REKLAM

Paylaş:
RSS 1.0     RSS 2.0

<< Ilk  < Onceki | Sayfa:  1 | 2 | 3 | Ileri >  Son >>
Toplam bakislar: 7386 - Toplam yanitlar: 23




GONDEREN: Almira on 08/20/2009 18:02:40


Orucu Bozmayan Seyler

1. Oruçlu oldugunu unutarak; yemek ve içmek. Peygainber Efendimiz söyle buyurmustur:

Bir kimse oruçlu oldugunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasin, (sakin) bozmasin. Çünkü onu, Allah yedirmis, içirmistir.” (45)

(45) Buliari. Savm. 7

Unutarak yeyip içerken oruçlu oldugunu hatirlarsa hemen agzini bosaltip yikar ve oruca devam eder. Oruçlu oldugunu hatirladiktan sonra bogazindan asagiya bir sey geçerse orucu bozulur. Bir kimse unutarak yiyen bir oruçluyu gördügünde eger güçlü kuvvetli olup oruca dayaniblen bir kisi ise, oruçlu oldugunu kendisine hatirlatir , zayif ve güçsüz bir kisi ise hatirlatmaz.

2. Bir suya dalip kulagina su kaçmak.

3. Kendi istegi olmayarak bogazina toz ve duman girmek.

4. Kendi istegi olmayarak kusmak.

5. Kendiliginden içeriden gelen kusuntu yine kendiliginden içeriye gitmek.

6. Uyurken ihtilam olmak (yani uyurken cünüplük hali meydana gelmek. )

7 .Dokunma ve öpme olmadan sadece bakmak veya düsünmek sebebiyle bosalmak.

8. Karisini sadece öpmek.

9. Geceleyin cünüp oldugu halde sabaha kadar yikanmayip gündüz yikanmak.

10. Disleri arasinda sahur yemeginden kalan nohut miktarindan az olan kirintiyi yutmak.

11. Agzindaki tükrügü yutmak. Agzindan disari çikip tamamen ayrilan tükriig;ii tekrar yutinak orucu bozar .

12. Ag;zina gelen balgami yutmak.

13. Kafasindan burnuna gelen akintiyi içine çekip yutmak.

14. Agzina aldigi (mesela disine koydugu) ilacin tadi bogazina varmak.

15. Erkegin tenasül organina ilaç veya su akitinak.

16. Göze ilaç damlatmak.

17 .Kan aldirmak.

18. Gözlerine sürme çekmek.

Bu saydigimiz seylerin hiçbirisi orucu bozmaz.

Oruçluya Mekruh Olan Seyler


1. Bir sey tatmak.

Kocasi huysuz kadin bir sey yutmamak kaydiyle yemegin tuzuna bakabilir .O takdirde mekruh olmaz.Kocasi iyi huylu ve anlayisli ise mekruhtur .

Yemek pisiren ücretli de böyledir .

2. Gereksiz olarak bir sey çignemek. Çocugu için bir sey çignemesi gereken kadin, bu isi yapacak baska bir yol bulamazsa küçük çocugunu korumak   maksadiyla çigneyebilir.

3. Kendine güveni olmayan kimsenin hanimini öpmesi ve kucaklamasi.

   Bir bosalma olmamasi durumunda böyledir. Eger öpmek veya kucaklamakla bosalma meydana gelirse mekruh olmakla kalmaz. oruç bozulur.

4. Tükrügünü agzinda biriktirip yutmak.

5. Kan aldirmak veya agir bir iste çalismak gibi kendisini zayif düsürecegine kanaat getirdigi bir is yapmak. (Zayif düsürmeyecegine kanaat getirirse mekruh olmaz. )

Back To Top




GONDEREN: Almira on 08/20/2009 18:03:36


Orucu Bozan Seyler

Oruca aykiri olan bir seyin yapilmasi halinde oruç bozulur. Orucu bozan bazi seyler hem kaza, hem de keffareti gerektirir. Orucu bozan bazi seylerden dolayi da sadece kaza gerekir.

Orucu Bozup Kaza ve Keffareti Gerektiren Seyler

l. Oruçlu oldugunu bilerek yemek ve içmek (yenilip içilen sey ister gida, ister ilaç olsun).

2. Oruçlu oldugunu bile bile cinsel iliskide bulunmak. Kari-kocadan biri ötekine zorla cinsel iliskide bulundugu takdirde zorla iliskide bulunana kaza ve keffaret, kendisine zorla iliskide bulunulan kisiye de kaza lazim gelir.

3. Agzina giren yagmur .kar ve doluyu kendi istegiyle yutmak,

4. Sigara içmek, öd agaci veya anber ile tütsülenip dumanini içeri çekmek,

5. Enfiye çekmek,

6. Bugday ve arpa tanesi yutmak,

7 .Disardan bir susam tanesi kadar bir seyi alip yutmak,

8. Yenmesi alisilmis olan çamur, kil ve kömür gibi seyleri yemek. (Bazi kimseler bunlari severek yerler.)

9 .Az miktarda tuz yemek,

10. Karisinin veya sevdigi bir kimsenin tükürügünü yutmak. (Bundan zevk aldigi için kaza ve keffaret gerekir. Baskasinin tükürügünden igrendigi için bundan keffaret gerekmez.)

11. Kan aldirdiktan veya sadece karisini öptiikten sonra orucu bozuldugu kanaatiyle bile bile orucunu bozmak,

Ramazan ayinda niyet ederek oruca baslayan kimse, saydigimiz seylerden birini bilerek ve özürsüz olarak yaparsa orucu bozulmus olur. Bozulan bu orucu kaza etmesi ve kasten bozdugu için de keffaret tutmasi gerekir

Back To Top




GONDEREN: Almira on 08/20/2009 18:05:03


Keffareti Düsüren Seyler

Keffareti gerektiren bir seyi yaparak orucunu bozan kimse. ayni gün oruç tutamayacak derecede hastalanir veya kadin ayhali yahut da lohusa olursa keffaret düser, yani keffaret orucu tutmasi gerekmez. Ancak hastaligin kendi istegi disinda olmasi sarttir. Kendisi kasten hastaliga sebep olursa keffaret düsmedigi gibi sefer mesafesinde bir yolculuga çikmasi ile de düsmez.

