkü Büyük Millet Meclisi'nin, adı geçen maddede, "Yasaların yapılması, değiştirilmesi, yorumu ve kaldırılması ve diğer" sayılan ve belirtilen görevleri o kadar geniş ve açıktır ki, "şeriat hükümlerinin yürütülmesi" diye ayrıca ve bağımsız olarak bir klişenin varlığı gereksiz görülmektedir. Çünkü şer' demek yasa demektir. Şeriat hükümleri demek, yasa hükümleri demekten başka bir şey değildir ve olamaz. Başka türlüsü, çağdaş hukuk görüşleriyle uyuşamaz. Bu böyle olunca, "şeriat hükümleri" ifadesiyle amaçlanan mâna ve anlamın büsbütün başka bir şey olması gerekir. Efendiler, ilk Anayasa'yı hazırlayanlara kendim başkanlık ediyordum. Yapmakta olduğumuz yasa ile, "şeriat hükümleri" ifadesinin bir ilişkisi olmadığını anlatmaya çok çalışıldı. Fakat, bu ifadeden, kendi yanlış inanışlarınca, bambaşka anlam düşünenleri ikna mümkün olmadı. İkinci nokta Efendiler, yeni Anayasa'nın ikinci maddesinin başında.. "Türkiye Devletinin dini, İslâm dinidir" cümlesidir. Bu cümle, daha Anayasa'ya geçmeden çok evvel, İzmit'te, İstanbul ve İzmit basın mensuplarıyla uzun bir görüşme ve konuşmamız esnasında, kendileri ile konuştuğum kişilerden birinin şu sorusu ile karşılaştım: "Yeni hükümetin dini olacak mı?" İtiraf edeyim ki, bu soru karşısında kalmayı hiç de arzu etmiyordum. Sebebi, pek kısa olması gereken cevabın o günkü şartlara göre ağzımdan çıkmasını henüz istemiyordum. Çünkü, vatandaşları içinde çeşitli dinlere bağlı unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adilâne ve tarafsız davranmak ve mahkemelerinde vatandaşları ve yabancılar hakkında eşit adalet uygulamakla görevli olan bir hükümet, fikir ve vicdan özgürlüğüne uymak zorundadır. Hükümetin bu doğal niteliğinin, şüpheli anlam verilmesine sebep olacak niteliklerle kayda bağlanması elbette doğru değildir. "Türkiye Devleti'nin resmî dili Türkçe'dir" dediğimiz zaman, bunu herkes anlar. Hükümetle resmî işlemlerde, Türk dilinin geçerli olması gereğini herkes doğal bulur. Fakat, "Türkiye Devleti'nin dini, İslâm dinidir" cümlesi aynı şekilde mi anlaşılıp kabul edilecektir? Bu şüphesiz, açıklama ve yorumu gerektirir. Efendiler, gazeteci muhatabımın sorusuna, hükümetin dini olamaz! diyemedim; aksini söyledim. "Vardır Efendim; İslâm dinidir" dedim. Fakat hemen arkasından "İslâm dini fikir özgürlüğüne sahiptir" cümlesiyle cevabımı açıklama ve yorumlama gereğini hissettim. Demek istedim ki, hükümet, fikir ve vicdana saygı göstermekle kayıtlı ve görevli olur. Karşımdaki kişi, verdiğim cevabı, şüphesiz, makul bulmadı ve sorusunu şu tarzda tekrar etti: "Yani hükümet bir dine bağlı olacak mı?", "Olacak mı, olmayacak mı bilmem!" dedim. Sorunu kapatmak istedim. Fakat, mümkün olmadı. O halde, denildi; herhangi bir sorun hakkında inancım ve düşüncelerim çerçevesinde bir
fikir ortaya atmaktan hükümet beni menedecek veya cezalandıracaktır. Halbuki herkes, kendi vicdanını susturmaya imkân görecek mi? O zaman, iki şey düşündüm. Biri: Yeni Türkiye Devleti'nde her ergin kişi dinini seçmekte serbest olmayacak mıdır? Diğeri: Hoca Şükrü Efendi*'nin: "Bazı din bilgini arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi, şeriat kitaplarında mevcut belli ve değişmez İslâmî hükümleri yayımlayarak... yanıltıldığı maalesef görülen İslâm kamuoyunu aydınlatmayı gerekli bir görev saydık" girişinden sonra ifade edilen "İslâm Hilâfeti, din emrini koruyup yaymakta Peygamberliğin yerini almaktır; şeriat hükümleri koymak hususunda Resul-ü Ekrem Efendimiz'in vekilidir." Oysa ki, Hoca'nın sözlerini uygulamaya kalkışmak, millî egemenliği, vicdan özgürlüğünü kaldırmaya çalışmaktı. Bundan başka Hoca'nın bilgi hazinesi, Yezitler zamanında yazdırılmış ve istibdat yönetimine özgü formülleri kapsamıyor muydu? O halde kavramı ve anlamı, artık herkesçe tamamen anlaşılmış olan devlet ve hükümet tabirlerini ve millet meclisleri görevlerini, din ve şeriat kılıklarına bürüyerek kim ve ne için aldatılacaktır? Gerçek bundan ibaret olmakla beraber, o gün İzmit'te, basın mensuplarıyla bu konu üzerinde, daha fazla karşılıklı konuşma gerekli görülmedi. Cumhuriyetin ilânından sonra da, yeni Anayasa yapılırken, lâik hükümet tabirinden dinsizlik anlamı çıkarmaya eğilimli ve vesileci olanlara fırsat vermemek amacıyla, yasanın ikinci maddesini anlamsız kılan bir tabirin girişine göz yumulmuştur. Yasanın, gerek 2. ve gerek 26. maddelerinde, gereksiz görünen ve yeni Türkiye Devleti'nin ve cumhuriyet yönetimimizin çağdaş karakteriyle uyuşmayan ifadeler, devrim ve cumhuriyetin o zaman için sakınca görmediği ödünlerdir. Millet, Anayasamızdan, bu fazlalıkları ilk uygun zamanda kaldırmalıdır.** 1927 (Nutuk II, s. 714-717) İzlenen yol Biz de, uygulanamayacak fikirleri, kuramsal birtakım ayrıntıları yaldızlayarak, bir kitap yazabilirdik; öyle yapmadık. Milletin maddî ve manevî yenileşme ve gelişmesi yolunda yaptığımız işlerle, söz ve kuramlardan önce davranmayı yeğledik. Bununla beraber, "Egemenlik milletindir", "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dışında hiçbir makam, millî yazgıya egemen olamaz", "Bütün yasaların düzenlenmesinde, her çeşit kuruluşta, yönetimin bütün ayrıntılarında, genel eğitimde, ekonomik işlerde, millî egemenlik esasları dahilinde hareket olunacaktır", "Saltanatın kaldırılması hakkındaki karar değişmez kuraldır" gibi bilinmesi gereken önemli noktalar ve mahkemelerin düzeltileceği ve bütün yasalarımızın hukuk biliminin ilerlemelerine göre yeni baştan düzenlenip tamamlanacağı, aşar usulünün değiştirileceği, millî bankaların sermayesinin artırılacağı, gereksindiğimiz demiryollarının yapımına, öğretim birliğine derhal girişileceği ve yürürlükteki askerlik hizmet süresinin indirileceği, memleketin bayındır hale getirileceğine çalışılacağı vb. gibi önemli ve acele gereksinimler, ilkelerin dışında kalmamıştı. 1927 (Nutuk II, s. 719) Saltanatın Kaldırılması
1 Kasım 1922 günü, Osmanlı Saltanatı'nın kaldırılmasına dair önergeleri görüşmek üzere toplanan Anayasa, Seriye ve Adalet Komisyonlarının ortak toplantısında söylemiştir: Egemenlik ve saltanat, hiç kimse tarafından hiç kimseye bilim gereğidir diye görüşme ile, tartışma ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğuları, zorla Türk milletinin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu zorla el koyuşlarını altı yüzyıldan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu saldırganların cezalarını hatırlatarak, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? sorunu değildir. Sorun, zaten oldubitti haline gelmiş bir gerçeği ifadeden ibarettir. Bu, kesinlikle olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir. 1922 (Nutuk II, s. 691) Vahdettin'in yurt dışına kaçışı Her ne sebep ve şekilde olursa olsun, Vahdettin gibi özgürlük ve hayatını milleti içinde, tehlikede görebilecek kadar adî bir yaratığın, bir dakika dahi olsa, bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne acıdır! Teşekküre değerdir ki bu alçak, kendine miras kalmış saltanat makamından, millet tarafından düşürüldükten sonra, alçaklığını tamamlamış bulunuyor. Türk milletinin bu önce davranışı, elbette takdire lâyıktır.
Âciz, adî, his ve anlayıştan mahrum bir yaratık, kabul eden herhangi bir yabancının himayesine girebilir; fakat, böyle bir yaratığın, bütün İslamların halifesi sıfatını taşıdığını ifade etmek elbette uygun değildir. Böyle bir görüşün doğru olabilmesi, her şeyden önce bütün İslâm kitlelerinin tutsak olmaları şartına bağlıdır. Halbuki, dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihî yaşamımızca özgürlük ve bağımsızlığa örnek olmuş bir milletiz! Değersiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, sefilce sürdürebilmek için, her türlü aşağılığı uygun gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Bu suretle devletlerin, milletlerin birbirleriyle ilişkilerinde, kişilerin, özellikle bağlı olduğu devlet ve milletin zararına da olsa, kişisel durum ve yaşamlarından başka bir şey düşünemeyecek alçakların önemi olamayacağı bilinen gerçeğini doğruladık. Milletlerarası ilişkilerde, mankenlerden yararlanma sistemine rağbet dönemine son vermek, uygar dünyanın samimî temennisini oluşturmalıdır. 1927 (Nutuk II, s. 694) 2. Meşrutiyet ile saltanatın kaldırılması arasındaki fark Bu iki devrim arasındaki fark, tarif olunamayacak derece de büyüktür, zannederim. Birincisi, milletin yaradılıştan aradığı özgürlük havasını soluduğunu zannettiren bir hare- kettir. Fakat ikincisi, milletin özgürlük ve egemenliğini fi- ilen maddeten belirleyen ve ilân eden bir mutlu devrimdir ve şüphe yok, yalnız Türkiye'de değil, bütün dünyada önem verilmeye lâyık bir yeniliktir. 24 Temmuz devrimi, bir zorba hükümdarla millet arasında en nihayet kayıt ve şartlar ile denge arayan bir düşünüş biçimini elde etmeye yönelik idi; halbuki son devrim, meşrutiyet usulünü de milletin özgürlük ve bağımsızlığı için yeterli göremez ve kayıtsız şartsız egemenliği, milletin sorumluluğunda tutan esaslı bir ilkeye dayanır. Bu ilkeyi belirleyen şekil, hiçbir zaman da eski şekillerle karşılaştırma kabul edemez. 1922 (Atatürk'ün S.D.III, s. 53)
Saltanatın ve hilâfetin zararları O saraylar ve o sarayların etrafını çeviren hainler, yüz- yıllarca bu milleti dalgın bıraktılar; onu aydınlığa koşmak- tan alıkoydular. Onlar, bu milleti ve bu memleketi yalnız iki zamanda düşünürlerdi. Biri paraya, diğeri askere gereksinim duydukları zaman! Bir yandan memleketi soyarlar, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viyana'yı, Mısır'ı, İran'ı zapt için fetihlere kalkarlardı. Halbuki milletin o zaferlerde hiçbir millî emeli, vicdanî arzusu ve çıkarı yoktu. Onların tutkusu, onların şan ve şerefi için, bu milletin evlâtları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirlerdi. Sonra onların, saraylardaki gösterişi sağlamak için paraya gereksinimleri vardı. Bu parayı milletten sopa ile alırlardı. Bütün bunların sonucu milleti fakirliğe, haraplığa, sonunda ölümün kıyısına götürdü. İşte bu yönetim biçimine padişahlık yönetimi denir. Bu yönetimi bir daha dirilmemek üzere tarihe gömdük. 1923 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 121) Sarayların içinde Türk'ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla anlaşarak Anadolu'nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir. 1924 (Atatürk'ün S.D.II, S. 179-180) Bugün geçmişten kuvvetliyiz. Bugün geçmişe oranla daha büyük bir yeteneğe ve yaşama kudretine sahibiz. Bu üstünlüğü yapan nedir? Bunun gerçek sebepleri iki kuralın anlamında saklıdır. Bu kurallardan birisi Misak-ı Millî, ikincisi egemenliği kayıtsız şartsız milletin elinde tutan Anayasamızdır. Millet ancak millî egemenliğini eline alarak kurduğu yeni devlet ve yeni nitelikteki yönetim sayesinde kendi yaşamı ve memleketin korunmuşluğu için gerekli olan şartları ve pek büyük olan zaferi sağlamıştır. Fakat bugüne kadar elde edilmiş olan esaslı noktaları saklı bulundurmak ve geleceğe yükselme ve ilerleme ümitlerinin güvenle yaşadığına inanmak için en başta millî egemenliğimizin her şeyden korunmuş olarak milletin vicdanında, kalbinde ve bütün maneviyatında yok edilmeyecek bir şekilde kazılmış olduğunu görmek ve bilmek gerekir. Benim bildiğime göre millet bu yaşamsal gerçeği bütün kapsamıyla kavramıştır. Millî egemenlik ve onun korunmasını üzerine alan bugünkü yönetimimizin şekli ve niteliği yalnız gelecekte mutluluğumuzu değil, belki şerefimizi, namusumuzu ve bütün manevî niteliklerimizi sağlar. Efendiler! Zorlayıcı olayların yönlendirmesi ve etkisi altında toplanan yüksek Meclisiniz, bu devlet ve milletin şekil ve niteliğini en kesin bir biçimde belirlemiş ve Anayasa ile onun kesin hükümlerini gerçekleştirip pekiştiren 1 Kasım 1922* kararını oybirliğiyle kabul ederek yeni Türkiye Devleti'nin esaslarını ortaya koymuştur. Misak-ı Millî ismi altında tanıyarak gerçekleşmesi uğrunda bütün milletin ömrünü tüketmeyi göze aldığı kurtuluş belgemizin kudret, kuvvet ve niteliği ne ise, 1 Kasım kararının da değer ve önemi odur. Misak-ı Millî vatanın dış düşman karşısındaki vaziyet ve yerini belirleyen bir kural olduğu gibi, 1 Kasım 1922 kararı da, yüzyıllardan beri cahillik ve şaşkınlığın koruyucusu, düşkünlük ve uğursuzluğun babası bulunan ve milletimiz için dahilî ve daimî bir düşman olan bireysel saltanata ve onun temsil ettiği uğursuz bir yönetim şekline yönelmiş bir kutsal silâhtır. Yüzyıllarca ve yüzyıllarca süre mert ve kahraman bir kararlılığa belirti alanı olmuş bir vatanı düşmana teslim etmek cüretini gösterenler, o cüreti ancak o yönetimin ruhunda, şeklinde ve niteliğinde bulmuşlardı. 1922 (Atatürk'ün S.D.I, s.296-297) Herhalde hilâfetin kaldırılması memleket ve millet için çok hayırlıdır ve pek az bir zamanda bütün bu iyilikler görünecektir. Geçmişteki hareket tarzlarına ait pişmanlıklar bu nedenle tekrar olunamayacaktır. 1924 (Atatürk'ün S.D.V, s. 99) Yeni Türk Devleti'nde hilâfetin yeri yoktur
Milletimizin kurduğu yeni devletin alın yazısına, işlerine bağımsızlığına, unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi karıştırtamayız! Milletin kendisi, kurduğu devleti ve onun bağımsızlığını koruyor ve sonuna kadar koruyacaktır! Bütün Müslümanları içine alan bir devlet kurmak göreviyle yükümlü olduğu hayal edilen bir halifenin görevini yapabilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine uyamaz. Millet, buna razı olamaz! Türkiye halkı bu kadar büyük bir sorumluluğu, bu kadar mantıksız bir görevi yüklenemez. Milletimiz, yüzyıllarca bu saçma görüş açısından hareket ettirildi. Fakat ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu evlâtlarının miktarını biliyor musunuz? Suriye'yi, Irak'ı korumak için, Mısır'da barınabilmek için, Afrika'da tutulabilmek için ne kadar insan yok oldu, bunu biliyor musunuz? Ve sonuç ne oldu, görüyor musunuz? Halifeye, dünyaya meydan okutmak ve onu bütün İslâm işlerinde etki sahibi kılmak fikrinde olanlar, bu görevi yalnız Anadolu halkından değil, onun sekiz on misli nüfustan meydana gelen büyük İslâm kitlelerinden istemelidir! Yeni Türkiye'nin ve yeni Türkiye halkının, artık, kendi yaşam ve mutluluğundan başka düşünecek bir şeyi yoktur; başkalarına verebilecek bir zerresi kalmamıştır! Bir an için farz edelim ki, Türkiye, söz konusu görevi kabul etsin.. Bütün İslâm âlemini bir noktada birleştirerek yönetmek amacına yürüsün ve başarı da sağlamış olsun! Pekâlâ ama, uyruğumuz ve yönetimimiz altına almak istediğimiz milletler, derlerse ki, bize büyük hizmetler ve yardımlar yaptınız, teşekkür ederiz. Fakat, biz bağımsız kalmak istiyoruz. Bağımsızlık ve egemenliğimize kimsenin karışmasını uygun görmeyiz! Biz kendi kendimizi yönetecek güce sahibiz! O halde, Türkiye halkının bütün çalışma ve özverisi, sadece bir teşekkür ve dua almak için mi göze alınacaktır? Görülüyor ki, bir boş heves için, bir kuruntu ve hayal için, Türkiye halkını mahvetmek istiyorlardı. Hilâfet ve halifeye görev ve yetki vermek fikrinin niteliği bundan ibaretti. Halka sordum: Bir İslâm devleti olan İran veya Afganistan, halifenin herhangi bir yetkisini tanır mı? Tanıyabilir mi? Haklı olarak tanıyamaz; çünkü devletinin bağımsızlığını, milletinin egemenliğini zedeler. Millete, şunu da hatırlattım ki, kendimizi dünyanın hâkimi zannetmek dalgınlığı, artık devam etmemelidir. Gerçek yerimizi, dünyanın durumunu tanımamaktaki dalgınlıkla, ileriyi düşünmeyerek ölçüsüz davrananlara uymakla milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir! Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz! 1923 (Nutuk 11, s. 712) İstanbul'da saltanatlarının, zevk ve eğlenceye düşkünlüklerinin, çıkarlarının devam ettirilmesini düşmanların anavatanımızı istilâ etmek emellerine uydurmakta, onlarla işbirliği yapmakta, düşman devletlerin her isteğine boyun eğmekte asla tereddüt göstermeyen, vicdanları sızlamayan, milletimizin özgür ve bağımsız yaşama kararını kırma için haince girişimlerden çekinmeyen sultan ve halifenin, artık bu vatanda asla yeri yoktur ve olamaz. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk'ün Ş.D.K. ve İ.S., s. 39) Türk milletinin başında belâ olduğu yüzyıllardan beri kanıtlanmış olan hilâfetin kaldırılmasıyla Türk Cumhuriyeti, tarihin akışında lâyık olduğu temiz ve kuvvetli saygınlık düzeyini hakkıyla elde etti. Cumhuriyet Halk Partisi, Türk bağımsızlığı gibi Türk Cumhuriyeti'ni de hilâfetten ve her türlü ortaklık ve karışmalardan uzak sağlam ve güvenli şekilde sonsuza değin korumaya vücudunu adamayı, vatanın birinci derecede varlık sebebi saymaktadır. 1927 (Atatürk'ün T.T.B. IV, s.530) Unvanı halife olsun, ne olursa olsun hiç kimse, bu milletin yazgısında ortaklık sahibi olamaz. Millet, buna kesinlikle izin veremez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili bulunamaz. 1922 (Nutuk il, s. 700)
Millî egemenlik ilkesi, hilaf etsiz Türk Cumhuriyeti ile en sağlam şekline ulaştırıldı. 1927 (Atatürk'ün T.T.B. IV, s. 531) Açık ve kesin söylemeliyim ki, İslâm topluluğunu bir halife ürkütücü hayaliyle hâlâ uğraştırmak ve aldatmak çabasında bulunanlar, yalnız ve ancak İslâm topluluğunun ve özellikle Türkiye'nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna hayalini bağlamak da, ancak ve ancak bilgisizlik ve dalgınlık eseri olabilir. 1927 (Nutuk II, s. 851) Dinle hilâfeti birbirinden ayırt etmek gerekir. Birincisi ne kadar faydalı ise ikincisi o kadar gereksiz bir hal almıştır. Hilâfeti kaldırdığımız günden bugüne kadar kimsenin buna sahip çıkmaması, Müslüman dünyasının halifesiz de yürüyeceğine ve yürümekte olduğuna en güzel örnek değilmidir? 1932 (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 117) Hilâfet, geçmişin bir rüyası olup zamanımızda gereği yoktu. 1924 (Atatürk'ün S.D.V, s. 107) Halifelik teklifi ve Atatürk'ün cevabı Büyük Millet Meclisi, hilâfeti kaldırdığı zaman, Antalya Milletvekili, din bilginlerinden Rasih Efendi*, Kızılay adına, Hindistan'da bulunan bir kurulun başkanı idi. Rasih Efendi, Mısır'a uğrayarak Ankara'ya döndü. Benden görüşme isteyerek şu demeçte bulundu: "Yolculuk ettiği memleketlerde, Müslümanlar, benim halife olmamı istiyormuş. Yetki sahibi İslâm kurulları, Rasih Efendi'yi, bana hu hususu bildirmek için vekil yapmış..." Rasih Efendi'ye verdiğim cevapta, İslamların bana olan yakınlık ve sevgilerine teşekkür ettikten sonra, dedim ki: "Siz din bilginlerindensiniz! Halifenin devlet başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında, kralları, imparatorları bulunan halkın, bana ulaştırdığınız arzu ve tekliflerini, ben nasıl kabul edebilirim. Kabul ettim desem, buna o halkın bireyleri razı olur mu? Halifenin emir ve yasağı yapılır. Beni halife yapmak isteyenler, emirlerimi yerine getirmeye muktedir midirler? Bu sebeple geçerliği, anlamı olmayan, kuruntuya dayanan bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?" 1924 (Nutuk 11, s. 850-851)
Halifeliğin kaynağı Tarihimizin en mutlu dönemi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır. Bir Türk padişahı hilâfeti her nasılsa kendisine mal etmek için nüfuzunu, itiyadını, servetini kullandı. Bu sırf bir tesadüf eseridir. Peygamberimiz, tilmizlerine dünya milletlerine İslâmiyeti kabul ettirmelerini emretti; bu milletlerin hükümeti başına geçmelerini emretmedi. Peygamberin zihninden asla böyle bir fikir geçmemiştir. Hilâfet demek, yönetme, hükümet demektir. Gerçekten görevini yapmak, bütün Müslüman milletlerini yönetmek istiyen bir halife, bunu nasıl başarır? îtiraf ederim ki, bu şartlar içinde beni halife yapsalar, derhal istifamı verirdim. Fakat tarihe gelelim, gerçekleri inceleyelim. Araplar Bağdat'ta bir hilâfet kurdular; fakat, Kurtuba'da bir hilâfet daha oluşturdular. Ne İranlılar, ne Afganlılar, ne Afrika Müslümanları, İstanbul halifesini asla tanımadılar. Bütün İslâm milletleri üzerinde yüce ruhanîlik görevini yapan yegâne halife fikri, gerçekten değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma'daki Papa'nın Katolikler üzerindeki kuvvet ve gücünü gösterememiştir. 1923 (Atatürk'ün S.D. m, s. 69) İslâm âleminde Türkler, halifenin maddî gereksinimlerini fiilen temin eden tek millettir. Dünyayı içine alan bir hilâfeti destekleyenler şimdiye kadar her türlü ortaklıktan kaçınmışlardır. O halde, ne iddia ediyorlar? Yalnız Türkler bu kurumun yüküne katlansınlar ve yine yalnız onlar halifenin hâkim nüfuzuna uyma... Bu iddia çok aşırıdır. 1923 (Atatürk'ün S.D. III, s. 70) Müdafaa-i HukukCemiyeti'nden Halk Fırkası*'na Halk Partisi, memleket ve millet her türlü dayanaktan mahrum bırakılarak felâkete atıldığı korkunç karmaşada bütün milleti kadrosu içine alarak kuvvet ve kudret yapan, dış düşmanlarını kovan, iç düşmanlarını ortadan kaldıran, halka özgürlük ve egemenlik sağlayan kutsal bir dernektir.Halk Partisi, hiçbir safsataya ilgi göstermeyerek Türk Cumhuriyeti'ni kuran devrimci bir ruhun bütün memlekette belirmesi ve organlaşmasıdır. Halk Partisi, Türkiye'yi uygar âleme sokan ve orada yükseltmeyi üstlenen kararlı bir partidir. 1924 (Atatürk'ün S.D.1I, s.189) Başkanlığını taşımakla övündüğüm Cumhuriyet Halk Partisi, diğer memleketlerde olduğu gibi basit sokak siyaseti yapan bir parti değildir. Saygıyla tekrar edeceğim ki Halk Partisi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti gibi bütün milleti aydınlatma ve bütün millete yol göstericilik göreviyle yükümlüdür. Partimize adî politikacılık yöneltenler nankör insanlardır. 1925 (Atatürk'ün S.D.II, s.224)
Bugün memleket yönetimi sorumluluğunu taşıyan kurul, bence ülkü ve amaç bakımından, bütün milleti içine alan ve adı Halk Fırkası olan cumhuriyet partisidir. Bu partinin esas kuralı, memleket ve milletin gerçek kurtuluş ve mutluluğunu sağlamaya çalışmaktır ve amaca ulaşan yol bence budur ve bellidir. O da cumhuriyeti destekleme ve sağlamlaştırma ile beraber fikrî ve sosyal devrimde ve uygarlık ve yenilik yolunda milletin kararlı ve başarı ile yürümesini sağlamaya aracılık etmektir. 1924 (Atatürk'ün S.D.H, s.191) Halk Partisi'nin kadrosu bütün millet bireyleridir. Bu gerçeği düşünemeyenler henüz beyinlerini düşündürmeye alıştırmayan talihsizlerdir. 1925 (Atatürk'ün S.D.H, s.224) Cumhuriyet Halk Partisi'nin esas düşünce ve dileği vatandaşları her türlü ayrılıktan korumak, onları kendileri ve büyük Türk ulusu için faydalı kılmaktır. 1935 (Atatürk'ün S.D.I, s.368)
|
Back To Top |
|
GONDEREN: stroyy on 04/08/2009 22:33:24 |
|
CUMHURİYET YÖNETİMİ
Cumhuriyet yönetimi ve anlamı
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. 1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 251) Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir. (Gazinin N.A.V., Muhit Mec, Sene: 3, No: 32, 1931, s. 7-8) Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıkî uygulamasını sağlayan hükümet şekli, cumhuriyettir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 410-411) Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve haklı olmak şartiyle her fikre hürmet ederiz. Her görüş bizce saygıya değerdir. Yalnız, karşı çıkanlarımızın insaflı olması gerekir. 1923 (Atatürk'ün S.D. III, s.71) Cumhuriyet, imkân demektir. Cumhuriyet, yalnızca adıyla bile birey özgürlüğünü aşılayan sihirli bir aşıdır. Görülecektir ki, cumhuriyet imkânları olan her memleket, özgürlük davasında er geç başarılı olacaktır. Cumhuriyet, kendisine bağlı olanları en ileri aşamalara götüren imkânları verir. Bağımsızlık ve özgürlüğüne sahip olan milletler, ilerleme yolunda imkânlara sahip demektirler. O halde cumhuriyet, her alanda ilerlemenin de en belirgin teminatıdır. Cumhuriyeti bu anlamıyla ve bu kapsamıyla anlamak gerekir. (Atatürk'ten BM., s. 45)
Cumhuriyet ile sultanlığın farkı
Cumhuriyet, ahlaksal erdeme dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet yönetimi, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir. 1925 (Atatürk'ün S.D.U, s.231) Türk milleti ve cumhuriyet yönetimi Türk milletinin karakterine ve âdetlerine en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir. 1924 (Atatürk'ün S.D. 111, s. 74) Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin gerçek eğilimlerine uyarak devlet şeklini, cumhuriyet şeklinde kesin olarak sağlamlaştırdı. Cumhuriyet yönetimi memlekette en ıssız köşeye kadar coşkunluk ve heyecanla kabul edildi. Millet,cumhuriyetin Türk vatanını yüzyılların birikmiş kötü yönetiminden kurtaracak ve memleketin lâyık olduğu itibar ve saygıyı koruyacak ve yükseltecek biricik yönetim şekli olduğuna inancını en belirgin şekilde gösterdi. Millet, cumhuriyetin bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesinlikle ve sonsuza kadar korunmasını istemektedir. Milletin isteği, cumhuriyetin denenmiş ve olumlu bütün kurallara bir an evvel ve tamamen dayandırılması şeklinde ifade olunabilir. Yüce Meclis'in çok önemle meşgul olduğu Anayasa'da, milletin isteğini davranış yolu kabul etmek hepimizin görevidir. 1924 (Atatürk'ün S.D.I, s.314-315) Büyük, önemli bir devrim oldu. Bu devrim, milletin kurtuluşu adına, hak adına yapıldı. Milletimiz, demokratik bir hükümet kurmak sayesinde düşman ordularını yok etti, vatanı istilâdan kurtardı. Kahraman ordumuzun cesaret meydanlarında kazandığı zaferi, siyaset alanında da verimli yaptı. Türkiye'nin yeni yönetimi yaptığı işlerle, başarı ile niteliğini tanıttıktan sonra dünyaca bilinen unvanıyla varlığını açıklığa kavuşturdu ve kuvvetlendirdi. Türk tarihinde bir cumhuriyet dönemi açtı. 1924 (Atatürk'ün SD.II, s.165-166) Cumhuriyet, Türk milletinin refah ve yükselmesi yolunda yüzyılların görmediği başarılara erişti. Milletin eğilimlerini ve gereksinimlerini bularak ve öğrenerek onun refah ve gelişme gereklerini gerçekleştirmekte cumhuriyetin az zamanda elde ettiği sonuçlar, cumhuriyet yönetiminin milletimize hazırladığı geleceğin daha ne kadar parlak olduğunu tahmin ettirmeye yeterlidir. Asla şüphe yoktur ki, cumhuriyetin gelecek evlâtları, bizden daha çok refaha erişmiş ve mutlu olacaklardır. 7927 (Atatürk'ün T.T.B. IV, s.435) Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek biricik emelimdir. 1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.70) Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini güvenli ve sağlam bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik bakımından, büsbütün yeni bir yaşamın müjdecisi olmuştur. 1936 (Atatürk'ün S.D. I, s. 372) On yaşını bitiren cumhuriyetimiz, daha kurulurken kendine çizdiği hareket çizgisini adım adım izlemiş ve kısa süre içinde yakın geçmişin biriktirdiği karanlıkları dağıtmayı başarmıştır. 1933 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s. 560)
Bu yıl cumhuriyetin onuncu yılını kutlamakla mutlu olduk. Milletimizin gösterdiği taşkın sevinçler, gönüllerimizi övünçle doldurdu. Cumhuriyetin verimlilikleri, ülkenin her bucağında canlandırıldı. Millet, geçen on yıllık cumhuriyet eserlerini topluca gözden geçirdi ve gerçekten sevinmeye ve övünmeye hakkı olduğunu gördü. Geçen on yıl gelecek dönemler için, bir başlangıçtan başka bir şey değildir. Bununla beraber, eski dönemlerin tarihi karşısında cumhuriyetin bu on yılı, eşi görülmeyen bir diriliş ve göz kamaştırıcı bir ileri atılış anıtıdır. 1933 (Atatürk'ün S.D.I, s.359) Bugünkü hükümetimiz, devlet örgütümüz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet örgütü ve hükümettir ki, onun ismi cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükümettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları, kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. 1925 (Atatürk'ün S.D. 11, s.230) 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet'in ilâm ve Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Meclis'te yaptığı konuşmadan: Son yıllarda milletimizin fiilen gösterdiği yetenek ve kavrayış, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar dalgın ve ne kadar incelemeden uzak, görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel kanıtladı. Milletimiz, sahip olduğu özelliklerini ve değerini, hükümetinin yeni ismiyle, uygarlık dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeyi başaracaktır. Türkiye Cumhuriyeti, dünyada işgal ettiği yere lâyık olduğunu eserleriyle kanıtlayacaktır. Daima saygıdeğer arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir şekilde yapışarak, onların kişiliklerinden kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım. Milletin sevgisini daima dayanak noktası sayarak hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve galip olacaktır. 29 Ekim 1923 (Nutuk 11, s. 814-815) Bir akşam sofrada, Kılıç Ali tarafından kaydedilen bir sözü: - Cumhuriyetçilik ve toplumsal devrim, lâiklik ve yenilikseverlik Türk'ün öz malı ve özelliği haline geldiğini görmek, benim için büyük bir mutluluk olacaktır. Onun meydana gelişi çok yaklaşmıştır. O günden sonra uygarlık ve devrim yolunun kararlı yolcuları arasında, elbette görüş ve düşünüş farkları, önlem ayrılıkları doğal olarak ortaya çıkar. Bu ayrılıklarında millet için, memleket için, devlet için daima hayır ve rahmet doğacak. (Kılıç Ali, Atatürk ve Cumhuriyet, Milliyet gazetesi, 2.11.1970) Bu millet, bu memleket, yeni rejimi üzerinde dünyanın en beğenilen bir varlığı olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim. 1929 (İkdam gazetesi, 11.8.1929) Memnuniyetle görmekteyiz ki cumhuriyet rejimi, yurdumuzda huzur ve rahatın en iyi yerleşmesini sağlamış bulunuyor. Vatandaşlar ve bu yurtta oturanlar, cumhuriyet yasalarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan özgürlük, refah ve mutluluk imkânlarından en üst derecede yararlanmaktadırlar. 1937 (Atatürk'ün S.D.I, s.377) Cumhuriyet bayrağı altında toplanmak Bu kadar matemler ve felâketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için kesinlikle egemenliğine sahip kalmak ve cumhuriyet bayrağı altında bütün evlâtlarını toplu ve dikkatli bulundurmak gerekir. 1924 (Atatürk'ün S.D.I1, s. 180)
Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır 1926 İzmir suikast girişiminden sonra milletin binlerce telgrafla bu iğrenç girişimi lanetlemesi ve üzüntülerini bildirmesi nedeniyle Anadolu Ajansı'na verdiği demeçten: Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından oluşan büyük ordumuzun vicdanında, akıl ve bilincinde kurulmuş olan cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan doğmuş ilkelerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf beyinli bahtsızlardır. Bu gibi bahtsızların, cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları davranışla karşılaşmaktan başka talihleri olamaz. Benim değersiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır; fakat, Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır. Ve Türk milleti güvenlik ve mutluluğunun kefili olan ilkelerle, uygarlık yolunda, duraksamadan yürümeye devam edecektir. 1926 (Atatürk'ün S.D. m, s. 80)
Efendiler! Size şunu söyleyeyim ki, devrimci Türkiye Cumhuriyeti'ni benim kişiliğimde var zannedenler çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her anlamı ile, büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Değerli evlâtlarının elinde daima yükselecek, sonsuza dek yaşayacaktır. (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk'ün Hususiyetleri, 1965)
Türk milletinin geleceği, bugünkü evlâtlarının görüş isabeti, yorulmak alışkanlığında olmayan çalışma gayretiyle büyük ve parlak olacaktır. 1927 (Atatürk'ün T.T.B. iv, s. 532) Millî kararlılık ve bilincin değerli eseri olan aziz cumhuriyetin, bugünkü ve yarınki kuşağın demir ellerinde her an yükseleceğine ve yaşayacağına güvenim tamdır. 1927 (Atatürk'ün S.D. V, s. 160) Atatürk'e ait el yazısı metin : Benim için bir tek hedef vardır: Cumhuriyet hedefi! Bu hedefe erişmek için, belirli yolda yürüyen arkadaşların başarılı olması için, başvurulan doğru yolda, namuskârane yolda çok çalışmak ve etkin olmak gerekir. Arkadaşlar, benden kayırma beklenmemelidir. Hepiniz, benim gözümde değerli, yüksek kardeşlersiniz. Ama, hepinize gösterdiğim hedef kutsal bir hedeftir. Oraya yöneliksiniz. Hanginiz daha güzel yollarla, başarılarla oraya erişirseniz onu takdir edeceğim, alkışlayacağım. Benden kayırma ve tarafgirlik beklemeyiniz arkadaşlar! Adam olanlar, insan olanlar, fikirleri olanlar, yüksek ideali olanlar değerlerini göstersinler! Benim, size kardeşçe söyleyeceğim şey budur. (Afetinan, Atatürk'ün B.N.M., s. 38) Cumhuriyetin savunulması Cumhuriyetimiz, öyle sanıldığı gibi zayıf değildir. Cumhuriyet emeksiz de kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. Gerektiğinde kurumlarımızı savunmak için gerekeni yapmaya hazırız. 1923 (Atatürk'ün S.D. III, S. 71) Devrimimiz, Türkiye'nin yüzyıllar için mutluluğunu üstüne almıştır. Bize düşen, onu kavrayarak ve takdir ederek çalışmaktır. 1924 (Atatürk'ün S.D.H,s.187) Cumhuriyet yolunda kararlılık ve başarı ile yürüyeceğiz. 1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.73) Cumhuriyet kurumunun bir zorba eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete karşı haykırmak isterim. 1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.70) Gelecek kuşakların takdiri Gelecek kuşakların, Türkiye'de cumhuriyetin ilânı günü, ona en acımasızca hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla sanmayınız! Tam tersine, Türkiye'nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşünüş biçimlerini çözümleme ve belirlemede hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir. Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak şekilde korunmasını zorunlu kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet yönetimi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir. 1927 (Nutuk II, s. 831)
LÂİKLİK
Lâikliğin gerekliliği
İslâm dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği şekilde bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Mukaddes ve tanrısal inançlarımızı ve vicdanî değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü çıkar ve tutkulara görüntü sahnesi olan si yasal işlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an evvel ve kesin şekilde kurtarmak, milletin dünyevî ve uhrevî mutluluğunun emrettiği bir zorunluktur. Ancak bu yolla İslâm dininin yüksekliği belirir. 1924 (Atatürk'ün S.D. 1, s. 318) Vicdan özgürlüğü Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasal bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına egemen olunamaz. Vicdan özgürlüğü sınırsız ve sataşılmaz, bireyin doğal haklarının en önemlilerinden tanınmalıdır. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 470) Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz. (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 57)
