Hayat, sonu gelmeyen bir oyun mudur? Durmadan koşuşturduğumuz, köşe bucak kaçmalarımız veya yer değiştirmelerimiz…
Ölümün ne zaman bizi ebeleyeceğini bilmeden acı-tatlı ama gönüllü yaşamayı benimsiyoruz.; Ölüm, ancak başkasına dokununca veya bir ölüyü kendi elerimizle gömerken veya orada bulunmakla anlıyoruz ölümün varlığını.ve sonra hiç bir şey olmamış gibi kaldığımız yerden hayata devam ediyoruz!
Düşünüyorum; acaba hayaller kurarken kendi kendimize yalan mı atıyoruz? Gayet öyle ise faydalıdır diye düşünüyorum.
Bazen renkli, canlı ve kararlı olarak uzanabileceğimiz baloncuklar yaratırız; hep mutlu olma arayışımız vardır. Balonlar kolay patlayabilen şeylerdir gene de usanmadan, bıkmadan bunu tekrarlarız.
Hayaller birer düşse, düşler de birer rüyaysa ve hayat bir oyunsa acaba, “gerçek” nedir? Soruları aklımıza gelir. Gerçek: içinde bulunduğumuz an mıdır? Gerçek: Hakikattir.
Umut ile hayal benzer midir yoksa?
Umut; ummaktan doğan duygu, Hayal ise: özlenen şey, imge, hülya…aslında bakarsak bu iki kavram da kafamızda tasarladıklarımızın Ummanlığı içindeyiz., beklentiler içinde oluruz bir bakıma…
Her birimizin yarınlarda beklentileri vardır elbet, inanç, bizleri ayakta tutan en güçlü bağlardır ve umut da o kadar bağlayıcıdır; ummak, hayatla zincirleme bir reaksiyondur
Allah tarafından dünya sofrasına bir kere geliriz ve ansızın bir gün de yok olup gideriz. Bu zaman diliminde edimlerimiz bazen iyi bazen de kötülük yönünde gelişir. Hayata gelişimiz bazen yoksul, varsıl ve orta hali bir ailenin çocuğu olarak, gözlerimizi açarız dünyaya.
Çocukken, saflılığı, gençlikte aşırı istekçiliği, yaşlılıkta ise geçmişe ah etmekle geçiririz. Bin yıl yaşasak da ardımızda birileri “Dünyaya doymadan göçtü” derler belki bu abartılı bir istektir fakat hep böyledir. . Çünkü hayat doyumsuzdur. Bu doyumsuzluk içinde hep hayallerimizle, umutlarımızla yaşarız.
“Hayatın korkunç bir tadı vardır”
Ve aslında bizler zamanı değil, zaman bizi harcamak için vardır, bizler sadece belli bir süreçte yaşayan canlılarız diye düşünüyorum.
Bence, aşklarda da ufuksuz bir hayalle başlar, sonra hayallerimizi umuda çeviririz. Hayallerimizi dörtnala koşturan umuttur. İnsanların evinden uzaklara giderken, geri dönmesinin hayalini kurar. Tıpkı bir askerin, askere giderken daha ilk günden “şafak” tutması hayallin veya umudun rakamsal olgusudur bir bakıma.
Bununla beraber hayal ve umut, insanlar var oldukça bu iki kavram var olacaktır. Hayal ve umut din kadar nerdeyse elzemdir; din inancı da bir nevi umuttur. Allaha inanıp ibadet ederken Ahrette cennete gitme umudu vardır.
Allah, sadece insanlara düşünme, düşünebilme yeteneğini vermiştir. Hayallerin güzelse, güzel şeylerle ödüllenirsin, güzel bir dünyada iyi ve güzel yaşamak hepimizin hayalidir. Uyuyup, yarına uyanmak bile bir umuttur.
İyi ki umut ve hayaller vardır. Bu iki kavramlarla teknolojiler, icatlarla, keşiflerle dünya şekillenirken, insanlar da bol bol nasibini almıştır ve almaya devam edeceklerdir.
“Düşünüyorsam, varım” umutlarım da, hayallerim de vardır.
Bazen çeşitli yerlerde yaşayan insanlar hayal gücünün ürettiği olağanüstü şeyler gördüklerine inanıyorlar. Hayal edilenler ancak bu dünyada var oldu, buluşlar icatlar hep hayal ile başladı. Mesela Jules Verne, Aya Seyahati yazdığında aya henüz kimse gitmemişti.
Hayalcilerin sayesindendir, dünya üzerindeki değişimler, her yenilik ve her gelişmişlik hayal ürünlerin sonucuyla olmuştur. Akabinde, bu kültür, bilgi alışverişlerimizle büyük bir sosyal ağla her şeyden haberdarız. Bu bilgi ve öğretilerle hayatımızı renklendirip biçimlendirmişiz.