Bizi bir an olsun terk etmeyen, her kasırganın ardından sessizliğe bürünen güvenilir tek limandır yalnızlığımız. Gerçek dost , bu yalnızlığıniçindeki dostunun elini tutan, sıcaklığını hissettirendir.
Hayatımızın her devresinde, her yeni bölümünde karşımıza birileri çıkar. Onları bazen arkadaşımız olarak kabul ederken, bazen de anlaşamayacağımızı düşünür yüz çeviririz. Kimilerini ise arkadaşlık konumundan, dostluk konumuna getirir ve baş tacı yaparız. Zaman yaptığımız seçimlerin doğru olup olmadığını, bizlere gösterir. Hem de hiç beklemediğimiz bir anda…
Yaşadığımız kötü olaylarda kadere isyan ederken, bu yaşanmışların gerçek dostlarımızı bize gösterdiğinin farkına varmayız nedense. İşte bu anlarda dostlar ve dostçuklar birbirinden ayrılmaya başlar. Sahte ve riya yüzler günışığına çıkmaya başlar, her çıkışı okkalı bir şamar gibi yüzümüzde hissedilir. İçimizi acıtan hayal kırıklığımız ise, yüzümüzün her mimiğinde kendini dışa vurur…
Gerçek dost; dostunun başarılarından da gurur duyar. Onu her koşulda yüreklendirir. Yüzüne gülüp, arkasından “Bakalım becerebilecek mi?” demez. Başarısızlık söz konusu olduğunda riyasızca omzunu sıvamaz, içinden sessizce gülmez. Düşünün bakalım çevrenizdeki kaç kişi sizin başarılarınızla övündü?
Gerçek dost, sır tutabilendir. İlk kızgınlık anında kirli çamaşırları ortaya dökmeyen ve sadık olandır. Aşık Veysel gerçek dostluğu toprakta bulduğunu “Dost dost diye nicesine sarıldım,Benim sadık yarim kara topraktır. “ sözleriyle dile getirmiş. Görmeyen gözlerine, gönül gözü rehberlik etmiş, vurmuş sazın teline acı acı seslenmiş bize. Bu sesleniş yüreklere ok olmuş, gönül gözü kapalılara ise sitem olmuş.
Dost dediğin sözünde durur. Güvenilecek, gerektiğinde omzuna dayanılacak yıkılmaz bir duvar, olur. Dostum demekle, dost olunmaz. Sabır ister, emek ister, güvenmek ister. Kolay kazanılmaz, gönülden duymak ister.
Kimisi, Yunus Emre gibi dostluğu Yüce Yaradan da bulmuş, Allah dostu olmuş. Onun sevgisiyle, aşkıyla oradan oraya savrulmuş. Ona ulaşmak için yanmış, kavrulmuş ve yine savrulmuş.
Değer verdiğimiz kişilere kırılırız ama kızmayız, kin tutmayız. Dostun kelamı bazen gururlandır, bazen de kalbimizi kırar. Pir Sultan Abdal derki; “Şu ellerin taşı bana hiç değmez, İlle de dostun bir tek gülü yaralar beni”… Gerçek dost, dostunu kırmayandır. Affedilmek için çabalayan, kırılmış olmasına rağmen affetmesini bilendir.
Gerçek dost; dostunu arayan sorandır, ondan haber alandır. İhtiyaç anında nerde olursa olsun, koşup dostuna varandır. Hayatında her ne olursa olsun, hep baki kalandır.
Bazen dostu, yalnızlığımızın içinde buluruz. Bizi bir an olsun bile terk etmeyen, her kasırganın ardından sessizliğe bürünen, güvenilir tek limandır yalnızlığımız. Gerçek dost, bu yalnızlığın içindeki dostunun elini tutan, sıcaklığını hissettirendir.
Yaklaşık 8 senedir ailemden uzakta yaşamıma devam ediyorum. Aile özlemi, zor, eğer bir de yalnızsanız işiniz daha da zor. Sonra bir bakmışsınız ki, ailenizden önce dostlarınız her durumda yanınıza koşan, kol kanat geren koruyucunuz olmuş.
Ne mutluyum ki, dostlarım her daim yanımda oldular benim. Kötü günlerimde hep el uzattılar, iyi günlerimde benimle birlikte güldüler. Bazen koruyucu kalkan oldular , bazen sarılıp ağladığım omuz oldular. Bazen affetmeyi öğrettiler bazen de affederek beni yücelttiler. Yeri geldi annem, babam, kardeşim oldular. Bu zaman zarfında kesin olarak tek bildiğim şey, çevremin vefalı gölgelerle kuşatılmış olmasıydı.
Zaman, yaşanılmışlıklar, sarf edilen emek, sevgi, paylaşımlar onların içlerinden bazılarını aldı öyle bir yere getirdi ki, “iyi ki hayatımda varsınız” dedim ve de demeye devam ediyorum. Evet sevgili dostlarım iyi ki varsınız, hepinizi çok seviyorum…
“İyi dostu olanın, aynaya gereksinimi yoktur” demiş, Mevlana. Umarım gerçek dostluklar kurabilir ve onları baki kılabiliriz.
Hiçbir zaman, aynaya gereksinme duymamanız dileğiyle….
(alıntı)