Türkiye Cumhuriyeti ve lâiklik Serbest Fırka Lideri Fethi Okyar'a verdiği cevaptan: Memnunlukla görüyorum ki, lâik cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasal yaşamda bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. 1930 (Atatürk'ün T.T.B.1V, s. 544) Cumhuriyetçilik ve toplumsal devrim, lâiklik ve yenilik-severlik, Türk'ün öz malı ve özelliği haline geldiğini görmek, benim için büyük bir mutluluk olacaktır. (Kılıç Ali, Atatürk ve Cumhuriyet, Milliyet gazetesi, 2.11.1970) Türk milleti, halk yönetimi olan cumhuriyetle yönetilir bir devlettir. Türk Devleti lâiktir. Her ergin dinini seçmekte serbesttir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 352) Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî dini yoktur. Devlet yönetiminde bütün yasalar, kurallar bilimin çağdaş uygarlığa temin ettiği esas ve şekillere, dünya gereksinimlerine göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdanî olduğundan, cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 56) Biz din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmıyoruz. Millet ve devlet işlerinin Kâbesi, millî egemenliğin belirdiği Büyük Millet Meclisi'dir. Din işlerinin mihrabı ise insanların, kişilerin vicdanlarıdır. (Asaf İlbay, Tan gazetesi, 13. VII. 1949) Türkiye'de esasen gerici yoktu ve yoktur. Kuruntu vardı, şüphe vardı. Cumhuriyetin ilânı ve onun zorunlu gereklerinden olan gereksiz kurumların ortadan kaldırılması üzerine herkesin açıklıkla gördüğü manzara, o kuruntulular ve şüpheciler için de kalp rahatlığını gerektirmiştir. Bundan sonra yalnız bir şey akla gelebilir. O da, bazı adî politikacıların, alçak çıkarcıların o kuruntu ve hayali uyandırmaya çalışması, o yüzden aşırı tutkularını doyurma ve çıkar düşüncesinden ibarettir. Temin ederim ki, bütün varlığımla temin ederim ki, bu gibiler her ne şekil, görünüş ve sebeple olursa olsun, varlıklarını duyurdukları gün, Türk milletinin amansız yok edişine hedef olmaktan kurtulamayacaklardır. 1924 (Atatürk'ün S.D.I1I, s.75) Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar! Geçmişin dalgınlıkları, paslı durgunlukları, Türkiye halkının beyninden silinmiş olduğunda şüphe ve tereddüde yer yoktur. Eriştiğimiz mutlu durumdan bir adım geriye gitmek, kimsenin söz konusu etmeye dahi yetkili olmadığı kesin bir gerçektir. 7924 (Atatürk'ün S.D. III, s. 75-76) Dinden maddî çıkar temin edenler, iğrenç kimselerdir, işte biz, bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. 1930 (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 116)
UYGARLIK VE ÇAĞDAŞLAŞMA
Uygarlığın tanımı
Uygarlığın ne olduğunu başka başka tanımlayanlar vardır. Bence uygarlığı, kültürden ayırmak güçtür ve gereksizdir. Bu görüşümü açıklamak için kültür ne demektir tanımlayayım: Bir insan topluluğunun; a- Devlet hayatında, b-Fikir hayatında yani bilimde, sosyolojide ve güzel sanatlarda, c- Ekonomik hayatta yani tarımda, sanatta, ticarette kara, deniz ve havaya ait ulaşım işlerinde yapabildiği şeylerin bileşkesidir. Bir milletin uygarlığı denildiği zaman, kültür adı altında saydığımız üç çeşit etkenlik bileşkesinin dışında ve başka bir şey olamayacağını zannederim. Şüphesiz her insan topluluğunun kültürü, yani uygarlık derecesi bir olamaz. Bu farklar, devlet, fikir, ekonomik hayatların her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi bu fark, üçünün bileşkesi üzerinde de görünür. Önemli olan bileşkeler üzerindeki farktır. Yüksek bir kültür, onun sahibi olan millette kalmaz, diğer milletlerde de etkisini gösterir, büyük kınaları içine alır. Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek ve kapsamlı kültüre, uygarlık diyorlar. Avrupa uygarlığı, şimdiki çağ uygarlığı gibi. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 267) Uygarlık demek, af ve hoşgörü demektir. (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk'ün Hususiyetleri, 1965, s. 29) Uygarlık ve yetenek Zulüm, uygarlıkla uyuşamaz. Yeteneksizlik de affa lâyık bir şey olamaz. Çünkü, milletler işgal ettikleri toprağın gerçek sahibi olmakla beraber insanlığın vekilleri olarak da o toprakta bulunurlar. O toprağın servet kaynaklarından hem kendileri yararlanırlar ve dolayısıyla bütün insanlığı yararlandırmakla görevlidirler. Bu ilkeye göre, bundan âciz olan milletlerin yaşama ve bağımsızlık hakkına lâyık olamaması gerekir. 1920 (Nutuk III, s. 1182) Uygarlığın gücü Uygarlığın coşkun seli karşısında direnme boşunadır ve o, dalgınlar ve söz dinlemeyenler hakkında çok amansızdır. Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen uygarlığın kudret ve yüksekliği karşısında, Ortaçağ'a ait düşünüş biçimleriyle, ilkel hurafelerle yürümeye çalışan milletler, yok olmaya veya hiç olmazsa tutsak ve aşağı olmaya mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı, yenileşen ve olgun bir kitle olarak sonsuza dek yaşamaya karar vermiş,
tutsaklık zincirlerini ise tarihte görülmemiş kahramanlıklarla parça parça etmiştir. 1925 (Mustafa Selim İmece,Atatürk'ün Ş.D.K. ve İS., s. 47)
Uygarlaşma ve önemi
Benim görüşüm o idi ki ve daima o oldu ki, dünyada insan diye yaşamak isteyenler, insan olmak niteliklerini ve kudretini kendilerinde görmelidirler. Bu uğurda her türlü özveriye razı olmalıdırlar. Yoksa, hiçbir uygar millet, onları kendi sırasında ve safında görmek istemez. 1926 (Fatih Rıfkı Atay, Atatürk'ün BA., s. 99-100) Bilirsiniz ki dünyada her milletin varlığı, değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı uygar eserlerle orantılıdır. Uygar eser meydana getirmek yeteneğinden mahrum olan milletler, özgürlük ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkûmdurlar. Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak, yaşamın şartıdır. Bu yol üzerinde ileri değil, geriye bakmak bilgisizliği ve dikkatsizliği gösterenler, genel uygarlığın coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar. 1924 (Atatürk'ün B. N., s. 85) Uygarlık yolunda başarı, yenileşmeye bağlıdır. Sosyal yaşamda, ekonomik yaşamda, bilim ve teknoloji alanında başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hâkim olan hükümlerin zaman ile değişme, gelişme ve yenilenmesi zorunludur. Uygarlığın buluşları, tekniğin harikaları, dünyayı değişiklikten değişikliğe sürüklediği bir dönemde yüzyıllık köhne düşünüş biçimleriyle, geçmişe düşkünlükle varlığın korunması mümkün değildir. Uygarlıktan söz ederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, uygarlığın esası, ilerleme ve kuvvetin temeli aile haya-tındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak sosyal, ekonomik, siyasî güçsüzlüğe sebep olur. Aileyi oluşturan kadın ve erkek unsurların doğal haklarına sahip olmaları, aile görevlerini yürütmeye yetenekli bulunmaları gerekir. 1924 (Atatürk'ün B.N., s. 85) Efendiler! Milletimiz bundan sonraki çalışmasında da başarılı olabilmek için, millî amacını bütün açıklık ve kesinlikle, bütün vatandaşların gözünde ve vicdanında bütün parlaklığı ile belirlemiş bulunuyor. İsterseniz benim burada amaç dediğim şeyi, siz milletin ülküsü olarak isimlendiriniz. Fakat bu unvanı verirken dikkat ediniz ki, hayalî bir anlama kendimizi kaptırmayalım. Efendiler, milletimizin amacı, milletimizin ülküsü bütün cihanda tam anlamıyla uygar bir toplum olmaktır. 1924 (Atatürk'ün S.D.II, s.181)
Yeni, daima yeni şeylerden ve insanların uygarlık yolunda ilerlemelerinden söz edelim. Bu bize gelecek için hız ve kuvvet verecektir. Hepinize öğüdüm budur. (Afetinan, M. K. Atatürk'ten Y., s.9) Biz, kendi benliğimiz içinde ve kendi mizaç ve karakterimizle ilerliyoruz ve ilerleyeceğiz. 1921 (Atatürk'ün S.D. I, s. 199)
Uygarlık ve aydınların rolü Bağımsızlığını ve değerini dünyaya tanıtmak özellikleri,yeteneği ve kudreti taşıyan milletlerin, uygarlık yolunda da hızlı ve başarılı adımlarla ilerlemek yetenekleri, kabul olunmak gerekir. Gerçi bir toplumun zamanla kökleşmiş örf ve âdetleri, hisleri ve inanışları önemlidir. Bu nedenle, toplumlar, ön ayak olacak bireyler üzerinde, âdeta emredici ve egemen bir etki gösterirler. Fakat, yaradılıştaki yetenek ve yeterliliği, gelişme ve yükselmeye erişmiş milletler, uygarlığın bugünkü gelişmelerinden yararlanmış ve ilham almış aydın evlâtlarının yönlendirmesi ve rehberliğiyle, geçmişte kaçırdıkları fırsatların doğurduğu gecikmeleri, karşılama çaresini bulmakta gecikmezler. 1928 (Atatürk'ün S.D. il, s. 249) Ülküyü kafasında daima canlı bulunduranların attığı kuvvetli ve maddî adımlar, esersiz kalmamıştır. Fakat, her adımı kısa ve eksik görmek, her an daha uzun ve art arda esaslı adımlarla ileriye yürümek, bütün vatandaşlarca esas davranış sayıldıkça gereksiz yere harcanan uzun yüzyılların kaybının nispeten az zamanda karşılanmasının mümkün olacağı görüşündeyim. 1924 (Atatürk'ün S.D. 111, s. 75) Bugünkü Türk milleti, geçmişin en derin uygarlıklarında kuruculuk iddia eden bu Türk milletinin bugünkü çocukları, açık ve sağlam yolu bulmuşlardır. 1930 (Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, s. 141)
Türk milleti ve çağdaşlaşma Memleket kesinlikle çağdaş, uygar ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır. Bütün özverimizin faydalı bir sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye, ya yeni fikirle donatılmış, namuslu bir yönetim olacaktır ve yahut olamayacaktır. Halk ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz ne kadar yenilik taraftarıdır. Yapacağımız işlerde hiçbir zaman bu engeller, kesif tabakadan gelmeyecektir. Halk refaha kavuşmuş, bağımsız, zengin olmak istiyor; komşularının refahını gördüğü halde, fakir olmak pek ağırdır. Gerici fikirler besleyenler belli bir sınıfa dayanabileceklerini zannediyorlar. Bu kesinlikle bir kuruntudur, bir zandır. Gelişme yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenileşme yolunda duracak değiliz. Dünya müthiş bir gelişmeyle ilerliyor. Biz bu uyumun dışında kalabilir miyiz? 1923 (Atatürk'ün S.D. III, s. 72) Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye'de çağdaş, bu nedenle batılı bir hükümet oluşturmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de, batıya yönelmemiş millet hangisidir? Bir doğrultuda yürümek kararında olan ve hareketinin, ayağında bağlı zincirlerle güçleştirildiğini gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür! 1923 (Atatürk'ün S.D.III, s. 68) Millet, çağdaş uygarlığın bütün milletlere sağladığı yaşam ve araçları, esasta ve görünüşte aynen ve tamamen gerçekleştirmek kesin kararını vermiştir. Millet yenileşme ve iyileşme alanında gösterdiği çabaların, yüzyıllardan beri olduğu gibi türlü türlü aldatmalar yüzünden bir an dahi duraklamayla karşılaşmasına izin vermemek kesin kararındadır. Yeni Türkiye'nin dünyevî, millî ve ekonomik genel siyasetiyle ifade olunan millî etken hepimizin çalışma yönünü belirlemiş bulunmaktadır ki, bu yolun az zamanda milletimizin yüksek yeteneklerini göstermeye fırsat vereceğine şüphe yoktur. Türk milleti, egemenliğine sahip olduğu bu döneme gelinceye kadar üzüntüsüne ve gerilemesine sebep olan etkenlerin niteliğini anlamıştır. Bu uğursuz etkenlerin her ne şekil ve nitelikte olursa olsun etkinliğini yenilemesine hoşgörülü davranamaz. 1925 (Atatürk'ün S.D.I, s.325) Türk milletinin gelişmesine yüzyıllardan beri karşı koyan engelleri kaldırmak ve genel hayata çağdaş uygarlığın yasalarını ve araçlarını vermek için harcadığımız çalışmanın, milletin tümünce doğru bulunduğu muhakkaktır. 1926 (Atatürk'ün S.D.I, s. 331-332) Cihanın gidişinde soylu milletimize yönelen yüksek görevlerin yerine getirilmesine çalışacağız. Bu görevler, uygarlık ve insanlık ailesinde Türk milletinin lâyık olduğu yüksek değer yerini koruma ve yükseltmesine hizmet edecektir. Gerektiğinde vatan için bir tek birey gibi bütün halinde çaba ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbette büyük geleceğe lâyık ve aday olan bir millettir. 7927 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s.536) İşte topluluğunuzun karşısında bir daha ilân ediyor, bütün milletimin işitmesini sağlamak için, dünyanın işitmesi ve dostun düşmanın duyması için bir daha ifade ediyorumki, milletimin böyle bütün aydın kuvvetinin, milletimin gerçek din adamlarının, milletimdeki bilginlerin aydınlatma ve uyarmasıyla şereflenerek, bütün seyahat ettiğim yerlerde gönül borcu ile, Allah'a minnet ile gördüğüm şekilde, milletin çiftçisiyle, esnafıyla, tüccarıyla, bütün köylüsüyle güvenine eriştikçe ileri, daima ileri, korkusuz ileri yürüyecek, attığım adımların yalnız benim adımlarım olmadığını bilerek,bütün aydın kitlenin, bütün iyiliksever tabakanın, bütün saf ve büyük ruhlu halkın benimle beraber geldiğini bilerek kuvvetle, gayretle, kararlılıkla daima ve daima ileri yürüyeceğim. 1923 (Atatürk'ün S.D.H, s.155)
Memleketimiz içinde uygar düşüncelerin, çağdaş ilerlemelerin zaman kaybetmeksizin yayılması ve gelişmesi gerekir. Bunun için bütün bilim ve teknik erbabının bu hususta çalışmayı bir namus ödevi bilmesi gerekir. 1922 (Atatürk'ün S.D.H, s.44) Milletimizin lâyık olduğu yüksek uygarlık ve refah düzeyine ulaşmasını alıkoyabilecek hiçbir engel düşünmeye yer bırakılmadığını ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle mutluyum. 1937 (Atatürk'ün S.D.I, s. 377) Bugüne kadar elde ettiğimiz başarı, bize ancak ilerlemeye ve uygarlığa doğru bir yol açmıştır; yoksa ilerleme ve uygarlığa henüz ulaşılmış değildir. Bize ve torunlarımıza düşen görev, bu yol üzerinde tereddütsüz yürümektir. 1923 (Atatürk'ün S.D.I, s. 307) Gezdiğim ve gördüğüm her yerde millet, bilgisizlik ve bağnazlığa savaş ilânı halindedir. Uygarlık ve yenilik yolunda bir an kaybetmeye izni yoktur. Paslı beyinlerin bilinçsiz sözleri, anîde milletin ortak ve müthiş öfkesiyle bunalmaktadır. Bunu gözlerimle gördüm. 1924 (Atatürk'ün S.D.V, s. 149) Sosyal ve ekonomik yaşantımız, uygar milletlerin eriştiği derecelere göre düzeltilmelidir. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 4.12.1929) Biz, her görüş açısından uygar insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun sebebi, dünyanın durumunu anlamayışımızdır. Fikrimiz, düşüncemiz, tepeden tırnağa kadar uygar olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakın: Düşüncelerini, fikirlerini, uygarlığın emrettiği değişiklik ve ilerlemeye uydurmadıklarından ne büyük felâket ve sıkıntı içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız, en nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı yıl içinde kendimizi kurtarmış s ak düşünüş biçimlerimizdeki değişmedendir. Artık duramayız; ne olursa olsun ileri gideceğiz, çünkü bunu yapmak zorundayız! Millet açıkça bilmelidir: Uygarlık öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz olanları yakar, yok eder. İçinde bulunduğumuz uygarlık ailesinde lâyık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır. 1925 (Mustafa Selim İmece,Atatürk'ün Ş.DK. ve İ. S., s. 18) Süngü ile, silâhla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra,kültür, bilim, teknik, ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak İçin çalışacağız. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s.135) İlerlemeyi, yükselmeyi ve yüzyılın gereğini seven ve isteyen seçkin bir halkımız vardır. Türk'e olumlu ve iyi bir şey veriniz; bunu reddetmesi olasılığı yoktur. Fakat düne kadar ona olumsuz ve ezici şeyler verdikten sonra bunun sonuçlarından yine onu suçlu görmek haksızdır, haksızlıktır. Halkın karanlığı aşmak, refaha ve iyiliğe varmak arzusu el ile tutulacak kadar belirgindir. Cumhuriyetin eli bu arzuyu tutmuştur ve bundan dolayı, tarihin daima kutsal saydığı, halkı istediği amaca ulaştıracaktır. 1924 (Raşit Metel, Atatürk ve Donanma 1966, s. 87) Vatan artık bayındır hale getirilme istiyor, zenginlik ve refah istiyor! Bilim ve bilgi, yüksek uygarlık, özgür fikir ve özgür düşünüş istiyor! Şeref, namus, bağımsızlık, gerçek varlık, vatanın bu isteklerini tam olarak ve hızla yerine getirmek için esaslı ve ciddî bir şekilde çalışmayı emreder. 1924 (Atatürk'ün S.D.II, s. 180) Devrimin temellerini her gün derinleştirmek, desteklemek gerekir. Birbirimizi aldatmayalım, uygar dünya çok ilerdedir. Buna yetişmek, o uygarlık alanına girmek zorundayız. Bütün boş ve temelsiz sözleri ortadan kaldırmak gerekir. Şapka giyelim mi, giymeyelim mi gibi sözler anlamsızdır. Şapka da giyeceğiz, batının her türlü uygar eserlerini de alacağız. Uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında kalmakla karşı karşıyadır. 1925 (Atatürk'ün S.D. II, s. 223)
Ben, şimdiye kadar millet ve memleket iyiliğine ne gibi atılımlar, devrimler yapmış isem, hep böyle halkımızla görüşüp konuşarak, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım. Hedefimiz, amacımız hep millet ve memleketimizin kurtuluşu, mutluluğu ve gelişmesidir. Şimdiye kadar yaptığımız işlerde ve aldığımız kararlarda, bizi aldatan ve millet aleyhine sonuçlanan hiçbir şeyimiz yoktur ve gösterilemez. Milletimizi, en kısa yoldan uygarlığın nimetlerine kavuşturmaya, mutluluğa ve refaha eriştirmeye çalışacağız ve bunu yapmak zorundayız. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk'ün ŞDK. ve I. S., s. 39) Türk milleti, her gün yeniden yeniye ve çok dikkatli incelenmeye değer bir cevherdir. Bugün başlan yüksekte, alınları özgürlük ve uygarlık güneşiyle parlayan Türk milletinin, onun değer ve önemini görmek istemeyenlere yakın bir gelecekte gerçeği, reddi ve inkârı imkânsız bir tarzda itiraf ettireceğine asla şüphe edilmesin ve bütün dünya bilmeli ki, Türk milleti artık, geçmişin bin türlü fenalıkları eseri olarak beyninde yer tutan pası tamamen silmiştir. Gözleri önünde her gün biraz daha fazla yoğunlaştırılmak istenen bulutları, kesinlikle dağıtmıştır. Artık bütün anlamıyla ve bütün çıplaklığıyla gerçeği görüyor ve anlıyor. Bu milleti bütün varlığıyla temas ettiği gerçekten, gerçeğe yürümekten alıkoymak imkân ve ihtimali kalmamıştır. Türk milletini kendi kendini bile anlamaktan alıkoyan seller, setler ortadan kaldırılmıştır, yıkılmıştır ve sürekli olarak ortadan kaldırılacaktır, yıkılacaktır. Kesinlikle millet, tuttuğu yolda hızla, şiddetle yürüyecek ve ne olursa olsun lâyık olduğu mutluluk ve iyi sonuca kavuşacaktır. 1925 (Atatürk'ün S.D.II, 222) Gerçek insanlık duraksamadan kabul eder ki, Türkiye Cumhuriyeti ve onun bugünkü sahipleri olan Türkler, bütün dünya uygarlık ve insanlığı için bir davranış örneğidir. Yalnız bu kadar değil, Türkler tarihin çok eski dönemlerinde insanlığa yaptıkları kültürel görevleri yeniden, fakat bu sefer daha iyi şekilde yapmaya hazırlanan yüksek bir varlıktır. 1937 (Atatürk'ün T.T.B.N, s. 591)
Batı Uygarlığıyla ilişki
İmparatorluk zamanında sultanın hükümetleri, Türk milletinin Avrupa ile ilişki kurmasına engel olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak devleti yönetmişler ve Türk milletini gelişmenin dışında bırakmışlardır. Biz milliyetçiler, gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha fazla açmaktayız ve gerek içeride ve gerek dışarıda olup biteni görüyoruz. Milletimizin uygar milletlerle ilişki kurmasını kolaylaştırmak, çıkarlarımız için gereklidir. Bu ilişkinin, yakınlıkların yeniden kurulmasını yalnız arzu etmekle kalmıyoruz; onları geliştirmek için her şey yapıyoruz. Basınla milliyetçi Türkiye'nin yabancı düşmanı olduğu ilân edilirse, büyük bir hata yapılmış ve gerçekten, mevcut olan şeyin tersi iddia edilmiş olur. 1923 (Atatürk'ün S.D. III, s. 65) Şu bilinsin ki, biz yabancılara karşı herhangi düşmanca bir duygu beslemediğimiz gibi onlarla samimî ilişkilerde bulunmak arzusundayız. Türkler, bütün uygar milletlerin dostlarıdır. Yabancılar memleketimize gelsinler; bize zarar vermemek, özgürlüklerimize güçlükler çıkarmaya çalışmamak şartıyla burada daima iyi kabul göreceklerdir. Amacımız, yeniden yakınlık meydana getirmek, bizi başka milletlere bağlayan ilişkileri artırmaktır. Memleketler çeşitlidir; fakat uygarlık birdir ve bir milletin gelişmesi için de bu tek uygarlığa katılması gerekir. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, batıya karşı elde ettiği zaferlerden çok gururlanarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başlamıştır. Bu, bir hata idi; bunu tekrar etmeyeceğiz. 1923 (Atatürk'ün S.D. III, s. 67-68) Biz, batı uygarlığını bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi yapımıza uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık düzeyi içinde benimsiyoruz. (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 176)
DEVRİM VE TÜRK DEVRİMLERİ
Devrimin tanımı Devrim, mevcut kurumları zorla değiştirmek demektir.Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, milletin en yüksek uygar gereklere göre ilerlemesini temin edecek yeni kurumları koymuş olmaktır. 1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 250)
Türk Devrimi'ni yapanlar
Biz Türkler, özellikle bu yüksek Türk Devrimi'ni yapmış olanlar bilmelidirler ki, bizi lâyık olduğumuz düzeye çıkarmakta herhangi bir yabancı bilgin, yabancı dâhi, dâhi olsa gücü yetmeyecektir. Düştüğümüz uçurumdan bizi kurtaracak, âlemin en yüksek katlı alanına çıkaracak, yine bu uçurumdan çıkıp yükselmesini bilenler olacaktır. Bu adamlar, bu uçurumdan kendini ve milletini kurtarmış olanlar, uygarlık dünyasında yüksek gibi görünen her adamın varlığından, incelemelerinden, fikir ve görüşlerinden yararlanmakta daima isabetli davranmış sayılacaktır; fakat bu noktadaki isabeti, kendisinin bağlı olduğu memleket ve milleti hakkında karar vermesi için asla isabetli sayılamayacaktır. Burada, ihtiyat kaydını gözden uzaklaştırmayacaktır. 1932 (A.Ü.R.İ.N., s. 9) Arkadaşlar! Devrimimiz Türkiye'nin yüzyıllar için mutluluğunu üstlenmiştir. Bize düşen onu kavrayarak ve takdir ederek çalışmaktır. 1924 (Atatürk'ün SD.II, s. 187) Türk Devrimi'nin özellikleri
Türk Devrimi nedir? Bu devrim, kelimenin ilk anda işaret ettiği ihtilâl anlamından başka, ondan daha geniş bir de- ğişikliği ifade etmektedir. Bugünkü devletimizin şekli, yüz- yıllardan beri gelen eski şekilleri ortadan kaldıran en gelişmiş tarz olmuştur. Milletin, varlığını devam ettirmesi için bireyleri arasında düşündüğü ortak bağ, yüzyıllardan beri gelen şekil ve niteliğini değiştirmiş, yani millet, dinî ve mezhebi bağlantı yerine Türk milliyeti bağıyla bireylerini toplamıştır. Millet, uluslararası genel mücadele alanında hayat sebebi ve kuvvet sebebi olacak bilim ve aracın ancak çağdaş uygarlıkta bulunabileceğini, bir değişmez gerçek olarak ilke saymıştır. Sonuç olarak, millet saydığım değişiklik ve devrimlerin doğal ve zorunlu gereği olarak genel yönetiminin ve bütün yasalarının, ancak dünyevî gereksinimlerden esinlendiği ve gereksinimin değişme ve gelişmesiyle sürekli olarak değişme ve gelişmesi esas olan dünyevî bir düşünüş biçimini, yaşamı boyunca devam edecek bir yönetim saymıştır. Büyük milletimizin yaşamının seyrinde oluşturduğu bu değişiklikler, herhangi bir ihtilâlden çok fazla, çok yüksek olan en muazzam devrimlerdendir. Çok milletlerin kurtuluş ve yükselme mücadelesinde şahlandıkları görülmüştür. Fakat bu şahlanma, Türk milletinin bilinçli şahlanmasına benzemez. 1925(M.E.İ.S.D. i, s. 28) Türkiye'nin her köşesinde ihtilâl ve devrim, gerçek Türklüğe kavuşma mücadelesi olmuştur. 1937 (Ayın Tarihi, Sayı: 49, 1938, s. 44) Bağımsızlık Savaşı ve Türk Devrimi, her hamlesinde ve her evresinde, milletimizin yüksek siyasî ve uygar karakteriyle memleket işlerindeki bilinçli birliğine dayanarak başarılmıştır. 1938 (Ulus gazetesi, 16. 10. 1938) Cumhuriyetin 10. yıldönümü nedeniyle 29 Ekim 1933 günü kordiplomatiği kabulü sırasında söylemiştir: Türk Devrimi kurucudur. Türk İhtilâli, yüksek bir insanî ülkü ile birleşmiş vatanseverlik eseridir. Çocuklarına, bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir. Bu devrimin ateşli ve imanlı bir yapıcısı sıfatıyla dünyaya açık yürekle, samimiyetle ve dostlukla bakıyorum. Bu heyecan ve büyük sevinç gününde size bu samimî teminatı vermekledir ki, memleketlerinize karşı olan duygularımı en iyi bir şekilde ifade etmiş oluyorum. 1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30.x.1933, s. 2)
Türk devrimlerinin temel kuralı
Gerçek devrimciler onlardır ki, ilerleme ve yenileşme devrimine yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime sızmasını bilirler. Bu nedenle şunu da ifade edeyim ki, Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasî, sosyal devrimlerin gerçek sahibi kendisidir; sizsiniz! Bu yetenek ve gelişme var olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret yetemezdi. Herhangi bir gelişme döneminde bulunan bir insan kitlesini, bulunduğu konumdan kaldırıp damdan düşer gibi filân gelişme düzeyine eriştirmek imkânsızlığı şüphesiz ki açıklamaya gerek göstermez. Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktadır. Devrimlerimizin temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen düşünüş biçimlerini darmadağın etmek zorunludur. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan bu düşünüşte bulunanlar olmuştur. Herhalde düşünüş biçimlerinde mevcut hurafeler tamamen koyulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça, beyne gerçeğin parıltılarını yerleştirmek imkânsızdır. 1925 (Atatürk'ün S.D.U, s. 214)
Türk Devrimlerinin gerekliliği
Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedadan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün dünyaya açık ifade edelim ki, bunca devrimlerin bilinçli kahramanı olan bu millet, uygarlık güneşinin bütün sıcaklığını almıştır. Şüphe etmeye yer var mıdır ki, bu sıcaklığın verimli sonuçlan elbette oldubitti halinde gür olarak fışkırmaktadır. Gerçi çok kısa zamanda hızlı ve yoğun denilecek kadar siyasî, idarî, toplumsal devrimler yaptık. Bu yaptıklarımızın hız ve yoğunluğundan, ancak memnuniyetle ve mutlulukla söz edilebilir; çünkü bu böyle olmasaydı, kurtuluş ihtimali tehlikeye düşebilirdi. Kabul etmek uygundur ki ve böyle yapmak zorunluğu içindir ki,böyle yaptık. 1925 (Atatürk'ün S.D.II, s. 209) Toplumsal yapımızın hiçbir olayını, hiçbir derdini yarım önlemlerle uyuşturmak âdetinde ve eğiliminde olmayan cumhuriyet, giriştiği köklü iyileştirmenin ilk dönemlerini geçirmiş ve günden güne artacak verimli sonuçlarını toplamak dönemine girmiştir. Ayrıca özelliğimizin ve yeteneğimizin ilham ettiği ve esasen memleket gereksinimlerine uygun olduğu eserleriyle beliren yolumuzda kesinlikle yürümek kararındayız. 1926 (Atatürk'ün S.D.1, s.331)
Türk Devrimi'nin kısa ifadesi
Uçurum kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarlakanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş.. Ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler.. İşte Türk Genel Devrimi'nin bir kısa ifadesi... 1935 (Atatürk'ün S.D.l, s. 365) Kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal çehresini, kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, güzel, bilimsel müzik ve teknik kurumlarıyla kadını erkeği her hakta eşit, modern Türk toplumu bu son yılların eseridir. Türk ulusu, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek gücü ve erdemi, uluslar arasında tanılır. Türk ulusuna doğuştan rengini veren bu devrimlerden her biri, çok geniş tarihsel dönemlerin övünebileceği büyük işlerden sayılsa yeridir. 1935 (Atatürk'ün S.D.I, s. 366)
Devrimlerde izlenecek yol
Türkiye'yi, derece derece mi ilerletmeli, anî olarak mı? İki sistem var, biri bilinen Büyük Fransız İhtilâli'ndeki tarz; rejimler değişecek, ihtilâllere karşı mukabil ihtilâller yapılacak. Sağ solu tepeler, sol sağı süpürürken bir de bakılacak ki bir buçuk yüzyıllık zaman geçmiş... Bu milletin damarlarında o kadar bol kan ve önünde o kadar geniş zaman var mi? 1922 (İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, s. 73) Arkadaşlar, zaman, gelip geçen olaylar, izlediğimiz doğrultuda bizi aldatmamıştır. Bu yol üzerinde, her gün daha çok aydınlanarak hedefe yürüyeceğiz. Bizimle beraber yürümek istemeyenlere bir şey diyemeyeceğiz. Onlar da istedikleri gibi hareket ederler. Bizim, hedeflerimize doğru yürürken isabetli olduğumuza ve en nihayet başarıyla hedefe erişeceğimize güvenimiz o kadar kuvvetlidir ki, şunun ve bunun üzülmüş olması bizi asla etkilemez. Belki uyarır, daha çok dikkatli yapar. Yalnız, bizi geriye götürecek olanların izleyecekleri doğrultuya asla uygun davranmayız! Yasalarımız uygun değilse o yasaları değiştiririz, yeni yasa yaparız. En sonunda gerek ve zorunluk görürsek bu yolda her şeyin üstüne çıkarak hedefimize yürümekte, asla tereddüt etmeyiz. 1931 (Ayın Tarihi, Cilt: 25, Sayı: 82-83) Biliyorsunuz ki, Fransız Büyük Devrimi hemen yüz yıl devam etmiştir. Üç yılda esaslı bir devrimin biteceğini sanmak hatâ olur. Belki, zaman zaman şöyle veya böyle bir şeyler olacaktır. İnancımızı değişmez, başarı ümidimizi hâkim bulundurmak sayesinde kesinlikle galip geleceğiz. Hocaları memnun edelim, İslâm âlemini memnun edelim, herkesi memnun edelim dersek, mümkün olsun, hepsi memnun olsun; ama biz amacı temin etmiş olmayız. İdare-i masla-hatçılar* esaslı devrim yapamaz. Bugünkü sefalet ve rezalet içinde esasen kimseyi memnun etmeye imkân yoktur. Memleket bayındır, millet zengin olduğu zaman herkes memnun olur. 1923 (İsmail Arar, Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı, s. 55) Devrim hareketlerinde dikkat edilecek nokta, insan toplulukların emellerini, fikirlerini anladıktan sonra, onlara yenilikleri kabul ettirebilmektir. (Afetinan, M. Kemal Atatürk'ün Karlsbad Hatıraları, s. 61)
Devrimlerin bütünlüğü
En büyük devrim eseriniz hangisidir? sorusuna verdiği cevap: -Benim yaptıklarım, birbirine bağlı ve gerekli işlerdir.Bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan sorunuz! (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s 119)
Devrimin yasası Devrimin yasası, mevcut yasaların üstündedir. Bizi öl-dürmedikçe, bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız devrim ve yenilik, bir an bile durmayacaktır; bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır. 1923 (İsmail Arar, Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı, s. 56)
Devrim ve yön belirlemesi Devrim, güneş kadar parlak, güneş kadar sıcak ve güneş kadar bizden uzaktır. Yönümü daima o güneşe bakarak belirler ve öylece ilerlerim, ilerlerim; parlaklığı ve sıcaklığı ilerlememe izin verinceye kadar ilerlerim. Tekrar ilerlemeye devam etmek üzere dururum; tekrar o güneşe bakarak yönümü belirlerim. (Ahmed Cevat Emre, Muhit Mec, Sene : 4, No : 48, 1932, s. 2) Devrim ve doktrin Türk Devrimi ve ilkeler
|
Back To Top |
|
GONDEREN: stroyy on 04/08/2009 22:34:17 |
|
HUKUK DEVRİMİ VE ADALET ANLAYIŞI
Hukukta çağdaşlaşma Önemli olan nokta, adalet anlayışımızı, adaletle ilgili yasalarımızı, adalet örgütümüzü, bizi şimdiye kadar bilinçli,gereği bilinçsiz etki altında bulunduran, yüzyılın gereklerine uy- gun olmayan bağlardan bir an evvel kurtarmaktır. Millet, her uygar memlekette olan adalet işlerindeki ilerlemenin, memleketin gereksinimlerine uyan esaslarını istiyor. Millet, hızlı ve kesin adaleti temin eden uygar usulleri istiyor. Milletin arzu ve gereksinimine uyarak adalet işlerimizde her türlü etkilerden cesaretle silkinmek ve hızlı ilerlemelere atılmakta asla tereddüt etmemek gerekir. Medenî hukukta, aile hukukunda izleyeceğimiz yol ancak uygarlık yolu olacaktır. Hukukta idare-i maslahat* ve hurafelere bağlılık, milletleri uyanmaktan alıkoyan en ağır bir kâbustur. Türk milleti, üzerinde böyle bir ağırlık bulunduramaz. 1924 (Atatürk'ün S.D.l, s. 317) Çağdaş ilerlemeler milletlerin uygar gereksinimlerini genişletme, artırma ve aydınlatma ve bu uygar gereksinimlerle orantılı uygar hakların varlığını gerektirir. Her devletin mensup olduğu topluluğun uygarlaşma derecesiyle orantılı hukukî mevzuatı vardır. Dünyada mevcut bütün uygar milletlerin uygar yasaları hemen birbirinin pek yakınıdır. Bizim milletimiz ve hükümetimiz, adalet fikri ve adalet anlayışı noktasında hiçbir uygar milletten aşağı değildir. Belki tarih bu noktada yüksek olduğumuza tanıklık eder. Bu sebeple bizim de adalet mevzuatımızın, bütün uygar milletlerin yürürlükteki yasalarından eksik olması doğru değildir. Savaşımlarımızın yöneldiği tam bağımsızlık kavramında adlî bağımsızlığımızın da içinde bulunduğu doğaldır. Bu nedenle her bağımsız devletin bir ayrılmaz hakkı olan adalet dağıtma görevine kimseyi karıştıramayız. 1922 (Atatürk'ün S.D.l, s. 217-218) Hükümet, memlekette yasayı egemen kılmak ve adaleti iyi dağıtmakla görevlidir. Bu itibarla adalet işi pek önemlidir. Bu sebeple adalet siyasetimizi de açıklamayı faydalı buluyorum. Adliye siyasetimizde izlenecek amaç, evvelâ halkı yormaksızın hızla, isabetle, güvenle adaleti dağıtmaktır. İkinci olarak, toplumumuzun bütün dünya ile teması doğal ve zorunludur. Bunun için adalet düzeyimizi, bütün uygar toplumların adalet düzeyi derecesinde bulundurmak zorunluğundayız. Bu hususları karşılamak için mevcut yasa ve usullerimizi, bu görüş noktalarından düzeltmekte ve yenilemekteyiz ve yenileyeceğiz. 1922 (Atatürk'ün S.D.I, s. 217) Bizim milletimizin adalet düzeyi, başka milletlerin adaletinden aşağı kalamaz. Her milletten fazla adaleti sağlamalıyız. En ileri ve uygar devletlerin yasalarına eşit yasalar yapabiliriz. Eski gereksinimlere göre yapılmış şeyleri, gereksinim ilerledikçe yenilemek gerekir. Bu eksik araçlarla arzu olunan şeyleri temine imkân yoktur. Hukuk uzmanları, hemen bu yolda çalışmaya başlamalıdırlar. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 4. 12. 1929) İnsanlar, huzur ile, vicdan özgürlüğü ile çalışmak gereksinimindedir. Bu ise, toplumu yöneten devlette ve hükümette adaletin kesin şekilde egemen olmasıyla mümkündür. Bunu temin edecek şey, adliyemizdir. Bir memlekette adalet olmazsa, o memlekette anarşi var demektir, orada hükümet yok demektir. Adalet yasalarla yerine getirilir. Bu memlekette adaletin güvenle, hızla dağıtılıp dağıtılmadığını anlamak için bir defa da mevcut yasalarımıza bakmak gerekir. Bu yasaların memleket içindeki uygulamasına ve sonuçlarına bakmak gerekir. Bu noktada kendimizi yermek istemem. Herhalde bağımsızlığın temel direği olan adalet dağıtımında bir yabancı parmağı bulundurmayacağız. Bu noktadaki kararımız kesindir. Fakat aynı zamanda insafla, akıl ve mantıkla ve aynı kesin karar ile kabul zorunluğundayız ki, yasal ve hukukî mevzuatımız fenadır. Onları esaslı biçimde değiştirmek, yeni yaşama ve gereksinime uydurmak gerekir. Adalet Bakanlığı'nı işgal eden bütün arkadaşlarımız aynı görüştedirler. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 10-11.1.1930) Gerçekte biz, yüzyılın gereklerine ve milletin gerçek gereksinimlerine göre yasa yapmalıyız. Eldeki yasalarımızı hâkimlerimiz hızla uygulayamıyorlarsa hemen değiştirmeliyiz. Halka adaleti hızla dağıtmak ve uygulamak zorunluğundayız. Yeni yönetimimizin anlamı, bu olmak gerekir. Uygar ve düzenli bir devletin makinesi, eski yasalarla işleyemez. Bugün mevcut yasalarımızın kökü, daha ziyade Mecelle'dir. Yeni Türkiye, ne zamanı, ne de gereksinimi göz önünde tutmayan Mecelle'nin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar milletler derecesinde hukuk hükümlerimizi de düzelteceğiz. Yüz yıl, beş yüz yıl, bin yıl evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla, bugünkü toplumları yönetmeye kalkışmak, dalgınlıktır, bilgisizliktir. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 5. 2. 1930) Cumhuriyet Türkiyesi'nde eski yaşam kuralları, eski hukuk yerine yeni yaşam kurallarının ve yeni hukukun geçmiş bulunması, bugün duraksaması mümkün olmayan bir oldubittidir. 1925 (M.E.İ.S.D.1, s.29) Cumhuriyet adliyesine mensup olanların en küçük memurlarına kadar bilim bakımından yeterliliği ve cumhuriyet ülküsüne sahip olmaları için harcanan çaba memnunluk sebebidir. Bir taraftan bilimsel yeterliliği sağlayan kuruluşlara önem verirken, diğer taraftan cumhuriyet adliyesinin dayanakları olacak yasaların bir an evvel meydana getirilmesine göz atılmalıdır. Geçmiş yönetimlerden devredilmiş yetersiz yasalarla geçirdiğimiz yıllarda genel yaşamın karşılaştığı güçlüklere katlanılmışsa, bu milletimizin cumhuriyete olan sarsılmaz doğal ilgisinden ve cumhuriyet yönetiminin esasındaki kuvvet ve kudretindendir. Fakat yetersiz yasaların devamına izin vermek yüzünden milletin karşılaştığı güçlüklerin bir an evvel ortadan kaldırılması, ertelenemeyecek zorunluklardandır. Yüce Meclis'e sunulacak olan Ceza Yasası, Medenî Yasa ve Ticaret Yasası'nın bu toplanma yılı sırasında yasalaşması ve yayımlanmasındaki aceleliği özellikle ifade etmek isterim. Genel yaşamımızı yeni baştan düzenleyecek olan bu temel yasaların, çağdaş uygarlığın yasaları grubundan olması doğaldır. Bugünün gereksinimlerine uygun yasa yapmak ve onu iyi uygulamak, refah ve ilerleme araçlarının en önemlilerindendir. 1925 (Atatürk'ün S.D.I, s. 327-328) Umumi düzeltme arasında kabul buyurduğunuz Medenî Yasa, Ceza ve Ticaret Yasaları uygulamaya girerken, hâkimlerimizin gösterdiği çaba ve yanılmazlığı takdir ederim. Bu yasaların milletin gerçek gereksinimine ve içten arzusuna ne derece uygun olduğu derhal belirmiştir. 1926 (Atatürk'ün S.D.I., s. 331) Ankara Hukuk Fakültesi'nin açılışı Büsbütün yeni yasalar meydana getirerek eski hukuk esaslarını temelinden sökmek girişimindeyiz. Ve yeni hukuk esaslarıyla, alfabesinden öğrenime başlayacak bir yeni hu- kuk kuşağını yetiştirmek için bu kuruluşları açıyoruz. Cumhuriyetin yaptırımı olacak bu büyük kuruluşun açılışında duyduğum mutluluğu, hiçbir girişimde duymadım;ve bunu belirtmek ve ifade etmekle memnunum. 1925 (M.E.İ.S.D.I, s. 30-31) Mektebin gelecek faaliyetinde, Türk devrim ve uygarlığının ruhuna uygun öğretimde bulunmak suretiyle vatanımıza yararlı olmasını temenni ederim. 1925 (Atatürk'ün S.D.V, s. 156)
