REKLAM

Paylaş:
RSS 1.0     RSS 2.0

Toplam bakislar: 2781 - Toplam yanitlar: 5

GONDEREN: UzAk.. on 12/15/2008 01:59:49


HADİSLERDE RAMAZAN ve ORUÇ

Ademoğlunun her ameli katlanır. Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yediyüz misline kadar çıkar. Allah Teâla Hazretleri şöyle buyurmuştur: "Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu dilediğim gibi mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terketti."
Allahümme leke sumtü ve ala rızkıke eftartü. (Ey Allahım senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum.)
Biriniz yemeğe davet: edilince, oruçlu ise: "Ben oruçluyum" desin.
Bizim orucumuzla Ehl-i Kitab'ın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.
Bu mübarek aya girmiş bulunuyorsunuz. Bu ayda bir gece vardır ki bin aydan hayırlıdır. Bu gecenin hayır ve bereketinden mahrum kalan bir kimse, bütün hayırlardan mahrum kalmış gibidir. Onun hayrı ise sadece (uhrevi saadetten) mahrum kimseye haramdır.
Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez. Oraya kim girerse ebediyyen susamaz
Cumartesi günleri, farz oruçlar dışında oruç tutmayın. Sizden biri, o gün, üzüm çöpünden veya bir ağaç kabuğundan başka (yiyecek) bir şey bulamasa bile, onları emip oruç tutmasın.
Gündüz orucuna sahur yemeği ile yardımcı olun, kaylüle (öğle uykusu) ile de gece namazına yardımcı olun!
Herşeyin bir zekatı (temizlenme vasıtası) vardır, cesedin zekatı oruçtur.
İnsanlar iftarda ta'cile yer verdikleri müddetçe hayır üzere devam ederler.
Kadın, kocası varken izin almadan (nafile) oruç tutmasın.
Kim Allah Teala yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.
Kim bir kavme misafir olursa, onlar müsaade etmedikçe (nafile) oruç tutmasın.
Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.

Kim kendiliğinden kusacak olursa, üzerine kaza gerekmez. Kim de isteyerek kusarsa orucunu kaza etsin."
Kim, üzerinde Ramazan ayının orucu olduğu halde ölecek olursa, (ölünün velisi) her bir gün yerine, bir fakire yiyecek versin.
Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir.
Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, velisi ona bedel tutar.
Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur.
Nice oruçlular vardır ki, tuttuğu oruçtan yanına sadece çektiği açlık kâr kalır. Nice gece namazı kılanlar vardır ki, onların da kârı gece uykusuz kalmaktan ibarettir."
Nübüvvet (peygamberlik) amellerinden biri de iftarın ta'cili (öne alınması), sahurun da te'hir edilmesidir.
Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku , Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.
Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa "ben oruçluyum!'' desin ve ona bulaşmasın.
Oruç, sabrın yarısıdır.

Oruclu olan kimse, hurma ile iftâr etsin! Çünki hurma bereketlidir.
Oruçlunun hayırlı hasletlerinden biri misvak kullanmasıdır.
Oruçlunun yanında oruçsuzlar yemek yiyecek olursa, melekler oruçluya rahmet okurlar.
Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.
Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse, bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza edemez.
Sadece şafaktan önce niyet edenlerin orucu muteberdir.
Sahur yemeği yemek, berekettir. Bir yudum su ile de olsa onu terketmeyiniz. Şüphesiz sahur yemeği yiyenleri Allah Teâlâ mağfiret eder, melekler de onlar için istiğfar ederler.
Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket var.
Seferde Ramazan orucu tutan hazerde oruç tutmayan gibidir.
Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşaallah Teâlâ sevap kesinleşti.
Şurası muhakkak ki, oruçlunun iftarını açtığı zaman reddedilmeyen makbul bir duası vardır.
Şükreden oruçsuz kimseye, sabreden oruçlunun sevabının misli verilir.




--------------------------------------------------------------
http://www.dehjet.com/gfba2/Images/FontChar/688257-159f.jpg




GONDEREN: UzAk.. on 12/15/2008 02:00:31


 

MEVLÂNA'NIN ESERLERİ

MEVLÂNA'NIN ESERLERİ

MESNEVİ

Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla "İkişer, ikişerlik" demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.

Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.

Mesnevî her ne kadar klâsik doğu'şiirinin bir şiir tarzı ise de "Mesnevî" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevî'si"gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi Hüsameddin'in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken,otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.

Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.

Mesnevî'nin vezni : Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün - Fâ i lün'dür

Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.

DİVAN-I KEBİR

Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr "Büyük Defter" veya "Büyük Dîvân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr'in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr'in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır. Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.

MEKTUBAT

Mevlâna'nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.

Fİ Hİ MA Fİ H

Fîhi Mâ Fih "Onun içindeki içindedir" manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.

MECÂLİS-İ SEB'A

(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :

1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.

Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme "Hamd ü sena" ve "Münacaat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.




--------------------------------------------------------------
http://www.dehjet.com/gfba2/Images/FontChar/688257-159f.jpg
Back To Top




GONDEREN: UzAk.. on 12/15/2008 02:01:20


Hz Mevlana Müb. Sözleri.

 

Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse


Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim...


Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim....

Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...

Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...

Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...

Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...

Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin

Beri gel, beri !
Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...




--------------------------------------------------------------
http://www.dehjet.com/gfba2/Images/FontChar/688257-159f.jpg
Back To Top




GONDEREN: UzAk.. on 12/15/2008 02:02:50


 

Allah’ın Yardımını Nasıl İsteyelim?

Bin türlü isyan, günah, kötülük, hıyanet içindeyken Allah’ın kendisine yardım edeceğini, zafer kazandıracağını beklemek akıllı insanların işi değildir. Allah’ın bize yardım etmesini istiyorsak birtakım sebeplere tevessül etmemiz gerekir, bunları sayıyorum:



1. Namaz kılmak... Kur’ân-ı Kerim’de (Bakara 153), “Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım arayın. Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle birliktedir.” buyrulmaktadır. Bu âyetten anlaşılacağı üzere Allah’tan yardım isteyenlerin namaz kılmaları ve sabırlı olmaları gerekmektedir.



2. İslâm’ın farz kıldığı, teşvik ettiği, uygun gördüğü iyi ve güzel şeyleri hem kendimiz yapmamız, hem de bunları başkalarının yapması için çalışmamız; dinimizin kötü, çirkin gördüğü şeyleri de önlemeye çalışmamız, yaptırtmamak için uğraşmamız gerekir. Bu emr-i mâruf ve nehyi münker farzını yerine getirmeden Allah’ın yardımı gelmez.



3. Zekâtlarımızı güzelce hesaplayıp, Şeriatın ve fıkhın emrettiği şekilde gerçek şahıslara dağıtmamız gerekir. Vazifemiz bununla da bitmez, Allah’ın bize vermiş olduğu mal, servet ve nafakadan muhtaç kardeşlerimize fisebilillâh sadaka olarak dağıtmamız gerekir. Bir kısım din kardeşlerimiz aç, sefil perişan bir vaziyette sürünürken, biz yan gelip yatarsak, onlarla ilgilenmezsek ilâhi yardıma nâil olamayız.



4. Hem büyük, hem küçük cihad yapmalıyız. Öncelikle nefs-i emmaremizin azgınlıklarıyla mücadele etmeliyiz. Sonra da, en geniş mânâsıyla kötülerle, kötülüklerle, meşru ve yasal sınırlar içinde mücadele etmeliyiz.



5. İlim, irfan, hikmet, mârifet, hüner, kültür, sanat, hırfet sahasında gece gündüz kendimizi yetiştirmeliyiz ve bu konularda din düşmanlarından daha güçlü, daha üstün olmalıyız. Cahil Müslüman, zayıf Müslüman demektir.