Orucu Bozup Yalniz Kazayi Gerektiren Seyler

1. Pamuk ve kagit gibi yenmesi mutad olmayan bir sey yutmak,

2. Bir defada çok miktarda tuz yemek,

3.Yenmesi mutad olmayan zeytin çekirdegi yemek, yenmesi alisilmis olan çekirdegi yemek ise keffareti gerektirir,

4. Tas, toprak, demir, altin ve gümüs gibi seyleri yutmak,

5. Içi olmayan ceviz ve badem yutmak, (Bunlarin içi olanlari yenildigi takdirde keffaret gerekir}

6. Arkadan siringa yaptirmak,

7 .Burnuna ilaç çekmek,

8. Basta bulunan yaraya konulan ilacin dimaga, karindaki yaraya konulan ilacin içeriye ulasmasi.

Bu, Ebu Hanife’nin görüsüdür. Buna göre; tedavi maksadiyla igne yaptirmak orucu bozar ve kazayi gerektirir. Çünkü igne vasitasiyla vücuda verilen ilaç iç kisimlara kadar ulasmaktadir.

Imam Ebu Yusuf ve Imam Muhammed’e göre; tabii olan yollar disinda vücudun baska tarafindan açilan bir yoldan içeri giden ilaç orucu bozmadigi için igne yaptirmakla oruç bozulmaz. Çünkü vücuda verilen ilaç agiz gibi tabii bir yoldan degil, deriden açilan baska bir yoldan verilmektedir.

Ancak, ibadetlerde Ihtiyatli hareket etmek esas oldugundan Ramazanda igne yaptirmak zorunda olan kimse bunu mümkünse iftardan sonra yaptirmalidir.

Bu mümkün olmaz da gündüz igne yaptirmak zorunda kalirsa. Imam Ebu Yusuf ile Imam Muhammed’in görüslerini esas alarak orucuna devam eder ve bu orucunu daha sonra kaza etmesi gerekmez.

9 .Agzina aldigi boyali iplik gibi seylerin boyasi ile rengi degisen tükürügü yutmak.

10. Bogazina kaçan kar veya yagmuru kendi istegi olmayarak yutmak. (Kendi istegi ile yutarsa keffaret gerekir .)

11. Zorlama ile oruç bozmak.

12. Disleri arasinda nohut tanesi kadar kalan yemek kirintisini yutmak.

13. Abdest esnasinda agzina ve burnuna su alirken kendi elinde olmayarak bogazina su kaçmak.

14. Unutarak yeyip içtikten sonra orucunun bozuldugunu zannederek yeyip içmek.

15. Agiz dolusu kusmak. (Kendi istegi ile).

16. Agiz dolusu gelen veya kendi istegiyle getirdigi kusuntuyu mideye geri çevirmek.

17 .Kendi istegi ile içine veya genzine duman çekmek. Kendi istegi ile olmazsa oruç bozulmaz. (Içeri çekilen duman sigara dumani olursa keffaret gerekir.)

18. Günes batmadigi halde - batti zannederek - iftar etmek.

19 .Imsak vakti geçtigi halde daha vakit vardir zannederek yemek.

20. Cinsel iliski disinda kadina dokunmak veya öpmek sonucu bosalmak.

21 .Ramazan orucundan baska bir orucu bozmak. (Ramazan orucundan baska bir orucu bozmak sadece kazayi gerektirir .)

22. Ramazan orucuna niyet etmiyerek yeyip içmek. (Keffaret. niyet edilerek baslanan orucu bilerek bozmaktan lazim gelir. Oruca niyet edilmeyerek yeyip içtigi takdirde sadece o günün orucunu kaza eder .)

23. Misafir iken oruca baslayip ikamete niyet ettikten sonra yemek.

24. Mukim iken oruca baslayip sefer mesafesi yolculuga niyet ederek bulundugu yerin sinirlarini geçtikten sonra orucu bozmak.

Sayilan bu seylerden birini yapan kimsenin orucu bozulur ve bozulan orucun gününe gün kaza edilmesi gerekir.

Bunlardan biri ile orucu bozulan kimse aksama kadar orucu bozacak bir sey yapmamalidir.Gündüz iyilesen hasta, yolculugu sone eren misafir, ayhali veya lohusaliktan temizlenen kadin, erginlik çagina gelen çocuk ve müslüman olan gayr-i müslim, Ramazan ayina saygi için günün kalan kisminda oruçlu imis gibi aksama kadar orucu bozacak seylerden sakinmalari uygun olur.

Oruca niyetlenen kadin gündüz ayhali veya lohusa olursa, orucunu bozmasi lazimdir. Kadin, henüz ayhali olmadan adet günümdür diyerek orucunu bozmamalidir .

Hasta ve yolcu olup da oruç tutmayan kImselerin yemeden, içmeden durmalari gerekmez. Ancak bunlar açiktan degil de gizli olarak yerler .

Back To Top




GONDEREN: Almira on 08/20/2009 18:06:10


Oruç-duâ ilişkisi

Oruç ibadeti anlatılırken Allah-kul ilişkisini çok canlı ve sıcak bir üslûpla ele alan “dua ile ilgili” âyete (2/186) yer verilmesinin bize göre birden fazla sebebi vardır: a) Bir önceki âyetin sonlarında Allah’ın eşsiz ve benzersiz büyüklüğü, ululuğu hatırlatılıp kulların da bunu dile getirmeleri istenmiştir.

 Tekbir akla şu soruyu getirmektedir: Bu kadar büyük bu kadar yüce bir varlıkla küçük, âciz, başı ve sonu belli, fâni, varlığına kendisi hâkim bulunmayan zavallı bir insanın nasıl bir ilişkisi olabilir? Onun kulluğu, şükrü ve duası bu büyüklüğe nasıl ulaşır? Âyet, o keyfiyetsiz ve akıl almaz büyüklüğün sahibi bulunan Rabbin kullarına yakın olduğunu, her an ve her yerde hazır ve nâzır bulunduğunu, fizik ve matematik ötesi büyüklüğün mesafe olarak uzaklığı gerektirmediğini ifade ederek kullara, şuurlu ve canlı bir ibadetin yollarını açmaktadır.

