Varlığımızın ve hayatımızın temel anlamı “iman” etmektir. İman, varlığın ve hayatın temel anlamının, mahiyetinin ve izahının yegâne adresidir. Hepimiz, yaratılmış bütün varlıklar, zamanın belirli kısmında “yokluk” ve “hiçlik” içindeyken “varlık” âlemine çıkarıldık. İnsanlar varlıkla beraber “ruh” ve “irade” sahibi kılındı. İnsan böylece diğer varlıklardan ayrıldı ve kendisine bir kıymet verilen bir varlık haline getirildi. Ayrıca bizi “var” eden irade diğer varlıkları, bildiğimizi-bilmediğimizi, gördüğümüzü-görmediğimizi, insanın emrine verdi.
Bize kıymet veren irade ayrıca, varlık âleminde nasıl davranırsak “insan” olmamızdaki temel gayeye uygun olacağını bize bildirdi. İnsanların kendi içlerinden peygamberler seçti ve insanları “doğru” yaşamak konusunda uyardı. Peygamberler aldıkları mesajı hem insanlara aktardı hem de birebir hayatlarına tatbik ettiler. Peygamber vahyin en mükemmel açıklayıcısı ve uygulayıcısıydı. Peygamber zamanında yaşamış olan insanlar tüm meselelerini Peygambere açabilmekteydiler; ayrıca o dönemlerde vahiy devam ettiği için, aykırılıklar Yaratan (cc.) tarafından bildirilmekte, doğrusu emredilmekteydi.
Yüce Yaratıcı (cc.)’nın “Sen olmasaydın bu âlemleri yaratmazdım” dediği Hazreti Muhammed(sav.) ile birlikte artık peygamber gelmeyeceği bildirilmiş ve en mükemmel din olan İslam tamamlanmıştır. Peygamber Efendimiz (sav.), Allah (cc.)’tan aldığı buyrukları biz ümmetine en mükemmel şekilde anlatmış ve bizzat tatbik etmiştir. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz (sav.) Kur’andan ayrı düşünemeyeceğimiz gibi aynı zamanda da Efendimizin (sav.) sünnetlerini yaşamımızın her anında tatbikle mükellefiz. Doğru yaşamak ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Mevlana (ks.) der ki: “Akıllara bir yol gösterici lazım… Hele yol, deniz yolu olursa! Kalk da yolu vurulmuş kervana bak… Her yanda kaptan kesilmiş gulyabanileri gör! Sen, vaktin Hızır’ısın, her geminin imdadına yetişen sensin…
Efendimiz (sav.) “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” demiştir. Elimizde böylesi bir kaynak varken, “zarafeti”,“inceliği”, “medeniyeti” başka yerde aramaya gerek yoktur. “Doğruyu başka kültürlerde, medeniyetlerde aramaya çalışmak, kültür ithal etmek, sonucu geri dönülmez, iyileştirilemez, toplumsal “yaralara” sebep olacaktır.
Kültür yaşama sanatıdır. Bizim kültürümüz ise, zamanın her anını Peygamberi yaşayışla süslemektir, insanın fıtratına “en uygun” medeniyet tasavvurudur.
Kültürümüzü nereden öğrenmeli ve nasıl tatbik etmeliyiz?
Küçük gayretler büyük bir medeniyetin temsilcisi kılacaktır bizleri. İlk gayretimiz dünya hayatı gemimizin rotasını ebedi hayata güzel bir niyetle çevirmek olmalıdır. Yapacağımız tüm işlerde bizlere varlık verenin hoşnutluğunu kazanmak olmalıdır. Sonrası ise Yüce Yaratıcı (cc.)’nın bizlere verdiği sorumluluğu yerine getirmek, zamanımızı buna göre ayarlamak olacaktır. Her gün Peygamber Efendimiz (sav.)’den bir “yaşayış” öğrenmek ve bunu uygulamak, yaşamak, bir sonraki aşamadır. Aşağıda nasıl bir medeniyete sahip olduğumuz hususunda medeniyetimizden örnekler vereceğim:
Anne babaya itaat hakkında:
Ebû Bekre, Hazreti Peygamber (sav.)’in şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
“— Size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi? (Bu sözü üç defa tekrarladılar).”
