REKLAM

Paylaş:
RSS 1.0     RSS 2.0

Toplam bakislar: 2419 - Toplam yanitlar: 0

GONDEREN: andromeda on 04/16/2010 19:21:20


 

Medeni Kanun'un 17 Şubat 1926'da kabulünün üzerinden geçen on yıllara rağmen ve hatta 1 Ocak 2002'de yürürlüğe giren yeni Medeni Kanun'da yapılan büyük reforma rağmen kadınların medeni yasadan kaynaklanan sorunları bitmiyor.

Evli kadınlar hâlâ kocalarının soyadını kullanmak zorunda

Evli kadının soyadı konusunda yeni medeni yasada getirilen "evli kadının kocasının soyadını kullanma zorunluluğu", 2010 yılında da kadınlar açısından büyük sorunlar doğurmayı sürdürüyor.

Aynı şekilde boşanan kadının evlilik soyadını kullanması konusunda getirilen "kocanın onayına bağlı yargıç izni", kadınlar için bir başka ciddi sorun olarak ortada duruyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) evli kadının soyadı konusunda verdiği karar, ısrar ve inatla tüm kadınları etkileyecek emsal bir karar olarak görülmüyor. Kadınların tek tek dava açmak zorunda bırakılması çok büyük bir haksızlık. Ama çifte standartlı yaklaşım bu konuda da sürüyor.

Örneğin, bir başka AİHM kararı, nüfus cüzdanlarındaki din hanesi tartışması önemli bir sorun olarak görülüp AİHM kararı emsal karar olarak alınarak bütün nüfus cüzdanlarında din hanesinin kaldırılması için hemen girişim başlatılıyor. Bu elbette ki doğru bir yaklaşım ama aynı AİHM'in kadınların soyadı konusundaki kararının yok sayılması, büyük bir çelişki.

Oysaki kadınlar, örneğin, nüfus cüzdanlarındaki anne adının evlilik öncesi soyadını kapsayacak biçimde düzenlenmesini istiyor. Sadece bu düzenleme bile, örneğin askerdeki oğlunu ziyaret etmek isteyen annenin belki onyıllar önce alınmış bir boşanma kararını yanında taşıması mecburiyetini ortadan kaldırıp binlerce kadının büyük sıkıntılardan kurtulmasını sağlayabilir.

Nüfus cüzdanlarının medeni hal bölümü kaldırılmalı

Aynı şekilde nüfus cüzdanlarında yer alan boşanmış, bekâr gibi ibareler de kadına karşı şiddet ve cinsel suçların dünya rekorunu kırdığı ülkemizde kadınların hayatlarını kolaylaştırmak açısından acil bir gerekliliktir.

Kapıya gelen postacının, alışveriş yaptığınız market görevlisinin, kadınların evli mi bekâr mı olduğunu bilmesinde hiçbir mantıklı bir neden bulunamaz. Nüfus cüzdanlarının medeni hal bölümünün de kaldırılması gerekir. Bu kadar net bir konuda bile herhalde AİHM'nin karar vermesini beklemeye gerek yoktur.

Aynı şekilde "kadınlık" ve "erkekliğin" cinsiyetçi bir şekilde sembolize edildiği pembe ve mavi cüzdanlar tartışmasına da hazır tüm Türkiye'deki kimlikler değişecekken bir son vermek gerekir.

Değiştirilmesi gereken bir madde: Çocukların soyadı

2010 yılı Medeni Kanun açısından soyadı ile bağlı olarak evlilik dışı doğan çocukların soyadı konusunda da büyük tartışmaların yaşandığı bir yıl oldu. Evlilik içinde doğan çocukların mülkiyetinin babaya ait olduğunu tescil eden "çocukların soyadı" maddesi, değiştirilmesi gereken bir Medeni Kanun maddesi olarak önümüzde duruyor. Annelerin de kendi doğurdukları çocuklara kendi soyadlarını verebilmeleri, geciktirilmeksizin yapılması gereken yasal düzenlemelerden biridir.

Çocukları, evlilik içinde ya da dışında doğmalarına bakılarak, adeta "meşru - gayrı meşru" olarak bölmek ve damgalamak çağdışı bir anlayıştır. Yeni Medeni Kanun'un, evlilik dışında doğan çocuğa sadece annenin soyadının verilmesini zorunlu kılan bir biçimde babasının soyadını almasına izin vermeyen hükmü iptal eden Anayasa Mahkemesi kararı, 2010 sonbaharında yürürlüğe girecek.

Bu tarihten sonra evlilik dışında doğan çocuklar sadece babanın soyadını alabilecek ve yine çocuklar arasında karışıklık sürecek. Anayasa Mahkemesi'nin, hükümete ve meclise, iptal kararının yürürlüğe girmeden önceki bir yıl için verdiği yeni yasa yapma görevi, yerine getirilmedi. Bu yüzden çocuklar arasında ciddi bir soyadı farklılığı ve karmaşası yaratıldı. 2002'den 2010 yılı sonbaharına kadar evlilik dışı olarak doğan çocuklar annelerinin soyadı ile yaşayacaklar, 2010 sonbaharından sonra doğanlar ise sadece babalarının soyadıyla.

Bir hukuk devletinde çocuklar, anne babalar arasında böylesine ayrımcılıklar yaratan hukuki karmaşaların yaşanmaması gerekir. Sekiz yıllık süreç birçok çocuğu ve anne babayı mağdur etmiş durumdadır. Bu işin kesin çözümü, kadın örgütlerinin başından beri talep ettiği gibi "aile soyadı / son adı" ve "çocukların soyadı / son adı" konusunda eşlere ve çocuklara özgürce fikir hakkı tanımaktır.