 

Bu yakınlık başka âyetlerde “Biz ona (ölüm halindeki insana) sizden daha yakınız” (Vâkıa 56/85), “Biz ona (insan) şah damarından daha yakınız” (Kaf 50/16), “Allah kişi ile kalbinin arasına girer” (Enfâl 8/24) şekillerinde de ifade edilmiştir. b) Kulun Allah’a yakınlığını şuur halinde yaşaması ve hissetmesine mani olan şeyler arasında yeme, içme, cinsel ilişki gibi beden zevkleri de vardır. İnsanlar bu zevklerle haşir neşir oldukları sürece fizik ötesi âlemlere ve varlıklara açılan pencerelerinin farkında olamazlar ve buradan başka âlemleri seyredemez, onları düşünemez, onlarla içli dışlı olamaz ve bütün bunların insana vereceği emsalsiz zevki yaşayamaz, ilhamı alamazlar. Belli bir süre bedenî zevklere açılan pencereleri kapatan oruç, diğerlerinin açılması için insana önemli bir fırsat sunmaktadır. Kul bu fırsattan hakkıyla yararlandığı takdirde Allah’ın yakınlığını ve beraberliğini (huzuru), yiyip içtiği günlerdekinden daha şuurlu ve canlı yaşama imkânını bulacaktır. Âyet oruçluya bunu hatırlatmakta, onu bu fırsatı değerlendirmeye çağırmaktadır.

Hem insanlarla ve dünya ile hem de Allah ile ilişkide doğru yolu bulmak, doğru hareket edebilmek için (rüşd için) bağlantıları doğru kurmaya ihtiyaç vardır. Kâmil insanlığın şartı Allah’ı tanımak, O’nunla ibadet yoluyla ve ibadet şuuruyla ilişki kurmaktır. Âyet bunu “Allah’ın çağrısına katılmak, davetini kabul etmek” şeklinde ifade ediyor. İbadetin bir şekli ve çeşidi de duadır. Kulun Rabbi ile en yakın ve sıcak ilişkisi namazda secde halinde ve içten gelerek yapılan dua ve niyaz halinde kurulan ilişkidir. Allah’ın çağrısına kulak veren, O’nun dinine giren bir kimse bundan üç önemli kazanç elde etmektedir: 1. O’nun yakınlığını bilmek ve yaşamak. 2. Doğru düşünme, doğru yerde ve konumda olma imkânını elde etmek. 3. O’ndan istediğini almak (duasının kabul edilmesi). Şu iki hadis, her dua edenin nasıl mutlaka sonuç aldığını anlamamıza yardımcı olmaktadır: “Acele etmedikçe her birinizin duası kabul edilir. Bu sebeple (acelecilik yüzünden) insan, dua ettim de kabul olunmadı der”; “Hiçbir dua eden yoktur ki, şu üç sonuç arasında olmasın: “Ya istediği hemen verilir ya lehine ertelenip saklanır yahut da dua bir günahına kefâret olur” (el-Muvatta’, “Kur’ân”, 29, 36).

Back To Top




GONDEREN: Almira on 08/20/2009 18:07:02


Oruç tutmayanlar

Mazeretsiz oruç tutmamak günahtır, İslâmî değerlerin sosyal ağırlığının bulunduğu yerlerde bu davranış ayıp da sayılır. Günahlara ve ayıplara karşı toplumun tepki göstermesi tabîidir ve kaçınılmazdır, ancak bu tepkinin amacı, nefret ettirmek, insanı meselâ günahkâr iken kâfir (inkârcı) kılmak, toplumun düzenini bozmak ve fitne çıkarmak değil, irşâd ve ıslâh etmek, düzeltmek, eğitmek, yola getirmek, sevdirerek benimsetmek olmalıdır.

Orucu açıkça, göstere göstere yiyenlere karşı bazı zamanlarda ve mekânlarda aşırı tepki gösterildiği, meselâ bunların oruç tutanlar tarafından dövüldüğü medyada ileri sürülüyor. Bunun yaygın olmadığı açık bir gerçek; çünkü oruç tutmayanların onda biri bile oruç tutanlar tarafından dövülseydi ülkemizde her gün binlerce vak’a meydana gelirdi.

 

Nadir de olsa aşırı tepkiler bulunabilir, bu tepkilerde oruç tutanların kusurları da bulunabilir, ancak meşhur deyişle “Hırsızın hiç suçu yok mudur?” Hattâ bazıları sırf hâdise çıksın, İslâm’ın ve Müslümanların imajı çirkin görünsün diye tertip ve tahriklerde bulunmuş olamazlar mı? Bu sorulara cevap teşkil eden bir hikâye, bir de şiir nakletmek istiyorum:

Yahudi’nin biri mahallelerde dolaşıp incik boncuk, şeker, sakız vb şeyleri, mal karşılığı satıyor ve Müslümanları kandırıyormuş. Akıllı bir Müslüman çocuk durumun farkına vararak arkadaşlarını uyarmaya kalkışınca Yahudi satıcı, çocuğu çaktırmadan çimdiklemiş, canı acıyan çocuk ağlamaya başlayınca da ondan daha yüksek sesle kendisi ağlamış, gürültüye büyükler gelmişler, Yahudi -çocuğun ağzını açmasına fırsat vermeden- “Bu çocuk beni çimdikledi” diye şikâyette bulunmuş, çocuk bir tokat da büyüklerden yemiş, ağlayarak evinin yolunu tutmuş, bir daha aklını kullanmamaya azmetmiş.

Oruçluyu tahrik etme kastına yönelik bir davranış ve bunun sonucunu M. Akif şöyle dile getirmiş:

Saat on bir sularındaydı vapur beklerken

Yolcular Bafra’yı tellendirivermez mi sana…

Hayır oğlum, nasıl olduysa apıştım kaldım

Çocuğun tavrı değişmişti. Dedim: “Bak Asım,

Dalaşırsan bu heriflerle üzersin babanı.”

İçlerinden biri, hem şüphesiz en kaltabanı

Üç nefes püfleyerek burnuma : “Sen söyle hoca!

Neye bağlanmalı hayvan gibi hâlâ oruca?”

Deyivermez mi, tabîî senin oğlan tokadı,

Herifin yırtılacak ağzına kalkıp yamadı…

Galiba pek canı yokmuş ki yuvarlandı leşi

Asıl itler gerideymiş, koşarak dördü beşi

Ansızın serdiler evlâdımı karşımda yere

Ben şaşırmış “Aman oğlum” demişim bir kere…

Bu çomarlarda o vaz’iyyete gelmişlerdi

Hepsinin hakkını Allah için oğlan verdi!…

Müslümana düşen hikmet, merhamet, hoşgörü ve sevgi…

Her duyduğunu doğru sanmak ve hemen Müslümanları suçlamak da yanlış.

