REKLAM

Paylaş:
RSS 1.0     RSS 2.0

Toplam bakislar: 1910 - Toplam yanitlar: 6

GONDEREN: Almira on 02/21/2011 02:56:41




Hazret-i Ayşe-i Sıddıyka (r.a.)
 
Müminlerin annesi...

Hz.Ebubekir (r.a.)'ın kızı. 612 yılında Mekke'de doğdu Annesi Ümmü Ruman binti Amir Ibn Umeyr'dir.  Çok küçük yaşta müslüman olmuştur. Künyesi Ümm-i Abdullah dır. Resulullah ona "Hümeyra" lakabını vermiş; 

"Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız" buyurmuşlardır.

Nikahı

Resulullah, ilk zevceleri Hatcetü'l Kübra hayatta iken başka bir kadınla evlenmemişti. Ölümünden sonra bir müddet daha evlenmedi. Osman İbn Maz'un hanımı Hz. Hule binti Hakim, Resulullah'a gelerek evlenme konusunu dile getirdi. Resulullah kiminle evleneyim diye sorduğu zaman, Hule:

-Kız da vardır dul kadın da vardır, hangisinmi istersiniz? Dul kadın Sude bint-i Zema, kız ise Ebubekir'in kızı Ayşe. Emr ederseniz ben gidip bir ağız yoklayayım.

Hule Zatı Risaletpenahilerinin gönlünün isteğini öğrendikten sonra Hz.ebubekir'in evine geldi ve meseleyi kendisine anlattı. O zaman Hz.Ebubekir (r.a.) Resulullah ile din kardeşi olarak sözleşmişti. Cahiliye devrinde söz kardeşlerinin çocukları arasında nikah caiz değildi.  Bu yüzden Hz.Hule'nin sözüne Hz.Ebubekir (r.a.) hayretle:

-Resulullah benim söz kardeşimdir, bu nasıl olur? der.

Hule meseleyi Resulullah'a aktardığında Allah Resulü buyururlar:

-Ebu  Bekir benim din kardeşimdir, bu şekilde kardeşler arasında nikah caizdir.

Hz.Ayşe'nin Resulullah'a nikahlanması 620 yılında oldu. Nikahın kıyılmasından iki yıl geçtikten sonra zifaf olmuştur.

Nikahını Hz.Ayşe anlatıyor:

"Ben nikah olacağım zaman çocuklarla oynuyordum. Annem benim evden dışarı çıkmama bir şey demezdi. o zamana kadar benim nikahdan haberim yokdu."

Hicret ve Resulullah'ın Evine Gidişleri

Resulullah Medineyi Münevvereye vardıktan sonra Zeyd İbni Harise ve kölesi Ebu Rafi'i ile aile efradını getirtmek için görevlendirdi. Bunlara iki deve ve ihtiyaçlarını tedarik etmek için 500 dirhemde para verdiler. Bir hayli  sıkıntıdan sonra Hz.Ayşe (r.a.) annesi ve kızkardeşleriyle birlikte Medine'ye vardı ve Benu Haris mahallesinde kendi akrabalarının ve yakınlarının yanına yerleşti.

Medine havası muhacirlere yaramamış, bir çoğu hastalanmıştı. Hz.Ebubekir (r.a.) de ağır hastalanmış ve ona Hz.Ayşe bakmıştı. İyileşmesinin ardından Ayşe rahatsızlanmış  ve yatağa düşmüş, hastalığının şiddetinden saçlarının tamamı dökülmüştü. Bir müddet sonra bu hastalıklar atlatılmıştı. Hz.Ebubekir Resulullah'a haber göndererek "Ayşe'yi niçin eve almadığını" sorar.  Resulullah "Mehriyeyi ödemek için paraları olmadığını" bildirirler. Bunun üzerine Hz.Ebubekir ödünç olarak 500 dirhem ona verir. Zatı Saadetleri de bu parayı Hz.Ayşe'ye gönderir.

Bu şekilde Hz.Ayşe (r.a.) koca evine gitme hazırlığı başlar. 623 yılında Şevval ayında Resulullah'ın evine gelir.

Hz.Aişe, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katıldı ve diğer sahabe hanımları gibi harpte yaralıların tedavisiyle bizzat uğraştı. Uhud gazasında sırtında su ve yiyecek taşıyıp yardım  için Peygamber Efendimizin herp yanında kalmıştı. Hatta, peygamberimizin Uhud'da müşrüiklerin taşlarıyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasır yakıp, külünü basarak kanlarının durmasını sağlamıştı. Hz.Aişe bir ara Uhud'da kılıçla cepheye gitmek istemişse de, Resulullah buna müsaade etmemiştir.

İftira

Hz. Aişe (r.a) anlatıyor:

Resulullah (s.a.v) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi. Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Resulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. Onun için bir hevdece (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Resulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi. Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugahı geçtim, tuvalete gittim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu.

