Toplam bakislar: 1792 - Toplam yanitlar: 0 |
|
Ay İle Güneşim Geldi
Ayla güneşim geldi, bak göz ışığım geldi İnci kaynağım geldi altın pınarım geldi
Sarhoşum nice ondan coştu bakışım nurdan Özge şey mi istersin? Özge yoldaşım geldi!
O gümüş tenli güzelim girdi Yusuf’um kapıdan O yol kesenim geldi, tövbe bozanım geldi
Eski yoldaşım dinle! Dünden iyidir şimdi Müjde sarhoşuydum dün, ondan ulağım geldi
Dün fenerle ben kentte pek arandığım o kişi Gör bugün yol üstünde güller bostanım geldi
Sardı elleri belime hem kucakladı o beni Bir taç ve kemer sundu, işte sultanım geldi
Bak bahar ve bahçesine! Bak şarap kadehlerine! Bak coşan azıklarına! Gül şeker dalım geldi
O hayat suyumdur hey! Ben ölümden korkmam ki Ürkmem serzenişlerden, çünkü kalkanım geldi
Ondan yüzük aldım hey, ben Süleyman’ım artık Ah nasılda şahane, baştaki tacım geldi
Dert haddini aştıkça aşkta yolculuk ettim Yolculuktan ah Mevlam mutluluk payım geldi
İçki vaktidir şimdi şimşek çakıyor başta Uçmak vaktidir şimdi kol ve kanadım geldi
İşte parlamak vakti bir seher gibi parlak İşte gürlemek vakti çünkü aslanım geldi
Aldılar beni yerden, sözlerim yarım kaldı Vardım göğe dünyadan arlanış savım geldi
Mevlana Celaleddin Rumi.....
Tasavvufta şöyle güzel bir adet varmış:
Dervişin biri, yine bir dervişler topluluğu içerisine gelip, selam vererek oturduktan sonra, topluluk gelen dervişe “Merhaba!!” yerine “Aşk olsun!!” dermiş…
Derviş de “Aşkınız cemal olsun efendim!!” diye mukabele edermiş…
Bu sefer topluluk “Cemaliniz nur olsun!!” dediğinde,
derviş “Nurunuz ayn olsun!!”!” dermiş ve böylece selamlaşma bitermiş….
Tasavvufta aşk o derece içselleştirilmiş, o derece özümsenmiş ki…. Selamlaşma bile aşk üzerine kurulmuş… Tasavvufta bütün diyalogların böyle kalbi incelikler içerisinde cereyan etmesi ne kadar hoş değil mi?…
|
|
|