Back To Top




GONDEREN: Almira on 08/20/2009 18:08:19


Vücudu Temizle


Oruç, İslam Ülkelerinin dışında da hızla yayılmakta, bu konuda birçok kişi araştırma yaparken, hastalıkların önlenmesi için orucu tavsiye eden mütehassıs doktorların sayısı her geçen gün artmaktadır.

Şu anda Batı Almanya’daki 29 klinikte, oruç ile tedavi yapılıyor. Ve oruç, hemen hemen her hastalığı tedavi ettiği gibi, fazla kiloların da sağlıklı bir şekilde atılmasını sağlıyor. Oruç Mütehassısı olarak bilinen Dr. Hellmut Lützner’e göre oruç, vücudun senelerce depo ettiği zehirleri ve pislikleri dışarıya atmanın en tabii yoludur.

Oruç, insanlık tarihi kadar eskilere dayanır ve bütün canlılarda, ortak bir özellik olarak göze çarpar. Haftalarca veya aylarca aç kalarak bir nevi oruç tutmak, tabiattaki birçok canlının hayatında her sene görülmektedir. Ve oruç tutma istidadı olmaksızın canlıların sağ kalması mümkün değildir.

Bugün birçok gelişmiş ülke, bolluk içinde yaşıyor. Fakat bu bolluğa alışmış olmaları yüzünden de artık hiçbir zorluğa cesaret edemiyorlar. Bu ülkelerde aşırı beslenmeden doğan hastalıklar, bir çığ gibi artarak yayılıyor.

Her milletin, kendine has bir yemek listesi bulunur. Ve ailece hep beraber yemek yeme, aile fertlerinin birbirine olan bağlılık duygularını geliştirir. Hatta iş icabı olarak birbirini daha iyi tanımak isteyenlerin yaptıkları ilk iş, bir restoranda buluşmaktır. İşte bu “belirli vakitlerde aynı yemekleri paylaşma hadisesinin” güçlendirdiği sevgi ve saygı duygularını, acaba oruçtan daha iyi hangi şey sağlayabilir?

“Dini bayramların manevi havasını tatmak için, oruç tutarak hazırlanmak şarttır” diyen Münihli Psikolog Jürgen Von Schedit, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Oruç, gelenek olmaktan çıkınca, içindeki gizli kıymetler de yok oluyor. Diğer bir ifade ile insan maddiyata fazla dalınca, maneviyatın kokusunu bile alamıyor.”

Herkesin bilmesi gereken bir başka oruç da, hastalanan bütün canlıların insiyaki olarak tuttukları oruçtur. Sıhhatini kaybeden canlılar, yeme ve içmeyi terk ederler. Bunun açıklaması şudur: Tehlikeye maruz kalan vücut, hazım ile uğraşmayı istemez. Çünkü bu hadise ile, canlının aldığı gıda enerjisinin üçte biri harcanır. Bu sebeple vücut bütün gücünü, hastalığa karşı savunmaya yöneltir.

Orucun unutulan kıymetlerini Batı Dünyasına tekrar anlatmakta büyük payı olan Dr. Otto Buchinger (1882-1970) “Şifalı Oruç” adındaki kitabında, bizzat kendisinin büyük bir hastalık neticesinde oruca başladığını yazmaktadır. Tehlikeli bir mafsal romatizmasına yakalanan Buchinger, hastalığın arttığını, kaslarının eriyerek karaciğerinin büyüdüğünü ve safra kesesinin iltihaplandığını görünce oruç tutmaya başlamıştır. Buchinger, Alman oruç uzmanlarının en tecrübelisi sayılan Gustav Riedl’in kontrolünde oruç tutmuş ve tamamıyla iyileşerek sıhhatine kavuşmuştur.

Dr. Buchinger, on binlerce hasta üzerinde yapmış olduğu araştırmalarını şu cümleyle özetler: “Tansiyon düşüklüğü gibi istisnalar hariç, hiçbir hastalık yoktur ki, orucun faydası olmasın veya tamamıyla iyileştirmesin! Oruç, bıçağa gerek duyulmayan bir ameliyattır.”
Oruç mütehassısı Dr. Lützner de, eski 10 bin metre koşucularından 54 yaşındaki bir sporcunun en iyi derecelerini, 49. oruç gününde elde ettiğini belirtmiştir.

Oruç mütehassıslarından biri olan, bayan Dr. Helga Bühler, “açlık grevi” ile “oruç” arasındaki farkı şöyle belirtmektedir:
“İkisinin arasındaki tek fark, insanın niyetidir. Oruç, pozitif ve istekli bir harekettir. Açlık grevi ise, öfke ve gazaptan kaynaklanır. Bilindiği gibi öfke ve sinirlilik halleri mide asidi üretmekte, mide asidi ise acıkmaya sebep olmaktadır. Dolayısıyla oruçlu kişi açlık hissetmezken, diğeri büyük bir açlıkla karşı karşıyadır.”

Oruçlu bir insan, yemek yeme telaşından kurtulduğu gibi, ikide bir de yemek hazırlamak veya bulaşık yıkamak derdinden de kurtuluyor. Bu arada insan, bambaşka şeylerden kurtulduğunu da anlıyor. Psikolog Jurgen Von Scheidt, bu konuda şunları söylüyor:
“Özellikle kendini eşyaya bağımlı hissedenler için bağımsızlık kazanmak, son derece kıymetlidir. Orucun verdiği bağımsızlık duyguları ile, böyle bir hazineye sahip olmak mümkündür. Oruç ile, esas problemleri bağımlılık olan bütün insanların, uyuşturucu madde müptelalarının ve alkoliklerin psikoterapi yoluyla tedavi edilmeleri mümkün oluyor.”

