REKLAM

Paylaş:
RSS 1.0     RSS 2.0

Toplam bakislar: 1640 - Toplam yanitlar: 0

GONDEREN: nevval on 07/07/2009 11:24:50




Nüfus sayımında bulunmuş, oy kullanmış fakat hiç kimse kimliğini sormamış. Doğduğu günden beri yetmiş beş yıldır ne devletin onunla, ne de onun devletle hiç tanışma fırsatı olmamış

Sureti nar ağaçlarına benziyor Nazire Teyze’nin. Vadinin orta yerinde, çocuklar için sevgiyle büyüttüğü kan kırmızı narlarıyla bütünleşen bir nar ağacı. Köklerinin altından, ormanın tenine dokunarak, denize yol alan kader nehrinin veremlisiymiş gibi ona dokunamadığının farkında. Yine de narlarını bir damla suya muhtaç olmadan yetiştiriyor. Kırmızılığı kanıyla, tatlılığı kendisinden esirgenen özverisiyle ve tazeliği içinde kıvrılıp yatan sevgisiyle…

Yüzündeki ince kıvrımlar, derin ayrılıklar, yabancı yollar, hiç bitmiyormuş gibi gelen çizgilerden kendinizi alamıyorsunuz. İzleyen, gözlemleyen, sorgulayan, sevgisiyle hapseden, şefkat dolu bakışları sarıp sarmalıyor sizi.

Sonsuzluğa akan zamanın farkında değil. Yalnız güneşin batışı ve doğuşuyla yön veriyor hayatına. Takvimler, yıllar anlamlarını yitirmiş. Fi tarihine terkedilmiş anılarıyla yaşıyor. Tarih yabancı bir kelime ona.
Yüzünü daha da güzelleştiren her çizgi, yaşadıklarının tarihini tutan sır defterlerini andırıyor. Yaşını sorduğumuzda, çizgilerine ayna tutup, kendinden emin, cevap veriyor:

-Yetmiş beş.

Başka çaremiz kalmayınca, ikna oluyoruz elbette. Adı Nazire, soyadı yok. Annesi, babası, doğduğu yer, tarihi, sicil numarası, medeni hali, ona ait hiçbir bilgi yok. Kocaman bedeninin altında ezilen bir "hiç" O.

Varolmanın dayanılmaz umursamazlığıyla karşı karşıya kaldığı yetmiş beş yıl boyunca bir hayalet gibi dolaştı bu ülkede. Polisler ondan şüphelenmedi, hastaneler tedavisini "yapmadı", sayım memurları yetmiş beş milyon küsurluk nüfusa eklemedi, seçim memurları kullandığı oyu geçerli saymalarına rağmen onu hiç sorgulamadı. Elinde ne diploma, ne ikametgah belgesi, ne de nüfus cüzdanı, yaşadığına dair hiçbir resmi evrakı yoktu. Ne devletin onunla, ne de onun devletle hiç tanışma fırsatı olmadı.

“Boyumun kısalığından mı acaba” diye gülerek soruyor.

Her köşe başında bir arama noktasının bulunduğu bu ülkede, nüfus cüzdansız günlük yaşamını nasıl sürdürdüğü çok ilginç. Hayatının büyük bir kısmını köyünde geçirdiğinden böyle bir sorunla karşılaşmaması ise insanı şaşırtıyor.

Yakın çevresi ve akrabaları uzun dönemler devletin çeşitli kurumlarında görev almış. Kocasının amcasının oğlu ağır ceza hakimliği yapmış, hakimin oğlu Sultanahmet Adliyesi’nde savcı, yine amcası otuz yıl, dedesi yaklaşık otuz yıl ve kocası yirmi yıl köyde muhtarlık yapmış fakat Nazire Teyze elinde bu derece güçlü olanaklar var iken, kardeşlerinin aksine bir kimlik sahibi olamamış.

“Neden böyle, niçin sana kimlik çıkartılmamış?” diye sorduğumuzda, O yine bildiğini okuyor ve hayatında kendisine ilke edindiği duruşunu sergileyerek, hiç kimseyi suçlamıyor.

Ardahan’ın bir köyünde yetmiş beş yıl önce dünyaya gelmiş. Annesi ve babasının dört kız bir erkek, beş çocuğundan ikincisiymiş. Yörenin en zengin ağalarından dedesi Gazi Ağa, torununu okutmayı düşünmemiş. O yıllarda köyde okul olmamasına rağmen, zengin aileler çocuklarını okutabiliyormuş.