Benim yol nakliyemi yapmakta olan sanalkahve.com varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes beni konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.

Resulullah Medine'ye ayak bastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıyageldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlar" dansın . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.

Sonra Resulullah girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim" dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim, insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, göz yaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Resulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenileliden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona benim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.

Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimde sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi, göz yaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver." O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hatta gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz .Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, ancak Yusuf'un babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.

O halde ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Resulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış günüde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Resulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.

Ne zaman ki Resulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi. "Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim. Annem, dedi "Kalk ona!" Ben, "Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim" dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebu Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak etmem" dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye yemin etmesinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu Bekir de "Evet, vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi Mıstah'a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm nazil olunca Resulullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği vakitte Abdullah b. Ubeyy'e, Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu.

Resulullah'ın Vefatı

Peygamberimiz (s.a.s) 632 senesinde hastalandı. bu hastalığı onüç gün sürdü. Bu sürenin beş günlük bölümünü  diğer hanımlarının yanında sekiz günlük bölümünü ise Hz.Aişe validemizin evinde geçirdi. Haziran ayının beşinde pazartesi günü öğleden önce, mübarek başı, Hz.Aişe validemizin göğsüne yaslanmış olarak vefat etti. Resulullah'ın vefatınmdan sonra Ashab-ı Kiram, Hz.Aişe vaidemize "müminlerin annesi" adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir.

Resul-i Ekrem (s.a.s) in Hz.Ayşe'ye muhabbeti fazla idi. Resulullah buyurdu:

"Hak Teala ile benim aramda bulunan meselede -kadınlar arasında eşitliği gözetmek hususunda- imkanı olduğu nisbette dikkat edip adaletten ayrılmadım. Fakat Ayşeye karşı sevgimin fazla olmasına mani olmak kudret ve imkanım dahilinde değildir. Hak Teala bunun için beni afv eylesin.

Son Kırk Yılı

Resulullah'ın vefatından sonra  kırk yıla yakın bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir. Hz. Âişe'nin bu son kırk yıllık hayatındaki en önemli olay; Cemel Vak'ası'dır. Hz. Osman'ın karışıklık çıkaran entrikacı asiler tarafından şehid edilmesinden sonra halîfe olan Hz. Ali, katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları gereği olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan yüz bulan asiler taşkınlıklarını artırarak fenalıklarına devam ettiler.

Durum böyle endişe verici bir hâl alınca Ashâb-ı Kiram'ın büyüklerinden bir kısmı (Talha, Zübeyr...) Mekke'ye giderek o sırada hac için orada bulunan Hz. Âişe'yi ziyaret edip, olaylara el koymasını ve kendilerine yardımcı olmasını istediler. Hz. Âişe de; acele etmemelerini, sabırla bir köşeye çekilip Hz. Ali'ye yardımcı olmalarını tavsiye etti. Ashâb-ı Kirâm'ın büyükleri de Hz. Âişe'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya gitmeyi uygun gördüler. Hz. Âişe'ye de: "Ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanların annesi ve Resulullah'ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz. Âişe de, müslümanların rahat etmesi ve Ashâb-ı Kirâm'ın korunması için onlarla birlikte Basra'ya hareket etti.

Bu gidişi asiler, Hz. Ali'ye başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali'yi de zorlayarak Basra'ya gitmesini sağladılar. Hz. Ali de Basra'ya gelince Hz. Âişe'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculuğu hakkındaki düşüncelerini sordu. Hz. Âişe, fitneyi önlemek ve sulhu sağlamak için Basra'ya geldiğini; öncelikle katillerin yakalanmasını istediklerini halife Hz. Ali'ye bildirdi. Bu görüşü Hz. Ali de uygun bularak sevindi. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar.

Bu barış haberini ve memnunluğu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak için, gece karanlık basınca, her iki tarafa da ayrı ayrı askerlerle saldırdılar. Taraflara da: "Bakın, karşınızdakiler sözünde durmadı" deyip bu gece baskını ile ortalığı karıştırdılar. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen müslümanlar harb etmeye başladılar. Her iki taraf da karşısındakini suçluyordu. İşte bu iki müslüman sanalkahve.com arasında meydana gelen çatışmaya Cemel vak'ası denir.

Bu vak'ada Hz. Aişe'nin ictihadı Hz. Ali'nin ictihadına uymamıştı. Buna rağmen galib olan Hz. Ali, müminlere anneliği Kur'an-ı Kerim ayeti ile sabit olan Hz. Aişe'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek imandandır." hadisini haber veren Hz. Âişe de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz. Ali'nin şehâdetine üzüldü ve çok ağladı. Çünkü, sahâbiler birbirlerini çok severlerdi.

Hayatının son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fıkhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında Medine-i Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (r.a.) kıldırdı. Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanına defnedildi.