Dr. Hellmut Lützner, “Oruç Sayesinde Yeni Doğmuş Gibi” adlı kitabında, şu gerçekleri dile getiriyor:
“Oruçlunun hissettiği acıkma safhaları, aslında tedavi seanslarıdır. Bu safhalar, hastalıklı ve zararlı maddelerin dokulardan koparıldığı ve vücutta dolaştığı saatlerdir. Oruç sırasında bazı vücutlarda meydana gelen ağız ve ter kokuları, bu zararlı maddelerin vücuttan atılması sebebiyledir.”
Dr. Hellmut Lützner, şöyle devam ediyor:
Oruç tutmanın verdiği zevki, sağlamış olduğu şu faydaları öğrendikten sonra, daha iyi tadabilirsiniz.
* Güçlü bir maneviyat.
* Kendi ruh dünyanıza ve vücudunuza karşı, gitgide artan bir alaka.
* Tasavvur ve hatırlama gücünde elde edilen artış.
* Kendinize olan güveninizin sağlanması ve kararların büyük bir soğukkanlılıkla alınabilmesi.
* Tad alma duygusunun güçlenmesi ve oruçtan sonra, çok daha sağlıklı bir beslenmenin elde edilmesi.
Bütün bu sayılan faydaların oruçla elde edilmesi, gerçekten hayret vericidir. Orucun ilk günlerinde ortaya çıkan güçlükler ise, basit bir yolla giderilir. Oruca başlanılan günlerde bol meyve yemek, midede kalan et parçalarının çürümesine mani olmakta, böylece mide bulantısı veya baş ağrısı gibi rahatsızlıklar da giderilmektedir.
Yazımızı Dr. Buchinger’in bir sözü ile noktalıyoruz.
“Oruç, bıçağa gerek duyulmayan bir ameliyattır.”

Hadislerde, Şeytandan korunmanın yollarından birinin de Oruç tutmak olduğu ifade ediliyor. Orucun Şeytana nasıl engel olduğunu açıklar mısınız?

Back To Top




GONDEREN: Almira on 08/20/2009 18:09:16


Sahur ve Iftarin Fazileti

Sahurda kalkip yemek müstehabdir. Peygamberimiz:

Sahurda yemek yeyiniz, çünkü sahur da bereket vardir (40) buyurmustur .Sahur yemegi, oruca dayanma gücü verir. Dualarin kabul edildigi vakitlerden biri de sahur zamanidir. Oruçlu sahura kalktigi zaman, dilekleri için dua etmeli ve Allah ‘tan günahlarinin bagislanmasini istemelidir.

(40) Buhari. Savm. 20; Müslim. Siyam. 9

Oruçlulara iftar yemegi vermek hayirli bir davranis oldugu gibi bu sofralarda misafir agirlamak unutulmamasi gereken geleneklerimizdendir de.

Peygamberimiz buyuruyor ki:

Bir oruçluya .iftar veren kimseye, o oruçlunun sevabi kadar sevap verilir. Ancak o oruçlunun sevabindan da bir sey eksilmez.” (41)

Oruç ibadetini tamamlayip iftar vaktine yetisen kimse, bundan büyük bir mutluluk ve sevinç duyar. O, tuttugu orucun mükafatini almak üzere, kiyamet gününde Allah’in huzuruna vardigi zaman en büyük sevinci tadacaktir.

Peygamberimiz söyle buyuruyor: Oruçlunun iki sevinci vardir: Biri, iftar ettigi vakit, digeri de Allah ‘a kavustugu zamandir.(42)

Iftar vakti yapilan dualar kabul edilir .PeygamberimIZ (s.a.s.) bu konuda söyle buyurmustur: Üç kimsenin duasi geri çevrilmez, kabul edilir:

1- Oruçlunun .iftar vaktindeki duasi,

2- Adaletli hükümdarin duasi,

         3- Mazlumun duasi.” (43)

Back To Top




GONDEREN: Almira on 08/20/2009 18:09:52


Oruca Ne Zaman ve Nasil Niyet Edilir?

Orucun önemli bir sarti da niyettir.Niyetsiz oruç sahih degildir .Bu sebeple; niyetin ne zaman ve nasil yapilacaginin bilinmesi gerekir .

Niyet zamani itibariyle oruçlar ikiye ayrilir:

1 -Geceden itibaren gündüz kusluk vaktine kadar niyet edilebilen oruçlar;

Bunlar, Ramazan ayinda tutulan, belirli günlerde tutulmasi adanan oruçlar ile nafile olarak tutulan oruçlardir.

Bu oruçlara geceleyin imsak vaktinden önce niyet edilebilecegi gibi gündüz kusluk vaktine kadar da niyet edilebilir, gece niyet etmek daha faziletlidir .

Gündüz oruca niyetin caiz olmasi, imsaktan sonra birsey yemeyip içmemeye ve orucu bozan bir is yapmamaya baglidir. Eger oruca aykiri bir sey yapilmis ise gündüz niyet caiz olmaz.

2- Imsak vaktinden önce geceleyin niyet edilmesi gereken oruçlar:

Bunlar da: Ramazanda tutulamayip baska zamanda kaza edilen Ramazan orucu ile her çesit keffaret oruçlari, baslanip ta bozulan nafile oruçlarin kazasi ve mutlak olarak adanan (zamani belirlenmeyen) oruçlardir.

Bu oruçlar için belirlenen bir vakit olmadigindan bunlar için imsaktan önce geceleyin niyet etmek lazimdir. Bu oruçlara tan yeri agardiktan yani imsak vakti geçtikten sonra niyet edilmez.

Ramazan orucuna aksamdan itibaren kusluk vaktine kadar niyet edilebilir. Söyle ki;

Normal olarak oruca sahur yemegini yedikten sonra niyet edilir. Ancak sahurda uyanamayip yeme içme zamaninin bittigi imsak vaktinden sonra kalkan bir kimse, günes dogmus olsa bile, kusluk vaktine kadar o günün orucuna niyet edebilir. Yeter ki, imsak vaktinden sonra orucu bozacak bir sey yapmasin.

Sahura kalkmak istemeyen bir kimse aksamdan sonra yarinin orucuna niyet edebilir, geceleyin kalkip tekrar niyet etmesi gerekmez.

Niyet esasen kalb ile olur. Yani geceleyin, yarin oruç tutacagini kalbinden geçiren kimse niyet etmis demektir. Oruç tutmak düsüncesi ile sahur yemegine kalkan kimsenin bu düsüncesi de niyettir .Oruca kalb ile niyet etmek yeterlidir. Ancak kalb ile yapilan bu niyeti dil ile söylemek daha iyidir. Bu sebeple, oruç tutacak olan kimse, hem içinden niyet etmeli, hem de dili ile:

‘Niyet ettim Ramazan-i serifin yarmki orucuna” diye söylemelidir. Her günün orucuna ayri niyet etmek lazimdir.

