Toplam bakislar: 7288 - Toplam yanitlar: 0 |
|
GONDEREN: NeZ on 12/21/2008 03:42:38 |
|
Mevlana’ ya Sesleniş
Çürümemiş, yıpranmamış, kazılı bir düşünce sisteminin sahibidir Mevlana . Mevlana, yeni bir izleyiş açısı, yeni bir görüş başlangıcı, yeni bir dünya kapısıdır. Diyorum da..
Mevlana’ nın yüzyıllar öncesinden kalplerimizde açtığı hoşgörü kapısı sımsıkı kapanmış çoktan... Yok yok hatta kapıların kapalı olduğundan ve hatta kapıların varlığından haberdar değiliz. Hoşgörü Mevlana’ nın mesnevisinde, hoşgörü sözlüklerde kaldı. Hoşgörü iyi insan profilinde kaldı. Bir dakika tüm bunları bilmeme rağmen kapıların varlığından haberdar olan insanlardanım. Bir Mevlana var semazenin eteklerinden uçuşan, hoşgörü dalgasından bir esinti var benim iklimimde, her şey oradan başladı zaten. Sözlükleri hatırladım.
Hoşgörü, sözlük anlamlarıyla öğretilmişti hep. Saygıdır, açık olmaktır hayata, yeni düşüncelere. Dinlemeyi bilmektir, dedi sözlükler. Sözlükler doğruydu aslında. Ama okundu geçildi, orada bitmesi onur kırıcı olsa da anlamı bilinen bir kelime olması rahatlattı az da olsa.Sonra insanlara baktım. Uygulamalar her zaman güç gelmişti zaten insanlara. Kabullenememe, zaman harcama, saygısızlık davranışları arasında anlamsız kaldı hoşgörü. Uygulamak, beyinde tasarlansa da saygı adına verilen savaşta hep nefis yenildi, hoşgörü yitirildi, anlamlar kavranılmadı . Hoşgörü adıyla bilindi işte, tadı hep kendinde kaldı.
Hoşgörüyü Mevlana hep dile getirmiş, hep yaşatmaya çalışmış. Sözleri kalmış geriden, geçmişten. En güzel o çağırmış hoşgörüyü. Hiçbir şey gözetmeden içten bir çağrı halinde durmuş Mevlana, hoşgörüyle beklemeyi bilmiş... Öğretmek de istemiş de…
Mevlana gözetmemiş ayrımları. Hoşgörüyü dile gelmiş, dillenmiş… Hiçbir renk dışında kalmamış… Dünya gibi, hoşgörü. Dünyaya gelirken bebekler, hayat onu hiç geri çevirmeden içine kabul eder ya dünya hoşgörü hali işte tam bu yüzden. Düşünceler farklı, renkler farklı, düşler, sevgiler, görüşler, bakışlar farklı olabilir. Hayatın kanunu değil mi bu? Savaş halinde yaşamamak, barışın baş üstünde taşınıp yaşanması için hoşgörü en büyük yasa… Yasanın uygulanması ahlaki bir seçim, insanlık örneği, insanlığa, düşüncelere, var olmaya saygıdır. Mevlana, bizi davet etti. Ne olursak olalım gel dedi. Rengimizi, milletimizi gözetmeden bizi Müslümanlığa davet etti… Bir çağrıda biz yapalım insanlığa… Ne eksiğimiz olur ki, Neden kaçıyoruz ki, Ne zarar gelir ki. Neler kaybettik unuttunuz mu? Saygımızı yitirdiğimizin farkında değil miyiz hala? Kaybolmayı bu kadar kabullenemeyiz, Hayır, artık istemiyorum. Çığlığımı duyar mısınız? Artık hoşgörü istiyorum düşüncelerime. Sizlere hoşgörü istiyorum, dileniyorum. Hiçbir şey için geç değil, en azından başlangıç yapabiliriz. Bu sefer ben çağırıyorum sizi. Hoşgörüye… Mesela bu yazıyı kendi eleştiri çemberimiz içinde,hoşgörüyle okuyabiliriz… Güzel bir başlangıç yapabiliriz bu şekilde? Daha fazla geç olmadan… Daha fazla kaybolmadan…
İnsanda yüzlerce benzeyiş, yüzlerce iz, sembol vardır. Fakat dünya işlerine dalmış, vicdanı nasırlaşmış azgınlar bunları nereden görecekler, nasıl bilecekler?