6. Peygamberin ism-i şerifi zikredilince, elimizi kalbimizin üzerine koyup salâvat getirmekle vazifemizi hakkıyla yapmış olmayız. Peygambere biat etmeliyiz, Peygamberin Sünnetine sarılmalıyız. Yaptığımız büyük ve küçük işlerde “Peygamber Efendimiz Hazretleri benim bu işi ne şekilde yapmamı isterdi?..” diye sormalıyız. Mesela, çok pahalı, çok lüks, çok gösterişli, çok şatafatlı bir otomobil alırken vicdanımıza bu soruyu sormamız gerekir. Ne cevap verecektir? “Peygamber, senin böyle gurur ve kibir verici israflı, sahibini azdıran, israfa yol açan bir binitle gezmeni hoş görmez...” Ayağımızı buna göre denk alacağız. Peygamberi sevdiklerini iddia edip de, hayatta O’nun Sünnetine aykırı ne kadar kötülük ve aşırılık varsa, bunları yapanlar yalancı ve münafık kişilerdir.



7. Kur’ân-ı Kerim’de “Allah’a, Resûlüne ve sizden olan emîr sahiplerine itaat ediniz.” buyrulmaktadır. Bizden olan emîr sahipleri kimlerdir? Elbette fâsık, fâcir, isyankâr, azgın, günahkâr kişiler değildir. Müfessirler bu âyetin tefsirinde ‘âmîl ve muttakî ulemayı da “Bizden olan emîr sahipleri” arasında zikretmişlerdir. Kendilerine itaat edilecek ulema, ‘âmîl yani ilmini hayatına uygulayan, icâzetli yani nûrânî bir silsile ile Resulullah Efendimize bağlı, muttakî yani takva sahibi, ahlâklı ve faziletli zatlar olmalıdır. Reformcuları, dinde yenilik ve değişiklik isteyenleri, kendilerine rehber edinenler sonunda içi ateş dolu bir uçuruma yuvarlanıp helâk olurlar.



8. “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” hadîs-i şerifinin ışığında her yeni günümüzün bir öncekinden daha iyi, daha hayırlı olması için çalışmalıyız. Daha çok ibadet etmeliyiz, daha fazla ilim öğrenmeliyiz, daha fazla hayır yapmalıyız. Hayır hasenat yapmak için ille de zengin olmak gerekmez. Peygamberimiz “Kardeşine tebessüm etmen, o da bir sadakadır”, “Yarım hurma ile olsun kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz” buyurarak bize kolay iyilik yapma, sevap kazanma yollarını göstermiştir.



9. Katı kalpli, taş yürekli, merhametsiz kişilerin halleri ve geleceği iyi ve parlak değildir. Zulme uğrayan, yaralanan, öldürülen, yakınlarını kaybeden, evleri yıkılan Müslüman kardeşlerimiz için ağlamamız gerekir. Şayet ağlayamıyorsak vicdansız, kalpsiz, merhametsiz Müslümanlarız demektir.



10. Fikir, görüş, meşreb, metod bakımından aramızda farklılık, çeşitlilik, ihtilâf olan Müslüman kardeşlerimizi de sevmeye çalışmalıyız. Allah bütün müminleri, kesin Kur’ân âyetiyle kardeş kılmıştır. Meşreb ve görüş farkı yüzünden iman kardeşimize düşman olmamız büyük bir zulümdür. Farklı Müslümanların fikir, görüş ve meşreblerini kabul etmesek de, onları sevmeye ve kardeş bilmeye mecburuz.



11. Cemaati ihmal etmemeliyiz. Her gün beş vakitte cemaate gidemesek bile, büsbütün cemaatten kopmamalıyız. Hadis-i şerifte, “Cemaat rahmet, tefrika azaptır” buyurulmaktadır. Düzeni ve imamları beğenmedikleri için camilere gitmeyenMüslüman kardeşlerimiz, farz namazları hep münferiden kılmasınlar, imkân varsa mutlaka kendi aralarında cemaat yapsınlar. Farz namazları cemaatle kılmak, Müslümanın keyfine, ihtiyarına (seçimine) bırakılmış bir şey değildir. Çok kuvvetli bir Sünnet-i müekkededir. Özürsüz olarak terk edilemez.



12. Yaklaşan belâlardan, musibetlerden, âfetlerden korunmak için elden geldiği kadar sadaka vermemiz gerekir. Az sadaka çok belâyı def edermiş, bunu unutmayalım ve gaflet etmeyelim, son pişmanlık fayda vermez.