Back To Top




GONDEREN: Almira on 08/20/2009 18:11:38



Ramazan Orucu


Oruç ayi olan Ramazan-i Serîf, feyizli bir hayatin yasandigi mübârek bir mükâfât ayidir. Nâil oldugumuz sayisiz nîmetlerin kadrini hatirlatan bu ayda, fânî lezzetlerden vazgeçip bâkî lezzetlere nâil olmanin sirrina, Hakk Teâlâ’nin emir buyurdugu oruç nîmeti ile kavusulur.

Oruç, fazîleti ve aslî gâyesi dâimî bir ibâdet suûru içinde nefs engeliyle mücâdele etmek ve nefsi baski altinda tutarak te’sîrini asgarîye indirebilmektir.

Kaynak: Gönül Bahçesinden: Osman Nuri TOPBAS

Oruç, hayat mücâdelesinde zarûrî olan “sabir, irâde, nefsî arzulardan uzaklasma” gibi hallerin tâlimi ile ahlâkî durumumuzu kemâle erdirir. Yine bu ibâdet, nefsin bitmez tükenmez arzularina karsi insanin seref ve haysiyetini koruyucu bir kalkandir.

Yine oruç; sahibini, azm ü sebât, kanâat, hâle rizâ, metânet, sabir gibi ahlâkî güzelliklere erdirmenin fazîleti ile beraber mahrûmiyyet ve açlikla nîmetlerin kadrini hatirlatir ve bu vesîle ile yoksullarin hallerini düsündürüp onlara merhamet ve sefkat hisleriyle yüreklerimizi hassaslastirir. Sükrân duygularini canlandirir. Bu vasfiyla oruç, sosyal hayattaki kin, hased, kiskançlik gibi kitleyi huzûrsuzluga bogan menfîlikleri bertaraf etmekte en müessir bir ilâhî emirdir.

Ashâb-i kirâmin oruca karsi çok büyük ragbetleri vardi. Onlar, tahammülü güç sicak günlerde dahî nâfile oruç tumaya gayret ederlerdi. Bir kisminin, günes isiginin yakiciligindan korunacak ölçüde elbiseleri bile yoktu. Elleri ile günes isigindan ve sicaktan korunmaya çalisirlardi. Bütün bunlara ragmen büyük bir mânevî haz ve lezzet içinde nâfile de olsa oruçlarini devam ettirirlerdi.

Sakîk-i Belhî buyurur:

“Ibâdeti lâyikiyla îfâ edebilmek, bir san’attir. Onun kazanç mekâni, halvet; vâsitasi ise açliktir.”

O açlik ki, modern tipta bile diyet adiyla sihhatli kalmanin en birinci sartidir. O açlik ki, tahammülü en zor olan bir mahrûmiyyettir. Rivâyet olunur ki, nefis, yaratildigi zaman çesitli iptilâ ve mahrûmiyetlere ragmen Cenâb-i Hakk’a {REF Sen sensin, ben benim..} deme cür’et ve cehâletinde bulundu, ancak ve ancak açlik sebebiyle aczini kabûl etti. Bu sebepledir ki, irâde terbiyesinde açliga katlanabilmek kadar müessir baska bir husûs yoktur. Irâde ise, tabiî ve nefsânî meyillere karsi koyabilmenin temel sartlarindan biridir.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

“Insanin asil gidâsi Allâh’in nûrudur. Ona asiri ten gidâsi vermek lâyik degildir. Insanin asil gidâsi, ilâhî ask ve ilâhî akildir.”

“Insan, asil rûhânî gidâsini unuttugu ve ten gidâsina düstügü için huzûrsuzdur. Doymak bilmez. Ihtirasindan yüzü sararmis, ayaklari titremekte, kalbi telasla çarpmaktadir. Nerede yeryüzü gidâsi, nerede sonsuzlugun gidâsi?!.”

“Allâh sehîdler için: {REF Riziklandilar} diye buyurdu. O mânevî gidâ için ne agiz, ne de cesed vardir.”

Hazret-i Lokmân, ogluna söyle nasîhat ederdi:

“Miden doyunca, fikrin uykuya dalar, hikmet susar, âzâlar ibâdetten geri kalir.”

Velîlerden bir zât söyle derdi:

“Çesit çesit yiyeceklerle midesini fesâda ugratan zâhidden Allâh’a siginirim.”

Âise -radiyallâhü anhâ-:

“Melekût kapisini açmak için gayret edin!” demisti.

Sordular:

“–Ne ile?”

Mü’minlerin annesi söyle cevap verdi:

“–Açlik ve susuzlukla!”

Sayili günlerden ibaret olan oruç, yine sayili günlerden ibaren olan hayatimiza incelik, derinlik ve zerâfet kazandirir.

Çünkü tokluk, nefsânî arzulari tahrîk ederken; açlik, -çok had safhaya varmadikça- tefekkür ve tehassüs melekesini güçlendirir. Bundan dolayi akil hastalarina ilk tatbîk edilen tedâvî perhizdir.

Bununla beraber oruç, bir ibâdet oldugundan, sirf o gâye ile icrâ edilmelidir. Onun faydalari gâye hâline getirilirse, oruç, ibâdet olmaktan çikar. Yâni oruçlarimizda mide dolgunluklarini önlemek, kilo vermek gibi gâyeler olmamalidir. Böyle oruçlarda rizâ-yi ilâhî düsünülemez.

Bedenî hareketlerin faydasini kasdederek veya gaflet ve kasvet-i kalb ile kilinan namazlar bile bu kabîldendir.

Ibâdetler, yalniz rizâ-yi ilâhiyyeyi tahsîl gâyesi ile yapilir. Bu gâyenin gerçeklesmesi için, kalbin seviye kazanmasi, hamliktan kurtulup kemâle erismesi zarûrîdir.

Ramazan-i Serîfte Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in de tavsiyelerinde yer alan belli basli birtakim husûslara dikkat etmek îcâb eder:

a. Kelime-i sehâdet,

b. Istigfâr ve zikir,

c. Cenneti tahsîl edebilmek için bolca amel-i sâlih,

d. Cehennemden kurtulus için harâmlardan ve kerâhetten sakinmak,

e. Imkânlar nisbetinde çokça hayir ve hasenatta bulunmak, kirik ve mahzûn kalblerin duâsini almak,

f. Oruçlu bir kimseye iftar ettirmek.

Ve emsâli…

Ramazan-i Serîf, mü’minlere fazîlet ve olgunluk kazandirabilecek ilâhî bir rahmet mevsimidir. Oruçlu iken agiza bir sey girmemege dikkat edildigi gibi agizdan çikan kelâma da dikkat edilmelidir. Dedikodu ve incitmeden son derece sakinmali ve orucun fazîletini azaltmamalidir.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

“Oruç, oruçluya yakismayan seylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandir.”