Adliyemiz ve cumhuriyet Cumhuriyet adliyesine mensup olanların en küçük memurlarına kadar bilimsel yeterliliği ve cumhuriyet ülküsüne sahip olmaları için harcanan gayret, memnuniyet vericidir. Bir taraftan bilimsel yeterliliği temin eden kurumlara önem verirken, diğer taraftan cumhuriyet adliyesinin dayanağı olacak yasaların bir an evvel oluşturulması göz önüne alınmalıdır. 1925 (Atatürk'ün S.D.l, s. 327) Adliyemizin güvendiğimiz yüksek gücü sayesindedir ki cumhuriyet, kaçınılmaz gelişimi izleyebilecek ve türlü şekil ve kılıktaki saldırılara karşı vatandaşın hukukunu ve memleketin düzenini korunmuş tutabilecektir. 1930 (Atatürk'ün S.D.l, s. 351) En yeni yasalarla donanmış olan adliyemizin doğru görüşü ve adaleti uygulamak için gösterdiği dikkat, milletin huzur ve düzenini korumaya yeterli ve güçlüdür. 1929 (Atatürk'ün S.D.I, s.346)
Eski hukuk anlayışı hakkında Milletimizi çöküşe mahkûm etmiş ve milletimizin gür sinesinde dönem dönem eksik olmamış olan girişim sahiplerini, çalışma ve çaba gösterenleri en nihayet ümitlerini kırıp bozguna uğratmış olan olumsuz ve ezici kuvvet, şimdiye kadar elinizde bulunan hukuk ve onun samimî izleyicileri olmuştur. Belki ağır ve cesurane olan tarihsel gözlemimin, seçkin topluluğunuz içinde ve cumhuriyet hükümetinin bugün hizmetlerinden yararlanmakta bulunduğu değerli memurlar ve hâkimlerimiz içinde kimsenin hayretine sebep olmayacağına inanıyorum. Bununla beraber biraz daha amacımı açıklamak için izin vermenizi rica ederim. Uluslararası genel tarihin akışında Türklerin 1453 zaferini, yani İstanbul'un fethini düşününüz. Bütün bu cihana karşı İstanbul'u sonsuza dek Türk topluluğuna mal etmiş olan kuvvet ve kudret, yaklaşık olarak aynı yıllarda bulunmuş olan matbaayı Türkiye'ye kabul için hukukçuların uğursuz karşı koymasını yenmeye muktedir olamamıştır. Köhne hukukun ve izleyicilerinin, matbaanın memleketimize girmesine izin vermeleri için, üç yüz yıl gözlemlemelerine ve tereddüt etmelerine ve leh ve aleyhte pek çok kuvvet ve kudret sarfetmelerine zorunluk ortaya çıkmıştır. Eski hukukun çok uzak ve çok eski ve yaşama kuvvetini kaybetmiş bir dönemini ve izleyicilerini seçtiğimi sanmayınız. Eski hukukun ve onun izleyicilerinin, yeni devrimler dönemimizde bizzat bana çıkardıkları güçlüklerden örnek getirmeye kalksam başınızı ağrıtmak tehlikesiyle karşılaşırım. Fakat bilesiniz ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin doğuş zamanında, onun bugünkü nitelik ve durumunu, hukuk esaslarına ve bilimsel ilkelere aykırı sayanların başında ünlü hukukçular bulunuyordu. Büyük Millet Meclisi'nde egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğunu ifade eden yasayı teklif ettiğim zaman, bu esasın Osmanlı Anayasası'na aykırılığından dolayı karşı bulunanların başında yine eski ve bilimsel erdemi ile milleti aldatan ünlü hukukçular bulunuyordu. Hatta cumhuriyet ilân olunduktan sonra meydana gelen feci bir olayı da, uyanık bakışlarınız önünde canlandırmak isterim. En büyük şehrimizin, bu memlekette belki Avrupa'da öğrenim görmüş yüksek uzmanlardan oluşan baro heyeti, açıkça hilafetçi olduğunu ilân eden ve ilân etmekle övünç duyan birisini kendisine başkan seçmiştir. Bu olay, kökne hukuk erbabının cumhuriyet anlayışına karşı içten ve gerçek olan durum ve eğilimini ifadeye yeterli değil midir? Bütün bu olaylar, devrimcilerin en büyük fakat en sinsi can düşmanının, çürümüş hukuk ve onun gücü tükenmiş izleyicileri olduğunu gösterir. Milletin ateşli devrim atılımları sırasında sinmek zorunda kalan eski yasa hükümleri, eski hukukçular, gayret ve çalışma gösterenlerin etki ve ateşi yavaşlamaya başlar başlamaz derhal canlanarak devrim esaslarını ve onun samimî izleyicilerini ve onların aziz ülkülerini mahkûm etmek için fırsat beklerler. Bu fırsat, eski yasaların varlığı ve eski hukuk esaslarının yürürlükte olmasıyla ve eski anlayışını içten ve yürekten korumada direnen hâkimlerin ve avukatların varlığıyla sağlanmıştır. Bugünkü hukuksal faaliyetlerimizin sebeplerini açıklamış oluyorum ümidindeyim. 1925 (M.E.İ.S.D.I, s. 29-30)
Hak ve kuvvet Herhalde dünyada bir hak vardır. Ve hak kuvvetin üstün dedir. 1919 (Nutuk III, s. 1184) Hukuk kuralları ve devlet Karakter olarak her insan, içinde yaşadığı toplumda yaşamın en mutlu, en kolay, en tatlı taraflarının kendisine düşmesini ister ve en kuvvetli olan, kendisinden zayıf olanları hiçe sayar. Bunun sonucu huzur, rahat, güven ve düzen içinde yaşamak imkansızlaşır. İşte insanlar arasında kavga yerine birbirine yardım, karşılıklı saygı, düzen koyan, herkese haklarını ve görevlerini tanıtan, hukuk kurulları ve bunların kararlı bir şekilde uygulanmasıdır. Bu iş, ancak devlet örgütünün ve kuvvetin bulunması sayesinde mümkündür. Devlet, herkesin hakkını ve görevini belirler. Hiç kimse, belirlenen sınır dışında bir hak iddia edemez. Bunun gibi, kendisi de fazla hiçbir görevle yükümlü tutulamaz. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 42 - 43) Devlet adamı ve adalet anlayışı Bu memlekette yargısız vatandaş öldürülmez. Vatandaş, ancak mahkeme kararıyla cezalandırılır. Devlet adamının böyle düşünmesi gerekir. 1919 (Cevat Dursunoğlu, Millî Mücadele'de Erzurum, s. 118) Adalet, bir devletin esası olduğuna göre, mahkemelerin sözde değil gerçekten tarafsızlığını temin, her işin başında bulunmalıdır. Hak sahiplerine güçlük çıkarmak, resmî dairelerde işlerini izleyen kimseleri bugün git, yarın gel diye birtakım zorluklara uğratmak, hükümet otoritesi maskesi altında halka zorbacasına durum almak, yakışıksız davranışlara kalkışmak gibi durumlar kesinlikle önlenmelidir. (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 57) Güvenlik ve hak işleriyle ilgili usullerde ve yasalarda kolaylık, çabukluk, açıklık ve kesinlik esas olmalıdır. 1937 (Atatürk'ün S.D.I, S. 378) Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 6. 2. 1930)
Yasa yapan kişilerin özellikleri Uzmanlarca bilinen bir gerçektir ki yasa koyan insanlar, birtakım seçkin özelliklere sahip olmak zorunluğundadırlar. O özelliklerden birincisi şudur: Yasa teklif eden, yasa yapan, yasa koyan bir insan, insanlığın bütün duygularını, bütün tutkularını herkesten daha çok sezer ve bilir. Fakat ruhunu herkesten fazla ve tamamen, bütün genişliğiyle bunlardan ayırmak kudret ve yeteneğine sahip olmalıdır. Bu seçkin özelliğe sahip olmayan insanlar, insan topluluğu için yasa yapmak hak ve yetkisinden alıkonulmuştur. Yasalar, duygulara dayanarak ve uyularak yapılamaz. 1921 (Atatürk'ün S.D.I, s. 193)
Yargıçlar hakkında Hâkimler ve adliye mensuplarının, hizmetlerinin şerefiyle orantılı üstün yeteneğe sahip bulunmaları adliyemizin ruhu değerindedir. 1922 (Atatürk'ün S.D.I, s.218) Hakimler vatandaşların özgürlüğünü korumayı düşünürken devlet otoritesinin gerçekten korunmuş olmasına dikkat etmeli ve ona saygı göstermelidirler. 1931 (vatan gazetesi, 19.2.1931;Taha Toros Atattürk'ün Adana seyahatleri s.38)
ŞAPKA VE KIYAFET DEVRİMİ
Şapka ve Kıyafet devriminin önemi
Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkı, uygardır; tarihte uygardır, gerçekte uygardır. Fakat ben, sizin öz kardesiniz, arkadaşınız, babanız gibi söylüyorum; uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, fikriyle, düşünüş biçimiyle uygar olduğunu kanıtlama ve gösterme zorunluğundadır. Uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, aile yaşamı ile, yaşayış tarzı ile uygar olduğunu göstermek zorunluğundadır. Nihayet uygarım diyen Türkiye'nin gerçekten uygar olan halkı, baştan aşağıya dış görünüşüyle dahi uygar ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermek zorundadır. Bu son sözlerimi açık ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolaylıkla anlasın. Bu açıklamamı yüksek topluluğunuza, tüm topluluğa bir soruyla yöneltmek istiyorum. Soruyorum: Bizim kıyafetimiz millî midir? Bizim kıyafetimiz uygar ve uluslararası mıdır? Size katılıyorum. Deyimimi hoş görünüz, altı kaval üstü şişane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de uluslararasıdır.
O halde kıyafetsiz bir millet olur mu, arkadaşlar? Böyle nitelendirilmeye razı mısınız, arkadaşlar? Çok değerli bir cevheri çamurla sıvayarak dünyaya göstermekte anlam var mıdır? Bu çamurun içinde cevher gizlidir, anlamıyorsunuz, demek doğru mudur? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak zorunludur, doğaldır. Cevherin korunması için bir kap yapmak gerekirse onu altından veya platinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt doğru mudur? Bizi tereddüde yöneltenler varsa onların ahmaklık ve kalınkafalığına karar vermekte hâlâ mı tereddüt edeceğiz?
Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp diriltmenin yeri yoktur. Uygar ve uluslararası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve elbette bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta kenarlıklı başlık. Bunu açık söylemek isterim : Bu başlığın ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur* gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! Buna, uygun değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok dalgınsınız ve çok bilgisizsiniz. Ve onlara sormak isterim: Yunan başlığı olan fesi giymek uygun olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel elbisesi olan cübbeyi ne zaman, ne için ve nasıl giydiler? 1925 (Mustafa Selim İmece,Atatürk'ün Ş.D.K. ve İS., s. 46) Devlet memurları, bütün milletin kıyafetlerini düzeltecektir. Bilim, sağlık açısından pratik olması nedeniyle her görüş noktasından denenmiş uygar kıyafet giyilecektir. Bunda, tereddüde yer yoktur. Yüzyıllarca devam eden dalgınlığın acı derslerini tekrarlamaya güç yoktur. Biz, uygar insan olduğumuzu kanıtlama ve gösterme için gerekeni yapmakta asla duraksamayacağız. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk'ün Ş.D.K. ve İS., s.61)
Kadın kıyafetinde devrim
Yolculuğum sırasında köylerde değil, bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok yoğun ve itina ile kapatmakta olduklarını gördüm. Özellikle bu sıcak mevsimde bu tarz, kendileri için kesinlikle eziyet ve sıkıntıyı gerektirdiğini tahmin ediyorum. Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim bencilliğimizin eseridir. Çok namuslu ve dikkatli olduğumuzun gereğidir. Fakat saygıdeğer arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi kavrayışlı ve anlayışlı insanlardır. Onlara ahlâka ait kutsal kavramları telkin etmek, millî ahlâkımızı anlatmak ve onların beynini bilgi ile, temizlikle donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra fazla bencilliğe gerek kalmaz. Onlar yüzlerini dünyaya göstersinler ve gözleriyle dünyayı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur. 1925(Atatürk'ün s.D.U, s. 211) Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştemal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu davranışın mâna ve anlamı nedir? Efendiler, uygar bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşî duruma girer mi? Bu durum, milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal düzeltilmesi gerekir. 1925 (Atatürk'ün S.D.II, s. 217)
|
Back To Top |
|
GONDEREN: stroyy on 04/08/2009 22:35:41 |
|
TÜRK KADINI VE KADIN HUKUKUNDA DEVRİM
Türk kadınının yeri ve görevleri Kadının anlamı
Kadınlarımızın her millette olduğu gibi, bizim milletimiz için de ne kadar yüksek önemi olduğunu söylemeğe gerek yoktur. Bizim milletimizde kadın, eskiden bu önemi, gerçekten en yüksek derecede kazanmıştır. Büyük atalarımız ve onların anaları, tarihin, olayların tanıklığıyla kanıtlamıştır ki,cidden yüksek erdemler göstermişlerdir. Burada birçok noktalardan sayabileceğimiz o erdemlerin en büyüğü ve en önemlisi, değerli evlâtlar yetiştirmeleriydi. Gerçekten, Türk milletinin bütün dünyada, yalnız Asya'da değil Avrupa'da dahi büyük ezici kudret göstermiş olması, çok parlak hareketler yapmış bulunması, hep öyle değerli anaların erdemli evlâtlar yetiştirmesi ve daha beşikten çocuklarının ruhuna mertlik ve erdem aşılaması sayesinde idi. Şunu söylemek istiyorum ki, kadınlarımızın genel görevlerde üzerlerine düşen paylardan başka kendileri için en önemli,en hayırlı, en er demli bir görevleri de iyi anne olmaktır.
Zaman ilerledikçe, bilim geliştikçe, uygarlık dev adımlarıyla yürüdükçe, yaşamın, yüzyılın bugünkü gereklerine göre evlât yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz. Anaların, bugünkü evlâtlarına vereceği eğitim eski dönemlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için, gerekli özellikler taşıyan evlât yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü yaşam için faal bir unsur haline koymak, pek çok yüksek özelliği kişiliklerinde taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız, hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha fazla bilgili olmak zorundadırlar. Eğer gerçekten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar. 1928 (Atatürk'ün S.D. II, s. 151-152) Bu millet, esas eğitimini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki, her dönemin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha yüksek kuşaklar yetiştirmeye yeteneklidir. (Enver Behnan Şapolyo, K. Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, s. 529) Yardımsevenler Derneği'nin ismi son şeklini henüz almadığı sırada yapılan bir toplantıda, birinin "İsim, Yoksul Kadınlara Yardım Derneği olsun!" demesi üzerine yazdırıp okuttuğu metinden: Yoksul kadın, burada hiçbir şeyi olmayan kadın anlamında alınmıştır. Halbuki kadın denilen varlık, kendiliğinden yüksek bir varlıktır. Onun yoksulluğu olamaz. Kadın yoksul demek, onun bağrından kopup gelen bütün insanlığın yoksulluğu demektir. Eğer insanlık bu halde ise kadına yoksul demek yakıştırılabilir. Gerçek bu mudur? Eğer kadın dünyada çalışan, başaran, zengin olan, maddî ve manevî zengin eden insanları yetiştirmişse, ona yoksul sıfatı verilebilir mi? Verenler varsa onlara nankör denirse doğru olmaz mı? Bizce, Türkiye Cumhuriyeti anlamınca kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en saygın düzeyde, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir varlıktır. (Perihan Naci Eldeniz, TIK. Belleten, Cilt: XX, Sayı: 80, 1956. s. 740)
-Efendiler, affedersiniz, bir noktayı açıklamak için bir an duracağım. "Efendiler!" dediğim zaman hanımefendiler ve beyefendiler demektir. Kolaylıkla kullanılması gereği ve bayanlarla bayların hepsini ifade etmek için bu sesleniş şeklini Uygun gördüm. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 86) Kadın varlığı, ulusun bin bir noktadan temelidir! Artık, kadını süs tanımak fikrini tazelemek doğru değil! (Müjgan Cunbur, Atatürk'ün ElyazısiyleKadınlar Hakkında Düşüncesi, Türk Kadını Dergisi, Sayı : 6, 1966, s. 19) Şuna inanmak gerekir ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir. 1923 (Atatamk'ün S.D. II, s. 85) Erkeklere ilk öğüdü, ilk eğitimi veren ve onun üzerinde ilk analık egemenliğini ve etkisini kuran, kadındır. 1930 (Afetinan, B.M. ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 89) Pek yakın bir gelecekte, kadının her anlamıyla erkekle eş olacağı bir dünya doğacaktır. (Atatürk'ten B.H., s. 58) Türk kadınının bilgi sahibi olması Düşmanlarımız, bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla suçluyorlar, duraklama ve çökmemizi buna bağlıyorlar; bu hatadır! Bizim dinimiz, hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir. Allah'ın emrettiği şey, erkek ve kadının beraber olarak bilim ve bilgiyi kazanmasıdır. Kadın ve erkek bu bilim ve bilgiyi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla donanmak zorunluğundadır. İslâm ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü sınırlamalarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar, bilim ve bilgi yönünden ve diğer hususlarda erkeklerden asla geri kalmamışlardır; belki dahaileri gitmişlerdir. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 86) Ben, saygıdeğer hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, tersine pek çok yönlerde onların üstüne çıkacak bilgi ve kültürle donanacaklarına asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle inananlardanım. 1923 (Atatürk'ün S.D.1I, s. 152 - 153) Türk kadını ve erdem
Türk kadını dünyanın en aydın, en erdemli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır sıklette değil; ahlâkta, erdemde ağır, ağırbaşlı bir kadın olmalıdır. Türk kadınının görevi, Türk'ü düşünüş biçimiyle, kol gücüyle, kararlılığıyla koruma ve savunmaya gücü yeter kuşaklar yetiştirmektir. Milletin kaynağı, sosyal yaşamın esası olan kadın, ancak erdemli olursa görevini yapabilir. Herhalde kadın çok yüksek olmalıdır. Burada Fikret* merhumun hepinizce bilinen bir sözünü hatırlatırım: "Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer!" 1925 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 231)
Türk kadını ve güzellik Şunu ilâve edeyim ki, Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihî olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin** dünya güzeli seçilmiş olmasını, çok doğal buldum. Fakat, Türk gençlerine bu nedenle şunu da hatırlatmayı gerekli görürüm: Övünç duyduğumuz doğal güzelliğinizi sağlıklı biçimde korumasını biliniz ve bu yolda uyanık bir gelişmenin arasız gerçekleşmesini ihmâl etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmak zorunluğunda olduğunuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi, yüksek kültürde ve yüksek erdemde dünya birinciliğini tutmaktır. 1932 (Cumhuriyet gazetesi, 3.8.1932)
Türk kadını ve yurt savunması
Bundan sonra Türk ırkı, kadınlarını, erkeklerinin yapmak zorunluğunda olduğu askerlik görevi dahil, bütün hizmetlere ortak ederse, Etilerde, İskitlerde, Amazonlarda olduğu gibi, kendi ırkından başkalarının hiçbir yardımına gereksinim duymaksızın büyük millî ülkülerine başlı başına ve bağımsız olarak yürümek yeteneğini kazanabilir. (Perihan Naci Eldeniz T.T.K. Belleten, Sayı: 80, 1956, s.741) Türkiye Cumhuriyeti'nin esas düşüncesi, kadınları değil, erkekleri dahi, savaş meydanına götürmemektir. Fakat, Türk ulusunun yüksek varlığına, herhangi taraftan olursa olsun, ilişildiği zaman, işte o zaman Türk kadınları Türk erkeklerinin bulunduğu yerde hazır ve uyanık ve etkin olacaklardır. Bu, insanlığın yüksek huzuru, rahatı ve dünya insanlığı için gerekli bir ödev olduğundandır ki, Türk kadını bunu yapacaktır ve yapagelmektedir ve yapar. (Perihan Naci Eldeniz, T.T.K. Belleten, Sayı: 80, 1956, s. 742)
Kadın hukukunda devrim gereği
Bir toplum, cinsinden yalnız birinin yeni gerekleri edin-mesiyle yetinirse, o toplum yandan fazla güçsüzlük içinde kalır. Bir millet ilerlemek ve uygarlaşmak isterse, özellikle bu noktayı esas olarak kabul etmek zorunluğundadır. Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktır. İnsanlar dünyaya alnında yazılı olduğu kadar yaşamak için gelmişlerdir. Yaşamak demek, faaliyet demektir. Bu sebeple bir toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer organı işlemezse o toplum felç olmuştur. Bir toplumun, hayatta çalışması ve başarılı olması için çalışmanın ve başarabilmenin bağlı olduğu bütün sebep ve şartları benimsemesi gerekir. Bundan ötürü bizim toplumumuz için bilim ve teknik gerekli ise bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın edinmeleri gerekir. Herkesçe bilinir ki, her alanda olduğu gibi sosyal yaşamda da iş bölümü vardır. Bu genel iş bölümü arasında kadınlar, kendilerine ait olan görevleri yapacakları gibi aynı zamanda sosyal topluluğun refahı, mutluluğu için gerekli gündelik çalışmaya da dahil olacaklardır. Kadının ev görevleri, en ufak ve önemsiz görevidir. Kadının en büyük görevi, analıktır. İlk eğitim verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse bu görevin önemi gereğince anlaşılır. Milletimiz, kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir. Bugünün gereklerinden biri de, kadınlarımızın her konuda yükselmelerini temindir. Bu sebeple kadınlarımız da okumuş ve bilgi sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğrenim aşamalarından geçeceklerdir. Sonra, kadınlar sosyal yaşamda erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı ve koruyucusu olacaklardır. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, s. 85-86) Bu kadın sorununda cesur olalım. Kuruntuyu bırakalım, açılsınlar, onların beyinlerini ciddî bilim ve bilgi ile süsle-yelim. Namusu, bilgiyi sağlıklı şekilde açıklayalım. Şeref ve onur sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim. 1918 (Afetinan, M. Kemal Atatürk'ün Karlsbad Hatıraları, s. 45)
Arkadaşlar, Türk milleti çok büyük olaylarla kanıtladı ki, yeniliksever ve devrimci bir millettir. Son yıllardan önce de milletimiz yenileşme yolları üzerinde yürümeye, sosyal devrime girişmemiş değildir. Fakat, gerçek sonuçlar görülemedi. Bunun sebebini araştırdınız mı? Bence sebep, işe esasından, temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu konuda açık söyleyeceğim: Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki bir kitlenin bir parçasını ilerletelim, diğerine göz yumalım da kitlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok yükselme adımları, dediğim gibi, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol alınmak gerekir. Böyle olursa devrim başarılı olur. 1925 (Atatürk'ün S.D.II, S. 216-217) Daha endişesiz ve korkusuzca, daha yanlışsız olarak yürüyeceğimiz yol vardır: Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak, yaşamımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını bilimsel, ahlaksal, sosyal, ekonomik yaşamda erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur. 1923 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 150-151) Çok büyük sevinçle görüyoruz ve görmekteyiz ki, her yerde hanımlarımız erkeklerle fikir ve bilgi yolunda yarışırcasına yürüyorlar. Yine gönül borcuyla ifade etmek gerekir ki, hiçbir yerde kadınlarımız erkeklerin aşağısında değildir. Hemen her yerde kadın ve erkek düzeyi arasında bir denklik görmekteyim. Bu durum övünmeye değerdir. Kadınlarımızın, daha elverişsiz şartlar altında erkeklerden geri kalmayışı ve belki aynı şartlar altında erkeklerden ileri gidişi Övüncü gerektirir. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 152) Türk kadınının siyasal yaşama katılma isteği Türk kadınları, memleketin yazgısını millet adına yöneten siyasî topluluğa dahil olmak arzusunu göstermekle, memleketin, milletin vatandaşlara yüklediği görevlerin hiçbirinden kendilerinin uzak bırakılacağını düşünmezler. Çünkü, görev karşılığı olmayan hak yoktur. 1931 (Atatürk'ün S.D.II, s. 265)
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınması Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasal yaşamda bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını, artık tarihlerde aramak gerekecektir. Türk kadını evdeki uygar yerini yetkiyle almış, iş yaşamının her aşamasında başarılar göstermiştir. Siyasal yaşamda belediye seçimlerinde deneyimini yapan Türk kadını, bu kere de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Uygar memleketlerin bir çoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu yetki ve başarıyla kullanacaktır. (Perihan Naci Eldeniz, T.T.K. Belleten, Cilt: XX, Sayı:80, 1956, s. 741)
Kadının siyasal yetersizliğine mantıklı hiçbir sebep yoktur. Bu konudaki tereddüt ve olumsuz düşünüş biçimi, geçmişin toplumsal bir niteliğinin can çekişen bir hatırasıdır. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 89) Siyasal ve sosyal hakların kadın tarafından kullanılmasının, insanlığın mutluluğu ve saygınlığı açısından gerekli olduğuna İnanıyorum. 1935 (Ayın Tarihi, No: 17, 1935, s.14) Türk kadınlığının, yeni girdiği siyasal alanda da değerli işler başarmasını dilerim. 1934 (Ulus gazetesi, 10.12.1934)
Türk kadını ve dünya barışı Milletlerarası Kadın Kongresi delegelerine söylemiştir: - Türk kadınının, dünya kadınlığına elini vererek dünyanın barış ve güveni için çalışacağına güvenebilirsiniz. 1935 (Tan gazetesi, 27.4. 1935)
MİLLÎ EĞİTİM
Eğitim ve öğretimin önemi
En önemli ve verimli görevlerimiz, eğitim ve öğretim işleridir. Eğitim ve öğretim işlerinde kesinlikle başarı sağlamak gerekir. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu yolla olur. 1922 (Atatürk'ün MA.D. s. 10) Eğitim ve öğretimde hızla yüksek bir düzeye çıkacak bir milletin, yaşam mücadelesinde maddî, manevî bütün kuvvetlerinin artacağı kesindir. Eğitim ve öğretim faaliyetimiz ilk öğretimin fiilen genel ve zorunlu olmasını, memlekette eğitim birliğini, orta öğretimin iyi araçlarla artırılmasını ve kolaylaştırılmasını, meslek öğretiminin ilk ve orta derecesinden en yüksek derecesine kadar memlekette sağlanmasını, yüksek öğretimin de sayıda olduğu kadar değerde de bu yüzyılın gereksinimlerine yeterliğini hedef tutmuştur. 1928 (Atatürk'ün S.D.l, 345) Eğitim ve öğretim, millet olmanın, bayındır bir vatan kurmanın temel şartıdır. Dünyanın, olacağına akıl erdiremediği büyük ve millî bir mücadeleyi başarmış olan Türkiye, olmaz gibi görünen bu önemli ve çok büyük savaşı da başarıyla sonuçlandıracaktır. Bunda hiç kimsenin şüphesi olmasın. 1922 (S.Edip Balkır, Eski Bir Öğretmenin Anılan, s. 99) Memlekette eğitim ve öğretim ışığının yayılmasına ve en derin köşelere kadar işlemesine özellikle gözlerimizi çeviriyoruz. 1924 (Atatürk'ün S.D.I, s. 316) Pratik ve kapsamlı bir eğitim ve öğretim için, vatan sınırlarının önemli merkezlerinde modern kitaplıklar, bitkileri ve hayvanları içeren bahçeler, konservatuarlar, sanat okulları, müzeler ve güzel sanatlarla ilgili sergiler kurulması gerektiği gibi, özellikle şimdiki yönetimsel yapıya oranla kaza merkezlerine kadar bütün memleketin basımevleriyle donatılması gerekmektedir. Bütün bu güzel şeylerin bir an içinde oluşturulması imkânsız olmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde bu sonuçların elde edilmesi önemle dileğe değerdir. 1923 (Atatürk'ün S.D.I, s.288)
Eğitimin millî oluşu ve önemi
Türkiye'nin eğitim ve öğretim siyasetini her derecesinde tam bir açıklık ve hiçbir tereddüde yer vermeyen kesinlikle ifade etmek ve uygulamak gerekir. Bu siyaset her anlamıyla millî bir nitelikte gösterilebilir. 1924 (Atatürk'ün S.D.l, s. 317)
Eğitimdir ki, bir milleti özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder. Eğitim kelimesi yalnız olarak kullanıldığı zaman herkes kendince istediği bir anlama geçer. Ayrıntılarına girişilirse eğitimin hedefleri, amaçları çeşitlenir. Meselâ dinî eğitim, millî eğitim, uluslararası eğitim... Bütün bu eğitimlerin hedef ve amaçları başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türk Cumhuriyeti'nin yeni kuşağa vereceği eğitimin, millî eğitim olduğunu kesinlikle ifade ettikten sonra diğerleri üzerinde durmayacağım. Yalnız işaret etmek istediğim anlamı kısa bir örnek ile açıklayacağım: Yeryüzünde üç yüz milyonu geçen İslâm vardır. Bunlar ana, baba, hoca eğitimiyle, eğitim ve ahlâk almaktadırlar. Fakat acınarak söylüyorum, gerçek olay şudur ki, bütün bu milyonlarca insan kitleleri şunun veya bunun tutsaklık ve hor-görü zincirleri altındadır. Aldıkları manevî eğitim ve ahlâk, onlara bu tutsaklık zincirlerini kırabilecek insanlık niteliğini verememiştir, veremiyor. Çünkü eğitimlerinin hedefi millî değildir. Millî eğitimin ne demek olduğunu bilmekte artık hiçbir şekilde karışıklık kalmamalıdır. Bir de millî eğitim esas olduktan sonra onun dilini, yöntemini, araçlarını da millî yapmak zorunluğu tartışmadan uzaktır. Millî eğitim ile geliştirmek ve yükseltmek istenilen genç beyinleri, bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayalî fazlalıklarla doldurmaktan dikkatle kaçınmak gerekir. 1925 (Atatürk'ün S.D. II, s. 198)
Öğretim Birliği Büyük millet, dünya uygarlık ailesinde saygın yer sahibi olmaya lâyık Türk milleti, evlâtlarına vereceği eğitimi okul ve medrese adında birbirinden büsbütün başka iki cins kuruma bölmeye bugünkü günde katlanabilir miydi? Eğitim ve öğretimde birlik olmadıkça aynı fikirde, aynı düşünüş biçiminde bireylerden oluşmuş bir millet yapmaya imkân aramak boş şeylerle uğraşmak olmaz mıydı? 1925 (Atatürk'ün S.D.1I, s. 210) Milletin halk oyunda belirlenen eğitim ve öğretimin birleştirilmesi kuralının zaman kaybetmeksizin uygulanması gereğini görüyoruz. Bu yolda gecikmenin zararları ve bu yolda çok isteğin ciddi ve verimli sonuçları hızlı kararınızı belirleme nedeni olmalıdır. 1924 (Atatürk'ün S.D.I, s.317) Memlekette eğitim ve öğretim esaslarını bilimsel ve bağımsız bir merkezden yönetme amacıyla düşünülen "Talim ve Terbiye Dairesi" kurulmuş ve genel olarak öğretimin programları ve kitapları üzerinde ciddî kararlar alınmıştır. 1926 (Atatürk'ün S.D.I, s.334)
Bilgisizliği ortadan kaldırmak
Eğitim ve öğretimin önemini açıklamak fazla bir şey olur. Bu memlekette eskiden beri bir bilgisizlik devam ediyor. Eski yönetimler, bu bilgisizliği sürdürmeyi kendi devamları için bir gerek gibi düşünüyorlardı. Bu memlekette bilgisizliği hızla ortadan kaldırmak gerekir. Başka kurtuluş yolu yoktur. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 3.12.1929) Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı var sayamayız.Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşa yamayız. Tam tersine ileri, uygar bir millet olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız; bu yaşam, ancak bilim ve teknikle olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve her millet bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için sınır ve şart yoktur. Hiçbir mantıklı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inançların korunmasında direnen milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede, sınırlama ve şartları aşamayan milletler yaşamı, mantıklı ve pratik göremez; yaşam felsefesini geniş gören milletlerin egemenliği ve tutsaklığı altına girmeye mahkûmdur. Bütün bu gerçeklerin milletçe iyi anlaşılması ve iyi sindirilebilmesi için, her şeyden evvel bilgisizliği ortadan kaldırmak gerekir. Bu sebeple eğitim ve öğretim programımızın, eğitim ve öğretim siyasetimizin temel taşı, bilgisizliğin giderilmesidir. Bu giderilmedikçe yerimizdeyiz. Yerinde duran bir şey ise, geriye gidiyor demektir. Bir taraftan genel olan bilgisizliği gidermeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplum yaşamında kendisi pratik, etkin ve verimli bireyler yetiştirmek gerekir. Bu da ilk ve orta öğretimin pratik bir şekilde olmasıyla mümkündür. Ancak bu sayede toplumlar iş adamlarına, sanatkârlarına sahip olur. Şüphesiz ki millî dehamızı geliştirecek, duygularımızı lâyık olduğu dereceye eriştirmek için yüksek meslek erbabını da yetiştireceğiz. Çocuklarımızı da aynı öğretim derecelerinden geçirerek yetiştireceğiz. 1922(Atatürk'ün S.D.II., s 44-45) Memleketteki bilgisizliği kesinlikle gidermelidir. Bunu yapmak zorundayız. Hepimizin esenliği için bunu yapacağız. Yazık ki, memlekette bilenler azınlığı oluşturuyor. Hepimizin kişisel mutluluğu, çoğunluğun yaşam ve mutluluğuyla mümkündür. Eğer çoğunluk, yani memleket ve millet mutlu ve bayındır olmazsa beş, on kişinin mutluluğundan ne çıkar? Bir memleketteki azınlık, eğer çıkarını çoğunluğun bilgisizliğinde ararsa genel felâket kaçınılmazdır. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 9.1.1930)
Büyük Türk milletinin, evlâtlarını yüksek bir eğitim ve uzmanlıkla yetiştirmek için harcadığı çaba ve emekler az değildir. Özel ve genel yönetimlerden millî eğitime ayrılan araçlar, çeşitli bakanlıklardan orta ve yüksek öğretime harcanan gayretler ve nihayet malî gücü olan ailelerin, genel ve özel yönetimlerin Avrupa'da öğretim için harcadıkları çabalar, eğer memlekette resmen sorumlu olan güçlü ilgililerin izlemesi ve gözetimi altında birleştirilirse, alacağımız sonuçların çok daha fazla ve geçireceğimiz gelişme zamanının çok daha kısa olacağı kuşkusuzdur. 1928 (Atatürk'ün S.D.I, s. 345)
Millet okulları Millet okulları normal öğretim dışında kadın ve erkek yüz binlerce vatandaşın aydınlanmasına hizmet etti. Bu okulların daha fazla bir çaba ve istekle devam ettirilmesi gerekir. 1929 (Atatürk'ün S.D.1, s347)
Okulun anlamı, önemi ve görevi Bir milleti, düştüğü herhangi bir felâketten kurtarmakta, bir milleti doğru yola yöneltmekte devlet adamlarının taşıdığı büyük önem, inkâr edilemez. Hattâ diyebiliriz ki, bugünü görmek, milleti yönetenlerin doğruluğu ve namusu, vatanseverce millî gayreti ve özellikle kişisel çıkarlarından uzaklaşmaları sayesinde mümkün olmuştur. Fakat, bugün eriştiğimiz nokta, gerçek kurtuluş noktası değildir. Bu fikrimi açıklayayım: Bir milletin felâkete uğraması demek, o milletin hasta, hastalıklı olması demektir. Bu sebeple kurtuluş, toplumdaki hastalığı belirlemek ve tedavi etmekle elde edilir. Hastalığın tedavisi bilimsel ve bilgiye dayalı bir tarzda olursa iyileşir; yoksa tersine hastalık devam edip gider ve tedavisi imkânsız bir hale gelir. Bir toplumun hastalığı ne olabilir? Milleti millet yapan, ilerletip yükselten kuvvetler vardır: Fikir kuvvetleri ve sosyal kuvvetler... Fikirler anlamsız, mantıksız, boş sözlerle dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır. Aynı şekilde sosyal yaşam akıl ve mantıktan uzak, faydasız ve zararlı birtakım inançlar ve geleneklerle dolu olursa felce uğrar. Evvelâ işe fikrî ve sosyal kuvvetlerin kaynaklarını arıtmadan başlamak gerekir. Memleketi, milleti kurtarmak isteyenler için, vatanseverlik, temiz yüreklilik, özveri gerekli olan özelliklerdendir. Fakat, bir toplumdaki hastalığı görmek, onu tedavi etmek, toplumu yüzyılın gereklerine göre ilerletebilmek için, bu özelliklerin yanında bilim ve teknik gerekir. Bilim ve teknikle ilgili girişimlerin etkinlik merkezi ise okuldur.