13. Hep dünya ticaretiyle meşgul olmayalım. Allah’la ticaret yapalım. Hayırlı ve gerçek ticaret odur. Peygamberimiz “Bir kimsenin, bir insanın hidayetine (Müslüman olmasına) vesile olması, onun için, üzerine güneşin doğduğu ve battığı bütün şeylere sahip olmaktan daha hayırlıdır” buyurmuştur. İnsanların hidayetine vesile olacak hizmetlere yönelelim. Mesela, faydalı, değerli kitaplar hediye edelim. Din, iman, Kur’ân, Şeriat, Sünnet, ahlâk, fazilet için çalışan âlim ve fazıl kimselere destek verelim.



14. Günahkârları, fâsıkları, facirleri, isyankârları, yeryüzünde fesat çıkartanları, Tâğut’un taraftarlarını doğrudan doğruya veya dolaylı olarak desteklemeyelim. Onlara maddî veya mânevî yardım yapmayalım. Din sömürücüleri, mukaddesat bezirgânları insanların en ahlâksız takımıdır. Firasetli Müslüman bu gibi adamların ve grupların dinî hizmet yapmadığını, hezimete sebep olduğunu görür ve anlar. Bu gibi şeytanların tuzaklarına düşmeyelim. Onlara para yardımı yapmayalım, onları desteklemeyelim.



15. Resulullah Efendimiz “Yaşadığı zamanın İmamına biat etmeden ölen kimse cahiliye ölümüyle ölmüş olur” buyurmaktadır. Bu hadîsteki tehditten kurtulmak için, kim olduğunu bilmesek de, “Zamanın İmamına gıyaben biat edelim.”



16. Âhir zamanda, çok fitneli ve fesatlı bir dünyada, sosyal ve kültürel fırtınalar ve kasırgalar içinde yaşıyoruz. Yeryüzü fitne fesat, nifak şikak, harp darp, zulüm ve teaddî, isyan ve tuğyan, küfür ve dalâlet ile dolmuştur. Böyle bir dünyayı kendimiz ve çocuklarımız için yalancı, sahte, şeytanî bir cennet haline getirmek cinnetine düşmeyelim. Cennet başka bir âlemdir, dünya gelip geçici bir imtihan yeridir. Dünya çok aldatıcıdır, bekâsı yoktur, sakın kanmayalım, sonra çok pişman oluruz.



17. Peygamberimiz “Veren el, alan elden üstündür” buyurmuştur. Yine başka bir hadîs-i şerifte, “Güçlü Müslüman, zayıf Müslümandan hayırlıdır” demiştir. İlimle, irfanla, hikmetle, ahlâkla, faziletle, yüksek karakterle, ikram ederek, sadaka vererek, insanların yardımına koşarak, hayırlı ve güçlü Müslümanlar olmaya çalışalım. Komşularımıza güler yüz gösterelim, arada bir, pişirdiklerimizden onlara ikram edelim.



18. İyi Müslüman, aynı zamanda iyi insan ve iyi vatandaş demektir. İyi Müslüman, iyi insan, iyi vatandaş olmaya çalışalım.



19. Kul hakkından, haram yemekten, emanete hıyanetten, ehil olmadığımız makam, mevkii, vazife ve memuriyetleri kabulden çekinelim. Haram yemek, kişiye Allah’ın rahmet ve yardımını değil, gazabını kazandırır.



Allah’ın yardımına nail olmak için daha başka vesileler de vardır. Bunları Ehlullah’ın yazdığı ahlâk ve fazilet kitaplarından öğrenebilirsiniz. Mesela Hüccetül İslâm Zeynüddîn İmam-ı Gazalî Hazretleri’nin İhyâ-u Ulûmiddîn adlı eserinden.