Denildi ki:

“(Oruçlu) onu ne ile zedeler?”

Buyurdular:

“Yalan ve giybetle…” (Nesâî; Mu’cemu’l-Evsât)

Çünkü yalan ve giybet sahipleri, gündüzleri helâl yiyeceklerden nefislerini mahrûm birakarak oruç tutarlar, ancak yalan ve giybetleri sebebiyle de insan eti yiyerek mânen harâmla iftar etmis sayilirlar. Bu sekilde zâhiren oruçlu olup mânen giybet sebebiyle iftar etmis olanlar hakkinda Süfyân-i Sevrî Hazretleri, takvâ ölçülerine göre:

“Giybet edenin orucu bozulur.” demistir.

Hazret-i Mücâhid de, ayni hassâsiyete binâen:

“Giybet ve yalan orucu bozar!” buyurmustur.

Yâni giybet edip yalan söyleyerek oruçlarini mânen sakatlayanlar, orucun asil matlûb olan bir kisim yüksek fazîletinden tamamen mahrûm kalirlar.

Bunun içindir ki, dünyâ gâyeleri ile bulandirilmis, riyâ, gösteris ve gafletle kirlenmis oruçlar ve namazlar hakkkinda Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz söyle buyururlar:

“Nice oruç tutanlar vardir ki, kendisine orucundan kuru bir açliktan baska bir sey kalmaz! Geceleri nice namaz (terâvih ve teheccüd) kilanlar olur ki, namazlarindan kendilerine kalan yalniz uykusuzluktur.” (Taberânî)

Namazlar, bilhassa gece namazi olan terâvih ve teheccüdler, kalbe huzûr saglamalidir. Bu mübârek ayda namazlara daha da itinâ etmeli, Kur’ân-i Kerîm’i husû ile okumali, zikirle rûhumuzu inceltmeli, zekât ve sadakalar ile de, vicdan huzûruna kavusmaliyiz. Kur’ân-i Kerîm Ramazan ayinda dünyâ semâsina indirildigi için bu mübârek ayda Kur’ân terbiyesine girmeli, o istikâmette ibâdetler degerlendirilmelidir.

Kur’ân-i Kerîm, asil kalble okunur. Gözün vazîfesi, kalbe gözlük olabilmektir.

Ramazan-i Serîf’in diger bir kiymeti de mü’minlere feyz ü bereket dolu bir Kur’ân hayati yasatmasi bakimindan mütâlaa olunmalidir.

Ramazan-i Serîf, oruç ve Kur’ân arasinda ince bir râbita ve derin bir yakinlik vardir. Hayat ve ölüm ögütlerini, Kur’ân-i Kerîm’den baska hangi salâhiyetli kürsüden dinlemek mümkündür?

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“Oruçla Kur’ân, kiyâmet gününde kula sefâat edecektir. Oruç, sabrin yarisidir.” buyurmuslardir.

Orucun ecri Cenâb-i Hakk katinda mahfûzdur. Hadîs-i kudsîde buyurulur:

“Âdemoglunun her amel ve hareketi kendisine âiddir. Oruç ise böyle degil! Çünkü o, benim içindir. (Çünkü ben yemem, içmem ve bütün beserî sifatlardan münezzehim.) Dolayisiyla ben, onun mükâfâtini (husûsî bir sekilde) bol bol verecegim.”

Bu hadîs-i kudsînin ardindan Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, söyle buyurdular:

“Oruçlunun sevinecegi iki ferâhlik vardir:

1. Iftâr ettigi zaman (Cenâb-i Hakk’in nîmetlerine kavustugu için) sevinir.

2. Rabbine kavustugunda da orucu berekâtiyla nâil oldugu yüksek derece için sevinir.” (Buhârî)

Görüldügü üzere Cenâb-i Hakk, oruca olan ragbeti beyânin yaninda ona verecegi mükâfat ve karsiligi, beserin oruca olan ragbetini te’mîn zimninda sakli tutmustur. Tipki bir müsâbakada câzibeyi artirmak için sakli tutulan çok büyük bir mükâfat gibi…

Oruç, nîmetlerin kadrini bildiren, sükrân hisleri uyandiran, yoksullarin, çâresizlerin hâlinden anlama suûru veren, nefsânî arzu ve temâyülleri bertaraf eden, maddenin esâretinden kurtarip “sabir” denilen en yüksek ahlâkî bir meziyyete eristiren bir ibâdettir.

Ramazan-i Serîf orucu, terâvih namazi, sahur ve seher uyanikligi bakimindan çok mühimdir. Hadîs-i serîfde buyurulur:

“Allâh -celle celâlühû-, size Ramazan-i Serîf orucunu farz kilmistir. Ben de gece namazini, terâvihi sünnet kildim. Eger bir kimse îmânli bir yürekle ve sevabina ermek emeli ile Ramazan-i Serîf orucunu tutar, terâvih namazini kilarsa, anadan dogdugu gibi günâhlarindan kurtulur.”

Hâli ile oruç ve namazin îfâsinin kabûlünde kalbin seviye kazanmasi, yâni “husû” sarttir. Namazlar, sür’atli kilinarak bir hazim vâsitasi olmamalidir.

Ramazan-i Serîf’in hakîkatine erebilmek için o mevsime mahsûs olan gufrân yagmurlarindan istifâde zarûrîdir. Zîrâ tasa veya denize yagan nisan yagmurunun hiçbir fâidesi yoktur. Ancak takvâ nes’esiyle bu sükrân ve gufrân faslinin tadini çikarabiliriz.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

“Ramazan ayi girdigi zaman cennet kapilari açilir; cehennem kapilari kilitlenir; seytanlar zincire vurulur.” (Buhârî, Müslim)

Yâni beserî suçlar ve günâhlar, gerçek oruç tutanlarda en asgarî bir seviyeye iner. Seytanin serri de biter. Ancak nefsin serrine dikkatli olmak gerekir…

Hadîs-i serîfte buyurulur:

“Cennet seneden seneye Ramazan için süslenerek söyle der:

{Allâh’im! Bizim için bu ayda kullarindan bizde kalacak insanlar kil!..}……” (Taberânî)

Yine Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

“Oruç tutunuz ki, sihhat bulunuz!” (Taberânî)

“Iftari acele ediniz; sahûru geciktiriniz!..”

