Issızlığıma çokluk sayacak kadarken hep en yalnızlığım oldun neden?
Bir düşü anlatmanın kaç hali vardı dilimde? Kelimelere yüklenen hangi hal halimden haberdar edebilirdi?
Hangi kelime bir gözyaşını gösterebilirdi? Yüzüm bile saklarken hüznü bunu kelimeler başarabilir miydi?
Bir yaraya inatla tuz sürmekti her şey. Ölüme giderken sigara basmaktı içimdeki isme. İsminin üzerindeki darp izlerinden sorgulanmalıydım belki. Suçluydum. Oysa isminde bulunan her iz benim ölüm sebebim oluyordu. Suçluydun…
Tüm korkmalarımı acemi bir cesarete çevirip yürüdüm. Hep kırıldım hep düştüm…
Bildiklerimi kendimden saklamayı nereden öğrenmiştim ben? Kaç kez yutmuştum ömrümün çığlıklarını?
"Sen ya bir yanılgının yangınıydın ya da yazgının."
Ardı yoktu / ötesi çoktu…
Hiçbir harf yazmaktan öteye gidemiyordu ve hiçbir yazı yazmak istediğin kadarı olamıyordu.
Ben gibi beceriksizleşiyordu...
Tüm acılarının parmak izlerini yüreğimde aramamalıydın. Dillendiremediğin bilemediğin tüm sahnelerin oyuncusuydu satırlarım. Ben ikileminin kaçışlarıydım. Yanlış adreslerdi avuçlarımda doğru yol diye sakladığım.
Bilmek istenilmeyen her şey susarak dinlenirmiş meğer. Bilinmek istenilmediğimde susulacak mıydım? Her aynada kendimi görmekten uzağım artık. Göz bebeklerimde yatan yaraları tüküremiyorum geçmişe. Sessizce çekip giderken düşlerimin can çekişlerine içime gömdüğüm gözyaşlarımı sezemeyecek hiç kimse…
Bir gece yarısı bıçaklanırken en sessizliğimden dilimden dökülen harfleri toplayınca hep sen ediyor neden?
Sen bilir misin düş diye sabahlamayı? Ve kırıklarını bir teselli ile değil başka bir kırıkla sarmayı?
Acı bir itiraftım en çok kendimi yaktım…
Şemsiyeler altında yağmura direnirken ruhum ardımdan geçip giden her şeye sessiz kaldım. Unutulduğum köşedeydim her vakit. Aransam bulunacaktım. Sorulsa tarifi mümkün olan gidişlerim vardı benim. En fazla iki sağa bir sola uzunca adımlardın. Ve adımlarından düşen her ses canımı ağzıma alırdı açıldığında ağzımdan düşecek kadar. Oysa hiçbir adımın kayıplığımın yanına düşmeyecekti. Aranmayacaktım…
Ellerimde bilinmez uçurumlar vardı. O nedenle hep avuç içlerine dönüktü parmaklarım. Gelen durakta kendimden inmek ve bir şehre yüzüstü düşmekti dileğim. Uyuyakaldım. Ne kendimden inebildim ne de bir şehre yüzüstü serildim.
Ne kadarlıktı ki adım ve kaç harf kalınlığı vardı ki birilerinin hatırlayışlarına ağırlık yaptım? Birilerini acıttım ağlattım.
Ya ben ömrüme düşen acıları göz kapaklarımda saklı yaşlarımı kimden kuşandım? Yokluğunun alnına üflenirken satırlarım nasıl oldu da ben hep varsın sandım?
Bir yıl daha geçmişti geçen yılların üstüne. Kimsizdin sessizliğinde? Hangi yaranın kabuk bağlanışına tanık oluyordun ve hangi acıdan dökülen yaşları benliğinde buluyordun?
"Ben tüm acımaları kendi saflarıma çekiyorum" sandığımda sana hangi üzülmek kalıyordu?
Hiçbir şeyi düzeltmek zorunda değildim; ama bozan bir eldim bozduklarımı düzeltmenin geç kalışlarında… Söylenmiş olan hiçbir söz geriye alınamazdı bilirdin. Diyemezdim; saçmaydı yalandı… Diyemezdim… Desem yıllar sonra yine aynı sözcükleri dökerdim harflerimden. Ki susmayı bilmeyen bir alfabeydi bendeki. Söz veremezdim bildiklerimi yutacağıma. Bir dahası yok üzülme diyemezdim…
Hep en kötü yanından tuttum geleceğin. Söylenmiş olan her şey bir düşün ön adlarından oluşmaydı. Söylenmiş olan her şey benim yükümdü peki sana neden ağır geldi?
Alışkanlıklarla başlayan kelimelerin arasında yer buldum kendime. Simetrik bir duruş sergileyebilirdim çünkü yerimi en başından belirledim. Yadırgamadım üzerime yürüyen sözcükleri bilmek istemesem de biliyordum bir gün hepsinin kapıma geleceğini. Tutulmamış bir söz kadar acıdı içim. Tutulmamış bir söze yapılan sayısız itiraz kadar ezildim. Madem biliyordun neden acıyorsun ki yüreğim?
Şimdi hiçbir mutluluğu birbirine yamayıp koca bir gülüş kondurmuyorum dudağımın kıyısına. Susmalarımı biriktirerek yazıyorum. Hadi at tüm yüklerini ben caymıyorum...