İslam dini güzel ahlaka önem vermiş ve Peygamberimiz (s.a.v) de: “Ben ahlaki güzellikleri tamamlamak üzere gönderildim.” (İbn Nanbel, Müsned,II,381) buyurmuştur. Hz. Peygamberin (s.a.v) ahlakının da en güzel ahlak olduğunu Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde “ Sen elbette yüce bir ahlak sahibisin”(Kalem/4) buyurarak ifade etmiştir. Ahlaki güzellikler insanı yüceltir. Meleklerden bile üstün hale getirir. Kötü ahlak da insanı küçültür ve şeytandan bile daha kötü duruma düşürür.
Tevazu (alçak gönüllülük), ihlâs, samimiyet, kanaatkârlık, sabırlı olmak, adalet, nimetlere şükür gibi huylar güzel ahlaktır. Buna mukabil kibirlilik, yalancılık, küfür, dedikoduculuk, su-izan, laf getirip laf götürmek, riyakârlık, nifak gibi huylar da kötü ahlak olarak tanımlanmaktadır.
Mümin güzel ahlakla bezenmeli; zira insanı küçülten, insanlar arasında sevimsiz hale getiren kötü huylardır. Bu kötü huylardan birisi kibirdir. Kibir; büyüklenme, insanlara tepeden bakma, başkalarını hor ve hakir görme hastalığıdır. Allah (cc) kibir hastalığından sakınmamız için muhtelif ayetlerde bizleri uyarmıştır. Kur’an-ı Kerim’de kibirlenenlerin nasıl helak oldukları bildirilerek bunlardan ibret almamız istenmiştir.
Başta şeytan olmak üzere, Karun, Firavun, Nemrut, gibi kibrine mağlup olanların durumlarını anlatarak bizi tevazua davet etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v) “ Tevazu sahibini, Allah yüceltir, kibir sahibini de alçaltır” (Taberani Mucemül Kebir 8751) buyurmuştur.
Kibrin zıddı tevazudur. Tevazu ise güzel ahlaktır. Peygamberimiz (s.a.v) bunun en güzel örneğidir. Çocuklarla çocuk, büyüklerle büyük olmuştur. Kibir insanı yalnızlığa sevkeder. İnsan ne kadar kendini büyük görürse görsün neticede Allah’tan büyük olamaz. Ne kadar kendini güçlü hissederse etsin Allah’tan güçlü olamaz. Bu nedenle kendini güçlü kuvvetli gören nice sultanlar, nice hakanlar, nice krallar Allah’ın gücü karşısında savunmasız kalmışlar, hatta yok olup gitmişlerdir.
Nemrut, kendini yücelerde görmüş, ilahlık iddiasında bulunmuş, ama sonunda ordusuyla birlikte sivrisinek ordusuna mağlup olmuş ve helak olup gitmiştir.
Firavun, “ben sizin en büyük rabbinizim”(Naziat/24) diyerek büyüklenmiş, kabul etmeyenleri öldürmüş fakat sonunda suda boğulmaktan kendisini kurtaramamıştır.
Ebrehe, Kabeyi yıkmaya kalkmış, ancak kırlangıçlara mağlup olmuş helak olup gitmiştir.
Karun, mal varlığının hesabını bilmeyecek kadar zengin olmuş ve kendisini dev aynasında görmeye başlamış, ama Allahın gazabına uğrayarak hazinesiyle birlikte yerin dibine batıp gitmiştir.
Ebu Cehil, 14-15 yaşlarında iki çocuk tarafından komaya sokulmuş, cüssesi küçük, fakat iman noktasından abide bir şahsiyet olan Abdulah İbn. Mes’ud (R.A.) tarafından öldürülmüştür.
Yüce dinimiz, maddi durumları, sosyal konumları, etnik kökenleri ne olursa olsun bütün Müslümanların kardeş olduklarını ilan etmiş ve Müslümanların birbirlerine kardeşçe muamele etmelerini istemiştir. İnsanları birbirinden üstün kılan vasıfların iman ve takva olduğunu bildirmiştir. Nitekim Hucurat Suresi 13. Ayetinde “Allah katında en değerli olanınız O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır”, Lokman Suresinin 18. Ayetinde “Allah kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez”, İsra suresinin 37. Ayetinde “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara erişemezsin” buyurarak kibirlenmekten uzaklaşmayı emretmektedir.
Sevgili Peygamberimiz de : “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimsenin cennete giremeyeceğini, kişinin kendisini büyük görüp halktan uzak kalmasıyla cabbarlar arasına katılacağını ve onların başına gelen musibetin kendisine ulaşacağını”(Müslim,İman147) haber vermiştir.
Büyüklük hissine kapılan, kibir hastalığına yakalanan kimseler toplum içinde sevilmeyen, saygı gösterilmeyen insanlardır. Kendilerine gösterilen saygı ve sevgi ise samimi olmayıp yapmacıktır. İmkânları elden gittiğinde yalnızlığa mahkûm olmaktadırlar.
Başlangıçta yaratılış maddesi aynı olan insanlar, mal, evlat, ilim, güç ve kuvvet, fiziki güzellikler gibi birtakım sebeplerden dolayı birbirlerine tepeden bakacak olurlarsa, toplumları refaha kavuşturacak olan, kardeşlik duygularından, dayanışma hasletlerinden, birlik ve beraberlik hislerinden mahrum kalacaklardır. Nitekim geçmişte yaşanan örnekler günümüzde de yaşanmaktadır.
Allah’a hamdolsun ki müslümanız, dinimiz, inancımız, Allahımız, Peygamberimiz, Kitabımız aynıdır. Sonumuz ise toprak olmaktır. Dünya nimetleri dünyada kalacaktır. Aslolan ebedi hayat olan ahiret hayatıdır. Gerçek mutluluk ahiretteki mutluluktur. O da bu dünyada kazanılmaktadır. Bu yüzden davranışlarımızı yeniden test edelim. Allah rızasına Hz. Peygamber’in sünnetine uygun olmayan huylarımız varsa terk edelim. Alçak gönüllü olalım. Zira tevazu insana çok şey kazandırır. Kibir ise birçok şey kaybettirir.
Öyleyse her şeyin sahibi Allah olduğunu bilelim. Verenin de alanın da o olduğunu akıldan çıkarmayalım. Bu dünyadaki imkânların hepsinin emanet olduğunu düşünelim. Güzellik mi? Bir sivilceyle kaybolacağını; zenginlik mi? Bir kıvılcım ile yok olup gideceğini, İlim mi? Birgün her şeyin unutulabileceğini, hâsılı bütün özellik ve güzelliklerin bir anda elden çıkabileceğini düşünelim. Dünyada iken ahireti kazanmayı hedef edinelim.
Zira bize yakışan makul, ölçülü, huzur veren bir kişiliğe sahip olmaktır. Kuşatıcı, kucaklayıcı bir ruha kavuşmaktır. İnsanları hor, hakir görmeden hepsiyle barışık olabilmektir. Böyle bir kişiliğe sahip olduğumuz takdirde, hem Allah’ın emirlerini yerine getirmiş, hem de toplumda saygın bir yapıya kavuşmuş oluruz.