Her sabah yeni bir başlangıçtır. Her gün bir yol ayrımındayız. Bir yol Mevlâ’ya götürür, bir yol belâya götürür, seçim bize aittir. Sen sakın belâsını arayanların gittiği tarafa gitme




--------------------------------------------------------------
http://www.dehjet.com/gfba2/Images/FontChar/688257-159f.jpg
Back To Top




GONDEREN: UzAk.. on 12/15/2008 02:03:27


 

İKİYÜZALTMIŞBİRİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, seyyid mîr Muhammed Numân(k.s) hazretlerine yazılmışdır.
Nemâzın kıymetini ve nemâza mahsûs kemâlâtı bildirmekdedir:

Allahü teâlâya hamd ederim. Onun sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma, salât-ü selâm eder ve sizlere düâ eylerim.


Sevgili kardeşim!


Allahü teâlâ seni hakîkî rütbelere yükseltsin! Bilmelisin ki, nemâz, islâmın beş şartından, dînin beş esâsından ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamışdır. İslâmın beşde bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, müslimânlık demek olmuşdur. İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşduracak işlerin birincisi olmuşdur. Âlemlerin efendisi ve Peygamberlerin (s.a.v) en üstünü olana mirâc gecesi, Cennetde nasîb olan rüyet şerefi, dünyâya indikden sonra, dünyânın hâline uygun olarak kendisine yalnız nemâzda müyesser olmuşdur. Bunun içindir ki, (Nemâz müminlerin mirâcıdır) buyurmuşdur. Bir hadîs-i şerîfde, (İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması nemâzdadır) buyurmuşdur.


Onun yolunda, tâm izinde giden büyüklere, o rüyet devletinden, bu dünyâda büyük pay, nemâzda olmakdadır. Evet, bu dünyâda Allahü teâlâyı görmek mümkin değildir. Dünyâ buna elverişli değildir. Fekat, Ona tâbi olan büyüklere, nemâz kılarken rüyetden birşeyler nasîb olmakdadır. Nemâz kılmağı emr buyurmasaydı, maksadın, gâyenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Âşıklar, maşûku nasıl bulurdu? Nemâz, üzüntülü rûhlara lezzet vericidir. Nemâz, hastaların, râhat vericisidir. Rûhun gıdâsı nemâzdır. Kalbin şifâsı nemâzdır. (Ey Bilâl, beni ferâhlandır!) hadîs-i şerîf, bunu göstermekde, (Nemâz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir) hadîs-i şerîfi, bu arzûya işâret etmekdedir. Zevkler, vecdler, bilgiler, marifetler ve makâmlar, nûrlar ve renkler, kalbdeki telvînler ve temkînler, anlaşılan ve anlaşılamıyan tecellîler, sıfatlı ve sıfatsız zuhûrlardan hangisi, nemâz dışında hâsıl olursa ve nemâzın hakîkatinden birşey anlaşılamazsa, bu hâsıl olanlar, hep zılden, aksden ve sûretden meydâna gelmişdir. Belki de, vehm ve hayâlden başka birşey değildir. Nemâzın hakîkatini anlamış olan bir kâmil, nemâza durunca, sanki, bu dünyâdan çıkıp âhıret hayâtına girer ve âhırete mahsûs olan nimetlerden birşeylere kavuşur. Araya aks, hayâl karışmaksızın, asldan haz ve pay alır. Çünki, dünyâdaki bütün kemâlât, nimetler zılden, sûret ve görünüşden hâsıl olmakdadır. Zıl, görünüş arada olmadan, doğruca asldan hâsıl olmak, âhırete mahsûsdur. Dünyâda asldan alabilmek için, mirâc lâzımdır. Bu mirâc, müminin nemâzıdır. Bu nimet, yalnız bu ümmete mahsûsdur. Peygamberlerine tâbi olmak sâyesinde, buna kavuşurlar. Çünki, bunların Peygamberi (s.a.v) mirâc gecesi dünyâdan çıkıp âhırete gitdi. Cennete girdi ve rüyet devleti ile şereflendi. Yâ Rabbî! Sen o büyük Peygambere (s.a.v)bizim tarafımızdan, Onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsân eyle! Bütün Peygamberlere de (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) hayrlar, iyilikler ver ki, onlar insanları, seni tanımağa ve rızâna kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir. Tesavvuf yolunda bulunanların birçoğu kendilerine nemâzın hakîkati bildirilmediği ve ona mahsûs kemâlât tanıtılmadığı için, derdlerinin ilâcını başka şeylerde aradı. Maksadlarına kavuşmak için, başka şeylere sarıldı. Hattâ bunlardan bazısı, nemâzı bu yolun dışında, maksadla ilgisiz sandı. Orucu nemâzdan üstün bildi. (Fütûhât) kitâbının sâhibi dedi ki: (Oruc, yiyip içmeği bırakmak olduğu için, Allahü teâlânın sıfatları ile sıfatlanmak, Ona yaklaşmakdır. Nemâz ise, başkalaşmak, uzaklaşmak, ibâdet edici ve ibâdet edilen ayrılığını kurmakdır). Bu söz de, görüldüğü gibi, Tevhîd-i vücûdî meselesinden doğmakdadır. Bu mesele ise, aşk-ı ilâhî serhoşluğunun bir tezâhürüdür. Nemâzın hakîkatini anlıyamıyanlardan birçoğu da, ızdırâblarını teskîn ve rûhlarını ferâhlandırmağı, simâ ve nağmede, yanî mûsikîde, vecde gelmekde, kendinden geçmekde aradı. Maksadı, maşûku, mûsikî perdelerinin arkasında sandı. Bunun için raksa, dansa sarıldılar. Hâlbuki, (Allahü teâlâ harâmda şifâ tesîri yaratmamışdır) hadîs-i şerîfini işitmişlerdi. Evet, boğulmak üzere olan bir acemî yüzücü, her ota da sarılır. Birşeyin aşkı, âşıkı sağır eder ve kör eder. Bunlara eğer nemâzın kemâlâtından birşey tatdırılmış olsaydı, simâ ve nağmeyi ağızlarına almaz, vecde gelmeği hâtırlarına bile getirmezlerdi.