Oruçlarimizi sakatlayacak ihmâllerden kaçinmak îcâb eder. Öfkeden siddetle uzaklasmalidir.

Hadîs-i serîfde buyurulur:

“Oruç, sadece yemek, içmek vesaireden kesilmek degildir. Kâmil ve sevabli oruç, ancak faydasiz laftan, bos vakit geçirmekten, kötü söylemekten (dedikodudan) ve nefs-i emmârenin bütün temâyüllerinden vazgeçmektir. Sâyet biri sana söver, yahut sana karsi câhilce herhangi bir harekette bulunursa, kendi kendine: {_F deüphesiz ki ben oruçluyum!} de; sabret!” (Hakim , Beyhakî)

Zîrâ Ramazan-i Serîf’in bir adi da {_F feehru’s-sabir}dir.

Sabir, güzel ahlâkin agirlik merkezidir. Îmânin yarisi, ferah ve seâdetin anahtaridir. Cennet nîmetlerine kavusturan büyük bir nîmettir.

Dîn ve ahlâkda sabir, hosa gitmeyen ve izdirap veren hâdiseler karsisinda muvâzeneyi bozmadan sükûnete bürünmek, Hakk’a teslîm olmakdir.

Enbiyâ ve evliyâ, sabirla Allâh’in yardimina nâil oldular. Onlar bizim yüksek örneklerimiz olmalidir.

Sabrin dünyevî tarafi aci, âhiret tarafi çok parlaktir. Sabrin acilarini sîneye çekenler, ebediyyet devleti olan cennete ve Allâh’in rizâsina kavusurlar.

Her hâlukârda Allâh’in emir ve yasaklarindaki nîmet, hikmet ve ilâhî mükâfâtlari düsünmek, sabri kolaylastirir.

Sabrin ilk sarti da, hâdise ile ilk karsilasma zamaninda olmasidir. Tavi geçmis bir sabrin, fazla bir mükâfâti yoktur.

“Sabûr” ism-i serîfinin en güzel tecellî merkezi peygamberler ve evliyâullâhdir. Nitekim onlardan bizlere intikâl eden en güzel ahlâk-i seniyyeden biri olarak varlik ve darlik zamanlarinda sabir, çok mühimdir.

***

Oruçlarimizi Allâh -celle celâlühû- beraberliginde tutmamiz için “sahur, terâvih, zikir, Kur’ân ve duâ” gibi mânevî istinadlardan lezzet almak îcâb eder.

Iftar zamani da, duâlarin kabûl oldugu ince bir vuslat demidir. Bunun içindir ki, bu heyecanli anlarin birlikte yasanmasi da ayrica bir rahmet ve huzûr kaynagidir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:

“Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun ecri gibi -oruçlunun sevabindan hiçbir sey eksilmeden- ecir alir.” (Tirmizî)

Bu müjdeyi duyan ashâb-i kirâmin fakîrleri, Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e gelerek kendilerinin zenginler gibi oruçluyu doyuracak derecede iftâr yemegi vermeye güçlerinin yetmedigini hüzünle arzettiklerinde de Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, söyle buyurdular:

“Kim bir oruçluyu bir hurma ile iftâr ettirirse veya bir içecek su ile veya tadimlik bir süt ile iftâr ettirirse, Allâh Teâlâ, ona ayni sevabi verir.”

***

Nâfile oruçlarda ayri bir hassasiyet vardir. Zîrâ has kullarin amelinin esasi sidktir. Bu da, niyyetin hâlisiyyeti ve nefsin tezkiyesi nisbetindedir.

Bu husûsda gerek nâfile oruç tutmak, gerek oruçsuzluk, gerek oruç tutmayanlarin israri ile nâfile orucu bozmak, gerekse bozmamak seklinde saglam bir niyete bagli olan her amel efdaldir.û Saîd -radiyallâhü anh- anlatir:

“Ben Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbi için bir yemek hazirlamistim. Yemegi kendilerine takdîm edince, aralarindan bir kimse çikip {REF Ben oruçluyum!} dedi. Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“–Kardesiniz sizi çagirdi ve sizin için hazirlik yapti. Simdi sen {REF oruçluyum} diyorsun. Orucunu boz ve onu bir baska gün kazâ et!» buyurdu.” (Tirmizî, Ebû Dâvûd)

Orucu bozmamakla alâkali rivâyet ise söyledir:

“Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbi, Bilâl -radiyallâhü anh-’in oruçlu oldugu bir mecliste yediler ve içtiler. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

{ Biz rizkimizi yiyoruz.. Bilâl’in rizki ise cennettedir.} buyurdular.” (Ibn-i Mâce)

Bu hadîs-i serîfler gösteriyor ki, niyet ve kalbin durumuna göre nâfile orucu îcâb ettiginde bozup bozmamak husûsunda her iki davranis da câizdir.

Amellerin degerlendirilmesi Allâh’a âiddir. Ömrün hayirlisi, O’nun yaninda geçen ve O’nun ugrunda harcanandir. Insan, mezara indirilirken fânî hayatin ancak hâtiralari ile gömülecektir. Mezarlar, amel-i sâlihden baska hiçbir seyin giremedigi mekânlardir.

Allâh rizâsina uygun düsmeyen bir hayat, çöllerdeki seraplara benzer. Hakîkatten nasîbsiz hayâlden ibârettir.

Hadîs-i serîfde:

“Mü’min öldügü zaman, namazi bas ucunda, sadakasi saginda, oruç gögsünde bulunur.” buyurulmasi, bunun en güzel bir delîlidir.

Allâh’in sonsuz kereminden umulur ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in buyruklari sebebiyle bizlerin mübârek Ramazan ayinin biraz daha fazla kiymetini bilmemize, ona daha fazla deger verip daha fazla sevap islememize ve daha az günâha girmemize sebep olur.

Hadîs-i serîfde buyurulur:

“Eger insanlar, Ramazan-i Serîf’in ne oldugunu lâyikiyla bilselerdi, senenin tamaminin Ramazan olmasini arzu ederlerdi.”

Günlerimiz mübârek, Ramazan-i Serîf’imiz makbûl olsun!..

Istikbâl mü’minlerindir…

Back To Top
06/29/2024
<< Ilk  < Onceki | Sayfa:  1 | 2 | 3 | Ileri >  Son >>



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***