REKLAM

Paylaş:
RSS 1.0     RSS 2.0

Toplam bakislar: 1988 - Toplam yanitlar: 3

GONDEREN: Serra_Nur on 01/27/2011 01:31:51


İnsanın,

inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İtikad eden, yani iman eden ve kafir olan, kalbdir. Kalbi temiz olan, İslamiyet’e uyar, kötü olan ise İslamiyet’ten uzaklaşır. Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalbdir. Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir ki, buna gönül denir. Bedendeki bütün organlar, kalbin emrindedir.


Bir kimseyi sevmek için, onun yolunda olmak, onun sevdiklerini sevmek lazımdır. Bu sebeple her müminin, Resulullah efendimizi çok sevmesi lazımdır. Onu çok seven, Onu çok anar, çok söyler, çok över. Hadis-i şerifte; (Bir şeyi çok seven, onu çok anar) buyuruldu.

Resulullah efendimizi çok sevmek lazım olduğunu bütün İslam alimleri uzun yazmışlar, bildirmişlerdir. Hadis-i şerifte; (Bir kimse, beni çocuğundan ve babasından ve herkesten daha çok sevmedikçe, iman etmiş olmaz) buyuruldu. Yani imanı olgun olmaz. Allahü teâlâyı sevenin, Onun Resulünü de sevmesi vacibdir ve salih kulları da sevmesi lazımdır.

İslam ilimleri ve İslam alimleri ile alay etmek küfür olur. İslam alimine söven, kötüleyenin imanı gider. Fısk ve bid’at sebebi ile sevmemek, lazım olur ise de, dünya işleri sebebi ile sevmemek, günah olur. Salihleri sevmemek de böyledir. Hadis-i şerifte; (Üç şey imanın lezzetini artırır: Allahü teâlâyı ve Resulünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen Müslümanı Allah rızası için sevmek, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmemek) buyuruldu.

İbadeti çok olan mümin, ibadeti az olandan daha çok sevilir. İsyanı daha çok olan, küfrü ve fuhşu yayan kâfirleri daha çok sevmemek lazımdır. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlânın bazı kulları vardır. Bunlar, Peygamber değildir. Peygamberler ve şehitler, kıyamet günü bunlara imrenirler. Bunlar, birbirini tanımayan, uzak yerlerde yaşayan, Allah için birbirini seven müminlerdir) buyuruldu.

Allah için düşmanlık edilmesi lazım gelenlerin başında, insanın kendi nefsi gelir. Sevmek demek, onların yolunda bulunmak demektir. İmanın alameti de, “Hubb-i fillah ve buğd-i fillah”tır. Peygamber efendimiz; (İbadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-i fillahtır) buyurmuştur.

Allahü teâlâ, dinleri, Peygamberleri, kalbi temizlemek için göndermiştir. Kalbi temiz olan, herkese iyilik eder, dünyada, rahat, huzur içinde yaşar ve ahirette de, sonsuz saadete kavuşur. Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını okuyup, öğrenip de, öğretmeye çalışan ana, baba, evladı için büyük nimettir. Böyle olan kitap, dergi, gazete, radyo ve televizyonlar da, bütün millet için büyük bir nimettir. Etiketi ne olursa olsun, Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını okumamış, okusa da anlayamamış olan bir kimsenin, İslamiyet hakkındaki sözleri, yazıları, kıymetsizdir.

İnsan, dinine ve emanetine güvendiği salih kimselerle arkadaşlık etmelidir. Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberlerini sevdiklerini söylüyorlar ise de, onların yolunda olmadıkları için, ahirette Peygamberlerinin yanında olmayacaklardır. Yüksek ruhlar, sevdikleri ruhları yukarı çekerler. Alçak ruhlar da, aşağı çeker. İnsan, öldükten sonra, ruhunun nereye gideceğini, dünyada sevdiklerinin halinden anlamalıdır.

Netice olarak insan, bir başkasını, tabiatı gereği, akıl icabı yahut kendisine yaptığı iyilikler sebebiyle veya Allahü teâlânın rızası için sever. Seven, sevdiğinin yolunda bulunmazsa, sevgisi sahih olmaz. Sevmenin en kuvvetli alameti, sevdiğinin sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemektir. Dünyada birbirini seven kimselerin ruhları birbirlerini cezbettiği gibi, kıyamette de birbirlerini cezbederler. İnkâr edenleri seven, onlarla birlikte Cehenneme gider. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi:
(İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.)