Giyimleri

Kırmızı gömlek ve siyah örtü giymekle beraber, turuncu elbiseyi tercih ederdi. Ehrama girerken altın yüzük taktığı sarı elbise giymiş olduğu görünmüştür. Arada sırada ipek de giyerdi. Çok kanaatkar olduğu için yalnız bir çift ayakkabısı vardı, bunu temizler temizler giyerdi.

Bir fistanı vardı, kıymet itibarı ile 5 dirhem ederdi, fakat bu fistan zamanında o kadar kıymetli idi ki gelinler, düğünlerinde gelir bunu emanet alırlardı.

Elbise hususunda çok titiz idi, bir ara yeğeni Hafza ince bir başörtü ile yanına gelmişti. Hz.Ayşe onun baş örtüsünü tutup buyurdu:

"Sen bilmiyormusun Cenab-ı Hak Sure-i Nur da ne buyurmuştur?" Sonra kendisine kalın bir başörtüsü verdi.

İlmi ve İçtihadları

Hz. Ayşeden baş diğer hatunlarıda Resulullah'ın  mubarek ağızlarından bire çok  söz duymuşlarsa da, hiç biri bu sözün hakiki ruhuna Hz.Ayşe gibi nüfuz edememişlerdir.

Hz.Ayşe körü körüne taklide muhalifdi.

Kadınlar camiye gidebilir mi?

Resulullah kadınların camiye gelip de, camide namaz kılmalarına müsaade etmiş olduklarından. Hz.Aişe bu işin daimi olarak caiz olduğuna karar vermiştir. Fakat  Hz.Aişe kadınların dönem içinde camiye gitmelerinin mahzurlu olabileceğini işaret ederek "Resulullah bu hususu hissetmiş olsalardı, her halde o  zaman kadınların camiye gitmelerini men ederdi. Nitekim İsrail oğullarının  kadınları men edilmişlerdir" dedi.

İslamda ibadetlere şirk karıştırmaktan men eylemede titiz idi.

Kabenin örtüsü kullanabilinir mi?

Kabe'nin anahtarcı başısı olan Şeybe İbn-i Osman bir ara, Kabe'nin örtüsünü kaldırdıktan sonra pis ve kirli ellerle tutulmasın diye:"Toprağa gömelim" diyince. Hz.Ayşe bunun Kabenin örtüsünün zamanla mukaddesleştirileceğinide göz önüne alarak, uygun görmedi ve buyurdu: "Kabe'nin örtüsünü istediğiniz gibi kullanırsınız, isterseniz satar, onun parasını da fakire fukaraya verirsiniz"

İlim elde etmekle kalmamış, bir çok meselede de içtihad etmişti.

Kaynaklar
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
2) Şamil İslam Ansiklopedisi





GONDEREN: Almira on 02/21/2011 02:58:47


Hazret-i Hafsa (r.a)

Müminlerin annesi...

Hz.Peygamberimiz'in risaletinden beş  sene önce doğdu.

Hz.Ömer r.a. kızı. Annesi büyük sahabi Osman b. Mazun kızkardeşi Zeynep.

İslamı ne zaman kabul ettiği bilinmemektedir.

Hz.Ömer'in İslam'ı kabülünden sonra bütün aile ve yakınlarının müslüman olduğu bilgisinden yola çıkılarak onun da  babasıyla birlikte müslüman olduğu söylenebilinir

İlk evliliği

Müminlerin annesi Hz.Hafsa daha önce Huneys b.Huzafe es Sehmi ile evlenmişti. Huzfe Habeşistan'a hicret eden müslümanlardandır. Hz.Hafsa'nın da bu hicrete katıldığı yolunda rivayetler bulunmaktadır. Habeşistan'dan dönen Huzafe daha sonra eşi Hz.Hafsa ile birlikte Medine'ye hicret etti. Hz.Huneys b.Huzafe Uhud savaşına katılmış ve ciddi biçimde yaralanmıştı.  Bu yara sonucu Medine'de şehit oldu.

Zatı Saadetleriyle Evliliği

Hz.Hafsa beyinin yarasını bizzat kendisi tedavi etmeye çalışmıştır. Beyinin vefatına çok üzülür ve yas tutar. Nihayet Hz.Ömer dul kalan kızını Hz.Ebubekir'e nikahlamak ister cevapsız kalır, bu kez o günlerde eşi Resulullah'ın kızı Rukiye'nin vefatı ile yalnız kalan Hz.Osman r.a. nikahlamak istersede, Resulullah'ın kızı Ümmü Gülsüm ile evlenmeyi uman Hz.Osman bire süre düşündükten sonra:

- Şu günlerde evlenme doğru değil, diyerek özür diler.

Gerçek bir mümüne yakışacak şekilde kızını salih bir mümine nikahlamak için çaba harcayan Hz.Ömer, neticeye ulaşamayınca büyük bir üzüntüyle Hz.Peygamber'e gider. Söz sırasında:

- Ya Resulullah, Osman'a şaşıyorum. Hafsayı nikahlamayı teklif ettim yanaşmadı, diye dert yanınca.