Ashap, “— Evet ya Resûlallah,” dediler. Buyurdular ki:
“— Allah’a ortak koşmak ve ana-babaya isyan etmek.”
Sonra Hazreti Peygamber yaslanmışken oturdular.
“— Dikkat edin! Yalan söylemek de…”
Akraba ve yakınları ziyaret hakkında:
Cübeyr İbn-i Mut’ım’den haber verildiğine göre, Cübeyr Resûlüllah (sav.) ‘in şöyle buyurduğunu işitti:
“— Sılâ-i rahmi terk eden cennete girmez.” (Sılâ-i rahim akraba ve yakınları ziyaret etme, hallerini ve hatırlarını sorarak onların gönüllerini alma anlamında bir İslam ahlâkı terimi.)
Halit b. Zeyd (Ebu Eyyüb el-Ensarî) hazretlerinden rivayet edildiğine göre bir adâm Hz. Peygamber’e gelerek: “-Yâ Resûlallah; beni Cennete sokacak bir ibadet söyler misiniz?” dedi… Resûlüllah şu cevabı verdi:
“Allah’a ibadet eder ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekât verir ve sıla-i rahm edersin” dedi.
Çocuklara sevgi hakkında:
Hz. Âişe (r.a.) ‘dan rivayet edildiğine, göre şöyle demiştir :
“— Bir Arabî, Peygamber (sav.)’e gelip dedi ki:
“— Çocuklarınızı öper misiniz? Biz onları öpmeyiz.” Peygamber (sav.) şöyle buyurdu:
— Allah senin kalbinden merhameti çıkarınca ben sana ne yapabilirim?”
Komşuluğun önemi hakkında:
İbn-i Abbas’dan (r.a.) işitildiğine göre, İbn-i Zübeyre haber vererek şöyle demiştir:
Peygamber (sav.) şöyle dediğini duydum:
“— Komşusu aç olup da karnını doyuran kimse, mümin değildir.”
Dul ve Yetimlere sahip çıkma hakkında:
Ebû Hüreyre (r.a) yolu ile Peygamber (sav.)’den şu hadîs-i şerifi rivayet edilmiştir:
“— Dul ve yetimlerin ihtiyacına koşan, Allah yolunda cihad edenlerle, gündüzün oruç tutup, geceyi ibadetle geçiren gibidir.”
Davranış halleri konusunda:
Ebû Saîd(r.a.), Peygamber (sav.)’den anlattığına göre, Peygamber(sav.) şöyle buyurdu:
“— Sizden biriniz esnediği Zaman elini ağzına koysun; çünkü şeytan i ağzına girer.”
“— Sizden birinizin ayakkabı bağı koptuğu zaman, bunu düzeltmedikçe, diğer ayakkabısıyla yürümesin (iki ayağı da giyili olsun).”
Berâ İbn-i Azib’den rivayet edildiğine göre Peygamber (sav.) demiştir ki: ”-Kardeşine musafaha etmek, selâm vermenin tamamındandır.”
Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiştir:
— Ev avlularında ve yollar üzerinde oturmaktan Resûlüllah (sav.) yasaklamıştı. Bunun üzerine Müslümanlar dediler ki:
— Buna gücümüz yetmez, takatimiz yetişmez. Peygamber şöyle buyurdu:
“— Öyle ise, âdetinizi terk etmeyiniz; fakat bunların hakkını veriniz.” Ashab dediler ki:
— Bunların (yol ve avluların) hakkı nedir? Peygamber buyurdu:
“— Gözü (haramdan) sakındırmak, yolcuya delillik etmek, aksırıp da hamd edene teşmît etmek = yerhamukellah demek, selâma karşılık vermektir.
Medeniyetimizden aktarmaya çalıştığım bu örnekler medeniyetimizin ne kadar insana değer veren bir yapıya sahip olduğunu anlatıyor. Şimdi bir medeniyet tasavvur edelim ve içinde kardeşlik, yardımlaşma, saygı ve sevgi olsun; göreceğiz ki bu tasavvur kendi öz medeniyetimizden başkası olmayacaktır, yeter ki öğrenmeye gayret edelim.
SAYGILARla
SuKuT