Bu sebeple okul gerekir. Okul adını hep beraber hürmetle, saygıyla analım! Okul genç beyinlere, insanlığa saygıyı, millet ve memlekete sevgiyi, şerefı, bağımsızlığı öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en doğru yolu belletir. Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların, aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları gerekir. Bunu temin eden okuldur.Ancak bu şekilde her türlü girişimin mantıklı sonuçlara erişmesi mümkün olur. 1922 (Atatürk'ün S.D. II, s. 42-43) Milletimizin siyasal, toplumsal hayatında, milletimizin fikrî eğitiminde rehberimiz bilim ve teknik olacaktır. Okul sayesinde, okulun vereceği bilim ve teknik sayesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzelliğiyle gelişir. 1922 (Atatürk'ün S.D.II, s. 43)
Eğitim ve köylü
Bu memleketin asıl sahibi ve toplumumuzun esas unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar bilgi ışığından mahrum bırakılmıştır. Bundan ötürü, bizim izleyeceğimiz eğitim siyasetinin temeli, evvelâ mevcut bilgisizliği ortadan kaldırmaktır. Ayrıntılara girmekten kaçınarak bu fikrimi bir kaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafî, tarihî, dinî ve ahlâkî bilgi vermek ve dört işlemi öğretmek, öğretim ve eğitim programımızın ilk hedefidir. Bu hedefe erişmek, millî eğitim tarihimizde kutsal bir aşama oluşturacaktır. 1922 (Atatürk'ün S.D.I, s. 223-224) Üniversite reformu hakkında
1932 yılında hükümet tarafından İsviçre'den davet edilen Prof. Malche 'in İstanbul Darülfünunu ile ilgili raporunu okuduktan sonra yazdığı notlardan: .. Bu adam, yüksek millî bir bilim kurumuna değiniyor ve bütün ifadeleri yalnız bu değinmesini açıklamaya çalışır niteliktedir. Yoksa kurumun maddî hiç ve özellikle manevî daha hiç beğeneni olamadığını söylemekten çekinmiyor. Profesörü bu ifadesiyle bilgisizlikle suçlayacak değiliz; tersine takdir ederiz. Takdir ederiz; çünkü, bu adam bütün inceliğini kullanarak diyor ki: Ben sizi anlamadım ki, ben sizi anlamıyorum ki, ne yapmak istediğiniz hakkında, sizinle, Türklük'le orantılı yüksek üniversiteyi nasıl kurmak istediğinizde belli bir fikrim yoktur. *
Okuduğumuz rapor bir bakıma göre, sanki Türkiye'de bir yüksek öğretim kurumu kurmak için öğütleri kapsıyor; halbuki gerçekte, bütün Türkiye'de bir kültür programının ne olmasına, nasıl olmasına işarettir. O halde bizim için, İstanbul Darülfünunu'nu ne yapalım diye bir sorun yoktur. Bizim için, bütün Türkiye'de nasıl bir kültür plânı yapalım? Sorun budur. İşte biz, yalnız ve yalnız bu çetin sorun karşısındayız ve onu kesinlikle çözümlemek zorunluğundayız. Bu sorun açık şekilde çözümlenmedikçe İstanbul Darülfünunu'nun düzeltilmesinden söz etmek ayıptır, gereksizdir, anlamsızdır. Şimdi bu son ve önemli sorun ile uğraşan ve onu sonuçlandırma zorunluğunda bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bütün uygar âlemdeki fikrî, bilimsel okul faaliyetleri hakkında en son ve yeni uzmanlıklardan yararlanma gereğine inanıyorsa ve bunu yüksek çağdaş ilerlemelere karşı bir zorunluluk halinde düşünüyorsa -ki bence öyledir- o halde bu rapor sahibi olan profesörü, fakat yalnız bunu değil, Almanya'nın, İngiltere'nin, Amerika'nın bilim âleminde yüksekliği tanınmış profesörlerini Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim merkezi olan Ankara'ya davet etmek ve onları orada toplamak için, hiçbir özveriden çekinmez. Esas görüşler, Ankaralı olsun; davet olunan bilginler, bu yüksek millî görüş noktasını kesinlikle pekiştireceklerdir. İşte ondan sonra, yukarda söz konusu ettiğimiz kültür programı belirlenmiş olacaktır. Ondan sonra Darülfünun yahut Türk Üniversitesi dediğimiz zaman, hemen Türk ilkokulları karşımıza çıkacak! Şüphesiz Türk ilkokulları, Türk orta ve lise okulları Türk yüksek topluluğu için, Türk yüksek topluluğunun istediği nitelikte öğrenci yani muhatap, zekâ, bilim, teknik, özetle insanlık yeteneği yetiştirdikten sonradır ki, Türkiye'nin şurasında burasında ve her yerinde üniversite enstitülerinden söz edilebilir. 1932 (A.Ü.R.N., s. 8-10)
Üniversite hakkında
Üniversitenin varlığına ve gelişmesine ve yüksek bir üniversitenin milletin genel eğitiminde, uygar gelişiminde sahip olduğu kesin etkilere özellikle dikkatinizi çekerim. 1924 (Atatürk'ün S.Dİ, s.317) Üniversite kurmaya verdiğimiz önemi söylemek isterim. Yarım önlemlerin kısır olduğuna şüphe yoktur. Bütün işlerimizde olduğu gibi eğitim ve öğretimde ve kurulan Üniversite*'de de köklü önlemlerle yürümek kesin kararımızdır. 1933 (Cumhuriyet gazetesi, 2.9.1933)
İstanbul Darülfünunu'nun kapatılmasından sonra 18 Kasını 1933 günü İstanbul Üniversitesi'nin öğretime açılması nedeniyle kendisine gönderilen saygı ve bağlılık telgrafına cevabı: İstanbul Üniversitesi'nin açılmasından çok sevinç duydum. Bu yüksek bilim ocağında, kıymetli profesörlerin elinde Türk çocuğunun eşsiz zekâ ve eşsiz yeteneğinin çok büyük gelişmelere erişeceğine inanıyorum. 1933 (Milliyet gazetesi, 21. XI. 1933) Memleketi, şimdilik üç büyük kültür bölgesi halinde düşünerek; batı bölgesi için, İstanbul Üniversitesi'nde başlanmış olan düzenleme programını daha köklü bir şekilde uygulayarak Cumhuriyet'e cidden modern bir üniversite kazandırmak; merkez bölgesi için, Ankara Üniversitesi'ni az zamanda kurmak gerekir. Ve doğu bölgesi için Van Gölü kıyılarının en güzel bir yerinde, her şubeden ilkokullarıyla ve nihayet üniversitesiyle modern bir kültür şehri yaratmak yolunda, şimdiden işe başlanılmalıdır. Bu hayırlı girişimin, doğu illerimiz gençliğine kazandıracağı verim, Cumhuriyet Hükümeti için ne mutlu bir eser olacaktır. 1937 (Atatürk'ün S.D. I, s. 386) Yüksek öğretim gençlerini, istediğimiz ve gereksinim duyduğumuz gibi millî bilinçli ve modern kültürlü yetiştirmek için İstanbul Üniversitesi'nin gelişmesi, Ankara Üniversitesi'nin tamamlanması ve Doğu Üniversitesi'nin yapılan incelemelerle belirlenmiş olan esaslar içinde, Van Gölü yöresinde kurulması çalışmalarına hızla ve önemle devam edilmektedir. 1938 (Atatürk'ün S.D.I, s. 394)
Öğretmenlerin oluşturduğu kültür ordusu Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya gerek vardır: Biri vatanın yaşamını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin geleceğini yoğuran kültür ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de değerlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir. Fakat bu iki ordudan hangisi daha değerlidir, hangisi diğerine üstün tutulur? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz; bu iki ordunun ikisi de çok önemlidir. Yalnız siz, kültür ordusu mensupları, sizlere bağlı olduğunuz ordunun değer ve kutsallığını anlatmak için şunu söyleyeyim ki, sizler ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir ordunun bireylerisiniz. 1923 (M.E.İ.S.D.1, s. 17) Bir millet kültür ordusuna sahip olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin sürekli sonuçlar vermesi, ancak kültür ordusunun varlığına bağlıdır. Bu ikinci ordu olmadan, birinci ordunun verimli sonuçlan kaybolur. 1923 (M.E.İ.S.D.I, s. 17) İzmir'de öğretmenlere karşı yaptığı konuşmadan: Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz millet adını almak yeteneğini kazanmamıştır. Ona alelade bir kitle denir; millet denemez. Bir kitle, millet olabilmek için,kesinlikle eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki,bir toplumu gerçek millet haline koyarlar. Bizim milletimiz elbette dünyanın takdirlerine hak kazanmış bir toplumdur.Fakat onu lâyık olduğu şeref derecesine eriştirecek sizlersiniz. Millet, memleket, Cumhuriyet sizden yüksek hizmet beklemektedir. 1925 (M.E.1.S.D.1, s. 25) Memleketin gereksinim duyduğu öğretmen sayısı düşünülürse, bunun daha yüz katına çıkması gerekir. Sayı eksiği, yetişen öğretmenlerimizin değer ve erdemdeki yüksekliğiyle ancak karşılanabilir. 1924 (Büyük Tarih Trabzon'da, s. 10) Cenab-ı Hakk'a binlerce gönül borcu ve teşekkür olsun ki, düşman karşısındaki aziz ordular için harcadığımız bütün emekler mutlu sonuçlarını verdi. Artık bundan sonra aynı kuvvet, aynı çalışma, aynı çabayla kültür ordusu için çalışacak ve birincide olduğu gibi bu ikinci ordudan da emeklerimizin, çalışmalarımızın, çabalarımızın mutlu ve zafere erişmiş sonuçlarını aynı parlaklık ve aynı verimlilikle elde edeceğiz. Arkadaşlar! Asker ordusuyla kültür ordusu arasındaki benzeyiş ve uygunluğu belirtmiş olmak için şunu da ilâve etmeliyim: Değerli bir eserde ordunun ruhu, subay ve komuta kuruludur, deniliyor. Gerçekten böyledir. Bir ordunun değeri subay ve komuta kurulunun değeri ile ölçülür. Siz öğretmen hanımlar ve öğretmen beyler, sizler de kültür ordusunun subaylar ve komuta kurulusunuz. Sizin ordunuzun değeri de sizlerin değerinizle ölçülecektir. Bağımsızlık mücadelesinde, üç, dört yıldır, düşmanı topraklarımızda mahvetmek için yaptığımız savaşta ordunun ruhu olan subaylar ve komuta kurulu ve yüksek rütbeli askerler değerlerinin yüksekliğini nasıl göstermiş ve kanıtlamışsa, bundan sonra yapacağımız aydınlanma ve devrim mücadelesinin, milletimize bir karanlık gibi çöken genel bilgisizliği yenme ve ortadan kaldırma savaşında da kültür ordusunun ruhu olan siz öğretmen hanımlar ve öğretmen beylerin aynı yeteneği göstereceğinize inanıyorum. Hepinizi bu güvenle selâmlarım, saygıdeğer arkadaşlar! 1923 (Atatürk'ün s.D.11, s.164-165)
Öğretmenin değeri, yeri ve görevi
Büyük ve soylu milletimizin insan gücü üstündeki savaşım ve özverileri ile kazanılan zaferler, pek parlak olmakla beraber bizi henüz gerçek mutluluk ve kurtuluşa eriştirememiştir. Bu zaferlerin değerli sonuçlarını tam olarak toplamak, birçok kan ve can karşılığında elde ettiğimiz millî bağımsızlık ve egemenliğimizi her türlü saldırıdan korumak için aynı emek, aynı kararlı davranış ve özverili duyguyla daha çok, pek çok çalışmaya gerek vardır. Memleketi bilim, kültür, ekonomi ve bayındırlık alanında da yükseltmek, milletimizin her hususta pek verimli olan yeteneklerini geliştirmek, gelecek kuşaklara sağlam, değişmez ve olumlu bir karakter vermek gerekir. Bu kutsal amaçları elde etmek için savaşan aydın kuvvetlerin arasında öğretmenler, en önemli ve özen gerektiren yeri almaktadırlar. 1923 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s. 487) Kadın ve erkek öğretmenlerimizin yeni kuşağı yetiştirmek için harcadıkları özverili çalışma ile beraber toplumumuz içinde yeni düşünüş biçimini ve uygar yaşamı aşılama ve yayma için yaptıkları iyi etkiler, bu seçkin kurulların yüksek görevlerini ne kadar kavramış olduklarını göstermektedir. 1925 (Atatürk'ün S.D.I, s.328) Daha şimdiden, kadın ve erkek cumhuriyet öğretmenlerinin, eğitim ve öğretim kurullarının yetiştirmekte oldukları öğrenci ile beraber, gerçek bir kültür ordusu manzarası gösterdiğine bizzat tanık oldum. Bu aydın kurulların, bulundukları ortamlarda, öğretim çevrelerindeki öğrenciden başka doğrudan doğruya halk üzerindeki çok verimli etkilerini büyük memnunlukla anarım. Bu husus aynı zamanda cumhuriyetsever ve ilerlemeye istekli halkımızın okula, aydınlanmaya olan özlemini ve bilgisizlik ve bağnazlığa olan düşmanlığının şiddetini de ifade eden en kuvvetli kanıttır. 1924 (Atatürk'ün S.D.I, s.322) Bir köy okulunu ziyaretinde, ders vermekte olan genç bir öğretmenin sınıfına girdiği zaman, öğretmenin, yerini kendisine bırakması üzerine söyledikleri: - Hayır, yerinize oturunuz ve dersinize devam ediniz! Eğer izin verirseniz, biz de sizden yararlanmak isteriz. Sınıfa girdiği zaman cumhurbaşkanı bile, öğretmenden sonra gelir. (Atatürk'ten B.H., s. 40)
Öğretmenlere söylemiştir: Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacak ve sürdüreceksiniz ve kesinlikle başaracaksınız! Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım, sizi izleyeceğiz. Ve sizin karşılaşacağınız engelleri kıracağız. 1922 (Atatürk'ün MA.D., s. 10) Okullarda öğretim görevini ve güvenilir ellere teslimini,memleket evlâdının, o görevi kendine hem bir meslek, hem bir ülkü sayacak üstün ve saygıdeğer öğretmenler tarafın dan yetiştirilmesini temin için öğretmenlik, diğer serbest ve yüksek meslekler gibi, aşama aşama ilerlemeye ve herhalde refah teminine elverişli bir meslek haline konulmalıdır. Dünyanın her tarafında öğretmenler, toplumun en özverili ve saygıdeğer unsurlarıdır. 1923(Atatürk'ün S.D.I, s. 289) Öğretmenler, her fırsattan yararlanarak halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutur bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır. 1927 (Atatürk'ün S.D.V, s.46) Yeni kuşak, en büyük cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır! 1924 (Büyük Tarih Trabzon'da, s. 11) Yeni Türkiye'nin birkaç yıla sığdırdığı askerî, siyasî,idarî devrimler çok büyük, çok önemlidir. Bu devrimler, sayın öğretmenler, sizin toplumsal ve fikrî devrimdeki başarılarınızla desteklenecektir. Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden "fikri özgür, vicdanı özgür, sezişi özgür" kuşaklar ister! 1924 (M.E.İ.S.D.1, s. 20) Öğretmenler! Yeni kuşağı, cumhuriyetin özverili öğretmen ve eğitimcileri,sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni kuşak,sizin eseriniz olacaktır. Eserin değeri, sizin beceriniz ve öz veriniz derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet fikir,bilim, teknik ve beden yönünden kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni kuşağı, bu özellik ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir. 1924 (M.E.İS.D.1, s. 19) Öğretmenlerle yaptığı bir toplantı sırasında söylemiştir: Bu dakika karşınızda duyduğum en samimî duyguyu izninizle söyleyeyim: İsterdim ki çocuk olayım ve sizin bilgi saçan öğretim alanınızda bulunayım, sizden yararlanayım, siz beni yetiştiresiniz! O zaman milletim için, daha yararlı olurdum; fakat ne yazık ki, yerine getirilmesi imkânsız bir arzu karşısında bulunuyoruz. Bu arzunun yerine başka bir istekte bulunacağım: Bugünün evlâtlarını yetiştiriniz! Onları memlekete, millete yararlı unsurlar yapınız! Bunu sizden istiyorum ve rica ediyorum. 1922 (Atatürk'ün S.D.II, s. 42)
İsterim ki, daima idealimi gençlere aşılayasınız ve daima korumak hususunda çalışasınız. (Şemsettin Günaltay, 1951 Olağanüstü Türk Dil Kurultayı, s. 32) İlköğretimde hedefimiz, bunun genel olmasını bir an evvel gerçekleştirmektir. Bu sonuca varmak, ancak, arasız önlem almakla ve onu yöntemli uygulamakla mümkün olabilir. Milletin başlıca bir işi olarak, bu konuda ısrar etmeyi gerekli görüyorum. Sanat ve teknik okullarına rağbet artmıştır. Bunu sevinçle söylerken, her türlü özendirmeyi artırmak gerektiğini de ilâve etmek isterim. 1936 (Atatürk'ün S.D.l, s. 372)
Eğitim ve Öğretim Hakkında İlköğretimin yayılması için, sade ve pratik önlemler almak yolundayız. İlköğretimde amacımız, bunun genel olmasını bir an önce gerçekleştirmektir. Bu sonuca varmak,ancak kesintisiz önlem almakla ve onu düzenli uygulamakla mümkün olabilir. Milletin başlıca bir işi olarak, bu konuda ısrar etmeyi gerekli görüyorum. 1936 (Atatürk'ün S.D.l, s.372) Eğitim ve öğretimde uygulanacak yol, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir zorbalık aracı yahut uygar bir zevkten ziyade, maddî hayatta başarılı olmayı temin eden pratik ve kullanılması mümkün bir donanım haline getirmektir. Millî Eğitim Bakanlığı bu esasa önem vermelidir. 1923 (Atatürk'ün S.D.l, s. 288) İlk ve ortaöğretim kesinlikle insanlığın ve uygarlığın gerektirdiği bilimi ve tekniği versin, fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkûm olmadığına emin olsun. (Gazinin NA.V., Muhit Mec, Sene: 3, No : 132, 1931, s. 9) Eğitim ve öğretimin amacı, yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha ziyade memlekete ahlâklı, karakterli, cumhuriyetçi, devrimci, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek yetenekte, doğru düşünüşlü, iradeli, hayatta tesadüf edeceği engelleri yenmeye kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programlarını ve sistemlerini ona göre düzenlemelidir. (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955 s. 62)
Bir taraftan bilgisizliği ortadan kaldırmaya, bir taraftan da memleket evlâdını sosyal ve ekonomik hayatta fiilen etkili ve verimli kılabilmek için gerekli olan ilkel bilgiyi pratik bir şekilde vermek, eğitim ve öğretim yöntemimizin esasını oluşturmalıdır. 1922 (Atatürk'ün S.D.I, s. 224) Hayatın her çalışma evresinde olduğu gibi, özellikle öğretim hayatında gerekli düzen, başarının esasıdır. Müdürler ve eğitim kurulları düzeni temine ve öğrenci düzene uymaya mecburdur. 1925 (Atatürk'ün MA.D., s. 24) Öğrenci, hangi yaşta ve sınıfta olursa olsun, onlara geleceğin büyükleri gözüyle bakacak ve öyle davranacaksın! 1930 (Afetinan, M.K. Atatürk'ten Y., s.7) Bir çocuğun, normal öğrenim derecelerinden geçerek yetişmiş olması şarttır. (Afetinan, Kemal Atatürk'ü Anarken, 1956, s. 84) Herhalde, kadınlarımızı da erkekler gibi aynı öğrenim derecesinden geçirmelidir. Onlara, erkeklere öğrettiğimiz şeylerden başka, kadınlık görevlerini de öğretmeye mecburuz. 1923 (Gazi ve İnkılâp Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 3.12.1929) Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı şekilde bütün öğrenim aşamalarındaki öğretim ve eğitimlerinin pratik olması önemlidir. Memleket çocukları, her öğrenim aşamasında ekonomik yaşamda verimli, etkili ve başarılı olacak şekilde donatılmalıdır. 1924 (Atatürk'ün S.D. II, s. 173) Sanat ve teknik okullarına istek artmıştır. Bunu sevinçle söylerken, her türlü özendirmeyi artırmak gerektiğini de ilâve etmek İsterim. 1936 (Atatürk'ün S.D.I, s372)
Eski eğitimin Zararları
Bizim milletimiz, derin bir geçmişe sahiptir. Milletimizin meydana getirdiği eserlerin seyrini düşünelim. Bu düşünce bizi, elbette altı yedi yüzyıllık Osmanlı Türklüğünden, çok yüzyıllık Selçuk Türklerine ve ondan evvel bu dönemlerin her birine denk olan büyük Türk dönemlerine kavuşturur. Bütün bu dönemlere dikkat ediniz: Türk kendi ruhunu, benliğini, yaşamını unutmuş; nereden geldiği belirsiz birtakım başkanların bilinçsiz aracı olmak durumuna düşmüştür. Türk milleti kendi benliğini, kendi beynini, kendi ruhunu unutur gibi olmuş ve varlığıyla herhangi bir amaca, sonucu hor görülüş, tutsaklık olan, karşılık beklemeksizin köle olmaya giden değersiz bir hedefe sürüklenmiştir. Millet, maalesef bu dalgınlık halini çok devam ettirdi, bu yüzden her türlü yoksulluklara ve mahkûmiyetlere uğramaktan kendini kurtaramadı. Bütün bu uymaları, aldığı millî olmayan eğitimin gerekleri olduğunu fark etmeksizin sağlam bir eğitimin eseri olduğu inancıyla uyguluyordu. Eğitimin esası, eğitimin hedef ve niteliği ne büyüktür. Bu konuda yön yanlış ise ve koskoca bir millet güvendiği ve itimat ettiği kitaplardan, kutsal kitaplardan örnekler göstererek rehber olduklarını iddia edenlerin sözlerine inanarak yürürlerse ve bu yürüyüş yönü kendilerini yıkıma ve çöküşe götürürse suç, bu yönü izleyen temiz, iyi huylu, özverili, rehberlerine inanan zavallı halktan ziyade, rehberlere ait değil midir? 1924 (Atatürk'ün S.D. II, s. 196) Her Maarif Nazırı'nın, Vekili'nin birer programı vardı. Memleketin eğitim ve öğretiminde çeşitli programların uygulanması yüzünden, öğretim berbat bir hale gelmiştir. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi 2.12.1929) Efendiler! Bu yolculuğum sırasında* görüştüğüm yirmi otuz yıllık bir maarif müdürü, memleketimizin çeşitli yerlerini dolaşmış, kendisinin açıklamalarına göre birbirine ters birçok programlar almış, uygulamış ve uygulattırmıştır. Çünkü hükümet başına gelen her nazır, kendine göre bir program yapıyor, onu duyuruyor, uygulama gereklerine çalışıyor. Bir süre sonra başka bir nazır geliyor, onu beğenmiyor; başka bir program uygulatıyordu. Bütün bu uygulama ve programlar ne veriyordu: Çok bilmiş, çok öğrenmiş birtakım insanlar... Amma neyi bilmiş efendiler, birtakım kuramları bilmiş... Fakat neyi bilmemiş efendiler, kendini bilmemiş, yaşamını, gereksinimini bilmemiş.. Yaşamak için gerekli olan her şeyi bilmemiş ve aç kalmıştır! İşte bu öğrenim şeklinin uğursuz sonucu olarak denilebilir ki memlekette aydın olmak demek, okumuş olmak demek, çok bilmiş olmak demektir. Yoksulluğa ve fakirliğe düşmek demektir. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 9.1.1930)
|
Back To Top |
|
GONDEREN: stroyy on 04/08/2009 22:36:52 |
|
KÜLTÜR VE BİLİM
Kültürün tanımı
Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür. Bu sözü burada ayrıca açıklamaya gerek görmüyorum. Çünkü bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin okullarında birçok nedenlerle eser halinde belirlenmiştir. Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı eğitmektir. Yine insan enerjisiyle ve fakat doğanın ona ilgi gösterildikçe tükenmez yardımıyla, yükselen, genişleyen insan zekâsı, sınırsız kavrayış anlamında "insanım" diyen bir özel nitelik kazanır. İnsan, hareket ve faaliyetin, yani dinamizmin ifadesidir.Bu böyle olunca kültür, yukarıda işaret ettiğimiz insanlık niteliğinde insan olabilmek için bir temel unsurdur. Bunu kısaca açıklayalım: Kültür, doğanın yüksek verimleriyle mutlu olmaktır. Bu ifade içinde çok şey saklıdır. Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık vb. Bunların hepsi insanlık niteliklerindendir. İşte kültür kelimesini mastar* şekline soktuğumuz zaman, doğanın insanlara verdiği yüksek nitelikleri kendi çocuklarına, torunlarına ve geleceğine vermesi demektir. Buraya kadar anlatmak istediğimiz, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti çocukları kültürel insanlardır. Yani, hem kendileri kültür sahibidirler, hem de bu özelliği çevrelerine ve bütün Türk milletine yaymakta olduklarına inanmaktadırlar. 1936 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 261-262) Millî kültürün önemi Şimdiye kadar izlenen öğretim ve eğitim yöntemlerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir sebep olduğu inancındayım. Bunun için bir millî eğitim programından söz ederken, eski dönemin hurafelerinden ve doğuştan var olan özelliklerimizle hiç de ilişkisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, millî ve tarihî karakterimizle orantılı bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam gelişmesi, ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Gelişigüzel bir yabancı kültürü, şimdiye kadar izlenen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür, zeminle orantılıdır. O zemin, milletin karakteridir. 1921 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 16-17) Milletimizin dehasının gelişmesi ve bu sayede lâyık olduğu uygarlık düzeyine ulaşması, şüphesiz ki yüksek meslekler sahiplerini yetiştirmekle ve millî kültürümüzü yükseltmekle mümkündür. 1922 (Atatürk'ün S.D.I, s. 224) 1922 yılında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi fahrî profesörlüğüne seçilmesi nedeniyle, ilgili fakültenin Profesörler Kurulu'na gönderdiği teşekkür telgrafı: Türk kültürünün odağı olan fakültenizin fahrî profesörlüğüne seçilmemden dolayı meclisinize teşekkür ederim. Eminim ki, millî bağımsızlığımızı bilim alanınızda fakülteniz tamamlayacaktır. Bu şerefli gelişmenin oluşmasını üstlenen kurulunuz arasında bulunmak bence övünç nedenidir. 1922 (Atatürk'ün S.D.V, s.139) 1923 yılında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi tarafından kendisine profesörlük rütbesi verilmesi nedeniyle ilgili fakültenin Profesörler Kurulu Başkanlığı'na gönderdiği teşekkür telgrafından: Millî bağımsızlık, millî kültür ile eş olması nedeniyle bulunmakta olduğunuz öğretim kürsülerinde memleketin siz bilim adamları da hiç şüphesiz aynı çaba ve savaşın kahramanlarısınız. Bu nedenle değerli hizmetlerinizin daima artıcı ve verimli başarılarla devamını ve yükselmesini temenni eder ve bana verdiğiniz fahrî profesörlüğü içten övünç nedeni ve bir yüksek rütbe olarak kabul ettiğimi tekrar teşekkürlerimle beraber saygı ile bildiririm efendim. 1923 (Atatürk'ün S.D.V, s.146-147)
Millî kültürü yükseltmek Kitap yazma ve çeviri işleri, millî egemenliğin dayanağı ve millî kültürün en önemli yayılma araçlarıdır. 1923 (Atatürk'ün S.D.I, s. 289) Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türk Cumhuriyeti'nin temel dileği olarak temin edeceğiz. 1932 (Atatürk'ün S.D. I, s. 358) -İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz? sorusuna verdiği cevap : -Millî Eğitim Bakanı olarak millî kültürü yükseltmeye çalışmak, en büyük emelimdir. 1923 (Tarih IV, Türkiye Cumhuriyeti, Haz: T.T.T.C, 1931, s. 247)
Millî kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız. 1933 (Atatürk'ün S.D.II, s.272) Halkevleri hakkında Partimizin, Halkevleri ile bütün yurttaşlara kucağını açması, vatanda sosyal ve kültürel bir devrim yaptı. 1935 (Atatürk'ün S.D.I, s.368)
Halkevlerinin 6. kuruluş yıldönümü nedeniyle İçişleri Bakanı ve C.H.P. Genel Sekreteri Şükrü Kaya'ya çektiği telgraf: Kültür alanındaki gelişmemizde önemli bir görev gören halkevlerinin yıldönümü nedeniyle gönderdiğiniz telgraftan çok duygulandım. Teşekkür eder ve halkevlerine bilinçli ve ışıklı çalışmalarında başarılar dilerim. 1938 (Atatürk'ün S.D.V, s.197)
Yazı Hakkında
Atatürk tarafından yazdırılmış bir nottan: Yazı: Bunda insan zekâsının inkâr kabul etmez gerçeğini görmemek mümkün değildir. Yazı, bu Türk kelimesi şu anlamı işaret eder: Her şey, özellikle bir şey! O da, insan zekâsının, düşüncesinin, kafasındaki geniş parlaklığın, o zekâ parlaklığının bütün buluş ve görüşlerinin, yapışlarının ifadesine yarayan bir şeydir. Şimdi dünya bilginleri yazıdan söz ettikleri zaman bununla Grek, Lâtin, Finike ve benzerleri harflerini ve bunlarla yazılmış olan çok eski eserleri amaçlarlar. Bu amaçlama şüphesiz doğrudur; ancak, sayılan türlü isimlerden evvel, isimli veya isimsiz yazılar yok mudur? Sümer'in, Hati'nin, Mısır'ın, onlardan daha çok eski olduğu bugün bilinen ve görülen Uygur'un, Maya'nın yazıları, tarihsel diye kaleleştirilen tarih çerçevesi dışında bırakılabilir mi? Bu yazılarla Orhon yazılan, dar kafalı tarihçilerin yaratmaya çalıştıkları yüksek kale bedenlerini onların kafalarına yıkmak için birer kale ve ayakta duran pek canlı kuvvet ve kudret ifade eden birer yazı anıtları değil midir? 1937 (Cevat Abbas Gürer, Yeni Sabah, 9.2.1941)
Fikir Hazırlıkları Fikir hazırlıkları, seferberlikte asker toplamak için olduğu gibi davul zurna ile temin edilemez. Fikir hazırlıklarında gösterişsiz çalışmak, kendini silmek, karşısındakinde samimî bir inanç doğurmak gerekir. 1919 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün BA., s. 97)
fikrin gücü Fikirler zor ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez! 1922 (Atatürk'ün R.Y.G.S., s. 135-136) Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek, birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hâkim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş düzene girer ve düzelir. Fikrin serbest hareketi ise, ancak bireyin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü girişimde bulunmak serbestisine sahip olmakla mümkündür. (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 64)
En büyük gerçekler ve ilerlemeler, fikirlerin serbest ortaya konması ve karşılıklı tartışılması ile meydana çıkar ve yükselir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 473) Büyük olaylar, fikirlerde büyük devrimler yapar. 1922 (Atatürk'ün S.D. II, s. 28) Fikir akımları, zor ve şiddet ve kuvvetle reddedilemez; tam tersine kuvvetlendirilir. Buna karşı en etkili çare, gelen fikir akımına, karşı fikir akımı vermek, fikri fikirle karşılamaktır. 1921 (G.C.Z., cilt: I, s. 333)
Tartışmada kural
Bir sorunun tartışmasına katılan kimse düşündüğünü, görüşünü açık söylemeli, yaptıklarını da kendi adına yapmalı, yaptığının sorumluluğunu da kendi üzerine almalıdır. 1935 (Abdülkadir İnan, İki Hatıra, Türk Dili Dergisi, TDK, Sayı: 74, 1957) Her tartışma, bir taktik sorunudur. Ortaya bir fikir atan, ileri sürülecek karşı fikirleri önceden kestirerek ona göre her cepheden hazırlanmalıdır. (Nuri Ardıç, Hatıralar, Görüşler Adana Halkevi Dergisi,Sayı : 13 - 14, 1939)
Gerçeği bilmek Biz bilgisiz dediğimiz zaman kesinlikle okulda okumamış olanları amaçlamıyoruz. Amaçladığımız bilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük bilgisizler çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de gerçeği gören gerçek bilginler çıkar. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 132)
Sağduyunun, akıl, mantık ve bilginin üstünde önemi olduğunu takdir etmek yalancı bilginlerin işine gelmez. 1925 (Atatürk'ün S.D.11, s.213)
Bilgisizlik ve sonuçları Milleti yüzyıllarca başkasının tutku ve faydalanma aracı yapan en büyük düşmanı, bilgisizliktir; milleti yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti yüzyıllarca kendi hakkında olup bitenden habersiz bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hükümdarların, şunun, bunun milleti tutsak gibi, köle gibi kullanmaları, bütün vatanı kendi özel toprakları gibi saymaları, hep milletin bu bilgisizliğinden yararlanılmak sayesinde idi. Gerçek kurtuluşu istiyorsak her şeyden evvel, bütün kuvvetimiz, bütün hızımızla bu bilgisizliği yok etmek zorunluğundayız. Burada bilgisizliği yalnız okuyup yazmak anlamına almıyoruz. Üç buçuk, dört yıl evvel, kendisini tutsaklık ve ölüme boyun eğmesi hakkında hükümdarının verdiği emirlere, yayınladığı fetvalara, gönderdiği ordulara karşı ayaklanmakla bu bilgisizliği yırttığını ve bu bilmezlikten sıyrıldığını kanıtladı. Gerekir ki, millet bir daha o bilmezliğe düşmesin! Hepimize düşen görev, beyinleri bir daha bu bilgisizliğe düşmemek için hazırlamaktır; bunu yapmak için akıl, mantık ve din açısından hiçbir güçlük düşünülmüş değildir. Bu yolda önümüze herhangi bir engel çıkarsa, doğru bildiğimiz yolda herhangi bir kara kaya meydana gelirse derhal o engeli yıkmak, o kayayı parçalamak, memleketin şerefini, namusunu, yaşamını düşünenler için borçtur, zorunluluktur, ilâhî emirdir. 1923 (M.E.İ.S.D.I, s. 15) Memleketimizde bilgisizlik varsa geneldir, yalnız kadınlarımıza değil, erkeklerimize de aittir. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, s. 87) Kitap sevgisi 1933 yılbaşı gecesi, yeni yıl armağanı olarak Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından kendisine 3 kitap sunulması üzerine söyledikleri: Bu anda duyduğum mutluluk büyüktür. Değerli Millî Eğitim Bakanımızın bu armağanından dolayı teşekkür ederim. Kendisinden ve diğer bakanlarımızdan her an böyle armağanlar beklerim. Bakan Bey'in önemsiz dedikleri bu armağan gerçekte çok değerlidir. 1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 2. 1. 1933) Bilim anlayışı ve yöntem
Bilim çeviri ile olmaz, incelemekle olur. 1932 (Melâhat Özgü, Sümerbank Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963, s. 167) Her işin esas hedefine kısa ve kestirme yoldan varmak arzuya değer olmakla beraber, yolun akla uygun, mantıklı ve özellikle bilimsel olması şarttır. 1931 (Uluğ İğdemir, Sümerbank Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963, s. 184) Biz daima gerçek arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cesaret eden adamlar olmalıyız. 1931 (Uluğ İğdemir, Sümerbank Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963, s. 184) Hiçbir yargıyı kendiniz, kendi bilginize ve inanınıza vurmadan, filân veya falan Avrupalı yazar söylemiş diye, hemen benimsemeyiniz. Onların, hele biz Türkler, bizim dilimiz ve tarihimiz üzerindeki yargıları çok kere yanlış bellenmiş esaslara dayandığını görüyorsunuz. (İbrahim Necmi Dilmen, TDK. Yıllık, 1943, s. 31) Her şeyden evvel, kendinizin dikkat ve itina ile seçeceğiniz belgelere dayanınız. Bu belgeler üzerinde yapacağınız incelemelerde, her şeyden ve herkesten evvel kendi gücünüzü ve millî süzgecinizi kullanınız. (İslâm Ansiklopedisi, 10. Cüz, s. 787) İş bölümü, maddî işlerde olduğu gibi fikrî, siyasî, idarî işlerde de çoğalmıştır. Meselâ bilim, her biri bir konu ve yönteme sahip bir çok kısımlara ayrıldı. Bir adamın bir bilimi bütünüyle kavramasına imkân kalmadı. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 519 - 520)
En gerçek yol gösterici
Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir. Bilim ve tekniğin dışında kılavuz aramak dalgınlıktır, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız, bilimin ve tekniğin yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişmesini kavramak ve ilerlemelerini zamanında izlemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki bilim ve teknik dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün, aynen uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve tekniğin içinde bulunmak değildir. 1924 (Atatürk'ün MA.D., s. 19; M.E.İS.D.I, s. 21) Bundan sonra memleketimizi kesin kurtuluşa kavuşturmak için pek kuvvetli ve esaslı önlemler almak gerekir. Bu önlemlerin en önemlisi ve en birincisi bilim ve kültürdür. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s.72) Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş'ale, pozitif bilimdir. 1933 (Atatürk'ün S.D.II, s. 275)
Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu
Başlarında kıymetli Millî Eğitim Bakanımız bulunan Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu'nun, her gün yeni gerçeklik ufukları açan, ciddî ve devamlı çalışmalarını takdirle anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründeki analıklarını, reddolunamaz bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk milleti için değil ve fakat bütün bilim âlemi için, dikkat ve ilgi çeken, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim. Bu ulusal kurumların az zaman içinde, ulusal akademiler halini almasını temenni ederim. Bunun için, çalışkan tarih ve dil bilginlerimizin, dünya bilim alemince tanınacak, orjinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim. 1936 (Atatürk'ün S.D.I, s. 373) Türk Tarih ve Dil Kurumlarının, Türk millî varlığını aydınlatan çok değerli ve önemli birer bilim kurumu niteliğini aldığını görmek, hepimizi sevindirici bir olaydır. Tarih Kurumu, yaptığı kongre, kurduğu sergi, yurt içindeki kazılar, ortaya çıkardığı eserlerle şimdiden bütün bilim dünyasına kültürel görevini yapmaya başlamış bulunuyor. 1937 (Atatürk'ün S.D.l, s.386) Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire değer kıymet ve nitelik göstermektedir. Tarih tezimizi reddedilmez kanıt ve belgelerle bilim dünyasına tanıtan Tarih Kurumu, memleketin çeşitli yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve uluslararası toplantılara başarıyla katılarak verdiği bildirilerle yabancı uzmanların ilgi ve takdirlerini kazanmıştır. Dil Kurumu en güzel ve verimli bir iş olarak türlü bilimlere ait Türkçe terimleri belirlemiş ve bu şekilde dilimiz yabancı dillerin etkisinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. 1938 (Atatürk'ün S.D.I, s.395)
Devlet Konservatuarı'nın kuruluşu Ankara'da bir Konservatuvar ve bir Temsil Akademisi kurulmakta olduğunu söylemek, benim için bir zevktir. 1936 (Atatürk'ün S.D.l, s.373) Evkaf işleri Evkaf işlerini vatan için yararlı olacak bir şekilde düzenlemek ve düzeltmek, barış döneminin en önemli çalışmalarından birini oluşturacağından eminim. 1923 (Atatürk'ün S.D. V, s.142)
Arkeoloji ve antropoloji hakkında
Doğada, bilirsiniz ki, hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket.. Olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar, oldukları anda gibi doğa içindedir. Bu dalgalanmada, zaman ve uzaklık kavramı yoktur. Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde söylenen sözü veya yankı yapan hareketleri, yine dünyanın herhangi bir köşesinde aynı anda işitmek, dinlemek, kaydetmek mümkün olduğunu görüyoruz. Yarın, bizi saran doğa unsurları içinde, binlerce ve binlerce yıl evvel söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkânına elbette varılacaktır. Doğanın, bugün için esrar dolu sinesine gireceği kesin görülen insan zekâsı, beklenilen gerçekleri ortaya koyacaktır. Yine bu insan zekâsıdır ki, beklediğimiz sonucu elde etmemiş olmakla beraber, bugünkü araştırıcı zekâları tatmin edecek ve tarihi aydınlatacak yeni yöntemler ve bilimler bulmuştur. İşte arkeoloji ve antropoloji, o bilimlerin başında gelir. Tarih, bu son bilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur. Tarihi bu belgelere dayanan milletlerdir ki, kendi aslını bulur ve tanır. İşte bizim tarihimiz, Türk tarihi, bu bilim belgelerine dayanır. Yeter ki bugünün aydın gençliği, bu belgeleri aracısız tanısın ve tanıtsın. 1936 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 232 -233)
Arkeoloji uzmanlarına gereksinim Memleketimizin hemen her tarafında eşsiz defineler halinde yatmakta olan eski uygarlık eserlerinin, ilerde tarafımızdan meydana çıkarılarak bilimsel bir şekilde korunmaları ve sınıflandırılmaları ve geçen dönemlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan anıtların korunmaları için müze müdürlüklerinde ve kazı işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına kesin gerek vardır. Bunun için Millî Eğitim Bakanlığı'nca dışarıya öğrenime gönderilecek öğrencilerden bir kısmının bu dala ayrılması uygun olacağı fikrindeyim. 1931 (Mehmet Önder, Atatürk ve Müzeler, Halkevleri Dergisi I,Özel Sayı, 29.10.1966, s. 13) Felsefenin tanımı Felsefe, çölde sıcak kumlar içinde cayır cayır yanan, tutuşan, dili, damağı kuruyan gezginin, ufukta oluşan serabı su sanarak arkasından koşmaya benzer. (Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, s. 349)
Aydınlarımızın görevleri Aydınların görevleri çok büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki, ahlâk esaslarına dayanmadan yükselsin. Aydınlarımız, vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber rakip milletlere karşı varlığın korunması için gereken hususları temin ederlerse görevlerini daha geniş şekilde yapmış olurlar. 1919 (Atatürk'ün S.D. II, s. 4) Siz milliyetçi topluluk, halk ile konuştuğunuz zaman yüksek sesle söylemeyi unutmayınız. Yüksek ses, imanın ifadesi olduğu zaman etki yapmaktan uzak kalmaz. Yolunda çalıştığımız büyük ülküyü, halkın kalbinde bir fikir haline, bir duygu haline geçirmelisiniz. Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak, özellikle sizin görevinizdir. Birtakım kelimeler vardır ki, sık sık söylenildiği halde, hatta aydınlarımız arasında, onu tam olarak anlayan çok değildir. Halkçılığımızın ne olduğunu, esaslarının neden ibaret bulunduğunu, halkçıların halka karşı ne gibi görevler yüklenmek zorunluğunda kalacaklarını madde madde açıklamak gerekir. Cumhuriyeti, onun gereklerini yüksek sesle anlatınız. Cumhuriyet ilkelerini sevdiriniz. Bunu kalplere yerleştirmek için hiçbir fırsatı ihmal etmeyiniz. 1930 (Ayın Tarihi, Cilt: 24, Sayı: 82-83, 1931)
Aydınlarımız ve milleti tanımak
Bizim milletin, özellikle aydınlarımızın çok dikkatle, çok önemle göz önüne alacağı bir sebep vardır ve bence bu sebep şimdiye kadar ilerleyemeyişimizin, en son sırada kalışımızın unutmayalım memleketimizin baştan başa bir harabe oluşunun asıl sebebidir. Çöküşümüzün bu ana sebebini şu nokta oluşturuyor: İslâm âlemi iki sınıf ayrı topluluklardan meydana gelir. Biri çoğunluğu oluşturan cahil halk, diğeri azınlığı oluşturan aydınlar. Bozuk düşünüş biçimi gösteren milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka düşünüş biçimine sahiptir. Bu iki sınıf arasında tam bir karşıtlık, tam bir muhalefet vardır. Aydınlar, asıl kitleyi kendi hedefine yöneltmek ister; halk kitlesi ve avam ise bu aydın sınıfa uymak istemez. O da başka bir yön belirlemeye çalışır. Aydın sınıf telkinle, doğru yolu göstermekle çoğunluk kitlesini kendi amacına göre inandırmada başarılı olamayınca, başka yollara başvurur. Halka zorbalık etmeye ve kibirlenmeye başlar; halkı keyfe göre yönetim altında bulundurmaya kalkar. Artık, burada asıl çözümü gereken noktaya geldik.