Hz.Peygamberimiz:

- Sana Osman'dan daha hayırlı  bir damat, Osman'a da senden daha  hayırlı bir kaynata tavsiye edeyim mi?

Hz.Ömer:

- Evet ya Resulullah.

Hz.Peygamberimiz buyururlar:

- Sen kızın Hafsa'yı bana nikahlarsın, ben de kızım Ümmü Gülsüm'ü Osman'a nikahlarım.

Bu teklif karşısında bütün dünyalar Hz.Ömer r.a. olmuştu. Allah Resulu ile akrabalık kurmak hususunda büyük bir istek duymasına rağmen teklif etmek cesaretini gösteremiyordu. Çünkü Hz.Hafsa, Hz.Ayşe'nin deyimiyle, "Tam babasının kızı"  yani biraz sert idi. Resulullah bu teklifi ile Hz.Ömer'in duyduğu şiddetli arzuyu gerçekleştirerek hem aralarındaki  yakınlığı pekiştirmek, hem de onun İslam'a yaptığı hizmetleri ödüllendirmek istemişti.

Resulullah ile Hz.Hafsa'nın düğünü hicri üçüncü yılını ortalarında yapıldı. Dörtyüz dirhem mehir verildi.

Zatı Saadetleri bir ara Hafsa'yı boşamak istemiş ancak Cebrail'in " O çok oruç tutan çok namaz kılandır. Senin cennette de zevcendir" emriyle talaktan geri dönmüştür.

Tahrim Hadisesi

Hz.Peygamber'in eşleri içersinde birbiriyle en iyi anlaşanları Hz.Hafsa ile Hz.Ayşe idi. Hatta ikisinin sebeb oldukları bir takım olaylar üzerine Tahrim Sûresi gelmişti.

Zatı Risaletpenahileri helvayı ve balı çok severlerdi. İkindi nemazından sonra hanımlarının yanına gelirlerdi. Bir ara Hz.Hafsa'nın yanlarına gelmişlerdi. Her zamankinden fazla evde kalınca, kadınlık tabiatının bir eseri olarak, Hz.Ayşe'nin içine bir kurt düşer, işi  kurcalmağa kalkar. Anlaşılıki, bir kadın Hz.Hafsa r.a. bir mikdar bal hgediye göndermiştir. Zatı Saadetleride  oturup  balı yemişlerdir. Hz.Ayşe meseleyi Hz.Sude'ye anlatır ve kendisinede şunu öğretir:

- Zatı Saadetleri senin yanına geleceklerdir, geldiği  zaman, söyle" Ye resulullah siz Magafir mi *yediniz?

Hz.Sude r.a. bu soruyu Resulullah'a sorunca, buyurdular:

- Hafsa'nın evinde bir az bal yedim.

- Yediğiniz bal muhtemlen yabani arı balı  idi.

Resulullah, bir ara yine Hz.Hafsa'nın evine geldiklerinde kendine bal ikram edilmek istendiğinde:

-Canım bal yemek istemiyor, bundan böyle de bal yemeyeceğim, buyurdular.

Zatı Saadetleri bal yememeğe karar verince, Vahy gelip aşağıdaki Ayeti  Kerime nazil olur:

"Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?." (Tahrim Sûresi/1)

Bu hadiseden sonra, Zatı Saadetleri Hz.Hafsa'ya tenbih edip kendisine açtığı  gizli  bir sırrı ** kimseye söylememesini tenbihler. Hakat Hz.Hafsa Hz.Ayşe'den gizleyemez. Bunun üzerine aşağıdaki ayeti kerime nazil kılındı:

"Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir  kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber   verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar  olan Allah bana haber verdi, dedi. " (Tahrim/3)

Bu şekilde, Resulullah üzülünce, Hz.ayşe ve Hz.Hafsa ikisi birlikte bir çare aramağa başlarlar. bunun üzerine ikisi hakkında aşağıdaki ayet-i kerime nazil olur:

"Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından  melekler de (ona) yardımcıdır" (Tahrim/4)

Ahlak ve Adetleri

Hz.Hafsa r.a. dini hususlara kuvvetli bağlı idi, çok geceleri ibadetle geçirir, gündüzleri oruç tutardı. Ömrünün sonuna kadar orucunu bırakmadı. Biraz hiddetli, çabuk kızardı. Bazen, Zatı saadetleriyle çekişmeğe bile cesaret ederlerdi. Sahih-i Buhari'de Hz.Ömer'den Hz.Hafsa hakkında bir rivayet nakl edilmiştir:

Cahiliye devrinde kadına pek önem verilmezdi. Bir ara benim bir işim oldu, karım bu konuda konuşmak isteyince bağırarak:

- Sana ne oluyor, bu işe sen nasıl karışırsın?

Karım:

- Sen bana söz söyletmek istemiyorsun, halbuki  senin kızın Resulullah'a  karşı  söz söyleyip cevap bile veriyor.

