NE güzeldir haddini bilmek! Sözünü ölçülü söylemek. Murakabesiz, kontrolsüz söz söylememek. Yorganına göre ayağını uzatmak. Hülâsa çok dikkat edip itibarını yükseltmek. Dikkat etmezsek, halkın güvenini kaybederiz, itibarımız da sıfıra kadar düşer.
Bir şeyi çok iyi bilirsen söyle de dinleyenler faydalansın. Şayet bilmiyorsan, bilmediğin şey üzerinde hüküm vermeye kalkma. Böyle yalan yanlış hüküm verenlerin sonu hiç iyi olmamıştır.
En büyük nimet, akıldır. Ama o akıl ki yan tesirlerden kurtulmuş. Akl-ı maaş, akl-ı maaddan akl-ı külliye ulaşmış. Düşünen, tefekkür eden bir akıl! Bu akıl, sahibini yücelttikçe yüceltir.
Muhteremler!
Aklımızı iyi kullanalım. Kur'an-ı Kerîm de akl-ı selimlere hitap eder. Şayet aklımızı aşan olaylar olursa, itimat ettiğimiz zat-ı muhteremlere akıl danışırız. Onun için meşveret (danışma) sünnettir. 3 kişinin, 5 kişinin aklını toplama, danışma, görüşlerini alma ne kadar güzel olur!..
Karar verirken önce dikkat edeceğimiz husus: Allah ve Resûlü’nün rızaları doğrultusunda karar vermek. Önce, bu işimizden Allah ve Resûlü razı olurlar mı? Halka faydalı olabilir miyiz?
Muhterem Dostlar!
Hüsn-i zan sahibi (iyi niyetli) olmalıyız. İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır. Komşumuzu, çevremizi kendimiz kadar düşüneceğiz en az. Kararlarımızda Allah ve Resûlü’nün rızalarını aldığımız gibi çevremizin de komşunun da rızasını kazanmaya çalışacağız. Bakıyorsun ki komşunun hastası var. Yardımcı olmak için imkân arayacaksın. Biri ağlarken biri gülemez! Hatta komşu aç iken, biz, tok olamayız.
Haddini bilme ne güzel şey! Ne kadar bilgili olursan ol, zengin ol; ama kendini halktan uzak tutma, üstün görme. “Benim var, ben bilirim. Ben ben!” deme. İlim Allah’ındır. Malı, mülkü veren de Allah’tır. Bir anda yok olmaya mahkûm olabilirsin. Allah zengindir, kullar fakirdir.
Maddemiz, makamımız, rütbemiz bizi halktan ve Hak’tan uzaklaştırmasın. Halktan uzaklaşanlar, Hak’tan da uzaklaşırlar.
Şu insanın gayesi; iyilik etme, faydalı olma, düşeni kaldırıp acı doyurmak olmalıdır. İnsan mütevazı, alçakgönüllü olup insanlarla deşarj olabilmeli. Gerek maddi gücüyle, gerek ilmiyle insanlara iyilik edebilmeli. Yâni insanların hayırlısı olabilmelidir. İnsanların hayırlısı, insanlara iyilik edendir.
Aman Allah’ım! Gönül kazanma, yetimi sevindirip güldürme, başını okşama, ihtiyacını giderme, yetimliğini ona unutturup bir baba şefkati, bir anne şefkati gösterme ne fazilet! Bir fakirle eşit seviyede dost olup ona üstünlük kurmadan, en mütevazı şekilde onun eksiğini giderme ne mutluluk, ne şeref!..
Dikkat edelim, zengin olup da halka tepeden bakanların âkıbetleri hiç iyi olmamıştır veya fakir olup da isyankâr olanların! Allah, zengini zenginliğiyle fakiri fakirliğiyle imtihan eder. Ya imtihanda muvaffak olamazsak? Hâlimiz nasıl olur!..
Hani bir söyleyiş vardır: “İslâm’ın şartı beştir, altıncısı da haddini bilmektir.” Altıncı diye İslâm şartı yok; ama bunu ilâve eden, haddini bilmenin İslâm’ın şartlarından bir tanesi kadar önemli olduğunu söylemiş.