Halkı ne birinci yöntem ile ne de zorbalık ve keyfî yönetim ile kendi hedefimize sürüklemeyi başaramadığımızı görüyoruz; neden? Bunda başarılı olmak için, aydın sınıfla halkın düşünüş biçimi ve hedefi arasında doğal bir uygunluk olması gerekir. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O aydınların telkinleri milletimizin ruhunun derinliğinden alınmış ülküler midir? Şüphesiz hayır! Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat, genellikle şu hatamız da vardır ki, inceleme ve araştırmalarımıza temel olarak çok kere kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve gereksinimlerimizi almayız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama kendimizi bilmeyiz. Aydınlarımız, milletimi en mutlu millet yapayım, der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım, der. Fakat düşünmeliyiz ki, böyle bir görüş hiçbir dönemde başarılı olmuş değildir. Bir millet için mutluluk olan bir şey, diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar, birini mutlu ettiği halde diğerini mutsuz edebilir. Onun için, bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım; fakat unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorunluğundayız. Milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini gerçek, sağlam, doğru bir gözle görmeliyiz. İtiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ aydınlarımızın gençleri arasında halk ve avama uygunluk kesin değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki düşünüş biçimi arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeye başlamadan evvel bu iki düşünüş biçimi arasındaki uygunluğu temin etmek gerekir. Bunu niçin de biraz bilgisiz halk kitlesinin yürümesini hızlandırması, biraz da aydınların çok hızlı gitmesi gerekir. Fakat, halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha fazla aydınlara yönelen bir görevdir.
Gençlerimiz ve aydınlarımız, ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvelâ kendi beyinlerinde iyice kararlaştırma-lı, onları halk tarafından iyice sindirilmesi ve kabulü mümkün bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümitliyim ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir. Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok yüce ruhlu, ilerlemeye çok yetenekli bir halktır. Bu halk, eğer bir defa karşısındaki kimselerin samimiyetle kendilerine hizmet ettiklerine inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin, her şeyden evvel millete güven vermesi gerekir. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 140-142) Siyasal kavgaların çoğu sonuçsuzdur. Fakat, toplumsal çalışma her zaman için verimlidir. Bizim aydınlar buna çalışmalı. Neden Anadolu'ya gelip uğramazlar? Neden milletle doğrudan doğruya temasta bulunmazlar? Memleketi gezmeli, milleti tanımalı, eksiği nedir görüp göstermeli. Milleti sevmek böyle olur. Yoksa sözle sevgi fayda vermez! 1919 (Atatürk'ün S.D. III, s. 10)
Aydınlar ve Anadolu Aydınlar, gidecekleri yörelerde başlı başına bir âlem yaratabilirler. Memleketin yalnız bir yerinde değil, beş on yerinde birer bilim merkezi, aydınlanma merkezi, kültür merkezi yapmalıyız, millet mutlu olsun! 1923 (İsmail Arar, Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı, s. 33)
|
Back To Top |
|
GONDEREN: stroyy on 04/08/2009 22:38:11 |
|
KÜLTÜR VE BİLİM
Kültürün tanımı
Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür. Bu sözü burada ayrıca açıklamaya gerek görmüyorum. Çünkü bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin okullarında birçok nedenlerle eser halinde belirlenmiştir. Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı eğitmektir. Yine insan enerjisiyle ve fakat doğanın ona ilgi gösterildikçe tükenmez yardımıyla, yükselen, genişleyen insan zekâsı, sınırsız kavrayış anlamında "insanım" diyen bir özel nitelik kazanır. İnsan, hareket ve faaliyetin, yani dinamizmin ifadesidir.Bu böyle olunca kültür, yukarıda işaret ettiğimiz insanlık niteliğinde insan olabilmek için bir temel unsurdur. Bunu kısaca açıklayalım: Kültür, doğanın yüksek verimleriyle mutlu olmaktır. Bu ifade içinde çok şey saklıdır. Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık vb. Bunların hepsi insanlık niteliklerindendir. İşte kültür kelimesini mastar* şekline soktuğumuz zaman, doğanın insanlara verdiği yüksek nitelikleri kendi çocuklarına, torunlarına ve geleceğine vermesi demektir. Buraya kadar anlatmak istediğimiz, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti çocukları kültürel insanlardır. Yani, hem kendileri kültür sahibidirler, hem de bu özelliği çevrelerine ve bütün Türk milletine yaymakta olduklarına inanmaktadırlar. 1936 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 261-262) Millî kültürün önemi Şimdiye kadar izlenen öğretim ve eğitim yöntemlerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir sebep olduğu inancındayım. Bunun için bir millî eğitim programından söz ederken, eski dönemin hurafelerinden ve doğuştan var olan özelliklerimizle hiç de ilişkisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, millî ve tarihî karakterimizle orantılı bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam gelişmesi, ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Gelişigüzel bir yabancı kültürü, şimdiye kadar izlenen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür, zeminle orantılıdır. O zemin, milletin karakteridir. 1921 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 16-17) Milletimizin dehasının gelişmesi ve bu sayede lâyık olduğu uygarlık düzeyine ulaşması, şüphesiz ki yüksek meslekler sahiplerini yetiştirmekle ve millî kültürümüzü yükseltmekle mümkündür. 1922 (Atatürk'ün S.D.I, s. 224) 1922 yılında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi fahrî profesörlüğüne seçilmesi nedeniyle, ilgili fakültenin Profesörler Kurulu'na gönderdiği teşekkür telgrafı: Türk kültürünün odağı olan fakültenizin fahrî profesörlüğüne seçilmemden dolayı meclisinize teşekkür ederim. Eminim ki, millî bağımsızlığımızı bilim alanınızda fakülteniz tamamlayacaktır. Bu şerefli gelişmenin oluşmasını üstlenen kurulunuz arasında bulunmak bence övünç nedenidir. 1922 (Atatürk'ün S.D.V, s.139) 1923 yılında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi tarafından kendisine profesörlük rütbesi verilmesi nedeniyle ilgili fakültenin Profesörler Kurulu Başkanlığı'na gönderdiği teşekkür telgrafından: Millî bağımsızlık, millî kültür ile eş olması nedeniyle bulunmakta olduğunuz öğretim kürsülerinde memleketin siz bilim adamları da hiç şüphesiz aynı çaba ve savaşın kahramanlarısınız. Bu nedenle değerli hizmetlerinizin daima artıcı ve verimli başarılarla devamını ve yükselmesini temenni eder ve bana verdiğiniz fahrî profesörlüğü içten övünç nedeni ve bir yüksek rütbe olarak kabul ettiğimi tekrar teşekkürlerimle beraber saygı ile bildiririm efendim. 1923 (Atatürk'ün S.D.V, s.146-147)
Millî kültürü yükseltmek Kitap yazma ve çeviri işleri, millî egemenliğin dayanağı ve millî kültürün en önemli yayılma araçlarıdır. 1923 (Atatürk'ün S.D.I, s. 289) Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türk Cumhuriyeti'nin temel dileği olarak temin edeceğiz. 1932 (Atatürk'ün S.D. I, s. 358) -İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz? sorusuna verdiği cevap : -Millî Eğitim Bakanı olarak millî kültürü yükseltmeye çalışmak, en büyük emelimdir. 1923 (Tarih IV, Türkiye Cumhuriyeti, Haz: T.T.T.C, 1931, s. 247)
Millî kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız. 1933 (Atatürk'ün S.D.II, s.272) Halkevleri hakkında Partimizin, Halkevleri ile bütün yurttaşlara kucağını açması, vatanda sosyal ve kültürel bir devrim yaptı. 1935 (Atatürk'ün S.D.I, s.368)
Halkevlerinin 6. kuruluş yıldönümü nedeniyle İçişleri Bakanı ve C.H.P. Genel Sekreteri Şükrü Kaya'ya çektiği telgraf: Kültür alanındaki gelişmemizde önemli bir görev gören halkevlerinin yıldönümü nedeniyle gönderdiğiniz telgraftan çok duygulandım. Teşekkür eder ve halkevlerine bilinçli ve ışıklı çalışmalarında başarılar dilerim. 1938 (Atatürk'ün S.D.V, s.197)
Yazı Hakkında
Atatürk tarafından yazdırılmış bir nottan: Yazı: Bunda insan zekâsının inkâr kabul etmez gerçeğini görmemek mümkün değildir. Yazı, bu Türk kelimesi şu anlamı işaret eder: Her şey, özellikle bir şey! O da, insan zekâsının, düşüncesinin, kafasındaki geniş parlaklığın, o zekâ parlaklığının bütün buluş ve görüşlerinin, yapışlarının ifadesine yarayan bir şeydir. Şimdi dünya bilginleri yazıdan söz ettikleri zaman bununla Grek, Lâtin, Finike ve benzerleri harflerini ve bunlarla yazılmış olan çok eski eserleri amaçlarlar. Bu amaçlama şüphesiz doğrudur; ancak, sayılan türlü isimlerden evvel, isimli veya isimsiz yazılar yok mudur? Sümer'in, Hati'nin, Mısır'ın, onlardan daha çok eski olduğu bugün bilinen ve görülen Uygur'un, Maya'nın yazıları, tarihsel diye kaleleştirilen tarih çerçevesi dışında bırakılabilir mi? Bu yazılarla Orhon yazılan, dar kafalı tarihçilerin yaratmaya çalıştıkları yüksek kale bedenlerini onların kafalarına yıkmak için birer kale ve ayakta duran pek canlı kuvvet ve kudret ifade eden birer yazı anıtları değil midir? 1937 (Cevat Abbas Gürer, Yeni Sabah, 9.2.1941)
Fikir Hazırlıkları Fikir hazırlıkları, seferberlikte asker toplamak için olduğu gibi davul zurna ile temin edilemez. Fikir hazırlıklarında gösterişsiz çalışmak, kendini silmek, karşısındakinde samimî bir inanç doğurmak gerekir. 1919 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün BA., s. 97)
fikrin gücü Fikirler zor ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez! 1922 (Atatürk'ün R.Y.G.S., s. 135-136) Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek, birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hâkim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş düzene girer ve düzelir. Fikrin serbest hareketi ise, ancak bireyin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü girişimde bulunmak serbestisine sahip olmakla mümkündür. (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 64)
En büyük gerçekler ve ilerlemeler, fikirlerin serbest ortaya konması ve karşılıklı tartışılması ile meydana çıkar ve yükselir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 473) Büyük olaylar, fikirlerde büyük devrimler yapar. 1922 (Atatürk'ün S.D. II, s. 28) Fikir akımları, zor ve şiddet ve kuvvetle reddedilemez; tam tersine kuvvetlendirilir. Buna karşı en etkili çare, gelen fikir akımına, karşı fikir akımı vermek, fikri fikirle karşılamaktır. 1921 (G.C.Z., cilt: I, s. 333)
Tartışmada kural
Bir sorunun tartışmasına katılan kimse düşündüğünü, görüşünü açık söylemeli, yaptıklarını da kendi adına yapmalı, yaptığının sorumluluğunu da kendi üzerine almalıdır. 1935 (Abdülkadir İnan, İki Hatıra, Türk Dili Dergisi, TDK, Sayı: 74, 1957) Her tartışma, bir taktik sorunudur. Ortaya bir fikir atan, ileri sürülecek karşı fikirleri önceden kestirerek ona göre her cepheden hazırlanmalıdır. (Nuri Ardıç, Hatıralar, Görüşler Adana Halkevi Dergisi,Sayı : 13 - 14, 1939)
Gerçeği bilmek Biz bilgisiz dediğimiz zaman kesinlikle okulda okumamış olanları amaçlamıyoruz. Amaçladığımız bilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük bilgisizler çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de gerçeği gören gerçek bilginler çıkar. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 132)
Sağduyunun, akıl, mantık ve bilginin üstünde önemi olduğunu takdir etmek yalancı bilginlerin işine gelmez. 1925 (Atatürk'ün S.D.11, s.213)
Bilgisizlik ve sonuçları Milleti yüzyıllarca başkasının tutku ve faydalanma aracı yapan en büyük düşmanı, bilgisizliktir; milleti yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti yüzyıllarca kendi hakkında olup bitenden habersiz bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hükümdarların, şunun, bunun milleti tutsak gibi, köle gibi kullanmaları, bütün vatanı kendi özel toprakları gibi saymaları, hep milletin bu bilgisizliğinden yararlanılmak sayesinde idi. Gerçek kurtuluşu istiyorsak her şeyden evvel, bütün kuvvetimiz, bütün hızımızla bu bilgisizliği yok etmek zorunluğundayız. Burada bilgisizliği yalnız okuyup yazmak anlamına almıyoruz. Üç buçuk, dört yıl evvel, kendisini tutsaklık ve ölüme boyun eğmesi hakkında hükümdarının verdiği emirlere, yayınladığı fetvalara, gönderdiği ordulara karşı ayaklanmakla bu bilgisizliği yırttığını ve bu bilmezlikten sıyrıldığını kanıtladı. Gerekir ki, millet bir daha o bilmezliğe düşmesin! Hepimize düşen görev, beyinleri bir daha bu bilgisizliğe düşmemek için hazırlamaktır; bunu yapmak için akıl, mantık ve din açısından hiçbir güçlük düşünülmüş değildir. Bu yolda önümüze herhangi bir engel çıkarsa, doğru bildiğimiz yolda herhangi bir kara kaya meydana gelirse derhal o engeli yıkmak, o kayayı parçalamak, memleketin şerefini, namusunu, yaşamını düşünenler için borçtur, zorunluluktur, ilâhî emirdir. 1923 (M.E.İ.S.D.I, s. 15) Memleketimizde bilgisizlik varsa geneldir, yalnız kadınlarımıza değil, erkeklerimize de aittir. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, s. 87) Kitap sevgisi 1933 yılbaşı gecesi, yeni yıl armağanı olarak Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından kendisine 3 kitap sunulması üzerine söyledikleri: Bu anda duyduğum mutluluk büyüktür. Değerli Millî Eğitim Bakanımızın bu armağanından dolayı teşekkür ederim. Kendisinden ve diğer bakanlarımızdan her an böyle armağanlar beklerim. Bakan Bey'in önemsiz dedikleri bu armağan gerçekte çok değerlidir. 1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 2. 1. 1933) Bilim anlayışı ve yöntem
Bilim çeviri ile olmaz, incelemekle olur. 1932 (Melâhat Özgü, Sümerbank Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963, s. 167) Her işin esas hedefine kısa ve kestirme yoldan varmak arzuya değer olmakla beraber, yolun akla uygun, mantıklı ve özellikle bilimsel olması şarttır. 1931 (Uluğ İğdemir, Sümerbank Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963, s. 184) Biz daima gerçek arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cesaret eden adamlar olmalıyız. 1931 (Uluğ İğdemir, Sümerbank Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963, s. 184) Hiçbir yargıyı kendiniz, kendi bilginize ve inanınıza vurmadan, filân veya falan Avrupalı yazar söylemiş diye, hemen benimsemeyiniz. Onların, hele biz Türkler, bizim dilimiz ve tarihimiz üzerindeki yargıları çok kere yanlış bellenmiş esaslara dayandığını görüyorsunuz. (İbrahim Necmi Dilmen, TDK. Yıllık, 1943, s. 31) Her şeyden evvel, kendinizin dikkat ve itina ile seçeceğiniz belgelere dayanınız. Bu belgeler üzerinde yapacağınız incelemelerde, her şeyden ve herkesten evvel kendi gücünüzü ve millî süzgecinizi kullanınız. (İslâm Ansiklopedisi, 10. Cüz, s. 787) İş bölümü, maddî işlerde olduğu gibi fikrî, siyasî, idarî işlerde de çoğalmıştır. Meselâ bilim, her biri bir konu ve yönteme sahip bir çok kısımlara ayrıldı. Bir adamın bir bilimi bütünüyle kavramasına imkân kalmadı. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 519 - 520)
En gerçek yol gösterici
Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir. Bilim ve tekniğin dışında kılavuz aramak dalgınlıktır, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız, bilimin ve tekniğin yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişmesini kavramak ve ilerlemelerini zamanında izlemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki bilim ve teknik dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün, aynen uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve tekniğin içinde bulunmak değildir. 1924 (Atatürk'ün MA.D., s. 19; M.E.İS.D.I, s. 21) Bundan sonra memleketimizi kesin kurtuluşa kavuşturmak için pek kuvvetli ve esaslı önlemler almak gerekir. Bu önlemlerin en önemlisi ve en birincisi bilim ve kültürdür. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s.72) Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş'ale, pozitif bilimdir. 1933 (Atatürk'ün S.D.II, s. 275)
Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu
Başlarında kıymetli Millî Eğitim Bakanımız bulunan Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu'nun, her gün yeni gerçeklik ufukları açan, ciddî ve devamlı çalışmalarını takdirle anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründeki analıklarını, reddolunamaz bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk milleti için değil ve fakat bütün bilim âlemi için, dikkat ve ilgi çeken, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim. Bu ulusal kurumların az zaman içinde, ulusal akademiler halini almasını temenni ederim. Bunun için, çalışkan tarih ve dil bilginlerimizin, dünya bilim alemince tanınacak, orjinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim. 1936 (Atatürk'ün S.D.I, s. 373) Türk Tarih ve Dil Kurumlarının, Türk millî varlığını aydınlatan çok değerli ve önemli birer bilim kurumu niteliğini aldığını görmek, hepimizi sevindirici bir olaydır. Tarih Kurumu, yaptığı kongre, kurduğu sergi, yurt içindeki kazılar, ortaya çıkardığı eserlerle şimdiden bütün bilim dünyasına kültürel görevini yapmaya başlamış bulunuyor. 1937 (Atatürk'ün S.D.l, s.386) Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire değer kıymet ve nitelik göstermektedir. Tarih tezimizi reddedilmez kanıt ve belgelerle bilim dünyasına tanıtan Tarih Kurumu, memleketin çeşitli yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve uluslararası toplantılara başarıyla katılarak verdiği bildirilerle yabancı uzmanların ilgi ve takdirlerini kazanmıştır. Dil Kurumu en güzel ve verimli bir iş olarak türlü bilimlere ait Türkçe terimleri belirlemiş ve bu şekilde dilimiz yabancı dillerin etkisinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. 1938 (Atatürk'ün S.D.I, s.395)
Devlet Konservatuarı'nın kuruluşu Ankara'da bir Konservatuvar ve bir Temsil Akademisi kurulmakta olduğunu söylemek, benim için bir zevktir. 1936 (Atatürk'ün S.D.l, s.373) Evkaf işleri Evkaf işlerini vatan için yararlı olacak bir şekilde düzenlemek ve düzeltmek, barış döneminin en önemli çalışmalarından birini oluşturacağından eminim. 1923 (Atatürk'ün S.D. V, s.142)
Arkeoloji ve antropoloji hakkında
Doğada, bilirsiniz ki, hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket.. Olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar, oldukları anda gibi doğa içindedir. Bu dalgalanmada, zaman ve uzaklık kavramı yoktur. Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde söylenen sözü veya yankı yapan hareketleri, yine dünyanın herhangi bir köşesinde aynı anda işitmek, dinlemek, kaydetmek mümkün olduğunu görüyoruz. Yarın, bizi saran doğa unsurları içinde, binlerce ve binlerce yıl evvel söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkânına elbette varılacaktır. Doğanın, bugün için esrar dolu sinesine gireceği kesin görülen insan zekâsı, beklenilen gerçekleri ortaya koyacaktır. Yine bu insan zekâsıdır ki, beklediğimiz sonucu elde etmemiş olmakla beraber, bugünkü araştırıcı zekâları tatmin edecek ve tarihi aydınlatacak yeni yöntemler ve bilimler bulmuştur. İşte arkeoloji ve antropoloji, o bilimlerin başında gelir. Tarih, bu son bilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur. Tarihi bu belgelere dayanan milletlerdir ki, kendi aslını bulur ve tanır. İşte bizim tarihimiz, Türk tarihi, bu bilim belgelerine dayanır. Yeter ki bugünün aydın gençliği, bu belgeleri aracısız tanısın ve tanıtsın. 1936 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 232 -233)
Arkeoloji uzmanlarına gereksinim Memleketimizin hemen her tarafında eşsiz defineler halinde yatmakta olan eski uygarlık eserlerinin, ilerde tarafımızdan meydana çıkarılarak bilimsel bir şekilde korunmaları ve sınıflandırılmaları ve geçen dönemlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan anıtların korunmaları için müze müdürlüklerinde ve kazı işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına kesin gerek vardır. Bunun için Millî Eğitim Bakanlığı'nca dışarıya öğrenime gönderilecek öğrencilerden bir kısmının bu dala ayrılması uygun olacağı fikrindeyim. 1931 (Mehmet Önder, Atatürk ve Müzeler, Halkevleri Dergisi I,Özel Sayı, 29.10.1966, s. 13) Felsefenin tanımı Felsefe, çölde sıcak kumlar içinde cayır cayır yanan, tutuşan, dili, damağı kuruyan gezginin, ufukta oluşan serabı su sanarak arkasından koşmaya benzer. (Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, s. 349)
Aydınlarımızın görevleri Aydınların görevleri çok büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki, ahlâk esaslarına dayanmadan yükselsin. Aydınlarımız, vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber rakip milletlere karşı varlığın korunması için gereken hususları temin ederlerse görevlerini daha geniş şekilde yapmış olurlar. 1919 (Atatürk'ün S.D. II, s. 4) Siz milliyetçi topluluk, halk ile konuştuğunuz zaman yüksek sesle söylemeyi unutmayınız. Yüksek ses, imanın ifadesi olduğu zaman etki yapmaktan uzak kalmaz. Yolunda çalıştığımız büyük ülküyü, halkın kalbinde bir fikir haline, bir duygu haline geçirmelisiniz. Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak, özellikle sizin görevinizdir. Birtakım kelimeler vardır ki, sık sık söylenildiği halde, hatta aydınlarımız arasında, onu tam olarak anlayan çok değildir. Halkçılığımızın ne olduğunu, esaslarının neden ibaret bulunduğunu, halkçıların halka karşı ne gibi görevler yüklenmek zorunluğunda kalacaklarını madde madde açıklamak gerekir. Cumhuriyeti, onun gereklerini yüksek sesle anlatınız. Cumhuriyet ilkelerini sevdiriniz. Bunu kalplere yerleştirmek için hiçbir fırsatı ihmal etmeyiniz. 1930 (Ayın Tarihi, Cilt: 24, Sayı: 82-83, 1931)
Aydınlarımız ve milleti tanımak
Bizim milletin, özellikle aydınlarımızın çok dikkatle, çok önemle göz önüne alacağı bir sebep vardır ve bence bu sebep şimdiye kadar ilerleyemeyişimizin, en son sırada kalışımızın unutmayalım memleketimizin baştan başa bir harabe oluşunun asıl sebebidir. Çöküşümüzün bu ana sebebini şu nokta oluşturuyor: İslâm âlemi iki sınıf ayrı topluluklardan meydana gelir. Biri çoğunluğu oluşturan cahil halk, diğeri azınlığı oluşturan aydınlar. Bozuk düşünüş biçimi gösteren milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka düşünüş biçimine sahiptir. Bu iki sınıf arasında tam bir karşıtlık, tam bir muhalefet vardır. Aydınlar, asıl kitleyi kendi hedefine yöneltmek ister; halk kitlesi ve avam ise bu aydın sınıfa uymak istemez. O da başka bir yön belirlemeye çalışır. Aydın sınıf telkinle, doğru yolu göstermekle çoğunluk kitlesini kendi amacına göre inandırmada başarılı olamayınca, başka yollara başvurur. Halka zorbalık etmeye ve kibirlenmeye başlar; halkı keyfe göre yönetim altında bulundurmaya kalkar. Artık, burada asıl çözümü gereken noktaya geldik.
Halkı ne birinci yöntem ile ne de zorbalık ve keyfî yönetim ile kendi hedefimize sürüklemeyi başaramadığımızı görüyoruz; neden? Bunda başarılı olmak için, aydın sınıfla halkın düşünüş biçimi ve hedefi arasında doğal bir uygunluk olması gerekir. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O aydınların telkinleri milletimizin ruhunun derinliğinden alınmış ülküler midir? Şüphesiz hayır! Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat, genellikle şu hatamız da vardır ki, inceleme ve araştırmalarımıza temel olarak çok kere kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve gereksinimlerimizi almayız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama kendimizi bilmeyiz. Aydınlarımız, milletimi en mutlu millet yapayım, der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım, der. Fakat düşünmeliyiz ki, böyle bir görüş hiçbir dönemde başarılı olmuş değildir. Bir millet için mutluluk olan bir şey, diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar, birini mutlu ettiği halde diğerini mutsuz edebilir. Onun için, bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım; fakat unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorunluğundayız. Milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini gerçek, sağlam, doğru bir gözle görmeliyiz. İtiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ aydınlarımızın gençleri arasında halk ve avama uygunluk kesin değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki düşünüş biçimi arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeye başlamadan evvel bu iki düşünüş biçimi arasındaki uygunluğu temin etmek gerekir. Bunu niçin de biraz bilgisiz halk kitlesinin yürümesini hızlandırması, biraz da aydınların çok hızlı gitmesi gerekir. Fakat, halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha fazla aydınlara yönelen bir görevdir.
Gençlerimiz ve aydınlarımız, ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvelâ kendi beyinlerinde iyice kararlaştırma-lı, onları halk tarafından iyice sindirilmesi ve kabulü mümkün bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümitliyim ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir. Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok yüce ruhlu, ilerlemeye çok yetenekli bir halktır. Bu halk, eğer bir defa karşısındaki kimselerin samimiyetle kendilerine hizmet ettiklerine inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin, her şeyden evvel millete güven vermesi gerekir. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 140-142) Siyasal kavgaların çoğu sonuçsuzdur. Fakat, toplumsal çalışma her zaman için verimlidir. Bizim aydınlar buna çalışmalı. Neden Anadolu'ya gelip uğramazlar? Neden milletle doğrudan doğruya temasta bulunmazlar? Memleketi gezmeli, milleti tanımalı, eksiği nedir görüp göstermeli. Milleti sevmek böyle olur. Yoksa sözle sevgi fayda vermez! 1919 (Atatürk'ün S.D. III, s. 10)
Aydınlar ve Anadolu Aydınlar, gidecekleri yörelerde başlı başına bir âlem yaratabilirler. Memleketin yalnız bir yerinde değil, beş on yerinde birer bilim merkezi, aydınlanma merkezi, kültür merkezi yapmalıyız, millet mutlu olsun! 1923 (İsmail Arar, Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı, s. 33)
|
Back To Top |
|
GONDEREN: stroyy on 04/08/2009 22:53:13 |
|
HARF VE DİL DEVRİMİ
Harf devriminin gerekliliği
Her şeyden evvel, her gelişmenin ilk yapı taşı olan soruna değinmek isterim. Her araçtan evvel, büyük Türk milletine kolay bir okuma yazma anahtarı vermek gerekir. Büyük Türk milleti bilgisizlikten, az emekle kısa yoldan, ancak kendi güzel ve soylu diline kolay uyan böyle bir araç ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı, ancak Lâtin esasından alman Türk alfabesidir. Basit bir deneyim, Lâtin esasından Türk harflerinin, Türk diline ne kadar uygun olduğunu, şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk çocuklarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi meydana çıkarmıştır. 1928 (Atatürk'ün S.D.I, s. 345) Şurasını deneyim ile ifade edeyim ki, hece ve alfabe yeniliği gerçekten çocukları güçlüklerden kurtaran, onlara küçük yaşta başarı zevkini tattıran en etkili yoldur. İnsanlar arasında kolay ve istekli okumak yolunun sağlanması, hem millî gelişmeye hem de milletler arasında anlaşmaya çok hizmet eder. 1929 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s. 543) Yeni Türk harfleri Bizim uyumlu, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu gereği anlamak zorunluğundasınız. Anladığınızın izlerine, yakın zamanda bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum. 1928 (Atatürk'ün MA.D., s. 26)
Milleti bilgisizlikten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini bırakıp Lâtin esasından Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur. 1928 (Atatürk'ün R.Y.G.S., s.346) Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik ve milliyetçilik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir toplumun yüzde onu, yirmisi okuma-yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması gerekir. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; övünmek için yaratılmış, tarihini övünçle doldurmuş bir millettir! Fakat, milletin yüzde sekseni okuma-yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türk'ün karakterini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık geçmişin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız.