Hikayemizin “Peri Kızı” yirmili yaşlara geldiğinde evlenmiş. Biz de tam bu noktada mutlu bir gelişme beklerken, Nazire Teyze, bizi, o çok istediğimiz yanıttan mahrum ediyor. Filmimiz istediğimiz gibi gelişmiyor ve kocası resmi nikah yapmıyor. Neden resmi nikah yapılmadığını biz anlayamazsak da, Nazire Teyze "ders alarak" anlamış. Çok değil, evlendikten altı yıl sonra, kocası kabahati eşine yükleyerek, çocuklarının da olmamasını bahane edip üstüne kuma getirmesiyle bu ülkede çocuksuz olmayınca bir "hiç" olarak sayıldığının, hatta resmi evraklarda bile "yaşamadığı"nı ve kadınların haklarını savunacak kadar çaresiz kaldıklarını acı bir tebessümle kavramış.

Aradan yıllar geçmiş… Kocası, yeni eşinden dört oğul, iki kız evlat sahibi olmuş. Büyük oğul evlenince Nazire Teyze’yi yanına almış. Ve O, kumasının çocuklarını kendi çocukları gibi sevmiş. Şimdi hayatının son demlerini, hastalıklarının azdığı zamanlar dışında, mutlu bir şekilde geçiriyor. Tek üzüntüsü nüfus cüzdanının olmaması nedeniyle, hastanelerdeki tedavilerinde engeller çıkartılması.

Hikayemiz burada bitmiyor, yakın zamanda yaşadıkları daha da can alıcı. Yetmiş beş yıl kimliksiz yaşayan bir insan öldüğünde gömülemiyor. Bu durumu önceden gören ve karşılaşacakları resmi şartları hesap eden yakınları, çok geç kalsalar da Nazire Teyze’ye kimlik çıkartmak için bütün olanaklarını seferber etmişler. Teyzemize de hayatında eksikliğini hissetmediği o pembe kağıda sahip olma imkanı doğmuş. Kimliği olmayan birisine sonradan kimlik çıkartmak kimliksiz yaşamaktan daha zor. Kimlik tespit işlemleri için hakim karşısına çıkartılınca, hakim eşine fırça atıp; -“Bu ölüyü niye getirdiniz” demiş.

Bu laf çok zoruna gitmiş, yığılıp kalmış sandalyesine. Hakimin istekleri doğrultusunda DNA ve kan örnekleri alınmış ama yine de İstanbul’da kayıt işlemlerinin yapılamayacağı, doğduğu köyde yaşlılardan oluşturulacak bir heyetin nüfus müdürlüğünde nüfus cüzdanı almak için başvuran kişinin yaşadığına dair şahitlik yapması ve zatın kardeşlerinin de buna yemin etmesi gerektiği söylenmiş. Nazire Teyze’nin yakınları da onca işlemi vakit ayırıp nasıl yapacaklarını düşünüyorlar. Nazire Teyze ise, bütün bu keşmekeş içinde yakınlarının çabalarını anlama gayreti içinde hayatını yine izlemekle kalıyor.

Hayatını anlatmaya karar verdiğimde, ondan izin almadım. Çünkü eşinin vereceği aşırı tepkiden çekinerek reddedebilir veya “gazeteye çıkmanın” çevresi tarafından “ayıp” karşılanacağını düşünebilirdi. Yazının yayınlanmasının ardından verilen tepkiler ne yazık ki tahmin ettiğim gibiydi.

Aradan bir yıl geçti…

Arayıp her ne kadar sitem etse de, yine de beni görmek istediğini iletti. Mahcuptum. Ama belki ona “neden yaptığımı” anlatırsam her şeyin değişebileceğini düşündüm.

Gittim. Kapıyı açtığında her biri ağaç kovuklarına benzeyen yüzündeki çizgilerine bir öpücük kondurdum ardından yanaklarını bir çocuk şımarıklığıyla avuçlarımın arasına alıp, okşadım.
Eliyle “bekle” işaret yaparak, kat kat giydiği fanilasının içine elini daldırıp, içinden pembe bir kağıt çıkardı. Nüfus cüzdanını havada sallarken, belki de trajikomik durumuna içerleyerek gülümsedi. Gözlerinden okuduğum “teşekkür ve minnet” kelimesi beni öyle mutlu etti ki! Kimliklerin “hayati” öneminin olmadığı bir dünya özlemiyle bitti filmimiz.

12/26/2024



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***