Yine zayii olmuş bir günün içerisindeyim… Ellerinden başka hiçbir şeye dokunmak gelmiyor iç’imden…
Yokluğunda üstüme bulaşan kederden olsa gerek...
Hani Şehr-i Yâr derdim ya İstanbul’a yokluğunda öğrendim ki zalimmiş kentim… Öğrendim; yedi tepe değil İstanbul… İstanbul dört duvar…
Bir avuç içi sıcaklığında yaşamayı umarken duvarların soğukluğu düşüyor üstüme… Karanlıkta çaldığım ıslık yetmiyor korkumu yenmeme… Cân’ım çıkmaya çalışıyor ben tutmaya çırpındıkça… Öyle ya se(si)ni yaşam bildim ben sevgili… Kulağına fısıldadım düşlerimi nice gecelerde…
Düş'lerim dedim de düş'tü dilime yine hangi kelime ile ifade edersem edeyim tam eşitliğini bulamadığını bir kelâm... "Özledim Se(si)ni"
Derin kuyulara mı atıldın ki ses vermiyorsun… ? Eşkıyalar mı kesiyor bana gelecek cümlelerinin önünü… Yık geç bu ablukayı izin verme işgale sevgili...
Yokluğunda bir tek gecenin matemi konuşur benimle... An gelince duyacağım o söylemediğin cümlelerini duyana kadar kapadım ellerimle kulaklarımı...
Masalımı yüreğinde saklayan yâr ! Sûret sarayı inşa edip adını İstanbul’mu koydun yoksa… Ne yana baksam sen… Ve ben Hz. İdris’in iğnesi ile yamalar yapıyorum yıpranan umuduma…
Bir cebimde umut bir cebimde korkular tufana direniyorum tüm gücümle… Ne yapmalı söyle Yâr… ? Ne yapmalı… ? Nuh’un gemisine saklamaya çalışsam sığar mı bu sevda… ? Davud’un zırhını giysem yokluğun yine yaralar açabilir mi bende…