Fârisî mısra tercemesi:
Doğru yolu göremeyince, çöle sapdılar.

Ey kardeşim!
Nemâz ile mûsikî arasında ne kadar uzaklık varsa, nemâzdan hâsıl olan kemâlât ile mûsikîden hâsıl olan teessür de, birbirinden o kadar uzakdır. Aklı olan, bu kadar işâretden çok şey anlar! Bu, öyle bir üstünlükdür ki, Peygamberimizden (s.a.v) bin sene sonra meydâna çıkıyor. Öyle bir sondur ki, baştarafa benzemekdedir.


Peygamberimiz(s.a.v) belki de bunun için, (Başlangıcı mı dahâ iyidir, yoksa sonu mu?) buyurdu da, (Başlangıcı mı dahâ iyidir, yoksa ortası mı?) buyurmadı. Demek ki, sonra gelenlerin öndekilere dahâ çok benzediğini görerek, şübhelendi de, böyle buyurdu. Diğer bir hadîs-i şerîfde: (Bu ümmetin en fâidelileri, önce ve sonunda gelenlerdir. İkisinin arası bulanıkdır) buyurdu. Evet, bu ümmetin sonuncuları arasında, başdakilere çok benziyenler olacakdır. Fekat, adedleri azdır. Hattâ pekazdır. Ortadakilerde o kadar benzeyiş yok ise de, mikdârları çokdur. Hem de pekçokdur. Fekat, sondakilerin az oluşu kıymetlerini dahâ da artdırmış, öndekilere dahâ yaklaşdırmışdır. Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki, (İslâm dîni garîb başladı. Sonu da böyle garîb olacakdır. Bu garîblere müjdeler olsun!). Bu ümmetin sonu, Peygamberimizin (s.a.v) vefâtından bin sene sonra, yanî ikinci bin ile başlamışdır. Çünki bin sene geçmesi ile, insanlarda büyük değişiklik ve eşyâda kuvvetli değişme olur. Allahü teâlâ, bu dîni kıyâmete kadar değişdirmiyeceği, için, ilk zemânda gelenlerin tâzelikleri, kuvvetleri sondakilerde de görülmekde ve böylece ikinci bin başında islâmiyyetini kuvvetlendirmekdedir. Bu sözümüzü isbât etmek için, kuvvetli şâhid olarak, Îsâ (a.s) ile hazret-i Mehdîyi (rahmetullahi teâlâ aleyh) gösteririz.