Bende bu sözü duyduktan sonraHafsa'ya gittim ve sorup, mesele nedir diye anlamak istedim.

- Annen böyle söylediğine göre, demek sen Resulullah'a karşı geliyormuşsun? Sakın bundan böyle bunun gibi hareket yapayım demeyesin. Yoksa azabı İlahi'den kurtulamazsın, diye kendisini korkuttum.

Vefatı

Hz.Hafsa hicri 45 yılında Medine'de vefat etmiştir.

KAYNAK:
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
2) Şamil İslam Ansiklopedisi
3) Elmalı Tefsiri
*  Magafir, bir nevi çiçek, bal arıları usaresini çekerlerdi. Resulullah bu çiçeğin ağır kokusunu sevmezlerdi.
** Sır olan söze gelince, bu konuda da üç sözden bahsedilmektedir.

Birincisi,  en sahih olarak rivayet edileni, bal şerbeti yeminidir.

İkincisi, esasen rivayeti zayıf olmakla beraber daha çok yaygın olan Mâriye yeminidir. Fakat bunların ikisinin de diğer eşlerden gizlenmesi gereken büyük bir sır olacağını, bundan dolayı iki kadına karşı çıkıp Peygamber'in nâil olduğu bütün kudret ve kuvvetin beyanıyla "Şüphesiz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de ona yardımcıdır." (Tahrim, 66/4) diye gayet dehşetli bir ihtar ve tehdidin reva görüleceğini, akıl pek de kabul edebilecek gibi görünmez. Gerçi asıl mesele söylenen sırrın büyüklüğünde değil, zatında küçük de olsa, sır olması itibariyledir. Önemsiz gibi görünen birtakım şeyler vardırki, sırası gelince pek büyük bir öneme sahip olabilirler. Küçük bir sırrı saklayamayanın büyüğünü hiç saklayamayacağı cihetle kendisine verilen bir emaneti muhafaza edemeyeceğinden dolayı emniyet ve güveni zayi etmiş, bir töhmet ve hıyanet konumuna düşmüş olur. Bununla beraber ona yapılacak kınama ve azarlamanın da, sırrın mahiyetiyle uygunluk arzedeceği, "Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükafatı Allah'a aittir." (Şûrâ, 43/40) hükmüyle bilinmektedir. Bu yüzden kanaatimizce burada söylenen sırrın başka bir söz olması gerekir.

Üçüncüsü, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kendisinden sonra devlet başkanlığının Ebu Bekr'e ve Ömer'e geçeceğini Hafsa'ya bir müjde olarak haber vermiş ve gizlenmesini emretmiş olmasıdır. Tefsirlerin birçoğunda zikredilmiş olan bu haber, gerçi Kütüb-i Sitte'de (altı kitapta) nakledilmemiştir. Ancak Mâriye olayını rivayet edenler içinde bu haberi de rivayet edenler olduğu gibi başka güvenilir zatlar da nakletmişlerdir. "el-Bahru'l-Muhît"de Ebu Hayyan şöyle diyor: "Hadis, Mâriye sebebiyledir; bir de bal içtim denilmiştir. Meymûn b. Mihrân dedi ki: "Hadis, Peygamber'in Hafsa'ya sır olarak söylediği şu hadistir: "Ebu Bekr ve Ömer benden sonra hilafet yoluyla benim emrime sahip olacaklardır". Hafsa da gizlice Aişe'ye söyledi. Hakikaten bu işin gizlice söylendiği hakkında daha başka haberler de vardır." İbnü Ebî Adî ve Ebu Nuaym Hz. Ebu Bekr'in faziletleri hakkında ve İbnü Merdûye birkaç yolla Hz. Ali ve İbnü Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir. Her ikisi de dedi ki: "Ebu Bekr ve Ömer'in emirlikleri Allah'ın kitabında vardır. "Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti..." (Tahrim, 66/3) Peygamber Hafsa'ya demişti ki: "Baban ve Aişe'nin babası benden sonra insanların vâlisidirler. Sakın kimseye söyleme." En iyisini Allah bilir."

Back To Top




GONDEREN: Almira on 02/21/2011 03:01:37


Hazret-i Zeyneb bint-i Cahş r.a.
Müminlerin annesi...

İsmi Zeyneb, künyesi Umm-i Hakem. Beni Esed kalesine mensup idi. Anne tarafından Resulullah'ın akrabasıdır. Annesi, Peygamberimizin halası, Ümeyme binti Abtülmuttalib'tir. Babası Mekke'ye dışarıdan gelip yerleşmiştir. Mekke'de 588 yılında doğmuştur. Hicretin beşinci yılında Zatı Saadetleriyle evlenmiştir.