Hataları düzelteceğiz.Bu hataların düzeltilmesinde bütün vatandaşların çalışmasını isterim. En son bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla bütün uygarlık âleminin yanında olduğunu gösterecektir. 1928 (Atatürk'ün M.A.D., s. 28) Türk harflerinin kabulüyle hepimize, bu memleketin bütün vatanını seven yetişkin evlâtlarına önemli bir görev düşüyor. Bu görev, milletimizin toptan okuyup yazmak için gösterdiği istek ve aşka gerçekten hizmet ve yardım etmektir. Hepimiz, özel ve genel yaşamımızda karşılaştığımız okuyup yazma bilmeyen erkek, kadın her vatandaşımıza öğretmek için can atmalıyız. Bu milletin yüzyıllardan beri çözümlenmeyen bir gereksinimini birkaç yıl içinde tam olarak sağlamak, yakın ufukta gözlerimizi kamaştıran bir başarı güneşidir. Hiçbir zaferin sevinçleriyle bir tutulamayan bu başarının heyecanı içindeyiz. Vatandaşlarımızı bilgisizlikten kurtaracak bir sade öğretmenliğin vicdanî zevki, varlığımızı doyurmuştur. 1928 (Atatürk'ün MA.D., s. 30) Yeni harfler bizi çok uğraştırmalıdır. İnönü'ler, Sakarya, Dumlupınar'ın yakın günlerinde ne kadar dikkatli, ne kadar uyanık, aynı zamanda ne kadar ümit dolu olduğumuzu düşününüz; yeni harfler sorununda da o kadar dikkatli ve o kadar ümitli olmalıyız. Bu memleketin gerçekten mutlu olmasını kalpten arzu edenler, bunca başarılarına rağmen hâlâ bu milletin dilini ve yazısını ilkel kavimlerin işaretleri gibi görerek ona hiçbir önem vermek gereğini duymayanları gerçeğe getirmeli, yeni harflere ve bu harflerle oluşacak duruma bütün heyecanları, ümitleri ve dikkatleriyle önem vermeli ve uğraşmalıdırlar. Eğer bugün beynimizi demir çerçeve içinde bulunduran bu kıskacı parçalamazsak, bütün ihtilâl ve devrim başarılarının mutlu sonuçlarına rağmen parçalanırız. Kazandıklarımızla avunmayı ve özellikle gururlanmayı asla düşünmemeliyiz. Bundan sonra yapacaklarımızdan teselli nedeni aramalıyız. 1928 (Yeni Türk Yazısı ile İlk Kıraat, 1928 s. 7) Türk harfleri, memleketin genel yaşamına tamamen uygulanmıştır. İlk güçlükler, milletin ülkü kuvveti ve uygarlığa olan sevgisi sayesinde kolaylıkla yenilmiştir. 1929 (Ayın Tarihi, Sayı : 68, 1929, s. 5024)
Türk diline verilen önem Kültür işlerimiz üzerine, ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da Türk tarihini doğru temelleri üstüne kurmak, öz Türk diline değeri olan genişliği vermek için candan çalışılmakta olduğunu söylemeliyim. Bu çalışmaların göz kamaştırıcı verimlere ereceğine şimdiden inanabilirsiniz. 1934 (Ayın Tarihi, Sayı: 12, 1934, s. 23) Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet örgütümüzün dikkatli, İlgili olmasını İsteriz. 1932 (Atatürk'ün S.D. I, s. 358) Türk dili kaynakları üzerinde edindiğimiz bilgiler, umduğumuzdan daha verimli çıktı. Şimdi, yalnız ana dilimizin öz varlıklarını bilmekle kalmıyoruz; bunların çok eski bir uygarlığın ilk ana dili olduğunu da öğrendik. (İbrahim Necmi Dilmen, Ulus gazetesi, 14.XI.1938, s. 3)
Milli duygu ve dil Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, bilinçle işlensin.Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. 1930 (Sadrı Maksudi Arsal, Türk Dili İçin) Millî bilinç ve dil Millî bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmak zorunluğundayız. (Enver Behnan Şapolyo, 1951 Olağanüstü Türk Dil Kurultayı, s. 53)
Türk dilinin zenginliği Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felâketler içinde ahlâkını, geleneklerini, anılarını, çıkarlarını, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir. 1931 (Afetinan, Türk Dili Dergisi, Sayı : 182, 1966 s. 90) Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifadeye yeteneği vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek gerekir. Türk milletini ve Türk dilini, uygarlık tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz. (İbrahim Necmi Dilmen, Ulus gazetesi, 14X1.1938, s. 3)
Milli Türk Talebe Birliği'ne verdiği cevaptan: Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar sizin gibi duygusu derin, yorulmaz Türk gençleridir. Türkçemizi günün en ileri bilgi dili yapmak, değerli araştırmacılarımızdan beklenir. 1932 (Atatürk'ün R.Y.G.S., s.353) Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar. (Afetinan, Türk Dili Dergisi, Sayı: 182, 1966, s. 91) Klâsik etimoloji*'nin karışık görüşleri karşısında bizim teorimiz ve analiz yöntemimiz çok basit görünüyor. Fakat gerçek, öncesiz ve sonrasız gerçek, basittedir. Teorimizi bir dil yasası olarak bilim âlemine tanıttığımız gün, Türklük için şanlı bir zafer günü olacaktır. (İbrahim Necmi Dilmen, Ulus gazetesi, 14.X1.1938, s. 3) 1936 yılında 3. Türk Dil Kurultayı'na gelen yabancı dil bilginlerini kabulü sırasında söylemiştir : Dünya dil bilginlerinin Türk bilginleriyle beraber çalışmaları, dil biliminin şimdiye kadar çözümleyemediği birçok güçlüklerin çözümünü kolaylaştıracaktır. Bundan, büyük gerçekler de meydana çıkacaktır. 1936 (Ulus gazetesi, 25.8. 1936)
Türk söz dizimi Türk söz dizimi (sentaks) hakkında söylemiştir: Türk, konuşurken önce somut şeyi, sonra soyut anlam bildiren kelimeyi söyler. "Ahmet geldi" der, çünkü Ahmet somut varlığı, geldi soyut anlamı ifade eder. Türkün doğal söz dizimi budur. Bunu ancak heyecan, korku, şaşkınlık gibi durumlar bozabilir. 1935 (Abdülkadir İnan, Atatürk ve Devrik Cümle, Türk Yurdu Dergisi, Sayı: 286, 1960)
Türk dilinin özleşmesi Daha çocukken, dersler, kitaplar arasında yuvarlanırken hissederdim ki bu dilin bir şeye gereksinimi var. O gereksinimin ne olduğunu, nasıl elde edileceğini bilmezdim. Fakat kesinlikle bir şey gerektiğini duyardım. 1928 (İbrahim Necmi Dilmen, Cumhuriyet gazetesi, 10X1.1941) En iyi savunma yöntemi, saldırıdır. Şu halde dil alanında türemiş yabancılıklara saldıralım; ağacı bir defa silkeleyelim : Görelim, hangi çürükler düşecek; kalan sağlamlar bakalım ne kadardır? Dökülmeyenler, özleri ve arınmışları bulununcaya kadar biraz daha işe yarayabilir; geçici olarak!... (Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 64) Yeni Türkçe kelimeler teklif edebiliriz. Bu yönde ısrarla çalışmalıyız. Fakat, Türk dilinin yapısını zorlamak olmaz. Bu yapı sorununu Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız. Birkaç gün önce Ahmet Cevat Bey*'e söyledim: Ketebe, yektübü Arab'ındır; kâtip, kitap, mektup Türk'ündür. (Abdülkadir İnan, Atatürk Devrine Ait Bir Hatıra,Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 85, 1969, s. 21) Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi için her yayın aracından faydalanmalıyız. Her aydın, hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli; konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hale getirmeliyiz. 1938 (Afetinan, Atatürk ve Dil Bayramı, Atatürk'e Saygı, T.D.K. s. 54) Dil işimizde henüz bir oturmuşluğa varamadık; daha çok ve pek çok çalışmak gerekir. 1938 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 222)
Yeni sözcükler hakkında Onları ortaya atmak gerekir. Millî zevkimiz hangisinden hoşlanır ve onu kullanırsa, o zaman sözlüğümüze koyalım. (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 213) Arapça bilim terimleri hakkında Söz konusu terimler, uluslararası bilim alanında kolaylıkla ilerlememize engeldir! Bilim terimleri o şekilde yapılmalı ki, anlamları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin. (Âkil Muhtar Özden, Atatürk'e ait Bilinmeyen Hatıralar, Yeni Mecmua, Sayı : 21, 1939)
Yabancı terimlerin Türkçeleştirilmesi Dil Kurumu en güzel ve verimli bir iş olarak türlü bilimlere ait Türkçe terimleri belirlemiş ve bu şekilde dilimiz, yabancı dillerin etkisinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. 1938 (Atatürk'ün S.D.l, s.395) Bu yıl okullarımızda öğretimin Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını, kültür yaşamımız için önemli bir olay olarak belirtmek isterim. 1938 (Atatürk'ün S.D.l, s.395)
TARİH GÖRÜŞÜ (DÜNYA VE TÜRK TARİHİ)
Tarihin Doğru Belirlenmesi
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana bağlı kalmazsa değişmeyen gerçek, insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır. 1931 (Hasan Cemil Çambel,T.T.K. Belleten Cilt:3, Sayı: 10, 1939, s. 272) Herhangi bir tarihi elinize aldığınız zaman, onun gerçeğe uygun olup olmadığına güven duymak için dayandığı kaynak ve belgeleri araştırılır. Bizim şimdiye kadar doğru bir millî tarihe sahip olamayışımızın sebebi tarihlerimizin, gerçek okuyucuların belgelere dayanmaktan ziyade ya birtakım meddahların veya birtakım kendini beğenmişlerin gerçek ve mantıktan uzak sözlerinden başka kaynak bulamamak talihsizliğidir. 1924 (Atatürk'le Konuşmalar, Mustafa Bay dar, s. 92) İnsan, tarihin anlamını ancak olgun bir yaşa eriştikten sonra anlıyor. Ve tarih ancak bu yaştan sonra yazılabilir. Çok arzu ederdim ki, birkaç arkadaşla beraber yaşamımızdan geri kalan zamanı tarih yazmakla geçirelim! (Yusuf Ziya Özer, Ulus gazetesi 10. 11. 1939) Tarihi yapan akıl, mantık, düşünüp karar verme değil, belki bunlardan daha çok duygulardır. 1923 (Atatürk'ün S.D.1I, s. 116) Sonradan uydurma bir eser meydana getirerek ertesi gün pişman olmaktansa, hiçbir eser meydana getirmemek, beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. 1931 (Uluğ İğdemir, Sümerbank Dergisi, Cilt:3, Sayı: 29, 1963, s. 184) İnsanların Tarihten alabilecekleri dersler
İnsanların tarihten alabilecekleri önemli dikkat ve uyanıklık dersleri, bence devletlerin umumiyetle siyasî kuruluşların oluşmalarında, bu kuruluşların niteliklerini değiştirmede ve bunların çözülme ve sonlanmalarında etkili olmuş olan sebepler ve etkenlerin incelenmesinden çıkan sonuçlar olmalıdır. Meselâ Osmanlı İmparatorluğu'nun doğmasını gerektiren sebep ve etkenlerin incelenmesinden çıkan sonuç, önemli olduğu gibi, bu imparatorluğun batması sebep ve etkenlerinin incelenmesinden çıkacak sonuç da o kadar önemlidir. Bu incelemelerde, şüphesiz siyasî kuruluşu kuran milletlerin her görüş noktasından kültürleri derecesi incelenir; kişilerin olumlu ve olumsuz etkileri göz önüne alınır. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 264)
Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar, özellikle ahlâkta gelişmemiş kavimler, en büyük kutsal kavramlar karşısında bile hasis duygulara tâbi olmaktan nefislerini menedemiyor. Tarihin sinesine geçen büyük hâdiselerde, bu hâdiseler içinde etken olanların hal, hareket ve davranışları onların ahlâk düzeylerini ne açık gösterir. 1915 (Mustafa Kemal, Anafartalar MAT., Yayımlayan: Uluğ İğdemir, s. 27) Teorik olarak hükümdarlar bağımsızlık karşıtı olamazlar. Bir varlığın başında bulunanlar o varlığın daima kendi ellerinde kalmasını isterler; fakat gerçekte halkın iradesinin belirmesine karşıdırlar. Bu düşmanlık o kadar büyüktür ki, bu hususta mağlup olmak ihtimali karşısında yabancı kuvvetlere başvuran hükümdarlar yok değildir. Tarih, bu cins hükümdarları kaydetmiştir. 1922 (Atatürk'ün R.Y.G.S., s.137) Büyük şöhretler ve millî noktadan incelenmesi Tarihte şanlar, şöhretler kazanmış pek çok insanlar millî noktadan erdeme sahip değildir. Meselâ gerçekten askerî kudret sahibi olan, Moskova'ya kadar giden, yangınlar harabeler üstünden Fransız ordusunu sürükleyip eriten Napolyon'u düşününüz. Onun hareketleri Fransız milletinin gerçek ve millî çıkarlarını değil, kendi cihangirane emellerini tatmin içindi. Bunu tatmin için Fransa'nın milyonlarca seçkin evlâdını eritti ve nihayet hepinizin bildiğiniz sonuca uğradı. Bizim Osmanlı Tarihi'ndeki en büyük ve şanlı görülen hareketleri de aynı noktadan incelemek, aynı nitelikte karşılaştırmak mümkündür. 1923 (Atatürk'ün S.D.11, s. 161-162) Gerçek değerler ve tarih Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine "Atatürk" adı verilmesi için bir yasa önerisi hazırlığı üzerine söyledikleri: Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih, zorlanmayı sevmeyen nazlı bir peridir; fikirleri tercih eder. (Falih Rıfkı Alay, Babanız Atatürk, s. 135) Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. 1919 (Nutuk 111, s.928) Dünya tarihinin seyri ve Türkler İnsanların meşgul olduğu bütün sorunlar, karşılaştığı bütün tehlikeler, kazandığı başarılar, ortaklaşa, umumî bir mücadelenin dalgaları içinden doğagelmiştir. Doğu milletlerinin, batı milletlerine saldırı ve hücumu, tarihin bellibaşlı bir evresidir. Doğu milletleri arasında, Türk unsurunun başta ve en kuvvetli olduğu bilinen bir gerçektir. Gerçekten Türkler, Müslümanlıktan önce ve Müslümanlıktan sonra, Avrupa içerisine girmişler, saldırılar, istilâlar yapmışlardır. Batıya saldıran ve istilâlarını İspanya'da Fransa sınırlarına kadar sürdüren Araplar da vardır. Fakat, her saldırıya karşı, daima, karşı saldın düşünmek gerekir. Karşı saldırı ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir önlem bulmadan hareket edenlerin sonu, yenilmek ve bozguna uğramaktır, yok olmaktır. Batının, Araplara karşı saldırısı, Endülüs'te acı ve ibrete değer bir tarihî felâket ile başladı. Fakat, orada bitmedi,izleme, Afrika kuzeyinde devam etti. Attilâ'nır, Fransa ve Batı Roma topraklarına kadar yayılmış olan imparatorluğunu hatırladıktan sonra, Selçuk Devleti yıkıntısı üzerinde kurulan Osmanlı Devleti'nin, İstanbul'da Doğu Roma İmpa-ratorluğu'nun taç ve tahtına sahip olduğu dönemlere gözlerimizi çevirelim. Osmanlı hükümdarları içinde, Almanya'yı, Batı Roma'yı zapt ve istilâ ederek muazzam bir imparatorluk kurmak girişiminde bulunmuş olan vardı. Yine bu hükümdarlardan biri, bütün İslâm âlemini bir noktaya bağlayarak yönetmeyi düşündü. Bu emelin yöneltmesiyle Suriye'yi, Mısır'ı zapt etti. Halife unvanını takındı. Diğer bir sultan da, hem Avrupa'yı zapt etmek, hem İslâm âlemini egemenliği ve idaresi altına almak gayesini izledi. Batının arasız karşı saldırısı, İslâm âleminin hoşnutsuzluğu ve isyanı ve böyle cihangirane tasavvurlar ve emellerin aynı sınır içine aldığı muhtelif unsurların uyuşmazlıkları, sonuç olarak benzerleri gibi Osmanlı İmparatorluğu'nu da tarihin sinesine bıraktı. 1920 (Nutuk II, s. 434-435) Yüzyıllardan beri düşmanlarımız, Avrupa milletleri arasında Türklere karşı kin ve düşmanlık fikirleri aşılamışlardır. Batı belleklerine yerleşmiş olan bu fikirler, özel bir düşünüş biçimi meydana getirmişlerdir. Bu düşünüş biçimi hâlâ her şeye ve bütün olaylara rağmen mevcuttur. 1923 (Atatürk'ün S.D.III, s.64) Türk milleti ve Türk tarihine genel bir bakış Bizim Türk milletimiz, eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya'nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın üstün niteliklerini daha gençliğinde kazanmıştır; tâ uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, manevî olsun hiçbir sıkıcı sınır içinde durmaz yaradılışta olduğundan yüksek anayurdunun, dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler, başlarını alarak dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar. Yılmaz atalarımızın bütün bu ilk akınlarıyla bugünün Türk milleti olan bizler pek fazla ilgiliyiz. Ancak, en büyük ilgimiz onların Çin büyük duvarını paralayarak o zamana kadar korunabilmiş Çin uygarlığının tâ yüreğine sokulmalarına yahut kuzeybatıya doğru dönerek geniş İskandinavya bölgesine girmelerine ait olmadığı gibi, tarihin Attilâ dediği büyük bir Türk komutasında Orta Avrupa'ya akın etmesine veya kardeş milletlerin bu gibi istilâ hareketlerine de bağlanamaz. Biz, doğal olarak ve başlıca o grupla ilgiliyiz ki tam batı yönünde Yakın Doğu'ya doğru gelerek, bugün Sümer uygarlığı, Hitit uygarlığı denilen uygarlıklarla Anadolu'nun başlıca tarihten önceki uygarlıklarını kurmuşlardır. Batı uygarlığı, Asya kıtasındaki insan denizinin bu birbirini kovalayan dalgaları önüne bir büyük set kurdu ve bu set en sonra Bizans İmparatorluğu şeklinde meydana çıktı. Bu imparatorlukla atalarımız dövüşmeye başladılar. Zafer tam pençemize girerken bu sefer batıdan gelen başka bir dalga -Haçlılar- Anadolu'ya saldırarak kesin zaferimizi, yani büyük savaş ödülü ve geniş imparatorluk sembolü olan İstanbul'u almamızı tam iki yüz yıl -1453 yılına kadar- geri bıraktı. Biz Türkler, her çağda doğunun kılıcının keskin ağzı idik. Lâkin gitgide birçok levanten* unsurlar biz galiplere karıştıklarından, Osmanlı İmparatorluğu denilen o milletler karması ortaya çıktı. Bu Osmanlı İmparatorluğu, memleketteki Türk unsurunu Avrupa içlerine karayel (kuzey-batı) yönünde iki büyük met dalgası halinde kullanmakla istifade etti. Kanuni Süleyman zamanında, aradaki bütün Balkanlarla ötelerini zapt ederek Viyana kapılarına dayandı. Türklerin bu yönde ikinci dalgalanışı Dördüncü Mehmet zamanındadır ki, o da aynı derece cengâverane ve zaferlidir. Osmanlı İmparatorlu İ: U. biz kahraman Türkler nedeniyle bir büyük devlet oldu ve dinimiz olan İslâmiyet üzerine büyük bir ruhanî örgüt yapıldı. İşte bu devlet ile ruhanî örgüt çok kuvvetli bir kuruluş halinde İstanbul'da birleştiler. Orada kahraman Türk, saray entrikalarına ve ruhanî örgütün nüfuzuna mağlûp oldu ki, bu iki kuruluş egemenlik merkezlerinden tâ uzakları ve Avrupa, Anadolu ve Kuzey Afrika'da-ki bölgeleri ve yönetiyordu. İşte birinci büyük tablomuz burada bitiyor. Bu tablo Türkler tarafından boyanmış süslenmiş iken bu cengâverler şimdi saray entrikalarından bunalarak arka plâna atılmışlardı. Tarih yürüdü. Bundan sonra Türk İmparatorluğu, batı uygarlığına karşı kendisini Türk silâhlarıyla değil, daha ziyade batı devletlerini birbirine düşürmek suretiyle savunduki bu devletlerin siyaseti de İstanbul'u ve Boğazlan istemekle birleşiyordu. Avrupalılar bize "Avrupa'nın hasta adamı" adını verdiler ve her tarafta birçok miras davacıları türedi. En sonra batı devletlerinin arasında Büyük Savaş çıktı. Biz de, Küçük Asya'da ticarî çıkarlar arayan merkezî Avrupa devletlerinin Yakın Doğu tutkularıyla bu savaşa sürüklendik. 1932 (General Sherrill, Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik,Çev: Ahmet Ekrem, 1935, s. 88-89) Türkler, on beş yüzyıl önce Asya'nın göbeğinde çok büyük devletler kurmuş ve insanlığın her türlü kabiliyetlerine belirti olmuş birer unsurdur. Elçilerini Çin'e gönderen ve Bizans'ın elçilerini kabul eden bir Türk devleti, ecdadımız olan Türk milletinin kurduğu bir devlet idi. 1922 (Atatürk'ün S.D. I, . 262) Türk Hun İmparatorlusu Teoman ve Mete
Asya Türk Hun İmparatorluğu'nun kuruluş tarihi Çin'de imparatorluk kuruluş tarihi ile başlar. Çin'in, M.E 13. yüzyıla ait belgeleri bunu böyle kaydeder. Ancak, bu Mete Türk imparatorluğunun bizce malum olabilen imparatoru Teoman'dır. Teoman, M.E. 13. yüzyıl başında yaşamış büyük bir kahramandır. Çinliler, bu kahramanın Çin'de imparatorluk kurmuş olan büyük Türk komutanlarının neslinden geldiğini iddia ederler. Teoman'ın oğlu Türk İmparatoru Mete de meşhurdur. O, doğuda Kadırgan dağlarından batıda Hazer denizine kadar, kuzeyde Sibirya'dan güneyde Himalaya eteklerine kadar geniş sınırlar içinde büyük Türk İmparatorluğu'nu kurmuş yüksek bir Türk hakanıdır. Mete, Çin İmparatoru ordularını büyük meydan savaşlarında mağlup etmiş, Çin İmparatoru'nu sığındığı kalede kuşatmış, ancak karısının bağışlanması için aracı olmasıyla fakat kendisine vergi vererek, bağlılığını da kabul edip serbest bırakmış bir Türk imparatorudur. Bence Mete çok büyüktür. Bütün Türk tarihinde Oğuz efsanesinin dayandırılacağı adam odur. Fakat düşünülürse Teoman, elbetteki ondan da büyüktür. Çünkü her şeyi hazırlayan odur. İskender, "Büyük" sıfatı ile anılırdı. Fakat gerçekte ondan büyük olan Filip'tir. Çünkü İskender'in başarısı için gereken siyasî ve askerî vasıtaları hazırlayan odur. Eyüpoğullarından Selâhattin, Haçlılardan Kudüs'ü kurtarmış olmakla tanınmış büyük bir Türk'tür. Fakat ondan daha büyük olan bizzat Selâhattin'i ve onun başarılı ordularını ve vasıtalarını hazırladıktan sonra ölen büyük Türk Nurettin'dir. İnsanlık tarihinde silinmez satırlarla varlığını yazdırmış olan odur. (Kâzım Özalp, Özalp, Atatürk'ü Anlatıyor, Milliyet gazetesi, 22X1.1969)
Osmanlı Devleti'nin gücü
Milletimiz, ufak bir aşiretten anavatanda bağımsız bir devlet kurduktan başka batı âlemine, düşman içine girdi ve orada çok büyük güçlükler içinde bir imparatorluk kurdu. Ve bunu, bu imparatorluğu altı yüz yıldan beri tam bir hayranlık ve büyüklükle devam ettirdi. Bunu başaran bir millet, elbette yüksek siyasî ve idarî niteliklere sahiptir. Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvvetiyle olamazdı. Dünyaca bilinmektedir ki, Osmanlı Devleti pek geniş olan ülkesinde bir sınırından diğer sınırına ordusunu olağanüstü hızla ve tamamen donatılmış olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de yıllarca iyi besler ve idare ederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu kuruluşunun değil, bütün devlet kuruluşlarının olağanüstü üstünlüğünü ve kendilerinin yetenekli olduğunu gösterir. 1919 (Nutuk III, s. 1182-1183) Doğu Sorunu Biliyorsunuz ki, batı âlemi Osmanlı Devleti'ni yıkmak için ortaya Doğu Sorunu adıyla bir sorun çıkarmıştı. Batı öyle zannediyordu ki, Osmanlı Devleti'ni yıkmakla onu oluşturan ana unsuru da yıkacaktı. Gerçi başarılı oldu; fakat ikincisinde olamadı ve olamayacaktır. Batı âlemi hâlâ bir gerçeği görmek ve itiraf etmek istemiyor ki, o da eski Osmanlı Devleti'nin çökmüş olduğu ve yeni Türkiye Devleti'nin doğduğudur. Türk milleti kendi ismine dayanarak bir devlet kurmuş, çaba ve kudretiyle yeniden meydana çıkmıştır. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s.89) Osmanlı Devleti ve çöküş sebepleri Türk milleti, bin yıldan fazla bir zamandır bu topraklarda yaşama hakkına sahiptir. Bu eskiye ait kalıntılarla belirlenmiştir. Osmanlı Devleti'ne gelince, bu devlet yedi yüzyıldır yaşamaktadır ve muhteşem geçmişi ve tarihiyle övünebilir. Biz, kudreti ve görkemi bütün dünyada, Asya, Avrupa ve Afrika kıt'alarında tanınan bir milletiz. Savaşçılarımız ve ticaret gemilerimiz okyanusları aşmışlar ve bayrağımızı Hindistan'a kadar götürmüşlerdir. Yeteneklerimiz, bir zamanlar sahip olduğumuz ve bütün dünyaca bilinen egemenliğimizle kanıtlanmıştır. Fakat son yüzyıl boyunca Avrupa kuvvetlerinin, hükümet merkezimizdeki entrikaları ve bu entrikaların sonucunda bağımsızlığımıza müdahaleleri, ekonomik hayatımızı engelledikleri sınırlamalar, yüzyıllarca bir arada kardeşçe yaşadığımız Müslüman olmayan unsurlarla aramızda ektikleri anlaşmazlık tohumları ve bu durumlara ek olarak hükümetlerimizin zayıflığı ve bunun sonucu olan kötü yönetim, çağdaş seviyede gelişme ve refah yolunda ilerlememize engel oluşturdu. Bugün içinde bulunduğumuz acı durum, hiçbir zaman bizim esastan yetersizliğimizi veya çağdaş uygarlığa uyamadığımızı ifade etmez. Bu, tamamen yukarıda sayılan birbirine zıt sebepler yüzünden ortaya çıkmıştır. 1919 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s. 83-84) Tarihimizle kanıtlanmıştır ki, şimdiye kadar sayısız zaferler elde etmişizdir. Tarihimiz birçok parlak zaferler kaydeder. Fakat zaferle beraber her şey bırakılmış ve verimli sonuçlarını toplamayı ecdadımız ihmal etmiştir. 1923 (Atatürk'ün S.D.I1, s. 53) İslâm âlemine dahil topluluklar ile Hıristiyan âlemine ait kitleler arasında birbirini affetmez gören bir düşmanlık vardır. İslâmlar Hıristiyanların, Hıristiyanlar İslamların ebedî düşmanları oldular. Birbirlerine kâfir, bağnaz gözüyle baktılar. İki dünya birbirleriyle yüzyıllardan beri bu bağnazlık ve düşmanlıkla yaşadı. Bu düşmanlığın sonucudur ki, İslâm âlemi batının her yüzyıl yeni bir şekil ve renk alan ilerlemelerinden uzak kalmıştı. Çünkü, İslâm topluluğu o ilerlemelere kibirle, nefretle bakıyordu. Aynı zamanda iki kitle arasında uzun yüzyıllar boyunca devam eden düşmanlık zoruyla İslâm âlemi, silâhını bir an elinden bırakmamak zorunluğunda idi. İşte silâhla bu sürekli uğraşı, düşmanlık duygusuyla batının ilerlemelerine ilgi göstermeme, gerilememizin sebep ve etkenlerinden diğer birini oluşturur. 1923 (Atatürk'ün S.D.1I, s. 139-140) I. Dünya Savaşı ve Türkiye Türkiye, Umumî Savaş'a girmeye mecburdu ve mevcut dünya dengesine göre bu giriş şekli de olandan ve görülenden başka türlü olamazdı. Belki savaşa giriş zamanı, belki kuvvetlerin kullanma tarzları, sözün kısası bir sürü ayrıntı tenkit olunabilir. Fakat, esasa diyecek yoktur. Türkiye savaşa girerdi ve böyle girerdi. 1922 (Yunus Nadi, Atatürk'ün Vasıfları, En Büyük Kaybımız, s. 226-227) 1914 yılı sonlarında Sofya'dan, yakın arkadaşı Salih Bozok'a yazdığı mektuptan: Genel durum hakkında görüşümü soruyorsun. Bu husustaki görüşüm, yalnız sende kalmak şartıyla yazıyorum. Biz hedefimizi belirlemeden umumî seferberlik ilân ettik; bu çok tehlikelidir. Çünkü başımızı bir tarafa mı, yoksa birçok taraflara mı vuracağız? Belli değildir. ..Ben, Almanların bu savaşta galip geleceklerine kesinlikle emin değilim! 1914 (Salih Bozok-Cemil Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, s. 174)
Çanakkale savaşları hakkında
İngilizler, Arıburnu çıkarmasında, bu cephedeki savaşlarda komutanlarının, askerlerinin gösterdikleri cesareti, dayanıklılığı, cengâverane meziyetleri olağanüstü bir takdir diliyle anıp ilân etmektedirler. Fakat düşünün ki, bütün savaş araçlarıyla tam donatılmış olarak büyük bir inat ve kararlılıkla Arıburnu kıyılarına ayak basan düşmanımız, gene o kıyı kenarlarında kalmaya mecbur olmuştur. Bu sebeple subaylarımız, askerlerimiz vatan ve din duygularıyla, kendilerine özgü millî kahramanlıklarıyla bu derece kuvvetli bir düşmana karşı başkent kapılarını korumakla gerçekten övünmeye değer bir mevki kazanmışlardır. Komuta ettiğim bütün birliklerin subaylarını ve bireylerini birer birer takdir ederim. Bu yüce amaç uğrunda canlarını kahramanca feda eden mukaddes şehitlerimizi derin ve ebedî bir saygıyla anarım. 1913 (Ruşen Eşref Onaydın, Anafartalar KumandanıMustafa Kemal ile Mülakat, 1930, s. 64) Madam Corinne'e Çanakkale'den yazdığı bir mektuptan: Burada, benim ismimin duyulmamasına hayret etmemeli; çünkü ben önemli bir savaşın kahramanı olarak Mehmet Çavuş'a şeref kazandırmayı tercih ettim! Tabiî şüphe etmezsiniz ki, savaşı yöneten sizin dostunuzdu ve savaş gecesi, savaşanların saflarında Mehmet Çavuş'u bulan da o İdi. 1915 (Melda Özverim, M.K. ve C.L., s. 52) Kazanılan zaferler Alman emir ve komutasının değil, Türk erinin cevherini kavrayabilmiş Türk komutanlarının eseridir. Türk milletinin kanında, kromozomlarında atalarından geçen kahramanlık cevheri, üstün savaş mirası vardır. Bu cevheri iyi kullanan komutan, tarihte ve gün içinde zafere ulaşmıştır. Çanakkale zaferi de, diğer zaferler de Türk komutasının, Türk erinin eseridir. 1916 (Rıdvan Nafiz Edgüer, Hayatı ve Eserleri, s.17) Çanakkale savaşlarını kazandıran ruh Biz, bireysel kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz; yalnız size Bombasırtı vak'asını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşı siperler arasında uzaklığınız sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak.. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tümüyle düşüyor; ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve kadere boyun eğişle biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir bezginlik bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-1 Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale savaşını kazandıran, bu yüksek ruhtur. 1918 (Ruşen Eşref Ünaydın, Anafartalar Kumandam Mustafa Kemal ile Mülakat, 1930, s. 47-48) Mondros Ateşkes Antlaşması
Mondros Ateşkesi, Osmanlı Devleti'nin müttefikleriyle Ateşkes beraber sürüklendiği acı mağlûbiyetin yüz kızartacak bir Antlaşması sonucudur. O antlaşma hükümleridir ki, Türk topraklarını,yabancıların işgaline sundu. O antlaşmada kabul edilen şeylerdir ki, Sevres Antlaşması hükümlerinin de kolaylıkla kabul ettirilebileceği fikrini yabancılara mümkün ve akla uygun gösterdi. 1927 (Nutuk II, s. 791) Sevres Antlaşması Siyasî, adlî, ekonomik ve malî bağımsızlığımızı yok etmeğe ve sonuç olarak yaşama hakkımızı inkâra ve ortadan kaldırmaya yönelik olan Sevr Antlaşması, bizce mevcut değildir. 1921 (Atatürk'ün S.D.I1I, s. 16-17) Milletimizin bir yıllık mücadelesi sonucunda varlığını ve bağımsızlığını savunmak hususundaki çaba ve kararının sarsılmaz olduğu fiilen kanıtlandıktan sonra ancak milletimiz, İstanbul'da Padişah'ın huzuru ile toplanılarak Şura-yı Saltanat'ta ayağa kalkmak suretiyle alınan karara dayanılarak İstanbul Hükümeti'nin kabul ettiği Sevres Antlaşması altındaki idam kararının yok edici niteliğini kavradığını ve buna Türkiye'de uygulama yeri olamayacağını kararlı mücadeleleriyle maddeten kanıtladıktan sonra, nihayet İtilâf Devletleri'nin ileri gelenleri bizimle görüşmeye gerek duymuşlardır. Düşmanların bütün bir yıllık çabalarına rağmen sonuçta bugün, Sevres Antlaşması içeriği fiilen ve hükmen yoktur. Sonucundan ümitli olmak istediğim Londra Konferansı* insanlık dünyasının lâyık olduğu barış ve güvenliği bir bekleme halinde bıraksa da bugün anlaşılmıştır ki, Sevres Antlaşması hükümleri Türkiye'ye zorla uygulanamaz. Efendiler! Mağlup sıfatıyla 1918 ateşkes antlaşmalarını imzalamış olan milletler arasında bu sonuca ancak Türkiye,izlediği siyasetin uzak görüşlülüğü ve silâhlarının kuvveti sayesinde erişmiştir. 1921 (Atatürk'ün S.D.I, s.162-163) İmparatorluk hulyası ve sonuçları
Bu milleti bugün idam sehpası karşısında bulunduran işlerin ve hareketlerin kaynağı hayaldir, duygulardır. Uzaklara gitmeye gerek yok. Bu milletin genel seferberliğinin hangi gerçeğe, hangi gerçek hesaba dayandığını bir defa düşününüz. Bunun tek sebebi duygulardır! Umumî Savaş'a, bu milleti götüren nedir? Hangi gerçektir? Duygudur! Daha ilerisine gidelim, geçmişimize dönelim; küçük bir tarihî olay: Sadrazam Kara Mustafa Paşa, bu milleti Viyana kapılarına götürürken bütün Kuzey Almanya'yı zapt ve fethederek dünya çapında bir Osmanlı İmparatorluğu yapmak hülyasına düşmüştü. Fakat, zavallı babamız düşünmüyordu ki bütün bu zafer emelleri peşinde dolaşırken, bu girişimler torunlara, babadan miras kalmış yerlerini kaybettirmek için zemin hazırlıyordu. Fakat efendiler! Bu topluluğun büyük bir imparatorluk, maddî bir imparatorluk halinde bir noktadan yönetilmesini düşünmek istiyorsak bu bir hayaldir! Bilime, mantığa, tekniğe aykırı bir şeydir! Dikkat ediniz ve bir tarihî gerçek, bir teknik ve bilimsel gerçek olarak daima hatırda tutunuz ki, bir siyasî cismin sınırını geçemeyeceği bir güç sonlanması vardır! Nasıl ki bir insanın normal şekillenmesi için birtakım mâkul ve doğal hatlar vardır. Eğer bu hatlar doğallıktan uzaklaşırsa, eğer insanın şekillenmesinde bu hatların tecavüz edilmesi söz konusu olursa, o zaman karşımızda ya hiç gelişmemiş bir cüce veyahut dev gibi bir şey görürsünüz! İnsanın şekillenmesi için böyle olduğu gibi insanlardan meydana gelen topluluklarda da bu kural aynen mevcut ve geçerlidir. Birkaç yüzyıl evvelki durumumuza gözlerinizi çeviriniz: Afrikalar, Suriyeler, Iraklar, Makedonyalar, Bulgaristan, Sırbistan ve diğerleri... Bütün bu ülkeleri göz önüne alınız. Bütün bu ortam, bu geniş sınır içerisinde iklimi çeşitli ve orada oturan milletlerin huyları çeşitli, her şey çeşitli olduktan sonra bunların hepsini bir imparatorluk altında bulundurmak ve yaşatmak mümkün müydü? Doğaya, akla ve doğa yasasına aykırı olduğundan dolayı sonucun ne olduğunu görüyorsunuz! 1921 (Atatürk'ün S.D.I, s. 193-195) Panislâmizm Panturanizm hakkında Muhtelif milletleri, ortak ve genel bir unvan altında toplamak ve bu çeşitli unsur kitlelerini aynı hukuk ve şartlar altında bulundurarak kuvvetli bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasal görüştür. Fakat aldatıcıdır. Hatta, hiçbir sınır tanımayarak, dünyada mevcut bütün Türkleri de bir devlet halinde birleştirmek, erişilmesi imkânsız bir hedeftir. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamış olan insanların çok acı, çok kanlı olaylar ile meydana koyduğu bir gerçektir.
