Türkçe'nin Önemi
Dil bir milletin tarihi geleneği ile birlikte, aynı ırktan insanların iletişimini sağlayan, aynı zamanda coğrafya ve kültür bütünlüğünü de içeren bir konuşma ve yazma aracıdır. Nasıl ki Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin kendi milli dilleri varsa, Türkiye’nin de, tarihine dayalı milli bir dili vardır. Zira, Milletleri millet yapan özelliklerin en önemlilerinden biriside dildir.
Hal böyle iken, Türkiye’de öz dilimiz olan Türkçe’nin, neredeyse ikinci sınıf bir dil muamelesi gördüğünü söylersek, herhalde fazla yalan söylememiş oluruz. Çünkü konuşurken de, yazarken de o güzelim Türkçe’mize fazla önem vermiyoruz. Elbette ki bir ülkede yazma dili ile konuşma dili arasında, coğrafi ve mahalli özelliklere göre farklılıklar bulunabilir. Ancak, bu farklılık bir bölünmeden ziyade, bir kilimin desenleri gibi bütünleyici bir unsur olmalıdır. Burada belirtmek istediğim konu, ülkemizde Türkçe yerine farklı dillerin konuşulmaya çalışılması ve buna da AB rüyası adına prim verilmesidir. Oysaki azınlık gibi gösterilen dilin ne bir krameri nede bir alfabesi vardır. Yapılmak istenen sadece kilimi desenlerinden ayırmaktır. Birde öz yurdumuzda Türkçe’nin bırakılıp, başka dillerle reklam yapılması, konuşulması, yazılması ve işyerlerine yabancı isimlerin konulması insanın ağırına giden konulardan birisi diyebiliriz. Televizyon reklamlarına baktığımızda, yerli üretimlere yabancı ürün isimlerinin konulması, ona benzetilmesi ve okurken de onların taklit edilmesi, sokak ve caddelerimizin yabancı tabelâlarla dolması, güzelim Türkçe’nin birkaç kuruşluk ticarete feda edilmesinden başka nedir. Öteden beri dükkanlardaki yabancı isimler dikkatimi çekiyor. “Moda şhoop, Bilek Roze, yada butik” gibi levhalara bakıyorum da, Türkiye’de miyim, yoksa Avrupa’da mıyım diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Konuşurken de yazarken de, bilhassa Anadolu da, Türkçe’nin ses uyumuna ve kurallarına göre konuşup yazmıyoruz. Bu gün Türkçe’nin en güzel konuşulduğu yer İstanbul. Öylesine ki, birçok yerde “İstanbul Türkçe’si gibi” tabiri kullanılır olmuştur. Halbuki Türkiye İstanbul dan ibaret değil, İstanbul da ayrı bir ülke değildir. Bu tabir ülkemizin bütünlüğünü bozuyor gibi geliyor bana. “İstanbul Türkçe’si” tabirini resmi yazı dili olarak kabul edebiliriz. Yazı dili ise, bir toplumun milli kültürünü ve tarihini yansıtan bir ayna gibidir. Bir bakıma kültür dili de diyebiliriz buna. Eğer Kültür dili olmasaydı Yunus Emre’yi Mavlana’yı ve Osmanlı’yı nasıl anlayacaktık. Örneğin, Orhun abidelerinin tamamı Türkçe yazılmış olsaydı, bu gün üzerine sis perdesi çökmüş Zümrüt taşı gibi bir kenarda kalmayacak, daha iyi anlayacaktık.
Türkçe’nin, Türkiye’de bir üvey evlat muamelesi görmesi benim kanıma dokunuyor dersem, bilmiyorum çok mu abratmış olurum. İkinci bir hususta, büyük bir işyerine girerken İngilizce yada, yabancı dil bilip bilmediğimiz soruluyor. Sorulmasına karşı olduğumdan değil, ama önce iyi Türkçe bilip bilmediğimiz sorulsa daha iyi olacak gibi geliyor bana. Zira kendi öz dilimize öylesine yabancı olmuşuz ki, neredeyse hiç Türkçe bilmese de, sadece başka dilleri konuşsa makbule geçecek. Bilemiyorum, Almanya’da, Fransa’da, Japonya’da kendi insanını işe alırken, Türkçe’yi bilip bilmediği soruluyor mu? Yada mağazalarında Türkçe isimler görülüyor mu?
Türkiye’de Türkçe’nin konuşulduğu, Türkçe’nin yazıldığı ve Türk adlarının konulduğu bir ortama kavuşuncaya kadar dil mücadelesine devam edilmeli kanaatindeyim.
Ümit Fehmi Sorgunlu