REKLAM

Paylaş:
RSS 1.0     RSS 2.0

Toplam bakislar: 1902 - Toplam yanitlar: 0

GONDEREN: Hacegan__ on 10/06/2011 03:58:34


Alemleri bilinen ve bilinmeyen varlıklarıyla yaratan ve varlıkları terbiye eden Rabbimiz, kullarının aile ve toplum hayatlarında güven ve huzur içinde olmalarını murad etmektedir.

 

O, bu amacın gerçekleşmesi için insanlığın var oluşundan itibaren peygamberler ve kitaplar göndermiş, emirler ve yasaklar bildirmiştir. 

İnsanoğlunun hayatında en önemli husus, güven dolu, huzurlu bir yaşam sürebilmektir. Hayat hakkı dokunulmazdır; bu durum medeni kanunlarda dahi güvence altına alınmıştır. Her insanın huzur ve güven içinde temel hak ve özgürlüklere sahip olarak yaşaması en tabii hakkıdır. Bu hakkın ortadan kaldırılmasına yol açabilecek tutum ve davranışlar fertlerin ve toplumun ahengini zedeler, huzur ve saadetin temellerini sarsar. 

İnsanoğlu toplum içinde yaşadığından, topluma karşı sorumlulukları olduğunu asla unutmamalıdır. Birlikte yaşayan insanlar birbirlerinin hak ve hukukuna saygı duyarlarsa o toplum huzurlu olur. Toplumun huzuru ve sükunu için çıkarılan yasalara uymak, her şeyden önce o toplumu oluşturan fertler için gereklidir. Aksi takdirde kargaşa, anarşi ve haksızlık başgösterir. 

İnsanoğlunu mahlukatın en şereflisi kılan ve en güzel biçimde yaratan Rabbimiz, peygamberlerini örnek insan modelleri kılmıştır. Onlar, gönderildikleri toplulukları iyiye, güzele, hak ve hukuka riayete; kısaca örnek fert ve temiz toplum olmaya davet etmişlerdir. Gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri din İslâm'dır ve dünya ve ahirette insanları huzura, mutluluğa ulaştırma gayesine yöneliktir. 

İnsanlarda Allah inancının yerleşmesi, onları kötü duygu ve düşüncelerden arındıran ve muhafaza eden en önemli bir unsurdur. Rabbini bilen, O'na iman eden insan kolay kolay kötülük edemez, hak yemez, yolsuzluk ve suistimalde bulunamaz, görevini ihmale alamaz. Zira bu insanda Rabbine karşı hesap verme sorumluluğu bulunmaktadır. Yaptıklarından Allah'ın haberder olduğunun bilincindedir. İşte bu anlayışa Allah korkusu diyoruz. Habib-i Kibriya s.a.v.'in mübarek beyanına göre de “Hikmetin başı Allah korkusudur.” 

Ecdadımız da “Allah'tan korkandan korkma; korkmayandan kork” demişlerdir. Gerçekten de Allah inancı kalbine yerleşmeyen, Allah korkusu nedir bilmeyen insanların bir anda nefislerine uyarak nedenli kötülükler, cinayetler, yolsuzluklar ve cürümler işlediği görülmektedir. 

Dinimiz, insanın meşru ölçüler içerisinde kalarak, yine meşru olan dünya nimetlerinden istifade etmesini bildirmiştir. Bu istifade için gaye meşru, vasıta meşru olmalıdır. İslâm dışı dünya görüşlerinin yönlendirdiği üzere amaç için her türlü vasıtanın meşru görülmesi mümkün değildir. Aksi halde toplumda ahlâktan, karşılıklı sevgi-saygıdan, huzur ve güvenden söz edilemez. 

Mücella dinimizin insanda oluşturmak istediği üstün meziyetlerden birisi de emin olmak, güven telkin etmektir. Toplumun güven telkin etmesi, fertlerinin güvenilir olup olmamasıyla alakalıdır. Bunun içindir ki İslâmiyet güven telkin etme konusuna özel bir önem vermiştir. O kadar ki, Mukaddes Kitabımız Kur'an -ı Kerim, Ehl -i Kitap'tan bile güven veren insanları överek anmıştır. İnsanlığa örnek olmak üzere vazifelendirilen bütün peygamberlerin en bariz vasıflarından biri, Allah'ın mesajını insanlara tebliğ etmekten, insanlar arası ilişkilere varıncaya kadar her açıdan güvenilir olmalarıdır. 

Fahr -i Alem s.a.v. Efendimiz de, risaletinden önce cahilî bir toplumda yetişmiş olmasına rağmen, dürüstlüğü, güzel ahlâkı ve emanete asla hıyanet etmemesi gibi hasletleri sebebiyle “ Muhammedü'l -Emin” diye adlandırılmıştır. Peygamberlere vahiy getirmekle vazifeli Cebrail a.s. da yine Kur'an-ı Kerim'de “emin” sıfatıyla anılmıştır. 

Habib-i Kibriya s.a.v. Efendimiz'in ümmeti de güvenilir olmak zorundadır. Hadis-i şerifte: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanlan emin olduğu (güvende olduğu) kimsedir.” buyurulmuştur. 