--------------------------------------------------------------






GONDEREN: Serra_Nur on 01/27/2011 01:41:19


Rabbimizin bize emrettiği en büyük ve en vazgeçilmez “namaz ibâdeti”ni hakkıyla ve eksiksiz yerine getirebilmemiz için ilk şart, “namazın önemini çok iyi kavramak”tır.
Her şey önemi derecesinde vazgeçilmezdir. İslâm büyükleri, ölüm döşeğinde bile namazlarını kılmaktan vazgeçmemiştir. Ama biz, ahirzaman Müslümanları, hiçbir gerçek mazeretimiz olmadığı halde namazlarımızı terk edebiliyoruz.
Gereken önemi verseydik böyle durumlara düşer miydik? Yemekten, sudan, havadan vazgeçtiğiniz oldu mu hiç? Daha fazla imkâna kavuşabilmek için yapılan “açlık grevi” dışında hiçbir insan, yeyip içmeyi terk etmez, unutmaz, vazgeçmez.
Maddî hayatımızın devamı bu ihtiyaçlarımızın karşılanmasına bağlıdır. Onların önemi ve değeri, onları vazgeçilmez kılmıştır.
Mânevî hayatımızın canlılığının devamı da, başta namaz olmak üzere tüm ibâdetlerimizi hakkıyla yerine getirmemize bağlı olacaktır.
Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) ve yüce sahabeleri, Bedir Savaşının en şiddetli ânında bile namaz kılmayı ihmal etmemişlerdi. Canlarını kurtarmayı değil, sonu ölüm de olsa namazı tercih etmişlerdi.
Niçin?
Çünkü biliyorlardı ki, canı korumak, canı bağışlayanın elinde. Namaz ise, canı verenin emri. Canlar cananının emrini hiçe sayan candan hayır gelir mi? Hem bütün canları elinde tutanın emri hiçe sayılarak o can korunabilir mi?
 
Günümüz Müslümanının eksiği ne ki, en basit bir engelde namazdan kolayca vazgeçiyor?
İşte burada Rabbimize ve Onun Yüce Resulüne (a.s.m.) yönelmemiz gerekiyor. Çünkü, namazı bize emreden, öğreten, anlatan onlardır.
Namazı biz icat etmedik. Durup durduk yerde, “Bizi Yaratanı nasıl hoşnut edebiliriz? Gelin şöyle yatıp kalkalım ve dua edelim” diyerek namazı biz uydurmadık.
Namazı Allah emrettiğine göre, namazın önemi konusunda da Ona başvurmamız gerekiyor. Yoksa, hem “Müslümanım” deyip, hem de namaz konusunda dilimizle veya fiilimizle akıl yürütemeyiz.
“Müslüman”, Allah’a teslim olan, her meselede Ona başvuran, Onun rızasını gözeten demek, değil mi?
Oysa namaz konusundaki ihmaller, kusurlar, tembellikler ve öne sürülen bahaneler, “Allah’a teslim olunmadığını” gösteriyor. Bu ise, büyük bir çelişkidir, büyük bir hatadır.
Bunun için namaz konusunda nefsimizi konuşturmak yerine Allah’ın kitabına, Onun Yüce Resulüne ( a.s.m.) ve bu iki kaynaktan beslenen İslâm âlimlerine yönelmek gerekir.
Acaba onlar, namazı nasıl görmüşler, nasıl bir önem ve değer vermişler, nasıl anlatmışlar, nasıl kılmışlar?
Bunları öğrenirsek, namaza verdiğimiz önem artar ve namaz hiçbir zaman vazgeçemediğimiz bir eylem olur.
Namazı, hayatının en vazgeçilmez bir parçası yapmak isteyen Müslümanın ilk kazanması gereken, “sağlam ve güçlü bir îman”dır.
Emirler ve yasaklar; geldikleri makama olan inanç, saygı, güven ve bağlılığın derecesine göre önem ve değer kazanırlar. Bir çocuk, kardeşinin emrine kulak asmayabilir. Ama babasına itiraz edemez.
Eğer bir kimse, “Müslümanım” dediği halde namazını kılmıyor veya ihmaller gösteriyorsa ilk problemi bellidir: Allah’a olan inancı sağlam değildir.
Çünkü insan bir ağaç veya bina gibidir. Onun kökü ve temeli, îmandır. Dalları ve duvarları ise, ibâdetlerdir.
Kökü hastalanmış bir ağacı dallarını ilâçlayarak kurtaramadığımız gibi, temelleri sarsılmış bir binayı da odalarını boyayarak tâmir edemeyiz.
Bu örneklerde olduğu gibi, namazında ihmali olan bir mü’min de önce îmanını kuvvetlendirmelidir ki, namaza dört elle sarılsın.
Her yerde hazır ve nazır olan Allah’ın, her an kendisini görüp gözettiğini çok iyi bilmelidir ki, hareketlerine çekidüzen versin ve namazını hiç bırakmasın.
Hepimiz, “Acaba güçlü ve sarsılmaz bir îmana nasıl sahip olabiliriz? Dünyamızı ve âhiretimizi aydınlatacak bu muhteşem gücü nasıl kazanabiliriz?” diye düşünmeliyiz.
Kendimizi, bile bile tehlikeye atamayız. Namazı ihmal etmenin dünyada ve ahirette bizi uğratacağı acıklı hâli bilmeyerek vurdumduymaz olamayız. Böyle bir umursamazlık bize yakışmaz. İnsan varlıkların en akıllısı, sonunu en iyi düşüneni ve çıkarını en fazla kollayanı değil mi?
Namaz, kılındığında en fazla sevap kazandıran, ihmal edildiğinde ise en büyük azaba sebep olan bir ibâdet olduğuna göre, her gün namazı düşünmemiz, her gün bir adım daha ilerlememiz gerekmez mi?