Panislâmizm, panturanizm siyasetinin başarı sağladığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilmemektedir. Irk farkı gözetmeksizin bütün insanlığı içine alan cihangirane devlet kurma tutkularının sonuçları da tarihte yazılıdır. Müstevli olmak hevesleri, söz konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü duygularını ve özel bağlantılarını unutturup onları kardeşlik ve tam bir eşitlik içinde birleştirerek, insanî bir devlet kurmak görüşü de kendine özgü şartlara sahiptir. 1920 (Nutuk il, s. 436) Türk tarihine verilen önemin sebepleri
Büyük devletler kuran atalarımız, büyük ve kapsamlı uygarlıklara da sahip olmuştur. Bunu aramak, incelemek,Türklüğe ve dünyaya bildirmek bizler için bir borçtur. (Afetinan, Atatürk Hakkında H. B. , s.297) Türk çocuğu atalarını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B..S.297) Türkleri bütün dünyaya geri bir millet olarak tanıtan görüş, bizim de içimize girmiştir. Dört yüz çadırlık göçebe bir kabileden bir imparatorluk ve millet tarihini başlatmak suretiyle imparatorluk zamanında Türklerin görüşü de bu merkezdeydi. Evvelâ, millete tarihini, soylu bir millete mensup bulunduğunu, bütün uygarlıkların anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu öğretmeliyiz. 1930 (Ahmet Hamdı Başar, Atatürk'le 3 ay, s. 122) Büyük işleri yalnız büyük milletler yapar. (Afetinan, Kemal Atatürk'ü Anarken, 1956, s. 196) Eğer bir millet büyükse kendisini tanımakla daha büyük olur. (Hikmet Bayur, T.D.K. Türk Dili, Belleten, No: 33, 1938, s. 16) Anadolu'nun ilk halkı
Kafasını ve vicdanını, en son ilerleme alevleriyle güneşlendirmeye karar vermiş olan bugünün Türk çocukları, biliyor ve bildirecektir ki, onlar dört yüz çadırlı bir aşiretten değil, on binlerce yıllık, özgür, uygar ve yüksek bir ırktan gelen yüksek yetenekli bir ırktır. Bir de şunu iyi bilmek gerekir ki, eski zamanlara ait Eti'lerimiz, atalarımız, bugünkü yurdumuzun ilk ve yerli halkı olmuşlardır. Burasını binlerce yıl evvel anayurdun yerine öz yurt yapmışlardır. Türklüğün merkezini Altay'lardan Anadolu-Trakya'ya getirmişlerdir. Türk Cumhuriyeti'nin sarsılmaz temelleri, bu öz yurdun çökmez kayalarındadır. Bu kutsal yurdun öz mirasçısı, Türkiye Cumhuriyeti'nin yılmaz bekçisi o büyük, yüksek, soylu Türk milletinin bugünkü genç ve dinç çocuklarıdır; biziz. 1933 (Atatürk'ün S.D.V, s.62)
Türk çocukları ve millî tarih Türk çocuklarında yetenek, her milletinkinden üstündür. Türk yetenek ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için gereken atılım kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu yetenekle kimseye boyun eğmeyeceklerdir. (Şemsettin Günaltay, 1951 Olağanüstü Türk Dil Kurultayı, s. 33) Millî tarih ve millî bilinç Biz Balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır; bu da İslâv araştırma cemiyetlerinin kurduğu dil kurumlarıdır. Bizim içimizdeki insanların millî bilinçlerini uyandırdığı zaman, biz Balkanlar'da Trakya sınırlarına çekildik. (Enver Behnan Şapolyo, 1951 Olağanüstü Türk Dil Kurultayı, s. 54) Türk tarihinin yazılması isteği Bir toplantı sırasında Türk Tarih Kurumu üyelerine söylemiştir : Ben gelip geçici bir insanım, bir gün öleceğim. Büyüklüğüne ve üstün yeteneklerine inandığım Türk ulusunun gerçek tarihinin yazılmasını sağlığımda görmek istiyorum. Onun için bu toplantılarda kendimden geçiyor, her şeyi unutuyor, sizi yoruyorum. Beni affedin! 1933 (Uluğ İğdemir, Atatürk ve Tarih, Açılış 1962-1963, M.T.T.B., s. 24) İzmir suikastı (1926) İzmir'de, Suikast'ı Tel'in Heyeti'ne söyledikleri: Soylu milletimin beni ne kadar sevdiğini biliyorum. Bu gösteri bana olan sevginin, şefkatin özellikle ortak ülkümüze olan bağlılığın yüksek derecesini doğrulayan yeni bir kanıttır; teşekkür borçluyum, mutluyum. Beni öldürürlerse vatandaşlarımın intikamımı alacaklarından eminim. Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına inanıyorum; Bununla övünüyorum. Karşıtlarımız düşünebildikleri iğrenç çarelere istedikleri kadar girişsinler; onların çılgınca hareketleri bizim devrim ateşimizi söndüremez. Onların kendilerini zarara, zaman zaman milleti acı ve üzüntüye uğratan akılsızlıklarına acıyorum. Cumhuriyet Hükûmeti'nin demir pençesi ve İstiklâl Yüksek Mahkemesi'nin adaleti gerçekleştiren eli duruma kesin olarak hâkim bulunuyor. Muhterem halka, onların adalete uygun çalışmaları sonuçlarını huzurla beklemelerini öğütlerim. Yaşasın millet, yaşasın devrimimiz! 1926 (Atatürk'ün S.D.V, s.44-45)
Suikast görünürde kişiye yönelik görülmekle beraber,gerçekte milletin talihine kurşun sıkılmak isteniliyordu.Türk milleti bütün bir düşmanlık dünyası önünde kendi alın yazısını kurtardıktan sonra böyle küçük düşünceler önünde mağlup ve perişan olamayacak kadar yücelik ve soyluluk sahibi olduğunu bütün dünya önünde kanıtlamıştır. O bir yalçın kayadır ki ona çarpacak her suikast dalgası, paramparça olarak perişan ve dağınık yerlere dökülür. Olay, insanlar içinde bazen ne kadar alçalabilen yaratıklar bulunduğunu kanıtlamaktan daha ileri geçemez. Bu, memleket yönetiminde insanların ne gibi zorluklarla uğraşmak zorunda olduklarının bir kanıtıdır. 1926 (Atatürk'ün R.Y.G.S., s.208) Tutkularını ve gizli amaçlarını, milletin kurtuluşu yolunda, doyurulmamış görenlerin, çılgınca girişimleri millî irade karşısında daima bozguna uğramıştır ve daima bozguna uğrayacaktır. Bu girişimlerin son belirtisi olarak meydana çıkan suikast olayı, naçiz şahsımızla ilgisi bakımından değil, fakat Türk milletinin mertçe niteliklerine yaraşmayan ve millet vekâleti gibi yüksek bir itibar makamını saldırı aracı yapmayı düşünecek kadar soysuzlaşan gerici bir düşünüş biçimi göstermek bakımından üzüntü sebebi olmuştur. Ancak pek sınırlı ve alçak bir grubu içine alan bu düşünüş biçimine karşı bütün milletin candan gösterdiği nefret ve direniş, Cumhuriyet'in ve Büyük Millet Meclisi kurumlarının millet katında ne derece aziz olduğunu kanıtlamak bakımından teselli ve övünme sebebi olmuştur. 1926 (Atatürk'ün S.D.I, s.332) Büyük Söylev'i hakkında
İstanbul'u terkettiğim güne kadar geçmiş bulunan vaziyetleri ayrı bir evre olmak üzere, o günden bugüne kadar geçen olayların korunmuş ve saklanmış olan belgelerini düzenleyerek anılarımı yazmak niyetindeyim. Bunu yapmayı gelecek kuşak için, Türk Cumhuriyeti Tarihi için bir görevde sayıyorum. 1924 (Atatürk'ün S.D.V, s. 101) Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve ayrıntılı söylevim, en nihayet geçmişi içeren bir dönemin hikâyesidir. Bunda, milletim için ve gelecek evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklığı davet edebilecek bazı noktalar belirtebilmiş isem, kendimi mutlu sayacağım. Efendiler, bu söylevimle millî yaşamı sona ermiş sayılan büyük bir milletin bağımsızlığını nasıl kazandığını ve ilim ve tekniğin en son esaslarına dayalı millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen millî felâketlerin doğurduğu uyanıklığın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum. 1927 (Nutuk II, s. 897) Söylevin, gençliğimizin ve büyük milletimizin ruhunda uyandırdığı temiz yankıları dinlemekle pek övünüyorum ve mutluyum. Millî kararlılık ve bilincin değerli eseri olan aziz cumhuriyetin, bugünkü ve yarınki kuşağın demir ellerinde her an yükseleceğine ve yaşayacağına güvenim tamdır. 1927 (Atatürk'ün S.D.V, s.160) Bu söylev, benim Türk milletine yadigârımdır. 1927 (Atatürk'ten BM., s.10) Tarihi yaşadığımız gibi yazdık; fakat geleceği, cumhuriyete inananlarla onu koruyanlara ve yaşatacaklara emanet etmek gerekir. 1927 (Afetinan, B.NA.G.H., s. 516) Yıldırım Beyazıt Bir gün ressamlar kahramanlık çehresini kaybederlerse Yıldırım'ı alsınlar, yapıversinler. (Mahmut Esat Bozkurt, Yakınlarından Hatıralar, s.95) Timur Ben, Timur zamanında olsaydım, onun yaptığını yapabilir mi idim, onu söyleyemem; fakat o benim zamanımda olsaydı, belki daha fazlasını yapabilirdi. (Mahmut Esat Bozkurt, Yakınlarından Hatıralar, s.96) Timur'un asıl dikkati çeken hali, bir
|
Back To Top |
|
GONDEREN: stroyy on 04/08/2009 22:55:46 |
|
TÜRK GENÇLİĞİ
Ümit kaynağı gençlik
Gençler! Vatanın bütün ümidi ve geleceği size, genç kuşakların anlayış ve enerjisine bağlanmıştır. 1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K. Atatürk'le beraber, Cilt: I, s. 248) Başımıza neler örülmek istenildiği ve nasıl karşı koyduğumuz ve daha doğrusu milletin arzu ve emellerine uyarak ve onun yardımıyla nasıl çalıştığımız görülmeli ve gelecek kuşaklar için ibret ve uyanıklığı gerektirmelidir. Zaten her-şey unutulur. Fakat biz her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır; geleceğin ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün umudum gençliktedir! 1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K. Atatürk'le beraber,Cilt: II, s. 471-472) Her şeye rağmen kesinlikle bir aydınlığa doğru yürümekteyiz. Bende bu imam yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkındaki sonsuz sevgim değil, bugünün karanlıkları, ahlâksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve gerçek aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdür. 1918 (Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk'ü Özleyiş, s.17) Gençler için vatanî işlerde ölmek söz konusu olabilir;fakat korkmak, asla! 1919 (Reşit Paşa'nın Hatıraları, s. 127) Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir özgürlüğünün en değerli simgesi olacaksınız. Ey yükselen yeni kuşak! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz! 1924 (Atatürk'ün S.D.II, s.182) Bu memleketin gençliği, hakkımda pek büyük sevgi gösterdi. Bu kadar lâyık olduğumu bilmiyordum. Arkadaşlar! Bu memleketi ve bu milleti yüzyıllardan beri berbat edenler çoktan ölmüştür. Bütün gençlik, buna iman etmelidir. Bizim kanımız akmadıkça bunlar bir daha geri gelmeyecektir. 1924 (1933 "Cumhuriyetin Onuncu Yıldönümü",Giresun Halkevi Neşriyatı, 1933) Bu kadar kuvvetli ve zinde bir gençlik içinde kendimi gördüğümden dolayı mutluyum. 1924 (1933 "Cumhuriyetin Onuncu Yıldönümü", Giresun Halkevi Neşriyatı, 1933)
Milletin değerli ve seçkin gençleriyle konuşmak benim İçin mutluluktur. 1930 (Vakit gazetesi, 11. 11. 1930) Milletin bağrından temiz bir kuşak yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak! 1923 (Ercüment Ekrem Talû Tasvir gazetesi 10. 11. 1946) Asla şüphe yoktur ki cumhuriyetin gelecek evlâtları, bizden daha çok bolluğa ve rahata kavuşmuş ve mutlu olacaklardır. 1927 (Atatürk'ün TTB.IV, s. 535) Türk gençliğinin birinci görevi Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen millî felâketlerin doğurduğu uyanıklığın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum. Ey Türk gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti'ni, sonsuza dek korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli hazinendir. Gelecekte de, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, iç ve dış, düşmanların olacaktır. Bir gün, bağımsızlık ve cumhuriyeti savunma zorunluğuna düşersen, göreve atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şartlar, çok elverişsiz bir nitelikte belirebilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha acıklı ve daha korkunç olmak üzere, memleketin içinde, iktidara sahip olanlar dalgınlık ve doğru yoldan ayrılma ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kişisel çıkarlarını, memleketi ele geçirenlerin siyasî emelleriyle birleştirebilirler. Millet, fakirlik ve yoksulluk içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin evlâdı! İşte, bu durum ve şartlar içinde de görevin; Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki soylu kanda, mevcuttur! 1927 (Nutuk II, s.897-898) Gençler ve yüksek ülkü Siz, genç arkadaşlar, yorulmadan beni izlemeye söz vermişsiniz. İşte ben, özellikle bu sözden çok duygulandım. Yorulmadan beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni izlemektir. Yorgunluk her insan, her yaratık için doğal bir haldir. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevî bir kuvvet vardır ki işte bu kuvvet, yorulanları dinlendirmeden yürütür. Sizler, yeni Türkiye'nin geç evlâtları, yorulsanız da beni izleyeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği amaca, bizim yüksek ülkümüze durmadan, yorulmadan yürüyecektir. 1937 (Cumhuriyet gazetesi 1.4.1937) Yeni Türkiye Devleti bütün Türklük karakterlerini, yani onun dinç, kararlı, erdemli etkinliklerini kendisinde toplamıştır. Gençler! Biz size geçmişten, geçmişin hurafelerinden, geçmişin olaylarından uzak bir yeni doğmuş çocuk çıkardık. Olaylardan, olayların zorunluğundan çıkan bu çocuk, sizin pek değerli katılımınızla, aydın yardımınızla çıktı. Bu çocuğu büyütüp yükseltmek bizlerden sizlere yönelir. Bu görevde başarılı olacağınıza, gördüğüm kanıtlar sayesinde pek çok kuvvetlerle iman edenlerdenim. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s.133) Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum. Buna gerçekten sevinmekteyim. Fakat beraber yaşadığımız sürece benim hedefime yürümenizi hepinizden istemek, geçerli bir hakkım olarak tanınmalıdır. 1937 (Babalık gazetesi, 6.4.1937; Trakya Dergisi, Sayı: 9, 1937, s. 6) Gençler ve milletin yükselmesi
Sayın gençler, yaşam mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı yaşamda yalnız iki şey vardır. Galip olmak, mağlup olmak. Size, Türk gençliğine terk edip bıraktığımız vicdanî emanet, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip olacaksınız. Milletin yükselme gerek ve şartları için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle tereddüt etmeyin. Milleti,o yükselme aşamasına götürmek için, dikilecek engelleri hep birlikte önleyeceğiz. Bunun için beyinlerinize, sezişlerinize, bilginize, gerekirse bileklerinize,pazılarınıza, bacaklarınıza başvuracak, fakat sonuçta ne olursa olsun kesinlikle o amaca varacağız. Bu millet, sizin gibi evlâtlarıyla lâyık olduğu olgunluk derecesini bulacaktır. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 133)
Şeyh Sait isyanından sonra bir "Aydınlatma Kurulu" oluşturarak Anadolu'yu dolaşmaya karar veren İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği'nin telgrafına cevabı : Kurulunuzun oluşmasını memnuniyetle karşıladım. Memleketin aydın gençliğinin bağnazlık ve gericiliğe karşı mücadelesindeki yüksek görevini idrak ile girişim alanına geçmesi, takdire değerdir. Düzenleyeceğiniz kurulların memleket içinde seyahati, en büyük bilim ocağına, memleketimizi yakından inceleme fırsatını da vereceğinden ayrıca faydalıdır. 1925 (Atatürk'ün S.D.V..S.154) Benim anladığım gençlik, bu devrimin fikirlerini ve ideolojisini benimseyip gelecek kuşaklara götürecek kimselerdir. Benim gözümde yirmi yaşında bir yobaz ihtiyardır, yetmiş yaşında bir idealist de güçlü bir gençtir. (Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk'ün İdeolojisi, Bayram gazetesi, 14. 11. 1978) Gençliğin yetiştirilmesi
Gençliği yetiştiriniz. Onlara bilim ve kültürün olumlu fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Özgür fikirler uygulamaya geçtiği zaman, Türk milleti yükselecektir. (Afetinan, Atatürk'ün B.N.M., s.37) Gençliği kesinlikle ülkü sahibi ve memleketle ilgili olarak yetiştirmek, herkesin, hepimizin, her devlet adamının başta gelen görevidir. (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955, s. 62) Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğrenimin sınırı ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: 1- Milliyetine, 2- Türkiye Devleti'ne, 3- Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne düşman olanlarla mücadele gereği. Bireyleri bu mücadele gerekleri ve araçlarıyla donanmayan milletler için yaşama hakkı yoktur. Mücadele, mücadele gerekir. 1922 (M.E.İ.S.D.1, s. 9) Gelecek için hazırlanan vatan evlâdına, hiçbir güçlük karşısında baş eğmeyerek tam sabır ve dayanma ile çalışmalarını ve öğrenimdeki çocuklarımızın anne ve babalarına da yavrularının öğrenimlerinin tamamlanması için her özveriyi göze almaktan çekinmemelerini tavsiye ederim. Büyük tehlikeler önünde uyanan milletlerin, ne kadar kararlı olduklarını tarih doğrulamaktadır. Silahıyla olduğu gibi kafasıyla da mücadele zorunluğunda olan milletimizin, birincisinde gösterdiği gücü ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur. 1921 (Atatürk'ün M.A.D., s. 4-5)
Yabancı unsurlarla mücadele gereği
1933 Razgrad olayını protesto amacıyla yapılan gençlik gösterisinin izin alınmadan yapılması sebebiyle kovuşturmaya geçilmesi üzerine, izinsiz gösteriyle ilgileri olmadığını bildiren Türk Talebe Birliği Kongresi daimî delegelerine cevap telgrafı : Gençliğin çalışkan, duyarlı ve milliyetçi yetişmesi esas dileklerimizdendir. Gençlik, her türlü faaliyetlerinde cumhuriyet yasalarına ve cumhuriyet kuvvetlerinin usul ve kurallarına uymaya da dikkatli olmalıdır. Cumhuriyet Hükûmeti'nin millî sorunlarda görevini bilir olduğuna ve yasaların ve adlî kuvvetlerin adaletine inanınız. 1933 (Cumhuriyet gazetesi, 28. 4. 1933) Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile, hakkı ile, birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlarla mücadele gereği ve millî düşünceleri tam bir imanla her karşı fikre karşılık olarak şiddetle ve özverili olarak savunma zorunluğu aşılanmalıdır. Yeni kuşağın bütün ruhsal kuvvetlerine bu özellik ve yeteneğin verilmesi önemlidir. Sürekli ve müthiş bir savaş şeklinde beliren milletler yaşamının felsefesi, bağımsız ve mutlu kalmak isteyen her millet için bu yüksek özellikleri şiddetle istemektedir. Yeni kuşağın taşıyacağı manevî özellikler yanında kuvvetli bir erdem aşkı ve kuvvetli bir düzen ve disiplin fikrinden de söz etmek zorunluğundayım. 1921 (Atatürk'ün MA.D., s. 4) MİLLİYETÇİLİK, MİLLÎ BİRLİK VE BERABERLİK
Türklük duygusu
Ne mutlu Türk'üm diyene! 1933 (Atatürk'ün S.D.H, s. 276)
Benim hayatta yegâne övüncüm, servetim Türklük'ten başka bir şey değildir. (Mahmut Esat Bozkurt, Yakınlarından Hatıralar, 1955, s. 95) Bana, insanlar üstünde bir doğuş yöneltmeğe kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir. (Atatürk'ten B.H., s. 15) Bu memleket tarihte Türk'tü, bugün de Türk'tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır. 1923 (Taha Toros, Atatürk'ün Adana Seyahatleri, s. 23; Atatürk'ün S.D.H, s. 126) Türk! Övün, çalış, güven. 1934 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 304) Türklük esastır. Bu varlığı, tarih içinde araştırmak, birbirini izleyen bir tarih zinciri içinde, belirlenecek Türk uygarlığı ile övünmek yerinde olur. Fakat, bu övünmeye lâyık olmak için, bugün çalışmak gerekir. Her alanda, özellikle uygarlık dünyasına eser vermek için çalışkan olmayı hedef tutmalıdır. 1934 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 304) Türk milleti, tarihinle övün; çünkü senin ataların uygarlıklar kuran, devletler, imparatorluklar yaratan bir varlıktır. Sen, Anadolu denilen bu yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip uygarlık kuranların çocuklarısın. Fakat geleceğine güvenebilmek için, bugün çalışman gerekir; çünkü yalnız tarih övüncü bir meziyet sayılmaz. (Afetinan, Atatürk'ten Hâtıralar, 1950, s. 55 - 56) Bir Türk, dünyaya bedeldir. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk'ün Ş.D.K. ve İS., s. 14)
Türk'ün tanımı Atatürk 'e ait el yazısı metin : Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir seçkin varlığın yüksek belirmesine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin yıllık, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik, doğanın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, doğanın yağmurlarıyla yıkandı; o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları doğanın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Türk'ün Tarifi (Hikmet Bayur'ım verdiği vesika), Millet Dergisi,Sayı: 116, 1948, s. 10-11) İngiliz Ataşemiliteri Albay Ros'un "Siz hangi soylu ailedensiniz?" sorusuna verdiği cevap: - Anasının ve babasının soyluluğuyla övünen Teodoz*, İtalya yarımadasına inmek isteyen Türk Attilâ**'ya barış görüşmesinden önce sormuş: "Siz hangi soylu ailedensiniz?" Attilâ da ona cevap vermiş: "Ben soylu bir milletin evlâdıyım!" îşte benim cevabım da size budur! (Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 54)
Türk'ün soyluluğu Türk'ün göreneğinde, beyzadelik geleneği yerleşmemiştir. Türk, Türk olduğu için soyludur. Bu Anadolu'nun en ücra köyündeki Mehmetçik, vaktiyle dünyanın yarısını titretmiş bir sınır beyinin soyu olabilir; ama, bundan dolayı hiçbir iddiası yoktur. Çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlayamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz. İşte onun içindir ki cumhuriyet, Türk'ün en doğal yönetim şeklidir. (Atatürk'ten B.H., s. 69) Türk milleti büyük bir aslandır. Biz hepimiz onun tüyleri arasına sıkışmış ve sığınmış göz ile görülmez küçük varlıklarız. O aslanın büyük hareketleri ve atılımları ise devrim hareketleri ve atılımlarıdır. Bu aslanı harekete geçirebilmek... İşte, bizim için övünülebilecek rol budur. 1931 (Asım Us, Hatıra Notları, s. 322)
Türk'ün manevî gücü Ben batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım ve bu tanışmam da savaş alanlarında olmuştur, ateş altında olmuştur, ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size güven veririm ki, bizim milletimizin manevî kuvveti bütün milletlerin manevî kuvvetinin üstündedir. 7920 (Atatürk'ün S.D.l, s. 81)
Türk'ün kahramanlığı Türk milleti güzel her şeyi, her uygar şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder. Fakat kesindir ki, her şeyin üstünde tapındığı bir şey varsa, o da kahramanlıktır. Bu sözlerim, şüphesiz bugünkü uyanık Türk gençliğinin kulaklarında yüksek ve etkili yankılar yapacaktır. Yüksek özelliklerine önemle baktığım Türk çocuklarından daha az şey istemem. 1931 (Atatürk'ün S.D.UI, s. 91) Yugoslovya Baş bakanı'na söylemiştir : Benim bir işaretimle bütün Türkler sınırlarda ölmeye hazırdır; bizim sınırlarımızda ve sizin sınırlarınızda... 1937 (Asım Us, Hatıra Notları, s. 153)
Türk'ün çalışkanlığı Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz. (Makbule Atadan Anlatıyor, Nükte Fıkra ve Çizgilerle Atatürk İH, Der: NA. Banoğlu, s. 79) Türk'e olumlu ve iyi bir şey veriniz; bunu reddetmesi olasılığı yoktur. 1924 (Raşit Metel, Atatürk ve Donanma, s.87)
Türk'ün insanlığı Hiçbir millet, milletimizden daha fazla yabancı unsurların inanç ve âdetlerine saygı göstermemiştir. Hattâ denilebilir ki, diğer din sahiplerinin dinine ve milliyetine saygı gösteren tek millet bizim milletimizdir. Fatih İstanbul'da bulduğu dinî ve millî örgütü olduğu gibi bıraktı. Rum patriği*, Bulgar eksarhı** ve Ermeni kategigosu*** gibi Hıristiyan din reisleri ayrıcalığa sahip oldu. Kendilerine her türlü serbestlik verildi. İstanbul'un fethinden beri, Müslüman olmayanların elde ettikleri bu geniş ayrıcalıklar, milletimizin din ve siyaset bakımından dünyanın en güçlük çıkarmayıcı ve yüce gönüllü bir milleti olduğunu gösterir en belirgin kanıttır. 1920 (Nutuk, III, s. 1183) Hükümetimizin ve milletimizin, Hıristiyan unsurlara karşı adaletli bir şekilde hareket etmekliğimiz, geleneklerimiz ve dinimiz gereklerindendir. Ve gerçekten Hıristiyanlara adaletli davranıldığına en büyük kanıt, memleketimizin her noktasında en ufak köyünde bile Hristiyan unsurların Müslümanlardan daha fazla huzur ve refaha ve servete sahip olmalarıdır. Eğer bunlar hakkında zulüm ile, malını zorla ve hile ile alarak adaletsiz davranılsaydı elbette bugünkü hal ve durumda bulunmamaları gerekirdi. Bu nedenle, bunun için başka bir kanıt ve sebep söylemeye gerek görmüyorum. Fakat bu Hıristiyan unsurların dışarının kışkırtmalarıyla veya ekmeğini yediği toprağa nankörlük ederek millî varlığımızı zedelemek, bozmak girişimlerinde bulunacakların fenalıklarına engel olmak, pek doğal ve gereklidir. Bugün en büyük, ne kuvvetli ve en uygar milletlerin bu gibi sorunlarda bize oranla pek sert ve zorlayıcı davranışlara girişmekte olduğu herkesçe bilinmektedir. 1921 (Atatürk'ün S.D.l, s. 179) Memleketimizde yaşayan Müslüman olmayan unsurların başına ne gelmiş ise, kendilerinin yabancı entrikalarına kapılarak ve ayrıcalıklarını kötüye kullanarak saygısızcasına izledikleri ayrılma siyaseti sonucudur. 1919 (Atatürk'ün S.D.1I, s. 9)
Türklük bilinci ve ülkedeki gelişimi 14 Eylül 1931 günü Dolmabahçe Sarayı balkonunda bir sohbet sırasında anlatmıştır : Bizim kuşağın gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hâkimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk'ten başka uluslara, bu arada yanlış bir din anlayışıyla Arap'lara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırkdaşlarının etkisiyle Arnavut'lara özel bir değer veriliyor, onlardan söz edilirken "kavm-i necib" deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türk'ler, ikinci plânda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu. Şair Mehmet Emin Yurdakul'un, ilk defa Manastır Askerî İdadisi'nde öğrenci iken okuduğum "Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur" mısraıyla başlayan şiirinde, bana ulusal benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka ulusları öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım. Bakınız nasıl oldu? Kurmaylık stajı için verildiğim* süvari alayı, Hayfa'da bulunuyordu. Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve piyade acemi eğitim dönemi yeni başlamıştı. Erleri bölgeden toplanmış Arap gençlerinden, öğretici kadro da deneyimli ve Anadolu'lu kıta çavuşları olan Türk delikanlılarından kurulu idi. Katıldığım bölüğün alaydan yetişmiş, Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir yüzbaşısı vardı. Erlere çavuşlar talim yaptırıyor, biz subaylar arada dolaşarak çalışmaları izliyor ve denetliyorduk. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert davranıyor, yeni erlere karşı ise fazla sevgi ve ilgi gösterir görünüyordu. Onların herhangi bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmadığını ısrarla söylüyordu. Halbuki talimlerde, Türkçe bilmedikleri için, çavuşların söylediklerini iyi anlayamayan kimi erlerin yanlış hareketlerinin, zaman zaman çavuşların sabırlarını tükettiği, sertçe davranışlarına yol açtığı da oluyordu. Bir gün yüzbaşı, bu yolda hareketten kendini alıkoyamayan bir çavuşunu mimlemiş ve talimden dönüldükten sonra, birlikte oturduğumuz bölük komutanlığı odasına çağırtmıştı. Takım komutanıyla birlikte gelerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce selâmlayan çavuş, yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince bıyıklı, elmacık kemikleri fazla kabarık, uyanık bir Türk çocuğu idi. Yüzbaşı, onu ulusal onurunu ağır şekilde hançerleyen "...Türk!" sözleriyle azarlamaya başlamıştı. "Sen nasıl olur da kavm-i necib-i Arab'a bağlı, Peygamberimiz Efendimiz'in mübarek soyundan olan bu çocuklara sert davranır, ağır söz söyler, onların kalbini kırarsın. Kendini bil, sen onların ayağına su bile dökmeye lâyık değilsin..." gibi gittikçe anlamsızlaşan, fakat yaşlı yüzbaşının samimî inancından kuvvet alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabileşiyordu. Ben dikkatle çavuşun yüz ifadesini izliyordum. Başlangıçta üstünde bir babaya duyulan saygının içtenliği okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen haklı bir isyanın ateşleri gözlerinde okunmaya başlamıştı. Fakat, gerçekten emre uymanın simgesi olan her Türk askeri gibi bu da iç duygularını gemlemesini bildi. Sessizce göz pınarlarından dökülmeye başlayan yaş damlaları, yanaklarında birbirini kovalayarak bıyıkları üstünde toplanıyor ve kendini böylece yatıştırmaya çalışıyordu. Ben, bir taraftan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyreder ve söylenenleri dinlerken, bir yandan da içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle düşünüyordum: "O erin bağlı olduğu ulus, bir çok bakımdan soyu temiz olabilirdi. Fakat çavuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz ulusun da tarihleri şerefle dolduran büyük ve soylu bir ulus olduğu da bir an şüphe götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise, doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka uluslarda şu veya bu sebeple üstünlük var sayarak, kendini onlardan aşağı görüp nefsine olan güveni yitirmesindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün soyluluğu ile tanımak ve tanıtmak gerekmektedir" dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim. 1931 (Faik Reşit Unat, Ne Mutlu Türküm Diyene, Türk Dili Dergisi, Sayı: 146, Kasım 1963, s. 77-78)
Türk Ocakları hakkında
Bu gibi toplumsal ocaklar hep batı memleketlerinde yoğunlaşmıştır. Şimdi doğu, bu boşluğun cezasını çekmektedir. Türk Cumhuriyeti'nin devrimi ocaklara dayanmaktadır. 1925 (Atatürk'ün S.D.V, s.35) 30 Ağustos Zaferi'ni telgrafla kutlayan İstanbul Türk Ocağı Genel Sekreteri'ne verdiği cevap: Yeni Türkiye'nin dayanağı olan millet ve milliyet fikrinin gelişmesi için yıllarca başarı ile telkinler ve yayınlarda bulunmuş olan Türk Ocağı'nın, Millî Zafer nedeniyle gönderdiği tebriklere teşekkür eder ve özel temennilerine katılırım. 1922 (Atatürk'ün T.T.B.TV, s.480) Türk Ocakları'nı, Cumhuriyet Halk Partisi ile birleştirme karan hakkındaki demecinden: Kuruluş tarihinden beri bilimsel alanda halkçılık ve milliyetçilik ilkelerini yaymaya ve duyurmaya bağlılıkla ve imanla çalışan ve bu yolda memnunluğu gerektiren hizmetleri geçmiş olan Türk Ocakları'nın, aynı esasları siyasal alanda ve uygulama alanında gerçekleştiren partimle bütün anlamıyla birlik olarak çalışmalarını uygun gördüm. Bu kararım ise, millî kuruluş hakkında duyduğum itimat ve güvenin ifadesidir. Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir. 1931 (Atatürk'ün S.D.III, s.90)
Millî birlik ve beraberlik
Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve yeteneklerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silâhı ve korunma aracıdır. Bu sebeple, Türk ulusunun yönetiminde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz ülküdür. Yüksek ve devrimci bir kültür düzeyine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz. Pozitif bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir eğitiminde yeteneği artmış ve yükselmiş olan erdemli, güçlü bir kuşak yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir. 1935 (Atatürk'ün T.T.B.TV, s. 573) Ulusun, içerde birliğinin hem belli, hem denenmiş olması, gelecek için en büyük güvençtir. 1934 (Atatürk'ün S.D.I, s. 364) Bugünkü Türk milleti siyasal ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat geçmişin istibdat dönemleri ürünü olan bu yanlış adlandırmalar, -birkaç, düşman âleti gerici, beyinsizden başka hiçbir millet bireyi üzerinde üzüntüden başka bir etki yapmamıştır. Çünkü bu millet bireyleri de bütün Türk topluluğu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar. Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevî vatandaşlar, yazgı ve talihlerini Türk milletine vicdanî arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakılmak, uygar Türk milletinin soylu ahlâkından beklenebilir mi? 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılar, s. 376 - 378) Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır. 1932 (Cumhuriyet gazetesi, 5.10.1932; Kadri Kemal Kop, Atatürk Diyarbakır'da, s. 4)
Milli benlik
Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen,fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim .Bilelim ki, millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. 1923 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 143) Şimdiye kadar pek çok milletler birçok darbelerle karşılaşmışlardır. Bu darbelerin sonucu iki manzara gösterir. Birincisi bu darbeler bir milletin benliğini, varlığını yok eder. İkincisi bu darbeler mevcut şekli yıksa bile esas unsuru ortadan kaldıramaz. Bu gibi darbelerle karşılaşan bir memlekette ikinci sonucun oluşması için o memleketin dayandığı milletin çok kuvvetli olması gerekir. İşte Türk milleti böyledir. Türk milleti karşılaştığı darbeler karşısında varlığını korumuştur. Gerçi dışarıdan gelen bu darbelerin sonuncusu Osmanlı Devleti'ni yıktı; fakat esas unsuru olan Türk milletini ortadan kaldıramadı. Türk milleti varlığını devam ettirebilmenin ne gibi sebep ve şartlara bağlı olduğunu takdir ederek onları hazırladı ve yeni bir devlet oluşturdu. 1923 (Atatürk'ün S.D.1I, s.93)
Milli varlığın savunulması
Millî varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım.Böylelerine karşı bir Türk şairi*nin dediği gibi: (Karşı duvardaki levhayı işaret ederek) Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!diyelim. Düşmanlarımıza bu gerçeği ifade ettiğimiz gün,inancımıza, ülkümüze, geleceğimize yan bakan her bireyi düşman saydığımız gün, millî benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her engeli derhal devirdiğimiz gün, gerçek kurtuluşa erişeceğiz. Ve sizler gibi aydın, kararlı, imanlı gençler sayesinde bu kurtuluşa ulaşacağımıza İnanabiliriz. 1923 (Atatürk'ün S.D.I1, s. 143) Felâketler, elemler, mağlûbiyetler, milletler üzerinde birtakım etkenlerin oluşmasına sebep olur. Bu etkenlerin başlıcası, öyle kara günlerinden sonra milletlerin uyanması, ağırbaşlılığını kazanması ve kendi benliğini duymasıdır. Uzun yüzyılların elemli sonuçları, nihayet bizim milletimizde de bu duyguları doğurdu. Milletleri yükselten bu özelliklere bir etken daha ilâve edelim: İntikam hissi... Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu alelade bir intikam değil, yaşamına, yükselmesine, refahına düşman olanların zararlarını yok etmeye yönelen bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet, acizlik ve zayıflıktır. Bu, insaniyet göstermek değil, insanlık özelliğinin yok oluşunu ilân etmektir. 1923 (Atatürk'ün s.D. 11, s. 117) Yalnız mitingler ve benzeri gösteriler, büyük amaçları hiçbir zaman kurtaramaz ve ancak milletin bağrından gerçek olarak doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur. 1919 (Reşit Paşa'nın Hatıraları, s. 21) Geçmişin kararsız, çürümüş düşünüş biçimi ölmüştür. Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, değerini, şerefini tanıtacak güce sahiptir. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet bir vücut olarak ayağa kalkar. Onurunun bir zerresine, vatanının bir avuç toprağına olacak saldırının bütün varlığına vurulmuş darbe olacağını artık Türk milletinin fark etmediğini sanmak, hatadır. 1924 (Atatürk'ün S.D.V, s. 34) Gelecekte, millet yaşamını tehdit edecek tehlikelere düşmemek için, ona göre şimdiden hazırlanmak ve çalışmak,vatanını seven bütün millet bireylerinin borcudur. Gerçekten, vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnız askerlikçe üstün gelmek yeterli değildir. Memleketimiz hakkında istilâ emelleri besleyecek olanların her türlü ümitlerini kıracak şekilde siyaset, yönetim ve ekonomi bakımlarından kuvvetli olmak gerekir. 1922 (Atatürk'ün S.D.ll, s. 46)
Millî varlığın temeli
Yıllar geçtikçe, millî ülkü verimleri, güvenle çalışmada,ilerleme hevesinde, millî birlik ve millî irade şeklinde, daha iyi gözlere çarpmaktadır. Bu, bizim için çok önemlidir;çünkü, biz esasen millî varlığın temelini, millî bilinçte ve millî birlikte görmekteyiz. 1936 (Atatürk'ün S.D.I, s. 372)
Millî parola Türk milletine, Türk Cumhuriyeti Devleti'ne karşı yapmağa mecbur olduğumuz ödevler bitmemiştir ve bitmeyecektir. Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda edeceklerin çocuklarına, kendinden sonra yaşayacaklara, son sözü bu olmalıdır: "Benim Türk milletine, Türk toplumuna, Türklüğün geleceğine ait ödevlerim bitmemiştir, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözü mü tekrar ediniz." Bu sözler bir bireyin değil, bir Türk ulusu duygusunun ifadesidir. Bunu, her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere arasız tekrar etmekle son nefesini verecektir. Her Türk bireyinin son nefesi, Türk ulusunun nefesinin sönmeyeceğini, onun ölümsüz olduğunu göstermelidir. Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin sınırı yoktur. İşte, parola budur! 1935 (Ulus gazetesi, 12.12.1935) Millî ülkü
Türk milleti! Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün, Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Bu anda büyük Türk milletinin bir bireyi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki başarıyı Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlı bir şekilde yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla yeterli göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunluğunda ve kararındayız. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar memleketleri düzeyine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.Bunun için bizce zaman ölçüsü, geçmiş yüzyılların gevşetici düşünüş biçimine göre değil, yüzyılımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla daha çok çalışacağız. Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da başarılı olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meş'ale pozitif bilimdir. Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihî bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekâsını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu arasız ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu bütün insanlığa gerçek huzurun temini yolunda kendine düşen uygar görevi yapmakta başarılı kılacaktır. Büyük Türk milleti!
On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün aynı inan ve kesinlikle söylüyorum ki, millî ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün uygar âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonraki gelişimiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk milleti!
