Ben, bazen giderim. Gitme diyenim olmaz. Hani ağlasam, dönsem kendime, acizliğime yansam, yanıp savrulsam küllerime, bilenim olmayacağı gibi. Sessizce oldu her şey. Duyan çıkmadı aranızda. Sağırda değildiniz üstelik. Sustunuz sadece.
Dudağına götürdüğü bir sigarayla başladı. Masanın üzerinde duran çakmağı çaktı sonra. Tütün çatırdayarak yandı. İlk nefes, çok derinlerde bir yerde, biliyorum, kilitlendi kaldı.
Bu hikayeyi ben yazmadım. Ama en önemli oyuncusu olmayı bir şekilde başardım. Tamam, kabul ediyorum tarihin en başında korktum, çok korktum. Karanlığın seslerinden ve yer yer büyütüp devleştirdiği gölgelerinden hep ürktüm. Şimdi, bunca zaman sonra karanlıktan daha korkunç yaratıkları saklayan bir duygudan haberdarım.
Sigara dudaklarına yapışmıştı sanırım, çekerken canı yandı. Dili damağı kurumuştu biliyorum. Dokunup alasım geldi içindeki acıyı. Gereksizdi. Söyleyeceği sözcüklerin dökülmesini bekliyordum dilinden. Sonra neden, konuşmaya başladı. Bu dil, bu konuştuğu dil, bildiğim, duyduğum bir lisanda değildi. Dudaklarının kuruluğu da geçmiş, sürekli anlamadığım kelimelerden kurduğu köprülere bakıyordum. Sanki “gel, yürü üzerinde sözcüklerimin” der gibiydi. Oysa ilk defa korkmuştum ondan. Bu yabancılık nedendi, bir anlam verememiştim o zamanlar.
Komikti aslında halim. Onunla tanıştığımızın ikinci ayı. Aç karna yarım şişe likör içmiş, sonra da dünyayla olan bütün irtibatım kesilmişti. Ne küfürler etmiştim, hatırlayamıyorum bile. Uyandığımda, bir sahilde, tepemde dönüp duran lamba direğine bakıyordum. Başımı az kaldırdığımda karşımda Heybeli, Kınalı... Çocukluğum tam karşımda duruyordu. Gülümsemişim. Gözlerimi hafifçe yana kaydırdım, orada beni seyrettiğini gördüm. Öyle şefkatli bakıyordu ki bir an üşüdüm.
Oysa şimdi gözlerinde o şefkatten eser yok. Sanki, beni tanımıyormuş gibi, sanki ben o sandalyeyle bütünleşmişim gibi. “Ne anlatıyorsun be adam, anlamıyorum seni.” Of, başımın ağrısı giderek artıyor. Bu yarım baş ağrılarına katlanabilmek ne zor oldu bugünlerde. Bazen ölüp gitmeyi bile dilediğim oluyor. Oysa sen gelince aklıma, “saçmalama” diyorum. Yaşamam için bu dünyada ki tek sebep olduğunu sana hiç söylemedim. Farkındayım meleğim, daha bir çok şeyi de gizledim. Bu sevginin beni ne hale getirdiğini hiç anlatmadım sana. Kendi kendime sevdim seni, sen hiç bilmedin.
Sigaran bitti bitecek, yine dalmış gitmişsin. Aklına hiç gelmez zaten kül tablası kullanmak. Belki elinde yanan sigarayı bile unuttuğun içindir, ne bileyim. Damarlarında dolanan duygu aşktı bir zamanlar. Şimdi değil gibisin. Unutmuş, unutturulmuş gibisin. Tenine dokunmayalı ne çok zaman oldu. Göğsümde çırpınan o küçük kuşu hissetmeyeli ne çok. Anılarda yaşamaktan bıktığımı söylemeli miyim sana. Yoksa yine susmalı mıyım? Sen orada, bilmediğim o dilde, söylediğin sözcüklerle oyunlar oynarken, ben seni sadece dinlemeli miyim?
Kalkıp gitmek istiyorum bu masadan. Seni anlayamamak öldürüyor beni. Öldürüp, bin parçaya bölüyor. Sonra bin parçam, bin yerde yeniden doğmayı bekliyor. Ben artık yoruldum, yıkılıp, kurulmaktan. Tozlarım savruluyor asumana, sen ne bilirsin, asuman ağlıyor. Ben kalkıp gidemiyorum buradan. Oysa sen hesabı isteyip, atıyorsun masaya birkaç hatıra. Hesap kapandı sanıyorsun.
Gittin. Bir enkaz kaldı gidişinin ardından. Eskiden, çok eskiden korktuğum tek şey karanlıkken, şimdi ayrılık ne demek onu öğreniyorum. Ve deli gibi korkuyorum içime işleyen bu duygudan. Sanki büyük bir karanlık tüm bedenimi ele geçiriyor. Artık nefes alamıyorum.
Görmüyorum gün mü, gece mi? Perdeleri açmadım sensiz, hayata kapatıp tüm kapılarımı hani, belki dönersin bir gün diye sevmedim kimseyi. Yoksun... Yokluğun, susmak nedir bilmez bir dilsiz.
Kan revan içinde ellerim. Kendimi öldürürken sessiz sedasız, yaralarım sızlamadı. Acım var senden yana, yazım kara. Sevdamı ele verdim, kan revan içinde ellerim. Neredesin? Gel de kurtar bu sevdadan...
Uyanıp sensizliğe, bitmek bilmez bir hasrete yürüyorum. Nasıl duruyorsan bensiz, öyle alışıyorum gidişine. Açıp perdelerimi dünyaya, hayata gülümsedim. Fesleğen saksıların takıldı gözlerime, kaldırdım penceremden. Kırlangıç yuvalarından yavru sesleri geliyor. Göç vakitleri de yaklaşmış. Mevsimler geçmiş senden sonra. Habersiz. Uykusuz gecelerime inat, uyumak istiyorum. Zamansız. Kapımın altından atılmış onlarca zarf... Hepsi dostlarımdan. Açmalı mıyım? Hayır. Çıkıp gitmeliyim bu evden.
Kendimi bırakıp gecenin saran koynuna, ellerinde ufalanan kalbimi almaya geldim. Fark ediyorum ki sensiz yaşayamaz sandığım kalbim, aslında sensiz de nefes alabiliyormuş. Ben senden uzakta öleceğim sanırken, tükenirken bütün umutlarım birer birer, aslında öldürüp sana ait olan her şeyi, yeniden yaratmışım kendimi.
Çok değil, sana ait her şey, az artık. Büyürken evren gözlerimde, sen sadece yokluğuna büyüyorsun bu aşkın.
Ben artık her/şeyim, sana rağmen her/şeyim...