MUHAKKAKKİ ALLAH SABREDENLERLE BERABERDİR
Her dakika her saniye birşeyler almıyor mu insan ömründen? Yada ömrüne ömür katan anları olmuyor mu insanın? Zamanı ne geri alabilmek mümkün, ne de geleceği görebilmek. Yaşadığın andaki en ufak bir mutluluk yetmez mi yarınlara güzel bakmaya? İsyan etme lüksün yok. Yaradan karşısında ne haddine! O değil mi ki sana şah damarından yakın olan? O değil mi ol dediğinde olduran. O değil mi her şeyi hem veren hem de alan.. Senden tek isteği O’na kulluk yapman. Sabretmek değil mi kalbini nurla dolduran? Karamsar olmak neye fayda! Dalından kopup savrulsan da, kuru bir yaprak olarak bir köşede çürümeye yüz tutsan da, rüzgar değil midir senin yolunu belirleyen? Peki ya rüzgara yönünü bildiren..?
Ey dertlerini dağlardan büyük sanan insanoğlu!
Görmez misin dermanı verecek olan herşeyden ulu!
Şah damarından yakın olan Rabbinden başka,
Kim verecek sana mutluluğu, huzuru..?
Allahu Teala bir ayetinde "… Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik" (İbrahim Suresi, 1) sözleriyle Kuran'ın insanları karanlıklardan aydınlıklara çıkarıcı özelliği olduğunu bildirmiştir. Kuran'da bildirilen, insanları karanlıklardan nura çıkaracak yollardan birisi "sabretmek"tir. Sabır aslında başımıza gelen herhangi bir musibette gösterilen bir davranış biçimi değil; tam anlamıyla bir ahlak özelliğidir. Sadece kötü durumda olduğumuzda değil, hayatın her anında; mutlulukta, hüzünde, acıda sergilememiz gereken istikrarlı tutumdur.
Sabır karşılaştığımız zor durumlarda bizimle olmalıdır. Bir süre sonra artık dayanılmaz duruma gelindiğinde söylenen ‘başa gelen çekilir’ veya ‘katlanmalıyım’ gibi sözler boştur. Asıl sabretmemiz gereken,o andaki durumumuzdur. Ahlakımızdan taviz vermeden, gerek ölüm, gerek iflas, gerekse ruhani sıkıntılara o anda sabretmeliyiz ki; Rabbimizin rızasını kazanabilelim. Buna en güzel örnek elbette ki alemlere Rasul olarak gönderilen Hz.Muhammed (sav)’dir. Kendisi çocukluk yıllarından itibaren her türlü cefayla karşılaşmış, fakat hiç birinde en ufak bir isyan girişiminde bulunmayıp bilakis, o güzel ahlakını Rabbine olan kulluğuna yakışır biçimde sergilemiştir. Başta en kıymetlisi olan dedesi olmak üzere amcasını , çocuklarını, hanımını kaybetmiş yeri gelmiş aç kalmış yeri gelmiş hor görülmüş.. Ama bir an olsun isyan etmemiştir. Rabbine daha çok yönelip her zaman ondan hayırlısını istemiştir.
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde sabır gösterilmesi gereken zamanı şöyle vurgulamaktadır. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, (çocuğunun) mezarı başında (bağıra-çağıra) ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona: “Allah’dan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın: Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felâket, senin başına gelmemiştir, dedi. Kadın Hz. Peygamber’i tanıyamamıştı. Kendisine, onun Peygamber (s.a.v) olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber in kapısına koştu, orada kapıcılar yoktu. (Özür beyân etmek üzere Hz. Peygamber’e): Sizi tanıyamadım, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: “Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır” buyurdu.
İnsanların dertlerini ele alacak olursak; kiminin mal mülk olmuş derdi, kiminin şan şöhret..! Peki nerede kaldı Allah’ın rızasına erişmek. Zorlu bir dünya hayatı geçirmekteyiz. Ömrümüzü aynı seviyede geçirmek neredeyse imkansız. Zenginin zenginliğini koruması, fakirin durumuna boyun eğmesi, imansız bir yaşam sürmek veya imanımızı muhafaza, elbette zor. “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.”buyuruyor Rabbimiz. Her güçlükle beraber bir kolaylık var ise o zaman güçlük başımıza geldiği zaman feryat figan etmeden sabır göstermek gerekir. Çünkü sabır gelen sıkıntı karşısında katlanmak değildir, gelen sıkıntıya göğüs germektir.
Allahu Teala başka bir ayetinde: ““Mükâfatın büyüklüğü bela ve musibetin büyüklüğüne göredir. Allah sevdiği topluluğu belaya uğratır. Kim başına gelen bela ve musibetlere razı olup sabrederse Allah ondan hoşnut ve razı olur.” diyor ve Rasulüde bir hadisinde şöyle buyuruyor: “"Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü hatta ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun sebebiyle mü’minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur.” O halde bizlerdeki bu gam niye? Herşey ondan. Veriyorsa bir dert, vardır elbet bir bildiği. Biz karşısında aciz olduğumuz Rabbimizin sadece emir ve yasaklarına uymakla yükümlüyüz. İsyan etmek yok, feryat figan yok ona olan sorumluluğumuzda.
“Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın.”(Al-i İmran Suresi, 200) Biz, yaradılmışların en üst mertebesindeki, insaniyet makamı ile şereflenen varlıklar olarak neresinde duruyoruz bu hayatın vazgeçilmezi sabır mücadelesinde..? Eğer biz O’ndan razıysak ve O’nun da bizden razı olmasını istiyorsak, bizi kusursuz yaratmasının karşılığında O’na olan şükrümüzü her halimiz ve tavrımızla, layıkıyla yerine getirmeli, hayırda da şerde de O’na sığınıp sabrımızı huzuruna bahşetmeliyiz.
“Allahım fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan ve sabretmeyen nefisten,
icabet edilmeyen duadan sana sığınırım.”Hz.Muhammed (sav).
SuKuT