Zeynep binti Cahşr.a., Hz.Peygamberin hanımları arasında hakkında İslam düşmanları ve bilhassa Hristiyanlar tarafından en fazla gürültü koparılanıdır.  Onun gerek ilk evliliği gerekse, ikinci evliliği farklı çevrelerce değişik şekilde yorumlanmış ve daima gündemde kalmıştır. Hz.Zeyneb'in Resulullah ile olan evliliğini anlayabilmek için tarihi ve sosyolojik bazı gerçekleri çok iyi bilmek gerekir. Aksi takdirde yanlış bir değerlendirme yapılmış olur. Çünkü o zamana kadar bir din haline gelmiş bulunan adetler kaldırılmaktadır.

İlk evliliği

Köklü ve değişmez bir gelenek olarak üst tabakaya mensup, asil ve zengin kızların fakir ve kölelerle evlenmesi yasaktı. Ancak Hz.Zeyneb'in ilk kocası Hz.Zeyd İbn-i Harise  r.a. Resulullah'ın azadlı  kölesiydi. Bu zatı, Zatı saadetleri  evlatlığa kabul edip, azat etmişler ancak o Resulullah'ın yanından ayrılmamışlardı. Resulullah'ın emirleri gereğince, Hz.Zeyneb r.a. ile evlendiler. Fakat bu çok acayip bir durumdu. Hiç alt tabakadan biri hemde azatlı bir köle asil bir aile kızı ile evlenemezdi. Fakat, İslamiyet, insanlar arasında eşitlik ve birlik hükmü ortaya koyunca, böyle bir cahiliye geleneğinin ortadan kalkması gibi tabi bir şey ne olabilirdiki? Resulullah (s.a.v) bu uygulama ile, İslam da insan eşitliğini ortaya koyuyordu.

Bilindiği gibi Allah elçisinin en önemli tebliğ metotlarından biri de Allah tarafından gelen emir ve yasaklar önce kendisinde uygulaması, şayet bunları kendi şahsında uygulama imkanı yoksa veya böyle bir imkanı bulamamışsa, o emir ve yasakları en yakın akrabalarına uygulaması idi. 

Bu uygulama doğrultusunda; Resulullah (s.a.v.) halası "Ümeyye binti Abdulmuttalib"in kızı Zeyneb binti Cahş'i, Zeyd b. Hârise'ye birbirleriyle evlenmek üzere aday olarak belirler, Zeynep Zeyd  kölelikten azad edilmiş olduğundan dolayı kendine denk saymaz ve ona varmak istemez..

...ve Cenab-ı Hak buyurur:

"Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır." (1)

Bunun üzerine Zeyneb, Allah ve Resulünün emrine itaat etmek için Zeyd ile evliliği kabul eder. Hz.Zeyneb r.a., şahsı için değil, İslamını hükmünü herkes anlasın,  diye rıza gösterir ve evlenir.

Evliliğin üzerinden bir sene kadar geçmiş olay bir örnek olmuş kök salmıştı.

Ancak, Hz.Zeyneb r.a sırf Resulullahın emrine itaatla Zeyde varmış, fakat gereği gibi ısınamamıştı. Ara sıra Peygamber'e akrabalığından dolayı şerefli olması ve asaletiyle övünerek Zeyd'e karşı büyüklenmek istiyordu. Gerçekten kumandanlığa layık olarak yaradılmış olan Zeyd buna bir süre sabretti ise de Resulullaha varıp Zeyneb'den ayrılmak istediğini arz eyledi. Resulllah (s.a.v.)da bunu nefsinde uygun gördüğü halde, birdenbire müsade etmeyip buyurdular ki:
-  Hanımını kendine sıkı tut  Ve Allah'tan kork. Kadını boşamanın, önemsiz bir mesele olmadığını, Allah katında sorumluluk getiren bir iş olduğunu düşün,  Allah katında helallerin en çirkini boşamadır.

Zatı Saadetleriyle Evliliği

İslam'dan önceki Cahiliyye döneminde yaşayan güçlü  örf ve geleneklerden biri de evlatlığın öz evlat gibi muamele görmesiydi. Hatta bu sebeple başlangıçta Zeyd b. Harise'y "Zeyd bin Muhammed" deniyordu. Yani "Muhammed'in oğlu, Zeyd". bu anlayışa göre hareket edildiği takdirde elbetteki öz evlat ile baba arasındaki hükümler neyi gerektiriyorsa evlatlık ile baba arasındaki hukuk bunu gerektiriyordu. Evlatlığın hanımın evlatlığı, öz oğlun hanımlığı gibi kabul ediliyordu.

... ve sıra bu  kötü adetin ortadan kaldırılmasına gelmişti.

Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah Katında daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt gözeterek  yaptıklarınızda vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir...." (2)

Bu ayeti kerimenin nuzülünden sonra Zeyd'de,  Zeyd b. Harise diye çağrılmaya başlandı. Evlatlık müessesinin böylece, Kur'an-ın emri ile kaldırılması ile bunun bir kalıntısı olan "evlatlık hanımlarının, evlat edinenler tarafından alınamayacağı" anlayışınında ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu durum için en uygun durumda olan bu sefer  Resulullah idi. Ortaya çıkacak fitne ve dedikodudan çekiniyordu. Ama İslam'ın gerektirdiği bu prensip, kesinlikle kendisi üzerine uygulanacaktı. 

Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: "Eşini yanında tut ve Allah'tan sakın" diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, Kendisi'nden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda mü'minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir." (3)

Hz.Zeyneb r.a. Resulullah'ın emriyle Zeyd ile evlenmeğe razı olmuş ve sonra da boşanmıştı, çok üzüldü. Zatı saadetleri, onun gönlünü almak maksadıyla kendisi onunla nikahlamaya karar verir. Kendisi için isteme görevide iddeti bitince Zeyd b. Harise verilir. Zeyde bu görev başlangıçta çok ağır geldiysede, görevi yerine getirmiştir. Zeyneb bu konuda Allah'ın emrini  beklediğini  söyler bunun üzerine yukarıdaki ayeti kerime nazil olur. Nikah işi hemen tamamlanır. Resulullah  beklemeksizin Hz.Zeyneb'in yanına gelirler. Bu arad düğüne icap edenler yemeklerini yemiş, oturmakta çene çalmaktaydılar. Müslümanlar devamlı gidip geliyorlar, vakit geçtikçe geçiyordu. Resulullah bu durumdan müzdarip olmasına rağmen bir şey diyemiyordu. Tam o sırada vahy nazil oldu:

"Ey iman edenler (rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılın ve (uzun) söze dalmayın. Gerçekten bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak (kı açıklamak)tan utanmaz. Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de daha temizdir. Allah'ın Resûlü’ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah Katında çok büyük (bir günah)tır." (4)

Bundan sonra Resulullah evlerinin kapısına perde astılar. Hz.Zeyneb'in düğününde Resulullah bir keçi  kestirmiş ve gelen misafirlere ikram ettirmişti.

Bir gün Hz.Zeynep r.a. Peygamberimize arz eder.
-Ya Resulullah, ben sizin diğer karılarınızın hiç birine benzemem. Bu hatunlarınızın hiç  birisi benim gibi  değildir. Bunların hepsinin de nikahlarını, babaları, kardeşleri, yahut da aileleri  veya velileri kıydırmışlardır. Yalnız benim nikahım Melekutte kıyılmış ve zevceliği Hak Teala tarafından size bildirilmiştir"

Münafıkların "Oğlunun hanımını nikahladı" dedikodularına Cenab-ı Hak şu ayet-i kerime ile cevap verdi:

"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir."  (5)

Ahlak ve Adetleri

Çok cömert ve eli  açıktı. Fukaranın dayanağı idi. Elinden iş gelirdi. Kendi eliyle deri işler, hazırlar ve bundan da para kazanırdı, kazandığınıda fakirlere dağıtırdı.

Hz.Ömer r.a. zamanında kendisine  onbin dirhem geçim masrafı tayin edilmişti. Fakat bu parayı sadece bir kez aldı ve şöyle dedi:
"Ya Rabbi, gelecekte böyle paralar benim yanımda bulunmasın zira para demek fitne demektir" Aldığı parayı hemen fakirlere dağıttı. Hz.Ömer bunun üzerine "Bu hatun büyük hayır sahibidir" deyip bu sefer dağıtmaması elinde tutması haberiyle bin dirhem daha gönderir. Hz.Zeyneb ise o parayıda fakirlere dağıtır.

Hz.Ayşe r.a. buyuruyor:
"İster dini muameleler olsun, ister takva ve sadakat olsun, ister sıgayı rahim olsun, ister cömertlik ve fedakarlık olsun, Zeyneb'den daha iyi hiç bir hatun yoktur"

Resulullah şöyle buyurmuştu:
"Bana en çabuk ve erken olarak kavuşacak olanınız, eli en uzun olanınızdır" Eli en uzun olmamasına rağmen Zatı saadetlerine ilk önce o kavuştu, uzunluktan maksadın onun eliyle kazandığını, sadaka ve hayrata sarf etmesi olduğu ortaya çıktı.

Vefatı

641 yılında vefat etti. Ölmeden önce, kefenini  hazırlamıştı. Hz.Ömer ona ikinci  bir kefen gönderdi. Hazırladığı kefen sadaka olarak verildi. Vasiyeti üzerine mezara kadar Resulullah'ın tabutunda götürüldü. Cenaze namazını Hz.Ömer r.a. kıldırdı. Java o kadar sıcaktıki mezarı üzerine çadır kuruldu.

KAYNAK:
1) Ahzab Suresi- 36
2) Ahzab Suresi, 5
3) Ahzab Suresi, 37
4) Ahzab Suresi, 53
5) ahzab Suresi, 40
6) Elmalı Tefsir, Ahzab Suresi,
7) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
8) Şamil İslam Ansiklopedisi 

reşha
Back To Top




GONDEREN: Almira on 02/21/2011 03:03:59


Hazret-i Meymune Bint-i Haris (r.a)

Müminlerin annesi...