Gerek fert, gerekse toplum için güven meselesi çok önemlidir. Bu önem hayatın her alanında kendini hissettirir. Komşuluk, akrabalık, arkadaşlık, ticaret, yolculuk, ilim, aile... her yerde, her zaman varlığını etkin biçimde hissettirir. Mesela aile fertleri arasında karşılıklı güven yoksa, o ailede huzurdan bahsedilemez. Güven vermeyen insanla arkadaşlık olmaz. Güvenilir olmayan esnafla ticaret yapılamaz. 

Kısaca güven, herkes için çok önemli ve çok lüzumludur. Kişi emin, yani güvenilir değilse, hem kendisi hem de içinde bulunduğu cemiyet için bir huzursuzluk kaynağı olur. 

Emin insan emanete sahip çıkan, hıyanet etmeyen insan demektir. Emanete hıyanet, hadis-i şerifte münafıklığın alametlerinden sayılmıştır. Burada sözü edilen emanet maddi olduğu gibi, manevi de olabilir. Bir başkasının sırrını ifşa etmemek de emanet ve güvenle alakalıdır. 

Güven, kazanılması zor, kaybedilmesi kolay olan bir haslettir. Bunun için güvenin zayi olmamasına çok dikkat etmek lazımdır. Bir şekilde zayi olduğunda tekrar kazanılması, tazelenmesi gerekmektedir. Tazelenmezse zamanla tamamen kaybolur gider. İnsanın izzeti de zilleti de kendi elindedir. İzzet ya da zillet sahibi olmak da, güvenilir olmakla yakından alakalıdır. 

Mümin kul, inancının gereği olarak güven telkin etme konumundadır. Her mümin yaşadığı toplum içinde ne ölçüde güven ya da güvensizlik telkin ettiğini kontrol etmeli, düşünmelidir. 

Toplumda güven sarsılınca bütün ilişkiler özü itibarıyla bir anda yıkılır. Yere düşen cam vazo misali parça parça olur. Eşler arasında, çocuklarla ebeveynler arasında, işverenle çalışanlar arasında, yönetilenlerle yöneticiler arasında, devlet ile millet arasında güven olmadığı zaman, hakikatte hiçbir iş iyi gitmez. Böyle bir güvensizlik ortamında insanlar potansiyelini kullanamaz. İçindeki güzelliği dışa vuramaz. Yapabileceklerini yapamaz, yenilikleri deneyemez. Hayat adeta robotlaşır, maddi ve manevi kazanç yolları kapanır. 

İslâm, temiz ve huzurlu bir toplumun teşekkülü için beş ana esasın muhafazasını zorunlu görmektedir. Bunlar: 

* Dinin, 

* Canın, 

* Neslin, 

* Malın, 

* AkIın muhafazasıdır. 

Bu esasların, toplum hayatının düzeni açısından hayatî önemi vardır. Medeni milletler de varlıklarını sürdürmek için bu esasların zorunlu olduğunu bilir, buna göre önlem alır. 

Günümüzde insanlar daha çok maddi imkana sahip olmak, daha fazla zevke, daha çok refaha ulaşmak için kıyasıya bir yarış içindedirler. Asla unutulmamalıdır ki, maddî varlık her şey demek değildir. Sınırsız maddi imkan , zevk ve sefa insanın huzur ve tatmini için yeterli değildir. Zira insanoğlu ruh ve bedenden müteşekkildir. Bedenin yanı sıra ruhunun da doyurulması gerekir. Esasen ruh doygunluğu, belli ölçüde bedensel mahrumiyetle, yasaklarla mümkündür. 

İnsanların manevi taraflarını ihmal etmemek, dinî vecibelerini iyi bir şekilde telkin etmek gerekir. Çünkü din ona “Allah'tan kork; ulü'l -emre itaat et; ana ve babana hürmette bulun; muhtaçlara yardım et; israfa, sefahete düşme; çalış, helalinden kazan; yalan söyleme; adaletten ayrılma; hile ve desiseye sapma; içki ve kumara yönelme; emanete riayet et...” diye emreder. Aksi yönde hareket edersen dünyada rezil, ahirette sefil olursun, der. 

İşte bütün bunlar toplumun huzur ve sükununu , yükselmesini ve gelişmesini hedefleyen birer ilkedir. Bu ilkelere inanan, hayatına geçiren kişi hem Rabbi'nin hukukuna riayet etmiş olur, hem de insanların ve bütün mahlukatın hukukuna riayet eder. Yurduna, milletine ve bütün insanlığa iyilikten geri durmaz, bağlı bulunduğu toplumun şerefli bir üyesi olur. 

Mademki toplumun huzur ve güveni, gelişmesi ve yükselmesi en büyük emelimiz, hayalimizdir, o halde ahlâkî hastalıkları manevi ilaçlarla tedavi etmek, insanlarımızı dinimizin gösterdiği istikamette kurtuluşa yöneltmek, kopmuş olan sosyal bağları yeniden onarmak gerekir. 

İşte bu merhaleye varıldığında, artık “her hikmetin başı Allah korkusudur” sırrı tecelli etmiş, her gün biraz daha susayan dünyamıza hakiki huzur menbaı sağlanmış olur. 

Rabbimiz'in tevfik ve inayeti ile…

11/24/2024



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***