Bir öykü olamayacak kadar gerçektir yazılan tüm öyküler. Zaten öykülerin gerçekle kesiştiği anlar değil midir bize o eşsiz lezzetleri tattıran; yinede yalanlar söyleyebilmektedir incelik. Öykülerle söyleriz biz yalanları. Hangi aşkın sonu hüsrandır ki öykülerde? Hangi yiğit atmaz ki atının terkisine sevdiğini ve alıp gidilmez mi o Kaf dağının ardındaki muhteşem köşklere... Ya gerçek?
Öykülerle işimiz bittiğinde yani gerçek hayatın acılı yüzüyle buluştuğumuzda işte sorunlar o zaman başlıyor. Şimdi gerçek hayatımdan küçük bir kesiti alıp sizlere öykü diye okuyacağınız bir kaç şey yazmaya çalışacağım. Kelimeler anlatmazsa duygularımı cehaletimdendir. siz cehaletimi bağışlayın ve sevda denen beş harfin büyülü gölgesinde Veysel’i aşkların buğusunda okuyun bu öyküyü...
Olmaz dedi kız olmaz!
Olmayan neydi diye katıldı hikâyesinin orta yerine çocuk. Sevdasını sınarcasına sevdiğinin sordu:
—Sevmiyor musun? olmazı ne ?
Kız kendinden emin net bir ses tonuyla; sevdamı sınama zira ben sana anlattım sen beni anladın. Bak boşuna değil zaman gösterecek sana anlamadığın her şeyi...
Çocuk kapılmıştı bir kez o fırtınaya. Ona hayır diyemiyordu. O öyle karşı konulmaz, o öyle güzel ve o öyle cennetti ki o gideceğim susacağım diyordu. Bu gidişe kalbi damarlarındaki kan ve tüm ruhu isyan edecek olsa da o gitme diyemiyordu sevdiğine.
Belki kız gitme demesini istiyordu. Çocuk gitme dese belki oda boyun eğecekti sevdiğinin karşı konulmaz sevdasına...
Kolay mıydı git demek? Böyle severken sevdiğine git demek kolay mıydı? Fakat onu anlıyordu. Aslında anlamıyordu. Anladığına inanmak ne zaman onu kaybetmekle eş anlamlı oluyorsa işte o zamanlarda çocuk kızı anlamak istemiyordu. Ama sevdiği -kız- o kadar karşı konulmazdı ki gözlerine bakamasam da gözlerinin üzerinde gezindiği tüm zamanlarda nasılda içi titrerdi. Ne vakit ki sevdiğinin gözü uzaklaşır teninden o vakit çocuk sokakta kalmış tüm çocuklar kadar üşürdü. O zaman üşümek ve bir damla sevda için el açmak, sevdiğine; bu günah değildi. Gitme demek zor değildi... Ya şimdi? Ona duyulan saygı onun güzelliği böyle engel olabilir miydi çocuğa gitme diyemez miydi?
Düşündü, düşündü, düşündü...
Fırtınalar kopmuştu kızın yüreğinde ve yağmurlar inmeye başlamıştı gözlerine. Bir ses bir seda olsun yeter seni duyayım diyordu kız... İkilemlerimi anlatmış olmakla hata mı ettim? Sen benim hayatı paylaşmak istediğim. Sen yüreğimi benden çalan; sen böyle en olmayacakta en olmaz anlarda karşısına çıktığım. Susmak yok diyenim. Huzur getiren namını verenim. Bir şey söylemeyecek misin dedi? Anlatıcı anlamıştı bir gitme yetecekti kıza kalmaya; kanıyla canıyla sevda mesnevisinin kahramanı olmaya devam edecekti. Anlatıcını anlasa da kadere böyle yazılmamıştı bu. Duymayacaktı kız sevdiğinin sesini. O gece ve ardı ardına gelen onlarca gece boyunca... Onlar mı geçti on binler mi bilinmez ama çocukta anlamıştı hatasını çocukla davranıp kendi kırgınlıklarını bıraksaydı bir kenara yarasına rağmen yaralayacak olmasına rağmen deseydi gitme. Kendi yaralarını kendisi sarmak zorunda kalmayacaktı. Anladı ve kapılarını aşındırdı kim bilir kaç gece sevdiğinin. Yetmedi sesi...
Çocuk o gece konuşmadı ya; susamadı da bir şiir yazdı ve onu yolladı sevdiğine...
Susarım / Sevdiğim
Yutkunur gibi yutarım tüm söyleyeceklerimi.
Gerekirse ısırıp dilimi,
Söyleyeceklerimle yutarım senin kan bildiğini.
Ama sana gitme diyemem ey sevgili!
Şimdi biçimsiz oldu de!
Saygısızcaydı bu yaptığın!
Hak etmedim de!
Yürürcesine kaderin üzerine, yalnızlığa ve susmalara yürürüm sevgili.
Bilirim acıtır yüreğini bu gidişim.
Bir helallik bile istemeyişim.
Ama sen cenneti ararken yeryüzünde;
Günahın olmak ve de vefasızlığın.
Anlasam da anlayamam ben bunu; yapamam!
Cennetleri hayal ederken sen; cehennemin olup seni yakamam.
Anlarım seni de hakkını veremem.
Ağzımı açsam yüreğimdeki isyanlar ses bulur.
Böyle sahibiyken duygularımın,
Sen de anla susarım, ama sana git diyemem!
Şimdi yükümdür tüm ayrılıklı sevmeler.
Gelmeler kadar hayırdır elbet gitmeler.
…
Zaman geçecek kesişecek yollarımız elbet.
Dünya küçük yer; sabret.
Acıyı bilirim de böylesi…
Yok; ben söyleyemem!
Yüreğimdeki yangına su serpemem.
Yanmaksa bülbülün kaderi;
Bırak sonuna dek yansın; tatsın kederi.
Ne gelir elden yutkunurum; yutarım tüm söylenecekleri.
Bir ömrün olsun hizmet ehli.
Sitemin ağırdır; acıtır beni.
Gidene yol vermek değildir halim.
Yıkımlar gördüm; fırtınalar...
Aklımı aldın; uçurumlara kendi ayaklarımla vardım.
Çok görme bana bu yazgıyı.
Sitemin kaderim; kaderin hizmetin.
Anlatsam da anlamazlar bu fırtınayı.
Sana değil âleme susarım sevdiğim…
İşte böyle dostlar bu öykü ardı arkası gelmeyen onlarca soruyla bitti. Buraya kadar okuyan sabır sahibi dostlara şunu söylemek istiyorum susmak ama söyleneceklere rağmen gurur yapmak yaraların arkasına saklanmak... bu olması kaderiniz. Çıkın ASLANLAR gibi sevin zira aslanlar sevdikleri için savaşırlar sizlerde savaşın. Susma hatasını yapmış biri olarak bu hatayı yapmayan tüm dostlara şunu söylemek isterim susmayın bağırın: :-)
Seviyorum! Diye ya da hangi dilde söylemek isterseniz o dilde.