Allah’ın güneşinin nuru ile aydınlanmayan, karanlıklara dalmış gönül evleri de vardır.
O gönül evleri Yahudilerin canları gibi dar ve karanlıktır. Sevgi bağışlayan Allah’ın zevkinden, manevi lütfundan mahrumdur.
Böyle bir gönülde ne güneşin nuru parlar, ne sahası genişler, ne de kapısı ma’rifete ve hakikate karşı açılır.
Senin için böyle bir gönülden, mezar daha iyidir. Sen şimdi karanlıklar içinde kalmış, nursuz, daracık gönlünün mezarından çık, kurtul!
Aslında sen ölü değilsin! Sen bir dirisin. Senin bu daracık gönül mezarın nefesini daraltmadı mı? Yani böyle daracık bir gönülle nefes alamaz hale gelmiyor musun?
Sen vaktinin Yusuf’usun. Gökyüzünün güneşsin. Şu beden kuyusundan, şu karanlık dar zindandan çık, güzel yüzünü göster!
Senin Yunus gibi olan ruhun, balık karnı gibi olan bedeninde türlü sıkıntılar içinde kavruldu, pişti. Onun Allah’ı tesbih etmekten başka kurtuluşu yoktur.
Eğer Yunus balığın karnında Hakk’ı tesbih etmemiş olsaydı, kıyamette ölülerin dirileceği güne kadar orada mahpus kalırdı. O zindandan çıkamaz, kurtulamazdı.
Hz.Yunus, ettiği tesbih bereketiyle balığın karnından kurtuldu. Tesbih nedir? “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” gününün belirtisi, delili…
Eğer senin ruhun o can tesbihini unuttu ise, şu balıkların tesbihine kulak ver!
Gönül gözü ile Allah’ı hisseden, yarattığı eserlerde O’nun kudretini, yaratma gücünü gören Allah’a mensuptur. O’nun dostudur. O vahdet denizini müşahade eden de, o denizin balığıdır.
Bu dünya da denizdir. Beden de o denizin balığıdır. Ruh ise ilahi nuru görememiş, perde arkasında kalmış Yunus gibidir.
Beden balığı içinde mahpus olan ruh, Allah’ı tesbih ederse, balıktan kurtulur. Yoksa balığın karnında sindirilir, yok olur gider.
Bu denizde can balıkları çoktur. Sen görmüyorsun, ama onlar senin etrafında uçuşup duruyorlar.
O balıklar kendilerini sana çarpıyorlar. Gözünü aç da onları açıkça gör!
Sen can balıklarını açıkça göremiyorsun, elbette onların tesbihlerini işitmişsindir.
Senin işittiğin tesbihlerin ruhu sabretmektir. Sen de başına gelen musibetlere, belalara sabret ki, en doğru dürüst tesbih budur.
Hiçbir tesbih sabır derecesine varmamıştır. Sabret ki, sabır neşenin, ferahlığın anahtarıdır.
Sabır sırat köprüsüne benzer, cennetse öbür taraftadır. Her güzelin yanında çirkin bir lala vardır.
Laladan kaçarsan güzeli de göremezsin. Çünkü lala güzelden hiç ayrılmaz.
Ey hafif bir şeyden kırılan sırça gönüllü! Sen sabrın zevkini, hususiyle Hakk’a kavuşmak için çekilen sabrın, sıkıntının tadını ne bilirsin?
Dünya bizim boğazımızı adam akıllı sıkar; keşke şu boğaz ve şu ağız sadece toprak yeseydi de, haram şeyler yemeseydi!
Zaten bu ağız, toprak yer durur; fakat ağzın yediği toprak başka şekle girmiş, başka renge boyanmıştır.
Ey oğul! Bu kebap, bu su ve bu şeker renklere boyanmış, süslenmiş topraktan başka bir şey değildir.
Onları yedin de bedenine et, deri oldular; etinin, derinin rengine boyandılar.