--------------------------------------------------------------


Back To Top




GONDEREN: Serra_Nur on 01/27/2011 01:43:36


Ellerimi arş-ı alaya açıp tüm samimiyetimle,
Tüm acziyetimle günahlarımın dağları aştığını itiraf etmeliyim.
Senin sonsuz af ve merhametine güvenerek,
Pişmanlık çeşmesinden kana kana su içerek,
Dünyalıktan geçerek tövbe etmeliyim . .
Bulutlanmalı gözlerim,
Islanmalı yanaklarım,
Sinem ıslanmalı,
Boğazım düğümlenmeli,
Defalarca yutkunmalıyım . .
Öyle ki nefes almakta zorlanmalıyım!
Kavak ağacı gibi sallanmalıyım!
Uzaklardan duyulmalı titreyen sesim!
Maveradaki suda görülmeli bulanık aksim!
Pişmanlık kokmalı nefesim . . .!
 
Ve kendime gelmeliyim;
Yalnızlığımda çaresizliğimi tanımalıyım;
İnşirah’ı okumalıyım,
Ferahlamalıyım . . .
Dualarımın kabulüne şeksiz şüphesiz inanmalıyım;
Kendi kendime şunu demeliyim;
“Alemlerin Rabbi olan Yüce ALLAH’ım affedendir,
Affetmeyi sevendir.
O’nun beni affedip cennetine alması cennetini daraltmaz,
Tüm günahkarları affetmesi de cennetini daraltmaz,
Ben O’ndan geldim ve yine O’na döneceğim.
Ben O’nun affına muhtacım.
Rızasına muhtacım.
İnşALLAH O (cc) beni de,
Benim gibi olanları da affeder
Ve bizleri affetmeyi sever . . .”
. . . . . . . .
Umutluyum,
Umudumu hiç kaybetmiyorum,
Çünkü O’nun kapısını çalıyorum.
O kapıdan hiç kimse eli boş dönmez . .
O kapı kimsenin yüzüne kapanmaz,
O kapı rahmet kapısıdır . .
Umut ediyorum ki dağlar büyüklüğünde ki hatalarımı,
Arş’a yetişen kusur, kabahat ve günahlarımı,
O Rabbul Alemin yüzüme çarpmaz,
O (cc), beni umutsuzlukta bırakmaz.
Tertemiz verdiği bedenimi, çirkinliklerimden arındırır İnşALLAH . .
İnşALLAH benden yüz çevirmez,
İnşALLAH beni kendi halime bırakmaz.
Ey ahiret saadetiyle rahmet edici: Er Rahim,
Ey kendine sığınanlara eman veren: El Mümin,
Ey az amale çok karşılık veren: Eş Şekur,
Ey tevbeleri kabul edici: Ey Tevvab,
Ey günahları affeden: El Afüvv . . .
Beni, anamı, babamı, kardeşlerimi . . .
Bizi sevenleri ve sevdiklerimizi . . .
Ve tüm mümin ve mümiratı affet . .
Ey Yüce ALLAH’ım! Ömürlerimizin hayırlısını, ömürlerimizin sonu,
Amellerimizin hayırlısını, sonraki amellerimizi
Ve günlerimizin hayırlısını Sana kavuşacağımız gün eyle . . .
Ey Yüce ALLAH’ım! Kaza ve kaderine razı olmayı,
Ölümden sonraki hayatın serinliğini,
Senin vechine bakmanın lezzetini,
Zarar vermeksizin,
Fitneye kapılmaksızın,
Sapıtmaksızın Seninle konuşmanın şevkini bize nasib et . . .
Ya Hayyu ya Kayyum rahmetinden bizi mahrum etme . .
Ya Rabbi! Helalinle bizi haramdan koru.
Fazlın ile zengin kıl ve kendinden başkasına muhtaç etme . . .
Ya Rabbi! Bizleri affet . .
Ya Rabbi! Bizleri affet . .
Ya Rabbi! Bizleri affet . . .
Şüphesiz ki Sen affedensin ve affetmeyi sevensin . . .
Amin . . . Amin . . . Amin . . .
Emhamdulillah
Emhamdulillah
Elhamdulillahirabbilalemin . .
Vessalatu vesselamu ala resulina Muhammedin ve ala alihi
Ve sahbihi ecmain





--------------------------------------------------------------


Back To Top




GONDEREN: SuKuT on 01/27/2011 12:21:59


Bir kimseyi sevmek için, onun yolunda olmak, onun sevdiklerini sevmek lazımdır. Bu sebeple her müminin, Resulullah efendimizi çok sevmesi lazımdır. Onu çok seven, Onu çok anar, çok söyler, çok över. Hadis-i şerifte; (Bir şeyi çok seven, onu çok anar) buyuruldu.

selamünaleyküm serra nur ablam. maaşallah ne kadar güzel bir paylaşım ALLAH razı olsun  süpersinnnnnnnnn

saygılarımla...





--------------------------------------------------------------

Back To Top
09/29/2024



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***