Fârisî beyt tercemesi:
Rûhul kudsün feyzine eğer kavuşursan,
Mesîhin yapdıkları senden de meydâna gelir.

Ey kardeşim! Bugün bu sözler, çok kimselere ağır gelir. Akllarına uygun gelmez. Fekat bilgileri, marifetleri insâf ile ölçerlerse ve islâmiyyetle karşılaşdırırlarsa, islâmiyyete hangisinin dahâ çok tazîm ve hurmet etdiğini görüp kabûl ederler.


Bu fakîr, bütün kitâblarımda ve mektûblarımda tarîkatin ve hakîkatin, islâmiyyete hizmet etdiklerini ve Peygamberliğin evliyâlıkdan yüksek olduğunu, bir Peygamberin vilâyetinin bile, kendi nübüvvetinden aşağı olduğunu yazdım. Vilâyet derecelerinin, Peygamberlik kemâlâtı yanında hiç olduğunu, büyük bir denize nazaran, bir damla kadar bile edemiyeceğini ve bunun gibi dahâ birçok şeyler bildirdim. Hele oğluma gönderdiğim mektûbda, tesavvufu nasıl anlatdığımı görürlerse, insâfa gelirler. Bunları söylemekden maksadım, cenâb-ı Hakkın nimetini göstermek ve gençleri teşvîk içindir. Yoksa hâşâ ki, kendimi başkalarından üstün göstermek için değildir. Kendini frenk kâfirlerinden dahâ üstün bilen bir kimsenin Allahü teâlâyı tanıması harâmdır. Yâ, din büyüklerinden üstün görenin hâli ne olur?

Fârisî beytler tercemesi:
Beni sultân tutup kaldırsa toprakdan,
Yakışır başımı yüksek görsem göklerden.

Ben o toprağım ki, nisân bulutu,
Acıyıp üzerime serper bereketli yağmuru.

Yüzlerle dile mâlik olsa, eğer vücûdüm,
Lutfünün şükrünü, nasıl yapabilirim?

Bu mektûbu okuyunca, içinizde nemâzın hakîkatini öğrenmek ve ona mahsûs kemâlâtdan birkaçına kavuşmak arzûsu uyanır ve bu arzû, sizi râhatsız edecek kadar çoğalırsa, istihâreler yapdıkdan sonra, bu tarafa gelip ömrünüzün bir parçasını da nemâzı öğrenmek için harc ediniz! İnsanlara doğru yolu, seâdet-i ebediyye caddesini gösteren ancak Allahü teâlâdır. Doğru yolda yürüyenlere ve Muhammed Mustafâya (s.a.v) tâbi olmakla şereflenen bahtiyârlara, Allahü teâlâ selâmet versin!




--------------------------------------------------------------
http://www.dehjet.com/gfba2/Images/FontChar/688257-159f.jpg
Back To Top




GONDEREN: UzAk.. on 12/15/2008 02:34:52


 
Bollukla da imtihan olur yoklukla da...
 
 
Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine herşeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle 'sevince kapılıp şımarınca', onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular. (Enam, 44)




Başlangıçta fakirlik ve ihtiyaç, mahlûkun aslî yokluğunun gereği ve mahiyetinin lüzumlu unsurudur. Onu defeden ve yok eden de Allah'ın rahmetidir. O rahmetin eksilmesi ile ortaya çıkan fakirlik, zaruret ve sıkıntı ise, isyanlar ve serseri insanlara hadlerini ve kendi kendilerine bakıldığı zaman durumlarının gereğini hissettirerek ve göstererek kurtuluş ve kulluk hissi uyandıracak bir fiilî alâmet ve ilâhî hatırlatıcıdır. Ve bundan dolayı ihtar ettiği mânâyı anlayanlar için bir nimettir. Fakat bunun, bu ihtar edici kuvveti ve irşad edici delaleti devamlı değil, belli bir müddet ile sınırlanmıştır. Bunun için böyle bir ilâhî sıkıntıya tutulanlar, onu ilk önce nimet bilmeli ve süratli bir şekilde uyanarak nefsin baş kaldırmasını kırmalı ve kulluk aczini hemen anlayıp tevbe ve yalvarış ile Allah'a sığınmalı ve ıslah yoluna dönmelidir. Bu uyanıklılık ne kadar çabuk olursa, dünya ve ahiret faydası da o kadar mühim olur. Bunu anlayıp tevbekâr olanlar dünyada olmazsa, herhalde ahirette istifade ederler.

