İnsanın dünyada bulunmasının temel gayesi kulluktur. Kulluğun seviyesinin tespiti de imtihanla mümkündür. Allah insanı çeşitli şeylerle imtihan eder. Bu imtihan bazen biraz korku, biraz açlık, mal, can ve ürünlerden eksiltmek şeklinde, bazen de ihsan ve nimet vermekle olur. Dolayısıyla hem zorluk, sıkıntı ve musibetler hem de iyilik ve güzellikler bizler için bir imtihan vesilesidir. Ancak Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle insan hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. ’Bir sıkıntı ve kötülükle karşılaştığında feryadı basan, iyilik ve ihsan karşısında ise cimri kesilen bir varlık olarak zikredilmektedir. (Meâric, 19-21)
İnsan geçmişte özellikle de çocukluk ve gençlik yıllarındaki yokluk ve zorlukları şikayetle değil, şükür gözyaşlarıyla anlatmalı, unutulmamalı ki bu yokluk, zorluk ve sıkıntılar, insanı Yaratıcısına yaklaştıran, hayal âleminden uzaklaştıran, gerçeklerle yüzleştiren, olgunlaştıran etkenler ve ahiret yurdu için de zenginliklerdir.
Zaman zaman pek çoğumuz torunlarımıza, çocuklarımıza ve gençlere, yeni neslin eskiye göre daha fazla imkanlara sahip olduğunu, hayat seviyesinin şimdi daha üstün olduğunu belirtmek için geçmişten örnekler veririz. Özellikle de yaşadığımız zorluk, yokluk ve çektiğimiz sıkıntıları, üzüntüleri birazda kendimize pay çıkararak anlatmaya çalışırız.
Yaşadığımız hayat inişli çıkışlı ve virajlarla doludur. Bazen bu virajlar çok keskindir ve büyük sabır gerektirmektedir. Peygemberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde, “İmanın yarısı sabır öteki yarısı da şükürdür.” buyurmuşlardır. İnsan, hayatındaki bu iniş, çıkış ve virajları vahyin ve sünnetin ışığı altında düşündüğü zaman, başlangıçta kendisine hoş gelmeyen olayların ne hikmetlerle, hayırlarla dolu olduğunu anlar ve görür. Bundan dolayı da şükrünü artırır.
Şükür; Yüce Yaratıcı'yı ve O'nun nimetlerini tanımak, bu nimetleri yerinde kullanmaktır.
Şikayet ise Allah (c.c.)’ın nimetlerine nankörlük ve saygısızlıktır.
Kur’an da Yüce Allah, “Şükrederseniz size nimetlerimi artırırım, nankörlük ederseniz azabım pek çetindir.“ (İbrahim, 7), “Şayet siz şükür ve iman ederseniz Allah size ne diye azap etsin? Allah şükrün karşılığını verendir, her şeyi bilendir.” (Nisâ, 147) buyurarak şükrün karşılığının nimetlerin, huzur ve mutluluğun artması; nankörlük ve şikayetin karşılığının ise sefalet ve azap olduğunu bildirmiştir. Yine Kur’an’ın ifadesiyle bizim için hayır görünen işlerde şer, şer görünen işlerde hayır olabilir.
Geçmişin şükürle yâdedilmesi gerektiği konusunda bazı önemli noktalar şunlardır:
1- Yüce Yaratıcı kullarını, yokluk, zorluk ve sıkıntılarla kendine daha çok yakınlaştırır. Çünkü sıkıntı hâlinde kul, itaat, ibadet ve taatla Yüce Yaratıcı'ya yönelir. Kendisi herkes tarafından yalnız bırakıldığı ve aciz kaldığı bir anda tek çarenin Yüce Yaratıcı'ya sığınmak olduğuna inanır, ona yönelir. Bu yaklaşma aynı zamanda Cenab-ı Allah’ın kula yaklaşması demektir. Bunun karşısında şükretmek gerekmez mi...?
2- Geçmişteki bu olumsuzluklar insana sabırlı olmayı öğretir, onu olgunlaştırır ve hayatın bazı gerçekleriyle yüzyüze getirir. Gerçek yaşama uyumu sağlar ve merhamet duygusu gelişir. Bunun karşısında da elbette şükür gerekir.
3- Bir nimetin kıymeti onun zıddıyla daha iyi anlaşılır. Sağlığın kıymeti hastalıkla, gençliğin kıymeti yaşlılıkla ve varlığın kıymeti yoklukla daha iyi anlaşılır. Bazen yokluk hâlinde neredeyse isyan derecesine varan itiraz ve şikayetler insana hem dünyasını hem de ahiretini kaybettirir. Rivayete göre Hz. Mevlana evinde yiyecek olmadığı zaman daha çok şükreder ve şöyle buyururmuş; “Allah’ım sana şükürler olsun ki, bugün evimiz peygamber evi gibi oldu.” Demek ki, geçici yokluklar da bir lütuf ve ihsandır. Bu lütuf ve ihsanlar karşısında şükür ve gözyaşı ile mukabelede bulunmak gerekmez mi?
4- Görevi sadece Allah (c.c.) ‘tan aldığı emirleri insanlara bildirmek, insanlığı cehaletten, felaketten kurtarmak, dünya ve ahireti ihya etmek olan iki cihan güneşi Peygamberimiz (s.a.s.), çektiği sıkıntılar ve üzüntüler karşısında bizim çektiğimiz ne ki...? Cebrail (a.s.) kendisine “Cenab-ı Allah sana soruyor, peygamberliğin zorluklarıyla nasılsın?” diye sorduğunda, Peygamberimiz, “Rabbim beni kulluğa kabul etti mi?” şeklinde mukabelede bulunmuştur. Acaba hiç düşündük mü, bu sızlanmalarımız, şikayetlerimiz onun bir ümmeti olarak ona bir saygısızlık ve Yüce Yaratıcı'ya karşı nankörlük olmaz mı?
5- Bu olumsuzluk ve sıkıntıların yanında Yüce Allah’ın verdiği nimetler düşünülürse, örneğin Müslüman bir anne babadan, minarelerin gölgesinde ezan sesleriyle dünyaya gelmemizin ve Müslüman olarak yaşamamızın karşılığını bize bu nimetleri verene karşı nasıl ödeyebiliriz? Ödemek mümkün mü? Yüce Allah’ın verdiği sonsuz ve sayısız nimetlerin yanında bu tür sıkıntılar hayatın çeşnisi, tadı ve tuzudur.
6- Şayet geçmişteki bu sıkıntılardan bazıları, birilerinin yaptığı zulüm ve haksızlıklardan ileri geliyorsa bu da sevindirici olup şükrü gerektirmektedir. Zulüm gören insan mazlum, yapan ise zalimdir ve kul hakkını gerektirir. Mazlumlar daima Yüce Yaratıcı'nın koruması altındadırlar ve birilerinden alacaklı durumdadırlar.
Üzerlerinde kul hakkı olmadıkları için rahattırlar, kuş gibi hafiftirler... İnsan, “Yarabbi, beni zalimlerden kılmadığından ve üzerimde de kul hakkı olmadığından sana sonsuz şükürler olsun“ diye secdelere kapanır ve birilerine karşı suç işlememenin rahatlık ve mutluluğunu yaşar. Bir mümin yukarıda belirtilen hikmetlerden dolayı Yüce Yaratıcı'sına daima şükretmeli, geçmişte yaşadığı anılarını şikayetle değil şükür gözyaşlarıyla anlatmalı vesselam...Selam ve dua ile Hacegan..