Ama onlar yine de şu topraktır. Büyük ve eşsiz sanatkar bir avuç toprağı alır, diker, söker, çeşitli şekillere sokar; sonra tutar hepsini yine toprak eder.
Doğruluk rengi, takva rengi, gerçek iman rengi; kullukta bulunanlar, ibadet edenler ve iyi işler yapanlarda ebedi olarak kalır.
Şüphe rengi, nankörlük ve nifak rengi de isyan edenin canında ebedi olarak kalır.
Asi Firavun’un yüz karası gibi… Onun rengi kalmıştır; mumyalıda olsa bedeni yok olup gitmiştir.
Gönül evi dostundur. Dostun evi gönüllerdir. Gel dost ile kalalım. Gönül evi sonsuzdur. Dost aşkına sevelim. Dost aşkına yanalım. Aşk gönül işidir. Gönüller bu yüzden aşkı iş edinir. Gel aşkı iş edinelim. Aşksızlık gönüllerin ecelidir.Aşkla yanalım ikimiz. Aşıklar yanar bilirsin. Aşkta dirilelim ikimiz. Aşıklar ölmez bilirsin. Gel gönülden kavuşalım! Gel gönülden konuşalım! “Gel, gel aramıza katıl; biz Hakk’a gönül vermiş aşk insanlarıyız! Gel bize katıl da sevgi kapısından içeriye giriver, Giriver ve evimizde bizimle beraber otur... Gel birbirimizle içten konuşalım, Kulaklardan, gözlerden gizli konuşalım... Güller gibi dudaksız ve sessiz görüşelim, Tıpkı düşünce gibi dudaksız, dilsiz görüşelim... Mademki hepimiz biriz, Birbirimize dilsiz, dudaksız gönülden seslenelim... Madem ki ellerimiz kenetli, Gel bu halden bahisler açalım. El ayak gönül hareketlerini daha iyi anlar, Öyle ise gel dilimizi tutalım, Titreyen gönüllerimizle buluşalım” (Hz. Mevlana)
Mutlu olmanın sırrını Peygamber Efendimiz’den öğren de, Allah sana ne verirse ona razı ol. Başına gelen derde, balaya razı olur da, ses çıkarmazsan, o anda hemen sana cennet kapısı açılır. Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla. Zaten o sana yabancı değildir, onunla aşinalığın vardır. Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın suratını asma, onu neşe ile karşıla, merhaba, hoş geldin de. Onu güler yüzle, tatlı sözle karşıla ki gönül alıcı o eşsiz varlık hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın da güzelliği ortaya çıksın.
Mevlana
Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Madem ki sen, bensin, ben de senim. Artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakk’ın nuruyuz, Hakk’ın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor? Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücud halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle şaşıyız? Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye sol elini hor görür? Her ikisi de madem senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz.
Mevlana
Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma... Benim için ağlama, yazık, vah vah deme; Şeytanın tuzağına düşersen, o zaman eyvah demenin sırasıdır, Cenâzemi gördüğün zaman firâk, ayrılık deme, Benim kavuşmam, buluşmam işte o zamandır, Beni toprağa verdikleri zaman, elvedâ elvedâ demeye kalkışma, Mezar, cennet topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyân gelir mi? Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?
(Mevlana hz.)
"Hak güneşin ışığı her neye düşerse, ey yiğidim sen ona aşık olursun. Sevdiğin her varlıktaki güzellik ALLAH'tan geliyor. Sen her neye aşık olursan o şey ilahi sıfatlardan biri ile yaldızlaşmış, nurlanmış. Gönül verdiğin şeyin yaldızı aslına gidip de o çirkinleşince, bakırı meydana çıkınca, tabiatın ona doyar, ondan hoşlanmaz, onu boşlayıverir. Sevgilinin seni büyüleyen o yaldızlı güzelliğinden elini ayağını çek; bilgisizlik yüzünden sahte bir madeni altın sanıp da hoş deme. Çünkü sahte şeylerdeki hoşluk, güzellik iğretidir. Görünüşte süslü ve püslüdür ama altında süssüzlük ve çirkinlik vardır. Fani varlıklarda görülen güzellik, ilahi güzelliğin iğreti olarak onlara aksetmesinden ibarettir. Akseden o nur, günün birinde aslına geri dönecektir. Bu yüzden ey salik; iğreti güzelliklere bakma da, sen onun aslını, yani güzelliği vereni ara!"
~Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî
Bu Hoş Koku Yusuf'un Gömleğinin Kokusudur, Yahut da Mustafa (s.a.v)'ın Hırkasının Kokusudur...
• Ey bahçeleri güldüren, çimenleri gebe bırakan asıkların ilkbaharı, bizim sevgilimizden haberin var mı?
• Ey asıkların feryadına kosan hos kokulu rüzgar. Ey candan da mekandan da temiz olan aziz varlık, sen neredeydin? Nerede kaldın, seni görecegimiz geldi?
• Ey Rum diyannın da, Habes diyarının da fitnesi olan rüzgar, sasırdım kaldım, bu pek hos, bu pek güzel koku, ya Yüsufun gömleginin kokusudur, yahut da Mustafa (s.a.v.)'in hırkasının kokusudur.
• Ey dogruluk ırmagı, sen bizim sevgilimizin arkından akıyorsun, sen getirdıgın hos kokularia gönüllerin Tur-ı Sîna'sı oluyor, canlara can katıyorsun..
• Ey sözü, konusması, bütün davranısları, halleri hos olan sevgili! Ey "ay"ların, yıl'ların kendine kul oldukları güzel, senin "ay"ın da hos, "yıl"ın da hos
Gül de Senin Lütfunla Çorak Yerler Yeşersin, Mezarlar Bahçe Haline Gelsin...!
• Ey perdenin arkasından ısıgı, nüru görünen sevgili, senin ısıgın, sıcaklıgın bize yaz mevsimi oldu, bizim de yaz mevsimi gibi gönlümüz sıcak, gel bizi al, gül bahçemize kadar, çek götür!
• Gel, gel de senin lütfunla çorak yerler yesersin, mezarlar bahçe haline gelsin. Koruklar tatlılassın, üzüm olsun, ekmegimiz pissin.
• Ey can giinesi, ey gönül günesi, ey güzelligi ile günesi bile utandıran güzel,gel, gel de bizim zavallı halimizi gör, su balçık beden, canı nasıl tutmus bırakmıyor?
• Yüzünün sevdası ile dikenlikler, nice defalar gül bahçesi haline geldi de güzel yaratma gücüne olan imanımızı artırdı.
• Ey ebedî ask! Su gönlümüzde kendini gösterip, canımızı balçık zindanından kurtararak, tek olan, esi olmayan Allah'a yönelttin.
• Ey nurlar saçan sabahımız! Gamlı ve kederli oldugumuz zamanlarda gönlümüzdeki gam dumanlarını dagıt, bize sevk ver, nese lutfet. Tali'imizin karanlık gecesinde; bir gündüz, görülmemis, isitilmemis, sasılacak bir gündüz meydana getir.
• Nerede o gözler ki onu izlesin; nerede hakîkatleri duyacak kulak, burhanlar düsünecek akıl?
• "Cüz'ler külle gidiyor. Reyhan reyhana, gül güle kavusuyor, her sey bizim dikenligimizin hapishanesinden kurtuluyor." diye can diyarından davul sesleri gelmege basladı.
Ey Söylenmemiş, Gönülde Kalmış Gam, Ey Uyuşmuş Akıl Defolun Gidin!!!
• Hoca gel, hoca gel, hoca bir kere daha gel! Ey hileci ay, gelmem deme, gel!
• Senden ayrı düsmüs asıgın halini gör. Kötülüklerle dolu olan dünyaya bak, ey hapishaneci padisah, mahmur susamısı görmemezlikten gelme!
• El de ayak da sensin, her var olanın varlıgına sebep de yine sensin! Sarhos bülbül de sensin, haydi gül bahçesine gel!
• Kulak da sensin, göz de sensin, her seyin seçilmisi de sensin, sen kuyudan çıkarılarak satılmıs Yüsufsun, kölelerin satıldıgı pazara gel!
• Gözde gizlenmissin görünmezsin, halbuki sen herkese can verirsin, bir kere de güle, oynaya gönülsüz ve sarıksız olarak gel!
• Günün aydınlıgı sensin, gamı yakan yandıran sevinç sensin, gecelerin aydınlıgı, ay ısıgı sensin, ey tatlılıklar, sekerler yagdıran bulut gel!