Sonsuza akıp giden her on yılda bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, mutluluklarla huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türk'üm diyene! 1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30.10.1933; Atatürk'ün S.D.II, s. 272)
Ey Türk milleti! Sen yalnız kahramanlık ve savaşkanlık-ta değil, fikirde ve uygarlıkta da insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun uygarlıkların övgüleriyle doludur. Varlığına kasteden siyasî ve toplumsal etkenler birkaç yüzyıldır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve kültür mirası, ruhunda eskimemiş ve tükenmez bir güç halinde yaşıyor. Belleğinde binlerce ve binlerce yılın anısını taşıyan tarih, uygarlık safında lâyık olduğun yeri sana parmağıyla gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak, hem de bir görevdir! (Türk Tarihinin Ana Hatları, Methal Kısmı, 1931, s. 74)
Türk milletinin dinamik ülküsü Büyük davamız, en uygar ve en bolluğa, rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir devrim yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik ülküsüdür. Bu ülküyü, en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek zorunluğundayız. Bu girişimde basan, ancak, düzenli bir plânla ve en akılcı şekilde çalışmakla mümkün olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, kuşaktan kuşağa yaşatacak birey ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda sağlamak, Milli Eğitim Bakanlığı'nın üzerine aldığı büyük ve ağır zorunluklardır. İşaret ettiğim ilkeleri, Türk gençliğinin kafasında ve Türk milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen başlıca görevdir. 1937 (Atatürk'ün S.D.I, s. 386)
Millî amaç ve çalışmak Millî hedef belli olmuştur. Ona kavuşacak yolları bulmak güç değildir; önemli olan, çetin olan, o yollar üzerinde çalışmaktır. Denebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz, yalnız tek bir şeye çok gereksinmemiz vardır: Çalışkan olmak! Toplumsal hastalıklarımızı incelersek temel olarak bundan başka, bundan önemli bir hastalık bulamayız; hastalık budur. O halde ilk işimiz, bu hastalığı esaslı şekilde tedavi etmektir.Milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun doğal sonucu olan bolluk, rahatlık ve mutluluk, yalnız ve ancak çalışkanların hakkidir. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 59) Büyük, kutsal hedefler, erişilemeyecek hedeflerdir. Bu sebeple herhangi bir hedefe erişmekle yetinmeyeceğiz. Sürekli olarak daha ilerisine varmak için çalışacağız. 1925 (Atatürk'ün S.D. II, s. 223)
Bugün milletçe hedefimiz, en uygar milletlerin gelişme düzeyine ulaşmak, hatta bu düzeyi aşmaktır. Bu asla imkânsız değildir. Türk'ün zekâsı, Türk'ün doğuştan nitelikleri buna elverişlidir. Yeter ki Türk milleti hedefini iyice seçsin ve bu hedefe varmaya kesin karar versin! 1932 (Âdile Ayda, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1963, s.4) Yüzyılın bize verdiği dersten, milletimizin gereği kadar uyandığını görüyorum. Milletimizin özel nitelikleri, her işimizde başarımızın kefilidir. Başarımız, şüphesiz birlikte olacaktır. Eğer millet ortak amaca hep beraber çalışarak yürürse, kesinlikle başaracaktır. îşte bunları düşünerek gelecekteki çalışmamızda da başarılı olacağına inanıyorum. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 99) Millî ülküye tam bir iman ve onun gereklerini duraksama göstermeksizin yerine getirmenin sonucu, elbette başarıdır. 1931 (Atatürk'ün S.D.I, s. 353) 18.7.1936 gecesi Atatürk tarafından yazdırılmıştır : Türk çocuklarının payına düşen, her başarılı atılımdan hep sevinç veren sonuçlar almaktır. Türk çocukları! Yürüdünüz, yürüyorsunuz, yürüyünüz! Yaptığınız atılımlar sizi yüksek ülküye ulaştırmak üzeredir. Durmayın, yürüyün! Mutluluk, bolluk, rahatlık, sevinç ve hepsinden sonra dünyaya karşı yüksek bir gurur seni bekliyor. Türk çocukları! Son sözümün son kelimesine dikkat!... Gurur, büyüklük, sende zaten vardır; bunu gösterme! Onu, kendi yüksek enerjinin harimine sakla! Gerekirse, büyük alçakgönüllülüğünü göster. Fakat gene gerektikçe, göster ezici yumruğunu! İşte, bu niteliklerinle kanıtlayabilirsin ne olduğunu!.. Benim bugünkü ve yarınki Türk çocukluğundan beklediğim yaradılışından gelen özellik, bu şekilde belirmelidir. 1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941) Atatürk tarafından yazdırılmıştır : Türkiye Cumhuriyeti'nin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına sesleniyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Mânada, fikirde, tarihte bu, böyleydi. Eğer bugün, Batı en sonunda teknikte bir yükselme gösteriyorsa, ey Türk çocuğu, o suç da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin, malûm! Fakat zekânı unut, daima çalışkan ol! 1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10.11.1941)
Türk çocuklarının yüksek yeteneğine inancım tamdır. 1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 3. 11. 1933)
Millî ülkü düşmanları Ülkümüzü açıkça ifade etmeliyiz. Onu imanla duymalı ve onu hiç yılmadan izlemeliyiz. Kişisel çıkarlarımızdan,insanı küçülten emellerimizden sıyrılmayı, ancak böyle canlı ve alevli ülkü sayesinde başaracağız. Fakat bütün iyi niyete, gösterilen bütün yılmazlığa, kararlılık ve dayanıklılığa, meydana getirilen bütün birlik ve beraberliğe rağmen,yine en güzel, en şaşmaz, en doğru düşünüş biçimlerini ve ülküleri bozmaya çalışacak insanlara tesadüf edilecektir. Öylelerine karşı, bütün millet bireyleri çok sert karşılık vermelidir. Hepimiz için öylelerine karşı ezici bir birlik kitlesi şeklinde belirmemiz, en gerekli bir vicdanî zorunluktur. Zira bu hususta bozgunculuk yapacak insanlara hoşgörü ile davranmak, değer vermek, eğitim işareti değil, belki bir milletin mutluluğuna, şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara göz yummadır ki, hiçbir zaman, hiçbir birey buna izin veremez. Hiç kimse buna izin vermek hakkına sahip değildir Ve Sizde olmamalısınız. 1923 (Atatürk'ün S.D./I, s. 142)
Milliyet ilkesi Bir milletin, diğer milletlere oranla doğal veya kazanılmış özel karakterler sahibi olması, diğer milletlerden farklı bir yapı oluşturması, ekseriya onlardan ayrı olarak onlara paralel ilerleme ve gelişmeye çalışması niteliğine milliyet ilkesi denir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 24, 379-380)
Milliyet ilkesinin gücü Biz, milliyet fikirlerini uygulamada çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla çalışma ile gidermeye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki, milliyet kuramını, milliyet ülküsünü çözüp dağıtmaya çalışan kuramların dünya üzerinde uygulanma yeteneği bulunamamıştır. Çünkü tarih, olaylar, hâdiseler ve gözlemler insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin egemen olduğunu göstermiştir ve milliyet ilkesi aleyhindeki büyük ölçüde gerçek denemelere rağmen yine milliyet duygusunun öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, 142-43) Milletimiz en yüksek uygarlaşma derecesinde, en parlak gelişme basamağında, en şanlı ve kuvvetli döneminde iken,diğer birtakım milletler, ancak milletimizin darbeleri karşısında kendi benliklerini bularak o darbeleri geçirdikten sonra bugünkü durumlarına gelmiştir. Biz ise onlardaki uyanışa karşı, çok derin dalgınlıklar içinde kendini bırakıp gelmişizdir. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, s. 138)
Çağdaş olan milliyet kuralı, uluslararası yaygınlaşmıştır.Biz de Türklüğümüzü korumak için, son derece özen göstereceğiz. 1930 (Atatürklün S.D.III, s.89)
Türk milliyetçiliğinin tanımı Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda, milletlerarası ilişki ve yakınlaşmalarda, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun kendine özgü karakterlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı tutmaktır. 1930 (Afetinan, T.T.K. Belleten, Cilt: XXXII, No: 128, 1968, s. 557)
Milliyetçilik ve millî sınır Memleketin, fikrî ve ekonomik gelişmeye, yüksek ilerleme alanı olmasına çalışmak ülkümüzdür. Fakat bu gelişmenin, uygar ve millî sınır dışında seyretmesini ilkelerimize uygun bulamayız. 1929 (Ayın Tarihi, Sayı: 68, 1929, s. 5024)
Türk milliyetçiliği ve cumhuriyet Biz doğrudan doğruya milliyetçiyiz ve Türk milliyetçi-siyiz; cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun bireyleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. 1926 (Atatürk'ün S.D.V, s. 114)
Milliyetçilik ve dil Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz. 1931 (Vakit gazetesi, 19.2.1931; Taha Toros,Atatürk'ün Adana Seyahatleri, s. 39) Türk milletinin millî dili ve millî benliği, bütün yaşamında egemen ve esas kalacaklar. 1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 7.2.1933)
Millî duygu ve insanî duygu Türk milleti, millî duyguyu dinî duyguyla değil, fakat insanî duyguyla yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında millî duygunun yanında insanî duygunun şerefli yerini daima korumakla övünür. Çünkü Türk milleti bilir ki, bugün uygarlığın yolunda bağımsız ve fakat kendileriyle paralel yürüdüğü bütün uygar milletlerle karşılıklı insanî ve uygar ilişki, elbette gelişmemize devam için gereklidir ve yine bilinir ki Türk milleti, her uygar millet gibi, geçmişin bütün dönemlerinde buluşlarıyla, yaratılarıyla uygarlık âlemine hizmet etmiş insanların, milletlerin değerini takdir eder ve anılarını saygıyla korur. Türk milleti, insanlık âleminin samimî bir ailesidir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 369-370)
Gerçi bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere saygı gösterir ve uyarız. Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, herhalde bencil ve gururlu bir milliyetçilik değildir. 1920 (Atatürk'ün S.D.I, s. 98)
Türk milleti Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M .K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 351) Türkler demokrat, özgür ve sorumlu vatandaşlardır. Türk Cumhuriyeti'nin kurucuları ve sahipleri, bizzat kendileridir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M. K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 465) Türk milletini yapan insanların tarihleri birdir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün el Yazıları, s.357)
Türk milletinin kuruluşundaki gerçekler Türk milletinin kuruluşunda etkili olduğu görülen doğal ve tarihî gerçekler şunlardır: a) Siyasî varlıkta birlik, b) Dil birliği, c) Yurt birliği, d) Irk ve köken birliği, e) Tarihî ya- kınlık,
|
Back To Top |
|
GONDEREN: stroyy on 04/08/2009 23:03:32 |
|
Milliyetçilik ve dil Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz. 1931 (Vakit gazetesi, 19.2.1931; Taha Toros,Atatürk'ün Adana Seyahatleri, s. 39) Türk milletinin millî dili ve millî benliği, bütün yaşamında egemen ve esas kalacaklar. 1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 7.2.1933)
Millî duygu ve insanî duygu Türk milleti, millî duyguyu dinî duyguyla değil, fakat insanî duyguyla yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında millî duygunun yanında insanî duygunun şerefli yerini daima korumakla övünür. Çünkü Türk milleti bilir ki, bugün uygarlığın yolunda bağımsız ve fakat kendileriyle paralel yürüdüğü bütün uygar milletlerle karşılıklı insanî ve uygar ilişki, elbette gelişmemize devam için gereklidir ve yine bilinir ki Türk milleti, her uygar millet gibi, geçmişin bütün dönemlerinde buluşlarıyla, yaratılarıyla uygarlık âlemine hizmet etmiş insanların, milletlerin değerini takdir eder ve anılarını saygıyla korur. Türk milleti, insanlık âleminin samimî bir ailesidir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 369-370)
Gerçi bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere saygı gösterir ve uyarız. Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, herhalde bencil ve gururlu bir milliyetçilik değildir. 1920 (Atatürk'ün S.D.I, s. 98)
Türk milleti Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M .K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 351) Türkler demokrat, özgür ve sorumlu vatandaşlardır. Türk Cumhuriyeti'nin kurucuları ve sahipleri, bizzat kendileridir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M. K. Atatürk'ün El Yazılan, s. 465) Türk milletini yapan insanların tarihleri birdir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün el Yazıları, s.357)
Türk milletinin kuruluşundaki gerçekler Türk milletinin kuruluşunda etkili olduğu görülen doğal ve tarihî gerçekler şunlardır: a) Siyasî varlıkta birlik, b) Dil birliği, c) Yurt birliği, d) Irk ve köken birliği, e) Tarihî ya- kınlık, f) Ahlâkî yakınlık. Türk milletinin oluşmasında var olan bu şartlar, diğer milletlerde hepsi birden yok gibidir. Daha umumî bir tarif yapabilmek için diyelim ki; bir topluma millet diyebilmek için bu şartlar, aynı zamanda bütün olarak veya kısmen, birarada bulunmak gerekir. Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında oluşmamış olduklarına göre Türk milletinde yaptığımız gibi, diğer bir millet ayrı olarak incelenmedikçe, milliyet fikrini umumî ve bilimsel olarak tarif etmek güçtür. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk'ün El Yazıları, s. 371 - 372)
Türk vatanı Türk milleti, Asya'nın batısında ve Avrupa'nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmış, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına Türkeli, Türk vatanı derler. Türk yurdu daha çok büyüktü. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk'e yurtluk etmemiş bir kıt'a yoktur. Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu gerçekler eski ve özellikle yeni tarih belgeleri ile bellidir. Fakat bugünkü Türk milleti, varlığı için bugünkü yurdundan memnundur. Çünkü derin ve şanlı geçmişin, büyük, kudretli atalarının kutsal miraslarının bu yurtta da korunabileceğinden, o mirasları şimdiye kadar olduğundan çok fazla zenginleştirebileceğinden emindir.Vatanımız, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını koruyan eserleri ile
yaşadığı bugünkü siyasal sınırlarımız içindeki yurttur. Vatan, hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir kütledir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, s. 19) Vatanın her parçası, ayrıcasız, Türk tarihinin maddî ve kesin dayanaklarıdır. 1924 (Raşit Metel, Atatürk ve Donanma, s. 87)
Vatan sevgisi
Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri, düşmanların lânetlenmeyi gerektiren tutkularına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir. 1921 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s. 411) Gerektiği zaman vatan için bir tek birey gibi tek istek ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbette büyük bir geleceğe lâyık ve aday olan bir millettir. 1927 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s.536)
Yurt toprağı Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen, Türk milletini ebedî hayatta yaşatmak için verimli kalacaksın. Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 295)
Millî anıların değeri Millet için ve milletçe yapıların işlerin anısı, her türlü anıların üstünde tutulmazsa millî tarih kavramının değerini takdir etmek mümkün olamaz. 1931 (Atatürk'ün S.D.l, s. 353)
Millî karakter Millî karakteri derin tarihimizin ilham ettiği yüksek derecelere çıkarmak, heyecanla izlediğimiz büyük emellerimizdendir. 1931 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s. 551)
Millî ahlâk ve millî duygu Milletin toplumsal düzen ve huzuru, bugün ve gelecekte refahı, mutluluğu, güvenliği ve dokunulmazlığı, uygarlıkta ilerleme ve yükselmesi için insanlardan, her hususta ilgi, gayret, nefsin özverisini ve gerektiği zaman seve seve nefsinin fedasını isteyen, millî ahlâktır. Mükemmel bir millette, millî ahlâk gerekleri, o millet bireyleri tarafından âdeta düşünülmeksizin vicdanî, hissî bir güdü ile yapılır. En büyük millî duygu, millî heyecan, işte budur. Millet analarının, millet babalarının, millet öğretmenlerinin ve millet büyüklerinin evde, okulda, orduda, fabrikada, her yerde ve her işte millet çocuklarına, milletin her bireyine bırakmaksızın ve sürekli olarak verecekleri millî eğitimin amacı, işte bu yüksek millî duyguyu sağlamlaştırmak olmalıdır.
Ahlâkın millî, toplumsal olduğunu söylemek ve ortak vicdanın bir ifadesidir demek, aynı zamanda ahlâkın kutsal sıfatını da tanımaktır. Ahlâk kutsaldır; çünkü, aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir çeşit değerle ölçülemez. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk'ün El Yazıları, s. 361-362) Millî ahlâkımız, uygar esaslarla ve özgür fikirlerle beslenmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Bu, çok önemlidir; özellikle dikkatinizi çekerim. Korkutma esasına dayanan ahlâk, bir erdem olmadıktan başka güvene de lâyık değildir. 1924 (M.E.İ.S.D. 1, s. 19) Türklerin aşağı yukarı hep ahlâkları birbirine benzer. Bu yüksek ahlâk, hiçbir milletin ahlâkına benzemez. Ahlâkın millet oluşmasında yeri çok büyüktür, önemlidir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk'ün El Yazıları, s. 358) Büyüklere saygı iyi bir ahlâktır. 1919 (Atatürk'ün S.D.II, s.2) Milletlerin özellikleri
Her milletin kendine özgü gelenekleri, kendine özgü âdetleri, kendine göre millî özellikleri vardır. Hiçbir millet,aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet, ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti içinde kalabilir. Bunun sonucu şüphesiz ki acıdır. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 150) Bir milletin mutluluk saydığı şey, diğer bir millet için felâket olabilir. O halde bir millet, kendine göre mutluluk sayacağı bir şeye erişebilmek için başvurduğu gerek ve araçlar, kendi ruhundan çıkarsa o zaman amaca varabilir. 1921 (Atatürk'ün S.D.l, s. 198) Dış Türkler hakkında
Siyasal varlığımızın dışında, başka ellerde, başka siyasal topluluklarla, isteyerek veya istemeyerek yazgı birliği yapmış, bizimle dil, ırk, köken birliğine sahip ve hatta yakın uzak tarih ve ahlâk yakınlığı görülen Türk toplulukları vardır. Tarihin bir hadisesinin sonucu olan bu hal, Türk milleti için elim bir anıdır; fakat Türk milletinin tarihsel ve bilimsel oluşmasındaki köklülüğü, dayanışmayı asla bozamaz. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk'ün El Yazıları, s. 23; 375-376) Türk milleti Kurtuluş Savaşı'ndan beri, hatta bu savaşa atılırken bile mahkûm milletlerin özgürlük ve bağımsızlık davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının özgürlük ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası, bilinçsiz ve ölçüsüz bir dava şeklinde düşünülmemeli ve savunulmamalıdır. Milliyet davası, siyasî bir mücadele konusu olmadan önce, bilinçli bir ülkü sorunudur. Bilinçli ülkü demek pozitif bilime, bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir hedef ve amaç demektir. O halde propagandalarda olumlu yöntemlere başvurmak şarttır. Hareketlerin imkân sınırları ve sıralan kesinlikle hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür sorunlarıyla ilgilenmelidirler. Nitekim, biz Türklük davasını böyle bir olumlu ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türkleri'nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. (Abdülkadir İnan, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 13, 1963, s. 115) Azerî Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için, onların arzularına kavuşmaları, özgür ve bağımsız olarak yaşamaları bizi pek fazla sevindirir. 1921 (Atatürk'ün S.D.II, s.19)
Türk milleti ve bolşevik ilkeleri 14. 8. 1920 günü 1. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapmış olduğu konuşmadan: Biz memleket ve milletimizin varlığını ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi görüşlerimize bağlı bulunuyorduk ve kendi kuvvetimize dayanıyorduk. Hiçbir kimseden ders almadık, hiç kimsenin kandırıcı vaatlerine aldanarak işe girişmedik. Bizim görüşlerimiz, bizim ilkelerimiz herkesçe bilinir ki, bolşevik ilkeleri değildir ve bolşevik ilkelerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve girişimde bulunmadık. Bizim inanışımıza göre, milletimizin yaşamının sağlanması ve yükselmesi, kendi benimseme yeteneğiyle uygun olan görüşlerdir. Fakat esas bakımından incelenirse bizim görüşlerimiz -ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok ki bu, dünyanın en kuvvetli bir esasi, bir İlkesidir. 1920 (Atatürk'ün S.D.I, s. 97-98) Türk milletinin yapısı ve komünizm Kendi elyazısıyla yazılmış "Demokrasi'ye Karşıt Çağdaş Akımlar" başlıklı yazı dizisinden : Bolşevik kuramının Rusya'da uygulanmış şekline bakalım: Bütün Rus milleti içinden işçi, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir azınlık ekonomik esaslara dayanan, komünist partisi adı altında birleşerek, bir diktatörlük meydana getirmişlerdir. Amaçlarında, millî değildirler. Kişisel özgürlük ve eşitlik tanımazlar. Halk egemenliğine saygıları yoktur. İçeride çoğunluğu, zorlama ve baskı ile görüş noktalarına uymaya zorlarlar; dışarıda propaganda ve ihtilâl örgütü ile, bütün dünya milletlerine kendi ilkelerini yaymaya çalışırlar. Halbuki, hükümet kurmaktan amaç, evvelâ, bireysel özgürlüğün teminidir. Bolşevik hükümet şeklinde istibdat niteliği görülmektedir. Bir toplumu, bir kısım insanların görüşlerinin, zorla, esiri ve düşkünü yaşatmak şekline, doğal ve uygun bir hükümet sistemi gözüyle bakılamaz. 1930 (Afetinan, M.B. ve MK. Atatürk'ün El Yazılan, s. 420 -422) Türk milletinin yapısı ve komünizm Hâkimiyeti Milliye gazetesi muhabirine verdiği demeçten: Komünizm toplumsal bir sorundur. Memleketimizin hali, memleketimizin toplumsal şartları, dinî ve millî geleneklerinin kuvveti Rusya'daki komünizm'in bizce uygulanmasına uygun olmadığı görüşünü doğrular bir niteliktedir. Son zamanlarda memleketimizde komünizm esasları üzerine kurulan partiler de bu gerçeği deneyimle kavrayarak faaliyetlerini durdurma gereğine inanmışlardır. Hattâ bizzat Rusların düşünürleri bile, bizim için bu gerçeğin meydana çıkmasına boyun eğmiş bulunuyorlar. 1921 (Atatürk'ün S.D. 111, s. 20) Kendi arzularını kolaylıkla desteklemek isteyen birtakım kimseler hilekârcasına komünizm ve diğer kuruluşa taraftar olduğumu daima yayıyorlar. Fakat yanlıştır. 1920 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s.351) Bolşeviklerle ilişkimize gelince, biz onlarla bir dostluk antlaşması yaptık. Başlıca şartlardan biri şu ki, Ruslar memleketimizde propaganga ve kışkırtmalar yapmayacaklar; çünkü Sovyet kuruluşuyla bizim kuruluşumuz arasında esaslı uyuşmazlık vardır. 1921 (Atatürk'ün S.D.V, s.84) Petit Parisien muhabirine Bursa'da verdiği demeçten: Biz ne bolşevikiz, ne de komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetçiyiz ve dinimize saygılıyız. Özetle, bizim hükümet şeklimiz tam bir demokrat hükümetidir ve dilimizde bu hükümet, "halk hükümeti" diye anılır. Bu hükümet, doğrudan doğruya milletin arzularını karşılamaya hizmet eder ve millet ve memleketin yönetimine kendisi sahiptir. Bu nedenle kendi yazgısını kendisi belirler. Yönetimsel kuruluşlarımızın hepsinde uygulanacak olan yöntem de budur. 1922 (Atatürk'ün S.D.IU, s. 51-52)
Amerikalı kadın gazeteci Gladys Baker'e verdiği demeçten: Türkiye'de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü Tük hükümetinin ilk amacı, halka özgürlük ve mutluluk vermek, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır. 1935 (Ayın Tarihi, No: 19, 1935)
Yabancı akımlarla mücadele
5.8.1929 gecesi Eskişehir garında Sakarya gazetesi başyazarına verdiği demeçten: Türk milletinin toplumsal düzenini bozmaya yönelen didinmeler, boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti, kendinin ve memleketin yüksek çıkarları aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlayamayacak ve onlara hoşgörüyle davranacak bir topluluk değildir. O, şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler ezilmeye, ortadan kaldırılmaya mahkûmdur. Bu hususta köylü, işçi ve özellikle kahraman ordumuz candan beraberdir. Bunda kimsenin şüphesi olmasın! 1929 (Ayın Tarihi, Cilt: 20, Sayı : 65, s. 4791)
DİN VE İSLÂM DİNİ
Din hakkında Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. 1930 (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, 1955 s. 116) Din vardır ve gereklidir. (Asaf İlbay, Tan gazetesi, 13. 7. 1949) Din, bir vicdan sorunudur. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir, özgürdür. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz, din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, amaca ve eyleme dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz ve buna asla meydan vermeyeceğiz. (Asaf İlbay, Tan gazetesi, 13.7.1949) Tanrı ve insanlığın geçirdiği dönemler Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür; tanrısal inanışların belirtisine bakarak diyebiliriz ki: İnsanlar iki sınıfta, iki dönemde incelenebilir, İlk dönem, insanlığın çocukluk ve gençlik dönemidir. İkinci dönem, insanlığın erginlik ve olgunluk dönemidir. İnsanlık birinci dönemde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddî vasıtalarla kendisiyle meşgul olunmayı gerektirir. Allah, kullarının gereken olgunlaşma noktasına erişinceye kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla meşgul olmayı tanrılık özelliğinin gereklerinden saymıştır. Onlara Hazreti Âdem Aleyhisselâm'dan itibaren bilinen ve bilinmeyen sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve elçiler göndermiştir. Fakat Peygamberimiz aracılığıyla en son dini, uygar gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı ile temasta bulunmaya gerek görmemiştir. İnsanlığın kavrayış, aydınlanış ve olgunlaşma derecesi,her kulun doğrudan doğruya, tanrısal ilhamlarla temas yeteneğine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Cenab-ı Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en eksiksiz kitaptır. 1922 (Nutuk III, s. 1241) Hz. Muhammed hakkında Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet* ve kırk üç yaşında risâlet** geldi. Fahrıâlem Efendimiz, sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında yirmi sene çalıştı ve İslâm dinini kurmağa ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra gökyüzünün ve cennetin en yüksek katına erişti. 1922 (Atatürk'ün S.D.l, s. 262-263) 1923 yılında Balıkesir Zağnos Paşa Camii'nde minberden söylemiştir: Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinî gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Ana yasası, hepimizce bilinir ki, şanı büyük olan yüce Kur'an'daki naslardır*. İnsanlara gelişme ve aydınlanma ışığı vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir; çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymasaydı, bununla diğer ilâhî doğa yasaları arasında karşıtlık olması gerekirdi; çünkü bütün evren yasalarını yapan Cenab-ı Haktır. 1923 (Atatürk'ün S.D.11, s. 94) Hz. Muhammed'i, yüksek kişiliğine yaraşır şekilde belirteme-yen bir eser hakkında söylemiştir: Muhammed'i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek kişiliğini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Savaşı'nda en büyük bir komutanın yapabileceği bir plânı nasıl düşünür ve uygulayabilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir bilim olmalıdır. Bu küçük savaşta bile askerî dehası kadar siyasal görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi anlatmağa yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed, bu savaş sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı izlemeye kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi. 1930 (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt : 9, Sayı: 100, 1945, s. 3) O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür. 1926 (Ali Rıza Ünal, Atatürk Hakkındaki Anılarım, Türkiye Harb Malûlü Gaziler Dergisi, Sayı: 158, 1969, s.23)
Musa, cahiliyet devrinde "Evâmir-i aşere"*siyle insanlığa erdem dersleri vermiştir. Musa ile Muhammed'in arasını yüzyıllar doldurmuştur. İnsanlık son bedeviyet döneminde, ne de olsa ilerlemiştir. Hazret-i Muhammed, Musa döneminin din görüşlerindeki hurafeleri kısmen atmayı başarmıştır. (Asaf İlbay, Tan gazetesi 13. 7. 1949) Hz. Muhammed'in ölümü ve sonrası Büyük bir devrim yaratan Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla belirmesi gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa vermek değil, yaratmış olduğu devrimi güven altına almaktı. Bu da, yerine evvelâ devrimi kavramış en yakın bir arkadaşını geçirerek baş gösterecek tehlikeleri önlemekle olurdu. Devrimi kavramış ve ona bütün varlığıyla bağlanmış böyle bir halef seçtikten sonradır ki onun gömülmesi düşünülebilirdi. O zaman, beş on akraba ile değil, bütün kendisine bağlananların katılımıyla ve şanına lâyık bir törenle fâni cesedi ebedî istirahat yerine bırakılırdı... Ne Ali, ne de diğer Hâşimoğulları bunu düşünemediler. Bu gerçeği o zaman ancak üç büyük insan kavramıştır: Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde. Tarih olaylarının gelişimi, Müslümanlığın bu üç büyük insanın girişim ve gayretleriyle kurtulmuş olduğunu meydana koymuştur. Devrimin bu üç siması, yaratıcısı kadar büyük insanlardır. 1930 (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt:9, Sayı: 100, 1945, s.4) İslâm dini hakkında Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir. Ve ancak bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uyması gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. Müslümanların toplumsal yaşamında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dinî emirlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır; orası da Okuldur. 1923 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 90) Müslümanlık, aslında en geniş anlamıyla hoşgörülü ve çağdaş bir dindir. (Atatürk'ten BM., s. 70) Allah kendisine uymaya mecbur tuttuğu insanların esasen kalp ve vicdanındaki gerçek gereksinimleri tamamen bilir. Bu nedenle gönderdiği kitap, tamamen o gereksinime uygun hükümler içeren bir kitaptır. 1921 (Atatürk'ün S.D.l, s.203)
Kendisine, 1923 yılında armağan olarak küçük boyda bir Kur'an gönderilmesi üzerine teşekkürü: Bence değerini takdire imkân olmayan bu hediyeyi, en derin ve hürmetkar din duygularımla saklayacağım. 1923 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s. 480-481)
İslâm dini ve çalışmak Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür, onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslamların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 128) Allah'ın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha fazla çalışmak zorundayız. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygarlık buluşlarından en üst derecede yararlanmak zorunludur. Hepimiz itirafa mecburuz ki, bu husustaki hatalarımız çok büyüktür. 1923 (Atatürk'ün S.D.1I, s. 92) Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı öğütlemez. Aksine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor. 1923 (Atatürk'ün S.D.1I, s. 92) İslâm dininde ölçü Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın yararına uygundur; biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin yararına, İslâmın yararına uygunsa kimseye sormayın; o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. 1923 (Atatürk'ün S.D.ll, s. 127) Türk milleti ve Müslümanlık Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Bilince aykırı, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor. Halbuki Türkiye'ye bağımsızlığını veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, yapay, bâtıl inançlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu konuda yeterli bilgisi olmayanlar, bu âcizler sırası gelince, aydınlanacaklardır. Onlar ışığa yaklaşamazlarsa, kendilerini yitirmiş ve mahkûm etmişler demektir; onları kurtaracağız. 1923 (Atatürk'ün S.D.III, s. 70)
Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz. 1922 (Atatürk'ün S.D.I1, s. 66-67)
Hutbe hakkında Hutbe demek halka seslenmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin anlamı budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve anlamlar çıkarılmamalıdır. Halkı, genel durumdan haberdar etmek son derecede önemlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni çalışma halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir dilde olması ve onların da bugünkü gerek ve gereksinimlerimize değinmemesi, halife ve padişah adını taşıyan zorbaların arkasından köle gibi gitmeye zorlamak içindi. Hutbeden amaç, halkın aydınlanması ve doğru yolun gösterilmesidir; başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hattâ bin yıl evvelki hutbeleri okumak, insanları bilgisizlik ve dalgınlık içinde bırakmak demektir. Hutbe okuyanların herhalde halkın kullandığı dille görüşmesi gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir söylevde demiştim ki: "Minberler, halkın beyinleri, vicdanları için bir verim kaynağı, bir ışık kaynağı olmuştur." Böyle olabilmek için minberlerden yansıyacak sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, teknik ve bilim gerçeklerine uygun olması gerekir. Hutbe okuyanların, siyasî durumu, toplumsal ve uygar durumu her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış öğretilmiş olur. Bu nedenle hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır. 1923 (Atatürk'ün S.D. 11, s. 95-96) Camiler ve minberler hakkında Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhî, ahlâkî gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne seslenilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna karşılık hutbe okuyanların taşımaları gereken bilimsel özellikler, özel yeterlilik ve dünya durumunu anlayıp bilme, önemlidir. 1922 (Atatürk'ün S.D.I, s. 225)
Camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, Allah'ın emrine uyma ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak gerektiğini düşünmek, yani danışmak için yapılmıştır. 1923 (Atatürk'ün S.D.I1, s. 94)
Ezan ve Kur'an'ın okunuşu
Ezan ve Kur'an'ı Türklerden başka hiçbir Müslüman milleti bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara muhteşem müzik ahengi veren Türk sanatkârlarıdır. 1933 (Abdülkadir İnan, İki Hatıra, Türk Dili Dergisi, TDK, Sayı: 74, 1957, s. 66) Kur'an'ın Türkçeye çevrilmesi Kur'an'ın çevrilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye çevriliyor. Muhammed'in yaşamına ait bir kitabın çevrilmesi için de emir verdim. 1930 (Atatürk'ün SJD. III, s. 85; Ayın Tarihi, N: 73, 1930) Müslümanlıkta özel sınıf yoktur Her şeyden evvel şunu, en basit bir dinî gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde bir özel sınıf yoktur. Ruhbani-yeti reddeden bu din, tek başına sahiplenmeyi kabul etmez. Meselâ din bilginleri; mutlaka aydınlatmak görevi bu bilginlere ait olmadıktan başka dinimiz de bunu kesinlikle meneder. O halde biz diyemeyiz ki, bizde bir özel sınıf vardır; diğerleri dinî bakımdan aydınlatmak hakkından mahrumdur. Böyle düşünürsek suç bizde, bizim bilgisizliğimizdedir. Hoca olmak için yani dinî gerçekleri halka öğretmek için, mutlaka ilmî kıyafet gerekli değildir. Bizim yüce dinimiz, her Müslüman erkek ve kadına araştırmayı farz kılıyor ve her Müslüman, bu dine bağlananları aydınlatmakla görevlidir. Bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde gerçek din bilginleri, bilginlerimiz içinde milletimizin gerçekten övünebileceği din bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara karşılık, ilmî kıyafet altında bilim gerçeğinden uzak, gereği kadar okuyup öğrenmemiş, bilim yolunda yeteri kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız. 1923 (Atatürk'ün S.D.1I, s. 144) Seçkin din bilginlerinin yetiştirilmesi Nasıl ki her hususta yüksek meslek ve uzmanlık sahipleri yetiştirmek gerekli ise, dinimizin felsefî gerçeğini inceleme, araştırma ve telkin bakımından ilmî ve fennî kudrete sahip olacak seçkin ve gerçek din bilginleri de yetiştirecek yüksek kurumlara sahip olmalıyız. 1923 (Atatürk'ün S.D.H, s. 90) Cumhuriyet Hükümeti'mizin bir Diyanet İşleri Başkanlığı makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurları bulunmaktadır. Bu görevli kişilerin bilimleri, erdemleri derecesi hepimizce bilinmektedir. Ancak burada* görevli olmayan birçok insanlar da gö- rüyorum ki, aynı resmî giysiyi giymekte devam etmektedirler. Bu gibiler içinde çok cahil, hatta okuma yazması olmayanlara tesadüf ettim. Özellikle bu gibi bilgisizler, bazı yerlerde halkın temsilcileri imiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa âdeta bir engel oluşturmak sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum: "Bu vaziyet ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır?" Millete hatırlatmak isterim ki, bu lâubaliliğe izin vermek asla doğru değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kişilerin, görevli olan kimselerle aynı giysiyi taşımalarındaki sakınca bakımından hükümetin dikkatini çekeceğim. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, S. 215-216) Tekkeler hakkında Tekkeler kesinlikle kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her kolda doğru yolu gösterecek güce sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz uygarlıktan, bilim ve teknikten kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz; başka bir şey tanımayız. Doğru yoldan sapmışların amacı, halkı kendinden geçmiş ve abdal yapmaktır. Halbuki halkımız, abdal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit bir iş görünür; fakat önemi vardır. Biz dünya ailesi içinde uygarız. Her görüş noktasından uygarlığın gereklerini uygulayacağız. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk'ün Ş.D.K. ve İS., s.68) En gerçek tarikat Ölülerden yardım istemek, uygar bir toplum için ayıptır. Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyevî ve manevî yaşamda mutluluğa eriştirmekten başka ne olabilir? Bugün bilimin, tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın alevi karşısında filân veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddî ve manevî mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır. 1925 (Atatürk'ün S.D.II, S. 215) Dinin siyasete âlet edilişi Bizi yanlış yola yönelten soysuz kimseler bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aidata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din niteliği altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, Allah'a şükürler olsun hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız; artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinmemiz yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 127) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve dinin siyasete âlet edilişi "Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır" kuralını bayrak olarak eline alan kimselerden, iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri, cahil ve bağnazları, hurafelere inananları aldatarak özel amaçlar sağlamaya kalkışmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, yüzyıllardan beri sayısız felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük özveriler gerektiren pis bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek yöneltilmemiş miydi? Cumhuriyetçi ve ilerici olduklarını zannettirmek isteyenlerin, aynı bayrakla ortaya atılmaları, dinî bağnazlığı coşturarak, milleti, cumhuriyetin, ilerleme ve yeniliğin tamamen aleyhine kışkırtmak değil miydi? Yeni parti, dinî düşünce ve inançlara saygı perdesi altında: Biz hilâfeti tekrar isteriz; biz yeni yasalar istemeyiz; bizce Mecelle yeterlidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler, biz sizi koruyacağız; bizimle beraber olunuz. Çünkü, Mustafa Kemal'in partisi hilâfeti kaldırdı. İslâmiyeti bozuyor. Sizi gavur yapacak, size şapka giydirecektir diye bağırmıyor muydu! Yeni partinin kullandığı kalıplaşmış anlatım, bu gerici feryatlarla dolu değildir denilebilir mi? Efendiler, olaylar da gösterdi ve kanıtladı ki, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi programı en hain beyinlerin ürünüdür. Bu parti, memlekette suikastçıların sığınağı, güvenme ümidi oldu; dış düşmanların, yeni Türk Devleti'ni, taze Türk Cumhuriyeti'ni yıkmaya yönelik plânlarının kolaylıkla uygulanmasına yardımcı olmaya çalıştı. 1927 (Nutuk II, s. 889-890) Din oyunu aktörleri Bunca yüzyıllarda olduğu gibi, bugün de, milletlerin bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak bin bir türlü siyasî ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için, dini âlet ve araç olarak kullanmak girişiminde bulunanların, içeride ve dışarıda varlığı, bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki, henüz uzak bulundurmuyor. İnsanlıkta, din hakkındaki bilgi ve anlayış, her türlü hurafelerden sıyrılarak gerçek bilim ve tekniğin ışıklarıyla arınmış ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine, her yerde tesadüf olunacaktır. 1927 (Nutuk II, s. 708)
Dini siyasete âlet edenlerle mücadele
Adî ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini âlet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız bilginler, tarihte daima rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve daima cezalarını görmüşlerdir. Dini kendi tutkularına âlet yapan hükümdarlar ve onlara yol gösteren hoca isimli hainler, hep bu sonuca sürüklenmişlerdir. Böyle yapan halife ve din bilginlerinin arzularına kavuşamadıklarını, tarih bize sayısız örneklerle açıklamakta ve kanıtlamaktadır. Artık bu milletin ne öyle hükümdarlar, ne öyle bilginler görmeye katlanması olasılığı yoktur. Artık kimse, öyle hoca kılıklı sahte bilginlerin yalan dolanına önem verecek değildir.
En bilgisiz olanlar bile o gibi adamların niteliğini gerektiği gibi anlamaktadır. Fakat bu konuda tam bir güven sahibi olmaklığımız için bu uyanıklığı, bu dikkati, onlara karşı bu nefreti, gerçek kurtuluş anına kadar bütün kuvvetiyle, hatta artan bir kararlılıkla korumalı ve sürdürmeliyiz. Eğer onlara karşı, benim kişiliğimden bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben kendim onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim kişisel imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim milletimin yaşamıyla ilgili, o adım milletimin yaşamına karşı bir kötü niyet, o adım milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde arkadaşlarımın yapacağı şey, kesinlikle ve kesinlikle o adımı atanı tepelemektir.
Şüphe yok ki, millet birçok özveri, birçok kan pahasına, en sonunda elde ettiği vazgeçilmez ilkesine kimseyi saldırtmayacaktır. Bugünkü hükümetin, meclisin, yasaların, Anayasa'nın nitelik ve sebebi hep bundan ibarettir. Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Sayalım ki, eğer bunu temin edecek yasalar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm. 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 146)
|
Back To Top |
|
|