Şu dünyada herkes öleceğini bilir. Hiç kimse ‘Ben ölmeyeceğim’ diye iddia etmez. Fakat hiç ölmeyecekmiş gibi, dünyada ebedi kalacakmış gibi yaşar. İsteklerine gem vurmaz, nefsinin peşinde bir ömür koşar durur. Ömrünü heba eder.
Cenab-ı Mevlâ buyuruyor:
“Her canlı ölümü tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılığı ancakkıyamet günü size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatıcı metâdan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmran, 185)
Dünyayı kıymetli kılan, kıymetlendirecek olan yalnızca Allah için olan niyetler ve işlerdir. Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:
“Dünya lanetlenmiştir, dünyanın içindekiler de lanetlenmiştir. Ancak Allah için olanlar bu lanetin dışındadır.” (Tirmizî; İbn Mâce)
Yine buyurmuştur:
“Dünyasını seven ahiretine zarar verir, ahiretini seven de dünyasına zarar verir. Siz, baki olanı fani olana (ahireti dünyaya) tercih ediniz.” (Ahmed b. Hanbel)
Evet; dünya fani, içindekiler de fanidir. Dolayısıyla bu fani dünyayı ve içindekileri ebediyen elimizde duracakmış gibi istediğimizde, ahiret işlerine gerektiği gibi önem veremeyiz. Oysa bize gereken dünya ile ahiret arasında dengeyi bulmak, eğer bulamıyorsak tercihimizi ahiretten yana yapmaktır.
Ahirete ait işlerden maksat sadece ibadetler değildir. Akil ve bâliğ bir kulun sadece ibadetleri değil, her adımı, her işi dünya ile ahiret arasında gider gelir. Kulun niyeti, maksadı sağlam ve sahih değilse yaptığı ibadet bile olsa fayda sağlamaz. Maksadı Allah rızası olduğunda ise bir tebessümden yoldan bir çalıyı kaldırmaya, misafir ağırlamaktan evine alışverişe kadar her iş hayra vesiledir.
İnsanoğlunun dünya-ahiret dengesi noktasında yaptığı önemli hatalardan biri, dünya işlerine öncelik vermesi, ibadetlerini çok önemsemeden ifa etmesidir. Bu durum zamanla ibadetleri alışkanlık haline getirmekte, böylece hedefinde sadece dünya kalmaktadır. İmam-ı Gazâlî hazretleri, Hz. İsa a.s.’ın şöyle buyurduğunu nakleder:
“Sizler dünyayı ilahlaştırırsanız o da sizi köleleştirir. Hazinelerinizi, onu zayi etmeyecek olan Allah Tealâ’nın katında biriktirin. Dünya için hazine biriktiren kişi, onun başına bir afet gelmesinden korkar. Cenab-ı Mevlâ katında hazine biriktiren kişi ise asla o hazineye bir afet geleceğini düşünmez.” (Mükâşefetü’l-Kulûb)
Diğer taraftan kararında, helal dairede, itidalli bir şekilde dünya nimetlerinden faydalanmasının sakıncası yoktur. Bu noktada ölçüyü Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. şu hadis-i şerif ile koyuyor:
“Mal biriktirip onun çokluğuyla övünme hırsı sizi aldattı. İnsanoğlu hep ‘Malım, malım!’ der. Ey insan! Acaba yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve tasadduk edip ebedileştirdiğinden başka malından sana ait olanı var mı?” (Müslim; Tirmizî, Nesâî, Ahmed b. Hanbel)
Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, insanın bu dünya nimetlerinden faydalandığı yiyip içip tükettiği, giyip eskittiği kadardır. Bunun dışında topladıklarının hepsi başkalarına kalacaktır. Kendine kalacak olan sadece ahirette eline geçecek olandır. O da Allah rızası için harcadıkları, sadaka olarak verdiği şeylerdir. Bu sadece mal mülk için geçerli değildir. Ömrümüz, gücümüz kuvvetimiz, ünvanımız da Allah rızası için olursa ahiret sermayesidir.
Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz bir gün sahabilere şöyle seslenmiştir:
“Mümin iki korku arasındadır: Biri geçip giden ömrüdür ki, Cenab-ı Hakk’ın bununla ilgili olarak kendisine ne yapacağını bilmemektedir. Diğeri de dünyadaki kalan ömrüdür. Yine bu konuda da Allah Tealâ’nın ne hüküm vereceğini bilmemektedir. O halde kişi kendisi ile kendi nefsi için azık hazırlasın. Dünyasında ahireti için, yaşarken ölüm için, gençken ihtiyarlığı için hazırlık yapsın. Çünkü dünya sizin için yaratıldı, siz ise ahiret için yaratıldınız. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki ölümden sonra bir yorgunluk, dünyadan sonra da cennet ve cehennemden başka yurt yoktur.” (Beyhakî)
İnsanoğlu bu dünyada imtihandan geçiyor. Öldükten sonra artık bir daha imtihan olmayacak, sadece hesap verecek. Hesap neticesinde de ya cennete girecek ya da cehenneme…
Ashab-ı Kiram’ın büyüklerinden Ebu’d-Derdâ r.a. bir gün çevresindekilere şöyle nasihat eder:
“Sizlere ne oluyor da, Allah’ın dinine göre birbirinizin kardeşleri olduğunuz halde birbirinizi sevmiyor ve birbirinize karşı samimi davranıp öğüt vermiyorsunuz? Neden dünya işlerinde birbirinize destek oluyorsunuz, samimi davranıyorsunuz da, ahiret işlerinde aynı samimiyeti göstermiyorsunuz? Hatta sevdiğiniz, yardımda bulunduğunuz kişiye bile ahiret konusunda yardımda bulunmuyorsunuz. Bunun tek sebebi kalplerdeki imanın azlığıdır. Eğer sizler ahiretin kâr ve zararına dünyanın kâr ve zararına inandığınız gibi inanmış olsaydınız, her durumda ahireti tercih ederdiniz. Çünkü ahiret sizi daha çok ilgilendirmektedir.”
Sözü Fudayl b. Iyaz hazretlerinin şu veciz nasihati ile bitirelim:
“Eğer dünya gelip geçici altından, ahiret ise ebedi kalıcı balçıktan olsaydı, bize yakışan baki kalan balçığı, fani olan altına tercih etmek olmalıydı. Oysa durum tam tersi. Dünya balçık, ahiret altın! Ve biz fani olan balçığı baki kalan altına tercih ediyoruz, acaba halimiz ne olacak!”
Ebedi olanı daima hatırda tutar, nereden gelip nereye gittiğimizi unutmazsak akıbetimizin hayır olacağına dair ümidimiz artacaktır.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle......