Din Ayrı Dünya Ayrı Olabilir mi?
Çoklarının dilinde “din ayrı dünya ayrı” sözü bir tekerleme halinde dolaşmaktadır. Son derece abes ve temelsiz bir söz olmakla beraber bu anlayış bir zihniyete hatta sözde laikliğin bayraklaştırıldığı bir sisteme temel yapılmaktadır. Peki böyle bir anlayışın “temel” olma özelliği var mıdır? Bununla dinsiz bir dünya veya dünyasız bir din kastediliyorsa böyle bir anlayışın elle tutulur tarafı yoktur. Zira dünyada fert ve toplum hayatında etkisi olmayacak bir dinin varlığının bir anlamı olamaz. Dünya uygulama alanıdır. Din bir işe yarayacaksa dünyada yarar. Zira öldükten sonra dini uygulama söz konu değildir. Dünya ahiretin tarlası olduğuna göre burada ekilen orada biçilecektir. Ekme ve dikme işinin kurallarını din belirler. Dinin referans vermediği hiçbir işin ahirette geçerliliği yoktur. Dünyada uygulanmayacak bir din, olsa olsa bir ütopya, bir hayal, bir fantezi olabilir. Dinden kastımız İslam olduğuna göre böyle bir İslam tasavvur edilemez. Dünyada uygulanmayan bir din nerede nasıl uygulanacak ve ne işe yarayacaktır. Din sadece kalp ve vicdan işi de değildir. Öyle bile olsa kalp ve vicdanın ıslahı da doğru bir din anlayış ve yaşayışına bağlıdır. Akif’imiz ne güzel söylemiş:
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdân’ın
Ne irfanın kalır tesiri katiyyen ne vicdanın
Dünyasız bir din işe yaramadığı gibi dinsiz bir dünya da gayesiz, karanlık ve saçmadır. Ebediyet boyutu olmayan bir dünya yaşanmaya değmez. İnançsız bir hayatın sonundaki ölüm dünyaya ait her şeyin iflası anlamına gelir. Zira sonu yokluk olan varlığa gerçek anlamda varlık bile denmez. Zira bugün varsa bile yarın yok. Hayata ve hayata dair güzelliklere devamlılık sağlayan, eşya ve olaylara gerçek varlık elbisesini giydiren dindir. Çünkü diriliş ondadır.
Madem ki dinin uygulama alanı dünyada fert ve toplum hayatıdır, faydası da uygulandığı nispettedir. Madem ki dinsiz bir dünya gayesiz, karanlık ve saçmadır, öyleyse bunları birbirinden ayırmak cinayettir, hamakattır. Hem dini hem dünyayı mahvetmektir.
Allah peygamberleri, kitapları süs olsun diye göndermedi. Yarattığı dünyayı ve içindekileri gayesiz ve başıboş yaratmadı. Hiçbir şey abes değildir. İslam varlık ve olaylara istikamet vermek için gelmiştir. İslam Allah’ın kâinatı yönettiği sistemin adıdır. Kâinatın yasalarını kim koymuşsa hayatın yasalarını da o koyar. Allah âlemi yaratıp da bir kenara çekilmiş, hâşâ emekli olmuş değildir. O diridir, faaldir, görüp gözetendir. Kâinattaki bütün görüntü ve aktivite Onun esmau’l-hüsnâ’sının tecellisidir. İnsanın görevi hayatını bu esmanın tecelligahı yapmaktır.
Dini hayatın dışına atmak bir nevi Allah’ın mülkünden Allah’ı kovma cüretine kalkışmaktır. Kimsenin ne böyle bir yetkisi ne de böyle bir gücü vardır. Bütün güç ve kuvvet O’nundur ve O’nun sayesindedir. Âlemin gerçek sahibi Allah’tır. Sezar’ın sahip oldukları emanettir. Allah’ın hakkını gasp edip onu da Sezar’a vermeye kalkanlar mezara ne götüreceklerdir.
Dünya işlerinin tamamı İslam çerçevesi içindedir. Dinin kapsamı dışında bir alan yoktur. Dinin hayata müdahalesi insan doğmadan önce başlar. Çocuk zina değil nikâh mahsulü olacak, annenin hayatı yüzde yüz tehlikede olmadıkça kürtaja başvurulmayacak, doğduğunda güzel bir isim verilecek, helâl lokma ile beslenecek, eğitilecek, dünya ve ahirete yönelik faydalı bilgiler verilecek, belli yaştan sonra ibadetlere alıştırılacak, haramlar-helaller öğretilecek, ana-babasına, diğer yakınlarına, komşularına, ülkesine ve bütün insanlığa karşı görevleri bildirilecek, müslümanca yaşamanın bütün kuralları anlatılacak. Kuran çocuğun emzirilme süresini bile belirlemiştir. Çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık dönemleri geçip öldüğünde de kişinin dinle bağı kopmaz. Ölümüyle ilgili olarak yıkanması, kefenlenmesi, defnedilmesi, mirası gibi hususları da din belirler.
Görüldüğü gibi dinin dışında bir alan yoktur. Madde bile manaya mahal teşkil ettiği için manadan uzak tutulamaz. Beden ruhun bineği olduğu için birbirleri üzerinde hakları vardır. Ruh ve beden beraber olduğu takdirde hayat vardır. Madde ile mana, toplumla din birlikte olduğu takdirde sağlıklı bir toplum hayatından bahsedilebilir. Din ve dünya birbirinin rakibi veya alternatifi değildir. Birinin varlığı diğerinin de varlığına bağlıdır. Din dünyada yaşanır, cennet veya cehennem dünyada kazanılır. Dünyaya gelmeyenin ahireti de olmaz, zira ahiretin yolu dünyadan geçmektedir. Ahiret sermayesi dünyada tedarik edilir.
Birbirlerinin olmazsa olmazları olan dünya ve ahireti ayrı kompartımanlar, bağlantısız birimler olarak görmek gerçeği görmemek, bunları ayrı ayrı değerlendirmek ise ikisini de değersizleştirmektir.
Hayatı düzenlemek için gelen İslam yukarıda da kısmen belirttiğimiz gibi bizim her şeyimizle ilgilenmiş, Kur’an-ı Kerim, başta iman esasları ve temel ameli prensipleri vaz etmiş, Hz. Peygamber (sav) de bunların tebliği ve uygulanması ile görevlendirilmiştir. Onun için Kitap ve Sünnet İslam’ın iki ana kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim’de insanın ses tonu, yürüme tarzı, evlere girme adabı, selamlaşma şekli, evlenme teklif tarzı gibi hayatın detayı sayılabilecek hususlar dahi yer almaktadır. Evlenme, boşanma, miras, nafaka alışveriş, rehin, noterlik, borçlanma, faiz, içki-kumar, öldürme, yaralama, zina, iftira gibi temel meseleleri özellikle ele almış, bunlara dair tedbir ve yaptırımlar getirmiştir. Tuvalete girip çıkma, oturup kalkma, yeme-içme adabı, cinsel ilişki adabına kadar her konuda sözü olan İslam hayattan nasıl dışlanabilir? İslam’a karşı olanlar şehitliği, gaziliği, taşıdıkları isimleri, taharetli olmalarını, cünüp gezmemelerini neyle izah edecekler? Taşımıza toprağımıza, ismimize, eşimize, aşımıza sinmiş olan bu İslam kimliğimizi kaldırırsak yerine ne koyacağız? Kubbeler, minareler, tekkeler, sebiller, mezar taşları, ezanlar, ilahiler, Kuran’lar, mevlitler, salalar, dini bayramlar… Evet, bütün bunlar ve başka İslami unsurlar hayatımızı kuşatmışken bu İslam’ı dünyanın neresinden ayıracağız?
İnsan; içki içerken, zina ederken, hırsızlık yaparken, faiz yerken kumar oynarken bile İslam hududundan çıkmış veya kaçmış sayılmaz. Zaten her yerde hazır ve nazır olan Yüce Mevla’nın kontrol ve tasarrufu dışına çıkmak hiç kimsenin kârı değildir. Allah’a kafa tutan ateist bile sonunda O’nun huzuruna döndürülecek, işte o zaman O’ndan kaçış olmadığını, dünya ve ahiretin mutlak tasarrufunun O’na ait olduğunu görecektir. Bütün mesele dönüşü ve telafisi olmayan son noktaya varmadan bu gerçekleri görebilmektir.
İslam’ın hayatın tamamını kucaklamış olması, her konuda en azından temel prensipler vaz etmesi, fert ve toplum hayatını cendere içine aldığı anlamına gelmez. Amme haklarını koruma açısından bazı temel kurallara uyma mecburiyeti yanında tali konulardaki tavsiyelere uyup uymamak insanın tercihine bırakılmıştır. İnsan bunlara ne nispette uyarsa tekâmül noktasında da o nispette gelişir. İslam’da “ biri bizi gözetliyor” tarzında ferdi ve ailevi hayatın mercek altına alınıp deşifre edilmesi söz konusu değildir. Meselenin esası tevhittir. Bütün yaratıklar bir tek Yaratıcının eseridir. Aslolan da Yaratıcı ile yaratılanlar arasındaki bağın koparılmamasıdır. İbadetler de bunu sağlamaya yöneliktir. Bütün söz ve davranışlarda Allah’ın belirlediği ölçüler alındığı takdirde din. dünya ,ve eğlence arasında sağlam bir bağ kurulmuş demektir.
BU SÖZÜM. BANA BURASI BÖYLE KONULARIN YERİ DEĞİL DİYENLERE..
bu sözleri dile getirenler ALLAIN huzurunda ne cavap verecekler benşahsen merak ediyorum.