En şiddetli olan ilk tesir anları geçtikçe ihtarın kuvveti azalır, daha çok kuvvetlendirmeye ihtiyaç duyulur ve gittikçe uyanma ihtimali azalır ve zor elde edilir. Nihayet o sınırlı müddet biter, sıkıntının bütün uyarıcı kuvveti de tükenir, bir alışkanlık ve tabiat haline gelir ve kalb öyle katılaşır ki, artık ondan sonraki başkaldırma alabildiğine şiddetlenir. Artık baskı ve şiddetin hiçbir terbiye edici hassası kalmaz. Bunun için terbiye edici bir hikmet ve maksatla tatbik olunacak baskı ve şiddet, uzun ve devamlı olmamalıdır. İlâhî hikmet, baskıyı, şiddeti ve nihayet azab etmeyi, fesadı ıslah, kötülükleri sınırlama, durdurma ve temizlemek için tatbik eder. Fakirliğin ve zaruretin kaynağı olan kötülüklere karşı baskıyı artırmak ise, o kötülükleri çoğaltmak demek olur. Bunun kurtulma ihtimali varsa, zorlamada değil, kolaylaştırmadadır. "Bir şey sıkıştığı zaman genişler" Sıkıştırma ile katılaşmış olan kalbleri yumuşatırsa, kolaylaştırma ve genişletme yumuşatabilir Ve artık bu genişletme ve genişleme onlara ya kurtuluşu kazandırır veya patlatır bitirir. Ve her iki takdirde kötülükler sonsuz bırakılmış, kötülerin arkası alınmış olur. Şu halde o katı kalbliler ne zamanki hatırlatıldıkları ibretleri unuttular.


Evvela derece derece kolaylaştırmayı ifade eden peygamberlerin hatırlatmaları, ikinci olarak tevbe ve teslimiyet telkin eden şiddet ve zaruret ihtarlarını düşünmek ve uyanık olmak ihtimalleri kalmadı. O zaman üzerlerine her şeyin kapısını açtık. O şiddet ve sıkıntıdan sonra onlara öyle bir hürriyet ve refah verdik ki, maddî manevî bütün engelleri kaldırdık, her taraftan üzerlerine nimetler saldırdık, iyi kötü her şey kendilerine bol bol açık bulunuyordu. Her türlü rahatlar, sıhhatler, zaferler, başarılar, zevkler, sefalar önlerinde âmâde idi. Ne arzu etseler bulacak ne isteseler yapabilecek bir hale geldiler. Kendilerine, kendi iradelerinden başka yasaklayacak ve kayıtlayacak hiçbir şey görünmüyordu. Öyle serbest bir imtihana kondular ve öyle derece derece yükselmeleri arttı ki nihayet bu hürriyet ve refah ile ferahlandılar. Tuttukları yolun iyi olduğuna ve bütün bunların kendi hakları olduğuna ve her sorumluluktan kurtulmuş olduklarına hükmettiler. hiçbir kayıt, hiçbir kaygı duymaz oldular. Her şey kendilerininmiş, Allah ve ahiret yokmuş gibi zevk ve sefaya daldılar, keyiflerini çattılar. Tam böyle ferahlandıkları, "gel keyfim gel" dedikleri sırada kendilerini birden bire bastırıp yakalayıverdik. O saat iblis gibi bütün ümitleri kesildi. Ümitsizlik ve tam mahrumiyet içinde donakaldılar. Bundan böyle onlar, sonsuz bir hasret içindedirler.





--------------------------------------------------------------
http://www.dehjet.com/gfba2/Images/FontChar/688257-159f.jpg
Back To Top
11/16/2024



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***