Şu insan, haddini bilse; gönül yıkmaz, insan darıltmaz. Sözü sohbeti kontrollü ve murakabeli olur. Kimseyi incitmez. Asla yalan söylemez. Mahkemede hâkimin kararını değiştirmez. Hakkı olmadığı şeyde hak dava edemez. İğnenin ucunu kimseye dokunduramaz.
Haddini bilen; düşünen, tefekkür eden, insandır. Sorar kendisine: Ben kimim? Benim görevlerim, ödevlerim, nelerdir? Yaratan, yaşatan, rızkımı veren, bana aile, çocuklar ihsan eden Ulu Mevlâm, benden neler istiyor? Ben nasıl olmalıyım? Kendisini akl-ı selim terazisinde tartar.
Sor be dostum komşuna, aile birliğine: Söyleyin Allah aşkına benden memnun musunuz, şikayetçi misiniz?
Soralım dostlar soralım! Halkın güveni ve itibarı insanı yüceltir, Allah’ın cennetine, cemâline kavuşturur. “Sizin hayırlınız, insanlara iyilik edendir.”
Muhterem Dostlar!
Malına, aklına, gücüne güvenenler gördük; ama sonra perişan ve pişman oldular. “Beni bilir misin, ben kimim? Bilmiyorsan öğren, bana kim derler! Var mı bileğimi bükecek olan? Benim sözümün üzerine söz söylenemez…”
Bak şuna yahu veya şunlara… Hadlerini bilsinler!
Söyleyin şol kişilere ki etsinler Hak’tan hayâ.
Bir sinekle gitti Nemrut, Firavun gark oldu suya
Zannederdi ol lâinler mâbud olmuşlar güya
Sonra çarptı yüzü üzre canı ateşten doya.
Yâni böyleleri de haddini bilmeyenlerdir. A canım, tarihte bu olaylar gelip geçmiş.
Bilmem ki bunlardan misâl vermesek, bugünkülerden misâl verebilecek miydik! Meselâ vurgunculardan, tefecilerden, hortumculardan, soygunculardan, ilmini, bilgisini, makamını hep kendi çıkarına kullananlardan misâl verebilecek miydik?
Bana öyle geliyor ki dolaylı olarak Firavun da Nemrut da diyorlar ki: “Bizim devrimizden binlerce sene geçti. Kendi yaşadığınız zamanda, bizden çok daha ipin ucunu kaçıranlardan, n’ettiğini bilmeyenlerden, bu kadar insanın hakkına hukukuna tecavüz edenlerden bahsetmiyorsunuz da neden bize kadar geliyorsunuz? Tabiî ki senelerdir bizden misâller verirsiniz. Bizden size bir zarar yok. Nasıl hakkımızda böyle konuşursunuz? Hep vaizlere, sohbet edenlere konu olduk. Suçumuz, haddimizi bilmemek! Bilmem neden bizden ibret alıp da kendilerini derleyip toparlamıyorlar?”
Allah haddini bilmeyenlerin şerrinden, kötü emellerinden, nefsânî çıkarlarından, zulmünden müminleri korusun, muhafaza eylesin.
Muhterem Dostlarım!
Haddini bilenler, yaratılış gayesini bildiler. Allah ve Resûlü’ne karşı görevlerini, yerine getirdiler. Komşularına hayrun nas olarak iyilik ettiler. Ölmezden evvel öldüler. Nefsî mücadelede muzaffer oldular. Gönül kalesine tevhid bayrağını çektiler. Kendilerinde Allah ve Resûlü’nü söz sahibi ettiler. Onlar; din için, devlet için, memleket ve millet için hep iyilik düşündüler, iyilik ettiler.
Onlar hem dünya hem de ukba saadetini kazandılar. Sözleri, sohbetleri hikmet ve mânâ dolu, ölçülü ve ayarlı. Kabirdeki sorulara burda cevap verdiler: Rabbim Allah, dinim İslâm, kitabım Kur'an, yolum nurdan, peygamberim iki cihan serveri, Hatemü’l-Enbiya, Hz. Muhammed (s.a.) Şahadet getiririm ki Allah bir, Peygamber, Hak Resûlü’dür.
İşte bu zat-ı muhteremler için ehlullah, Allah dostu, buyuruyor ki:
Geçmeyecek onlar sırat
Vermeyecek onlar hesap
Dünyada verdiler hesap
Hep gördüğü didar, cemâl, olur.
Zaten bu zat-ı muhteremleri tartacak terazi mi var! Melekler yüzüne hayran!
Ulu Sultanım!
Bizleri dostluğundan mahrum etme. Kulum de, de affına mazhar kıl. Bu zümreyi hatırladıkça, Kur’an’dan, eserlerden tanıdıkça bu zat-ı muhteremlerin hayranı oluyoruz. Allah, Hak dostların himmetlerini üzerimizden eksik etmesin!
Hak dostlara bir soru sorsak:
- Söyleyin Allah aşkına bu hâle nasıl geldiniz veya nasıl getirildiniz?
Bizlere cevabı ne olur ki ne söylerler? Hak erenler, vuslat-ı yârla halvet olanlar, sevip sevip çok sevilenler, dünya ukbanın ötesine geçen bu zat-ı muhteremler neler neler söylerler!..
Yaşantılarıyla, güzel ahlâklarıyla bütün dünyaya mesajlar verdiler. Öyle bir mesaj, öyle bir uyarı, öyle güzel ifadeler ki dil târiften âciz!
Âyet: “Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.”[1]
Allah’ın Resûlü:
“Sizin hayırlınız, insanlara iyilik edendir.”
“Kendisi tok, komşusu aç yatan bizden değildir.”[2]
“Yeryüzünde olan bütün mahlûkata, ruh sahibi olan bütün varlıklara merhamet ediniz ki semadakiler de size merhamet etsin.”[3]
Hz. Sıddık efendimiz bütün malını din için, Allah için, Allah yolunda veren insan. Ve bir duasında: “Ya Rab! Vücudumu cehennemi dolduracak kadar büyük et de cehennemini benimle doldur.”
Aman Allah’ım! Merhamete bak… Bütün insanlığı kurtarmaya çalışıyor.
Hz. Ömer, halife Ömer (r.a.) ne fedakârlıklar, ne hizmetler yapmış. Bir gün evine gelmiş, hanımının sırtında yeni bir entari görmüş.
- Hayret, demiş, nerden bu entari?
Hanımı:
- Oğlum Abdullah, verdiğin mutfak masraflarından 3-4 aydan beri iktisat ediyor. Entarim tamamen eskimişti. Bana bir entari aldı.
Hz Ömer:
- Demek bizim yiyeceğimizin dışında fazlalık da oluyor.
Kâtipleri çağırıyor: 3 veya 4 ayda iktisat ederek bir entari almışlar. O nispette maaşımdan kesin.
Hz. Osman’ın (r.a.) mali durumu iyiydi. Malının üçte ikisini fakire *****araya tasadduk etmiş. Allah yolunda vermiş. Bunlar hakkında yazılacaklar kitaplara sığmaz.
Hz. Ali efendimiz (k.v.) de, İslâm’a, ilme, irfana kendisini vakfeden bu zat-ı muhterem, hiçbir zaman üç günlük nafakayı biriktirmemiştir. Ekâbirlerden bir tanesi ona çatmış:
- Halife olacaksın! Kış günü yazlık elbiseyle oturuyorsun.
- Ben nefsim için halife olmadım; halka hizmet için halife oldum. Yazlıkmış, kışlıkmış, bunları düşünecek vaktim yok!
Diyorlar ki:
Hz. Sıddık, malının hepsini, Hz. Ömer yarısını, Hz. Osman üçte ikisini verdi. Siz ne verdiniz?
- Allah'a şükür ben hiç mal toplamadım.
Bir gün Mevlâna Hz.’lerinin oğlu, dergâha, babasının yanına geliyor,:
- Baba, evimizde hiç yiyecek yok, diyor.
Mevlâna:
- Allah'a hamd ü senâ, bugün benim evim Hz. Muhammed’in (s.a.) evi gibi diyor.
Kalkıp iki rekat şükür namazı kılıyor. Halbuki silolar buğday dolu. Mevlâna için gelmiş onlar. Ambarların memuru da Hüsamettin Çelebi.
- Hadi oğlum, biraz sonra Hüsamettin gelip fakirlere yiyecek dağıtacak. Sen de gider, nasibini alırsın.
Akşamüstü soruyor:
- Oğlum eve yiyecek aldın mı?
- Aldım baba.
- Nasıl oldu?
- Sıraya girdim. Birer ölçek dağıttı. Bana da aynen verdi.
Elini kaldırıp dua ediyor: Allah’ım beni Hüsamettinsiz bırakma!
Bütün ehlullah, Allah dostları merhamet ettiler, kemâle öyle erdiler. Çevrelerine ışık tuttular. Allah, himmetlerini üzerimizden eksik etmesin!
Hedefini bilen, Hak yoldan giden, gönüller fetheden, düşeni kaldırıp acı doyuran, halka hizmeti gaye edinen, halkın yüzünden Hakk’ı sevip görevlerini eksiksiz yerine getiren, bu yolda bütün zorlukları sabırla, metanetle aşarak, kahrı lütfa, nârı nura çeviren bu zat-ı muhteremleri Allah için çok çok seviyoruz. Allah, himmetlerini üzerimizden eksik etmesin!
Sene 1949. Kur’an okuyoruz. Kur'an-ı Kerîmi ezbere çalışıyoruz. Yiyecek, içecek yok. İstanbul’dayız. Hafız arkadaşlarla Kur’an kursunda sabah kahvaltısını yapmamıştık. Öğle ezanı okundu. Dünden kalan kuru fasulye var. Hocamız Hacı Tevfik Baba, benim hem amcam aynı zamanda da kayınpederim.
- Hadi namazı kıla da yiyelim, dedi.
Tabiî ki o, imamdı. Yemek dünden kalmış, yetmesi mümkün değil. Ona bayağı su döktü, çoğalttı onu. Namazdan sonra sofra kuruldu.
- Çocuklar, caminin etrafında dolaşın, aç insanlar varsa, alın gelin.
O da çıktı, aç aramaya biz de. Sokaktan, üstü başı dökük, kirli, iki kişi aldı geldi. Biz de 2-3 kişi bulmuştuk. Sofraya oturduk. Fasulyeye ekmek banarak yedik. Tabiî doyacak kadar değil; bitene kadar.
Ruhun şâd olsun Hacı Tevfik baba!
O fakir günlerde bizi besledin, okuttun, ne sıkıntılar çektin. Yerin ceneti’l-âlâ olsun. Merhamette çok ama çok ender idi. Merhamette lider idi. Fakir *****araları sever, onlardan hiç iğrenmeden yanına, sofrasına alırdı.
Kedilerine de çok iyi bakardı. Bize sofra kuruldu mu muhakkak “Önce kediler!” derdi. Çocukluğundan son nefesine kadar hep çevresine merhametli davranmış. “Bu nasıl adamdır, evin yiyeceğini misafirlere yediriyor, evdekileri aç bırakıyor.” diye hakkında şikayet bile edilmiş.
Ne yapıyorsunuz, demiş. Allah yediğimizden razı değil; verdiğimizden razıdır. Merhamet ediniz ki merhamet olunasınız.
Zaten bu merhametliler olmasaydı, düzen bozulurdu. Onların yüzü suyu hürmetine Mevlâ, güneşi doğduruyor, rahmeti yağdırıyor, bizlere bereket veriyor.
Allah’ım!
Bize hamd etmeyi, şükretmeyi, halimize rıza göstermeyi ihsan eyle. Çevremize merhamet etmeyi, iyilikte, tenezzül, tevâzuda yarışmayı lütfeyle. Haddini bilerek halka hizmet etmeyi, onların gönlüne göre sohbet, muhabbet etmeyi, gönül yıkmamayı, insan darıltmamayı nasip eyle.
Bize bu anlayışı, bu olgunluğu ihsan, ikram eyle Mevlâm!
Allah'a emânet olun!