Devlet eliyle uygulanan ekonomik şiddet, sürüyor

2010 yılı da Medeni Kanun açısından kadınlara devlet eliyle uygulanan ekonomik şiddet ve hukuki karmaşanın devam ettiği bir yıl oldu. Evlilik içinde edinilen malların 1 Ocak 2002'den önceki bölümünün erkeklerin elinde kalmaya devam etmesi binlerce kadını mağdur etmeye devam ediyor.

Kadınlar ve hukuk sistemi içinde yeni Medeni Kanun'un ruhunu kavrayan ve yeni mal rejiminin felsefesini doğru yorumlayan yargıçlarla kadının ev içi emeği konusundaki cinsiyetçi hukuk sistemini sürdürmek isteyen hukukçular ve politikacılar arasındaki mücadele sürüyor.

Yargıtay, kadının ev içindeki emeğinin maddi karşılığı ile ilgili taleplerini reddederken erkekler boşandıkları kadından boşanma nedeniyle yoksun kalacakları hizmetin maddi karşılığını istediklerinde alabiliyorlar. Sadece 2010 yılı değil belki de Türkiye ve dünya hukuk tarihine geçecek bu kararla kadın talep ederse ev içi emeğinin maddi bir karşılığı yok, erkek talep ederse kadının ev içi emeğinin maddi bir karşılığı var gibi çelişkili bir durum ortaya çıktı. Bu hukuksal karmaşaya, 20, 30, 40 yıllık evliliklerin ardından aile içindeki emeğine el konulan binlerce kadının ve sırada bekleyen onbinlerce kadının mağduriyetine, ev içi emeğin ev dışı emekle eşit ekonomik değerde kabul edilmesiyle son verilmesi gerekir.

Evlilik yaşı 18 olarak düzenlenmeli

2010 yılına geldiğimizde nihayet Türkiye kamuoyu küçük yaşta, zorla evlendirmelerin ne kadar büyük ve kritik bir sorun olduğunu fark etmeye başladığı yıl oldu. Evlilik yaşının 18 olarak belirlenmesi gerektiğini söyleyen Medeni Yasa Platformu, sorunun çocuklar açısından yarattığı ölümcül mağduriyete dikkat çekmeye çalışmıştı. Ancak dönemin siyasetçileri ve hukukçularının görmemezlikten geldiği bu sorun, nihayet fark edilir oldu.

Henüz yaygınlık kazanmasa da 2010 yılında erken evlendirmeye zorlamaları, aileler açısından çocukların cinsel istismarı suçunu oluşturduğuna ilişkin ceza mahkemesi kararları, 16 yaşındaki kız çocuklarının evliliğine izin vermeyen ve çocuklarını erken yaşta evlenmeye zorlayan ailelerin özel eğitimlerden geçirilmeleri gerektiğini söyleyen aile mahkemesi kararları verilmeye başlandı.

Bu, evlilik yaşının 18'in doldurulması olarak düzenlenmesi gerektiği konusundaki kadın örgütlerinin taleplerinin bir an önce yerine getirilmesi gerektiğini açık ve net biçimde ortaya koyuyor.

Bekaret, evlilik için gerekli bir nitelik mi?

2009 yılında Yargıtay'ın kadınların bekâretini evlenmek için kadınlarda bulunması zorunlu "nitelik"lerden biri olarak değerlendiren kararı, büyük protestolara neden oldu. Her ne kadar Yargıtay tartışmaların başlamasından haftalar geçtikten sonra bu kararın değiştirildiğini ve Yargıtay'ın "evlilik iptali" gibi davalarda kadının bekaretini evliliğin zorunlu unsuru olarak görmediğini açıkladıysa da; birincisi, bu açıklamanın haftalar sonra gelmesi, ikincisi, hukuk tarihine böyle bir kararın geçmiş olması Medeni Kanun'daki ya da diğer yasalardaki kazanımların ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunun her an radikal geriye gidişler yaşanabileceğinin bir uyarısıydı.

Tarih kadınları haklı çıkardı

Yukarıda sadece birkaç konuda örneğini verdiğimiz Yeni Medeni Kanun'un aksaklıkları, kadınlara karşı devam eden ayrımcılık, eşitsizlik ve ekonomik ve sosyal şiddetin boyutlarını gözler önüne sermeye yeterli.

Yeni Medeni Kanun'un kabulünün yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002'den günümüze dek geçen süreç yasadaki aksaklıkların nerelerden kaynaklandığını son derece net bir biçimde ortaya koymuş bulunuyor. Tarih ne yazık ki, kadınların yasa hazırlanırken yaptığı uyarıların ne kadar haklı ve yerinde uyarılar olduğunu bir kez daha ispatladı. Bu nedenle sorunu Anayasa Mahkemesi'nin tek tek madde iptallerine bırakmak ya da yasama organında tek tek bazı maddeleri değiştirmekle çözülemeyeceği de görüldü.

Bu nedenle acilen bir reform paketi halinde Medeni Kanun'un yeniden ele alınıp var olan bütün aksaklıkların giderilerek Türkiye'nin cinsiyetçilikten tamamen arınmış gerçekten medeni bir aile hukuku düzenine geçmesi gerekir





--------------------------------------------------------------
*cesaretin bittiği yerde esaret başlar *
11/27/2024



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***