İnsan olarak yaradılış bakımından medeniyizdir. Toplu halde yaşamak zorundayız ve bu yüzden birbirimize karşı görevlerimiz vardır. Bu görevler ihmal edildiğinde toplum hayatı huzur ve uyum içinde devam etmez, herkesi etkileyen nice huzursuzluk, düzensizlik zuhur eder.
Her insanın hayatı mukaddestir, herkes yaşamak hakkına sahiptir. Hiç kimsenin hayatına haksız yere müdahale edilemez. Mücella dinimiz İslâm’a göre bir insanı haksız yere öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Bir insanın yaşamasına sebep olan da bütün insanlığı hayata kavuşturmuş gibi olur.
Aynı şekilde insanların fikirlerine, ilmî görüşlerine şiddet kullanarak karşılık verilmez. Herhangi bir fikir ve kanaate karşı çıkılacaksa, bu yine ilmî ve fikrî şekilde müdahale olmalıdır. Toplumun bâtılın şerrinden kurtulabilmesi, hakkı güçlü bir şekilde savunmak ve ayakta tutmakla mümkündür. Zorlayıcı bir tedbir uygulanacaksa bu ancak hukuk yoluyla olabilir.
Dinimizde herkesin namus ve şerefi masundur, yani koruma altındadır. Namus ve şerefe saldırının İslâm hukukunda ağır cezası vardır. Bunun için gıybet, iftira, alay etme, sövme ve kötü söz söyleme gibi taciz içeren fiiller kesinlikle haramdır.
Mülkiyet hakları da aynı şekilde koruma altındadır. İslâm’da herhangi bir kimsenin mülkiyet hakkına, uhdesindeki mülküne ve tasarruf hakkına karışmak haramdır. Herkesin kazancı kendine aittir ve meşru surette kazandığı mallarına müdahale edilemez.
Toplumun refah içinde ve medeni bir şekilde yaşaması ancak bu hak ve hürriyetlerle mümkün olur. İnsanların servet ve meslek bakımından değişik derecelerde olmaları ilahî hikmet ve ihtiyaç gereğidir. Herkes meşru şekilde çalışıp, maişet ve servetini helal yollardan kazanmalıdır.
Bu temel hak ve hürriyetlerin yanında müminler birbirlerine karşı çeşitli vazifelerle mükelleftirler. Dinimiz, inananların birbirleriyle hem-dem olmalarına, toplum halinde medenice yaşamalarına büyük önem vermiştir. Müslümanların birbirleriyle münasebetlerinde samimiyet, tevazu, iyi niyet, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi ve hayırseverlik esastır. Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Şu dört şey müslümanların senin üzerindeki hakkıdır: İyilerine yardım etmen, günahkârları için af dilemen, yoldan sapanları hakka davet etmen, tövbe edenlerini sevmen!”
Yine müslüman kimse kendi nefsi için sevip istediği şeyleri müslüman kardeşleri için de sevip ister. Kendisi için hoşlanmadığı şeylere müslüman kardeşlerini de layık görmez.
Efendimiz s.a.v.’in şu iki hadisi ölçüyü belirliyor:
“Müslümanların birbirlerini sevmede ve desteklemedeki durumları bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olursa vücudun diğer bütün organları rahatsız olur, uykusu kaçar.” (Buharî; Müslim)
“Müminin mümine karşı durumu, unsurları birbirini destekleyerek ayakta duran bir bina gibidir.” (Buharî; Müslim)
İman sahibi hiç kimse mümin kardeşine hiçbir şekilde söz ve fille eza vermez. Efendimiz s.a.v. buyurmuştur ki: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların selamette olduğu kimsedir.” (Buharî; Müslim)
Müslümanların karşılıklı haklarından biri de tevazu göstermek, kibirlenmemektir. Cenab-ı Mevlâ kendisini beğenmiş kibirli kimseleri sevmez.
Müslüman kişi, birinden duyduğunu diğerine götürerek dedikodu yapmaz, insanların kusurlarını araştırmaz, biliyorsa yaymaz. Çünkü dedikodu fitne ateşini yakar. Dedikodu olan toplumda karşılıklı güven, muhabbet ve saygı da yok olur gider.
Alimlerimizden Halil b. Ahmed rh.a. şöyle demiştir: “Sana karşı başkalarının dedikodusunu yapan, başkasına karşı da senin dedikodunu yapar. Başkası hakkında size ihbarcılık yapan, sizin hakkınızda da başkalarına ihbarcılık yapar.”
Mümin kişi, bir kişiye ne kadar kızarsa kızsın, onunla üç günden fazla küs kalmaz. Müminler herhangi bir sebeple küsmüş de olsalar, bu durumu devam ettirmezler. Çünkü kalplerinde düşmanlık ve kin duyguları yaşamaz. Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyurur:
“Bir müslümanın müslüman kardeşi ile üç günden fazla küs kalması, birbirini görünce yüzlerini çevirip gitmeleri helal olmaz. İki kişiden hangisi (barışmak için) önce selam verirse o daha hayırlıdır.” (Buharî; Müslim)
Yine Efendimiz s.a.v. buyuruyor: “Kim bir müslümanın hatasını affederse, kıyamet günü de Allah Tealâ onu affeder.” (Ebu Davud; İbn Mâce)
Hz. Aişe r.anha validemiz de şöyle der: “Rasulullah s.a.v. kendi nefsi için asla intikam almadı. Ancak Allah’ın bir yasağı çiğnendiği zaman Allah’ın emrini yerine getirmek için ceza verdi.” (Buharî; Müslim)
Küs kalmamak kadar dargınları barıştırmak, iki mümin arasında her nasılsa meydana gelmiş bir küskünlüğü gidermek lazımdır. Efendimiz s.a.v. buyuruyor: “Sadakanın en faziletlisi, dargınların aralarını bulup barıştırmaktır.” (İbn Hacer, el-Metâlibü’l-Aliyye)
Kısaca, müminlerin günlük hayatında karşılıklı selamet hakimdir. Konuşmalarımıza selam ile başladığımız gibi, cümlemiz Cenab-ı Mevlâ’ya karşı sorumlu olduğumuzun şuuruyla herkesin bedenen ve ruhen sağ salim bir hayat sürmesini isteriz. Dostlarımızı arkalarından savunur, suizandan sakınırız. Yaşlılara hürmet, çocuk ve düşkünlere merhamet ve şefkat gösteririz. Selam veririz, selam alırız, musafaha yaparız.
Temiz giyinir, güzel kokarız. Dostlarımızı ziyaret ederiz, davetlerine icabet ederiz. Büyüklerimize karşı hürmeten ayağa kalkarız, ellerini öperiz. Komşularımızın haklarını gözetiriz, onları kendimizden ayrı düşünmeyiz. Hastalarımızı ziyaret eder, cenazelerimizi uğurlarız. Mezarlıklara uğrar, ahirete göçmüş olanlarımızı rahmetle anarız.
Müslümanın dünya hayatı da huzurdur, ahiret hayatı da inşallah huzur olacaktır.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle…Hacegan....