• Ey yepyeni dünyanın bayragı! Her akıl ve fıkir sana rehin olarak verilmistir, bazen geliyorsun, bazen gelmiyorsun, böyle yapma; bir daha dönmemek üzere tamamıyla gel!
• Ey perisan kabuslarla dolu olan gece git! Bir daha gelme! Ey söylenmemis, gönülde gömülü kalmıs gam, ey uyusmus akıl, defolun gidin, sizi istemiyorum! Ey uyanık baht, ey devlet gel, gel!
• Ey Nuh'un nefesi! Ey ruhun hevesi gel! Ey yaralanmıs merhemi gel! Ey hastanın saglıgı gel! __________________ Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda zevk içinde zevk vardır...
• Dün, sevgilim kederli, gamlı dostunu oksadı. Acılar çeken, sitemler tatmıs olan cana, tatlı sözteri ile kendi tadından tat verdi.
• Akla, akıl üstünlügü verdi, hos ögütleri ile kulaga küpe taktı, tadı tatlılıgı costurdu. Gözlere nur bagısladı.
• Bana; "Ey benim yüzümden zayıflayan, hasta düsen, perisan olan dost, ey benden ürken, korkan kisi, ben kerem sahibiyim, ben kendi satın aldıgım ku-lumu satmam." dedi.
• Dikkatle bak da gör: Sevgili ne yardımlarda bulunuyor? Bize nasıl ferahlıklar veriyor? Yüsuf, güzelligi ugrunda ellerini kesenleri arıyor.
• Ona; "Beni aciz, zavallı sanma!" dedim. "Kanlı göz yaslarıma da bakma, ey sevgili senin haberin yok, ben seni altınla islenmis atlas bir elbise gibi giymisim, seninle beraberim, beni kimsesiz sanma!"
• Kim de dünya sevgisini bırakıp Hakk'a yönelmek istegi varsa, o nefsini yendigi için sasılacak bir kisidir. Kendinden, kendi varlıgından kurtulmus bir canda, zevk içinde, zevk vardır.
• Allah askına sus, yersiz sözler söyleyerek, susma huyunu öldürme! Bu kasî-deyi uzatma, kısa kes; çünkü asîde geliyor.
"Kasîde, 9 İslamî edebiyatta bir nazım seklidir. Kafıye kurulusu gazel gibidir. Övgü siirleri oldugu için, beyit sayıları gazellerden fazladır. Asîde, nisasta, yag ve balla yapılan bir çesit tatlıdır. Dogu Anadolu yemeklerinden "hasuta" belki de "asîde" adlı Selçuklu yemeginden alınmıstır. Çünkü hasuta da nisasta, tereyagı ve sekerle yapılmaktadır. Midelerine düskün olanlar "Lokmasız sohbette yoktur faide / Rabbena ünzül aleyna Ma'ide"
Beri gel, daha beri, daha beri. Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? Bu hır gür, bu savaş nereye dek? Sen bensin işte, ben senim işte.
Ne diye bu direnme böyle, ne diye? Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye? İkisi de senin elin, ikiside, peki, kutlu ne, kutsuz ne?
Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. başımız da tek, aklımız da tek. Ne diye iki görür olup kalmışız iki büklüm gökkubbenin altında, ne diye?
Sen habire gevele dur bakalım, habire 'usul boylu birlik çam ağacı' de, sonu nereye varır bunun, nereye?
Şu beş duyudan, altı yönden varını yoğunu birliğe çek, birliğe. Kendine gel, benlikten çık, uzak dur, insanlara karıl, insanlara, insanlarla bir ol. İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane.
Erkek arslan dilediğini yapar, dilediğini. Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini. Tertemiz can canlığını işler, canlığını. Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini.
Ama sen canı da bir bil, bedeni de, yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine, hani bademler gibi, bademler gibi. Ama hepsindeki yağ bir.
Dünyada nice diller var, nice diller, ama hepsin de anlam bir. Sen kapları, testileri hele bir kır, sular nasıl bir yol tutar, gider. Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak, can nasıl koşar, bunu canlara iletir.
--------------------------------------------------------------
|
|
|