REKLAM

Paylaş:
RSS 1.0     RSS 2.0

Toplam bakislar: 1361 - Toplam yanitlar: 0

GONDEREN: Hacegan__ on 11/14/2011 00:18:02


İnsanın en hası eline, diline ve beline sahip olandır. Bunda ne şek var, ne de şüphe var. El, Dil ve Bel kelimelerinin ilk harflerinin EDB, yani EDEB kelimesini meydana getirmesi de bir tesadüf değil, bir tevafuktur. Çok güzel bir denk gelmedir. Eline, diline ve beline sahip olan kişi EDEBLi’dir. Bunlara sahip olmayan da EDEBSİZ’dir. 

Bu yazıda, el ve dil üzerine bir kaç kelam edeceğim İnşaallah. Bel konusunda dikkatli olmak ve bu hususta da din ve ahlak kurallarına uymak noktasında söz söylemeye dahi hacet yoktur. Herkes bunun farkındadır. Biz o hususu sizin vicdanlarınıza ve aklınıza havale ederek, el ve dil üzerinde kısa bir sohbete başlayalım.

Yunus ne diyor bir şiirinde;
"Dövene elsiz gerek,
Sövene dilsiz gerek,
Derviş gönülsüz gerek."

Bu şiir bizim söylemek istediklerimizi bir çırpıda anlatan eşsiz bir söz demetidir. Sayfalarca yazıya ne gerek! "Elsiz, Dilsiz ve Gönülsüz" olmak! Hayatta EDEB’in özü budur. Hayatta mutluluğun tam odak noktası budur. 

Derviş gönüllü olmak aynı zamanda, "gönülsüz" olmaktır. Dervişler hayatta en mutlu kişilerdir. Gerçek dervişlerden bahsediyorum tabii ki! Derviş demek, hayatta beklenti içinde olmamaktır. "Sıfır beklenti, sonsuz mutluluk demektir." Bizi mutsuz kılan beklentilerimizdir. Meşhur bir hikayedir. Bir derviş ile bir yüksek mevkiideki zat arasında bir konuşma geçiyor. "Sen şunu şunu oldun, en sonunda ne olacaksın" diyor derviş. O zat da, "işte en fazla bir sadrazam, bir vezir olacağım" diyor. Derviş soruyor, "ondan sonra ne makamı var" diyor. O zat yalnızca "hiç" diyebiliyor. Yani “makam bitiyor” diyor. Derviş de diyor ki, "ben zaten şimdi ordayım", yani bir "hiçim" diyor.

Ne mutlu bu mânâları anlayıp da ruhlarında bu mânâ ile hemhâl olanlara! 

Bizi zora sokan ve hayatta hırslı yapan elimiz, dilimiz ve gönlümüzdür. Gönlümüz bu dünyaya sıkı sıkı bağlıysa, bu dünyadan başka bir dünya tanımıyorsa, mazallah, hem elimiz, hem dilimiz bizi alıp da "ateşe" götürür. Derviş gönüllü isek, dilimizi ve elimizi de ona göre ayarlarız ve hırstan, yanlıştan, gurur ve ucbdan uzak dururuz. 

Geçen gün, yatağa yatarken, şu düşüncelerle yattım. Düşüncem şu noktada yoğunlaşmıştı. "Tamam, yatsı namazını kıldım, sabah namazını da kılacağım. Fakat, bunlar yetmez. Dilimiz hep dedikodu, hep gıybet, elimiz hep ne gelirse gelsin cinsinden, haram-helal ayrımı yapmaz ise, bu namaz kesinlikle işe yaramaz" diye düşündüm.

Yine Yunus’umuza kulak verelim;
"Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil."

Hayatta, kurtuluş ne namazdadır, ne oruçtadır, ne hactadır. Kurtuluş, namaz, oruç, hac ve diğer ibadetlerle birlikte EDEB’tedir. Ele, dile, bele sahip olmakta ve gönülsüz olmaktadır. 

Yunus Emremiz diyor ki, "dövene elsiz, söğene dilsiz ol." Bu elbette ancak "gönülsüz" bir kişilik yapısıyla mümkündür. Bu elbette dervişlikle mümkündür. Bunu yapmak ancak tasavvuf ve tarikat ehlinin işidir. Bu çok çok zor bir iştir. Bunu başarmak zordur. Yani, "dövene elsiz, söğene dilsiz olmak her kişinin kârı değil, er kişinin kârıdır."

Derviş olmak zor ise, bari şeriat ehline uy. Tarikat ehlinde gönül olmaz, şeriat ehlinde gönül olur. Sen de gönül var ise, burada da şu ölçüye uy! Burada ölçü şudur:"Dövene elsiz olma, fakat, aynıyla karşılık ver, sakın haddi aşma. Sövene aynıyla karşılık ver, ancak sınırı aşma.Hakkını meşru müdafaa ölçüleri içinde ara ve haktan, hukuktan ayrılma. En güzeli de affedici ol." 

Bizim hedefimiz işte yukarıdaki iki şıktan biri olmalıdır. En güzeli de sanırım, "elsiz, dilsiz ve gönülsüz" bir hayat yaşamaktır. İnşaallah, bunu başarırız.

10/05/2024



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***