İsimleri ilk önce Berre idi, Zatı saadetleri ile evlendikten sonra ismini değiştirip Meymune koydular. 

Hazret-i Meymune, Hazret-i Abbas’ın hanımı Ümm-i Fadl’ın kızkardeşi idi.

İlk nikahı Mesud İbn-i Amr İbn-i  Umayr Sakafi ile oldu. Resulullahdan önce Ebu rehme İbn-i Abd ul-Uzza'nın karısı idi. Hicri 7.senede ikinci kocasıda öldü

Zatı Saadetleriyle Evliliği

Resulullah'ın son nikahları kendisiyle oldu. Bu nikahta Hazret-i Abbbas Ibn-i Abdulmuttalib r.a. vekaleten bulunmaktaydı. O sıralarda Zatı saadetleri umre niyetiyle Mekke'ye doğru yola çıkmışlardı. Zatı Saadetleri Umre ehramını bağladıktan sonra 500 dirhem mehriye ile kendilerini nikahladılar. Umre dönüşü Mekke'ye on millik mesafede, Serf mevkinde konakladıklarında Hz.Meymune oraya getirilmişti, evlenme merasimleri burada oldu.


Resulullah efendimiz, Hicretin yedinci senesi Hayber’in fethinden sonra, Zilkade ayında, umre niyeti ile yola çıktı. Cuhfe’de bulunduğu sırada Hazret-i Abbas ile buluşunca, Hazret-i Abbas, “Ya Resulallah! Meymune binti Hâris dul kaldı. Onu kendine hanımlığa alsan olmaz mı” diye teklifte bulundu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Ebu Rafi ile ensardan bir zatı Mekke’ye dünürlüğe gönderdi.

Hazret-i Meymune, Resulullahın kendisine dünür olduğu haberini deve üzerinde iken alınca, dedi ki:
- Deve de, üzerindeki de Resulullahındır.

Peygamber efendimizin teklifini severek kabul etti. Bu işin gereğinin yapılmasını da ablası Ümm-i Fadl’a, o da kocası Hazret-i Abbas’a bıraktı.

Böylece Hazret-i Abbas, Hazret-i Meymune’nin nikâhlanmasında vekil oldu. Resulullah efendimiz Mekke’de umreyi tamamladıktan sonra, Medine’ye dönerlerken Şerif mevkiine gelince, Hazret-i Abbas, dörtyüz dirhem mehir ile Hazret-i Meymune’yi Resulullaha nikâhladı. Burada düğün merasimi de yapıldı.

Ahlak ve Adetleri

Hz.Ayşe r.a. anlatıyor:

"Meymune bizim hepimizden fazla Allahından çekinen ve sılayı rahmi  gözeten bir hatun idi".

Bir ara bir kadın, hastalığı sırasında adak adamış ce iyi olunca Bettül-Mukaddes'e gidip orada namaz kılayım demişti. Hak Teala kendisine şifa verir. Kadında adağını yerine getirmek için Hz.Meymune'nin yanına gelip  izin ister. Hz.Meymune buyurur:

"Mescid-i Nebevi'de kılınacak olan namazın sevabı diğer mescidlerde kılınacak olan namazlardan bin kere fazladır. Sen git Mescidi Nebevi'de namazını kıl."

Bazen borç alır ve hayır işlerine sarfederdi. Bir ara çok borçlanmıştı, borcunu ne şekilde ödeyeceğini kendine sorduklarında:

"Resulullah buyurmuştur, herkes iyi niyetle borçlanırsa, Hak Teala kendisi onun borcunu öder."

Cariyesi bir ara Hz.İbn-i Abbas'ın evine gitmişti. Orada karı koca arasında bazı çekişmeler olduğunu görür, arada ufak tefek incinmeler olduğunu anlar, sorup öğrenmek ister, ev sahibi muayyen günlerde, karısının yatağını ayırmak istermiş. Hz.Meymune bunu duyunca cariyesine:

"Git ve söyle, neden Resulullah'ın usülüne aykırı hareket etmek ister. Bu gibi  durumlarda Resulullah bizim yatağımızda istirahat buyururlardı."

Kendisinden 46 hadis-i şerif veya başka bir rivayete göre 76 hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan 7 tanesi Buhârî ve Müslimde, diğerleri de çeşitli hadis ve fıkıh kitaplarında vardır.

Vefatı

Hicri 51 senede gelin olduğu yerde vefat etti. Düğün merasimin yapıldığı yer onun mezarı oldu. Zatı Saadetlerinin son nikahı olduğu gibi, hatunları arasında en son vefat edende o oldu.

Hazret-i Meymune 671 senesinde Mekke’de hastalandığında dedi ki:

- Beni Mekke’den çıkarınız! Çünkü Resulullah efendimiz, benim Mekke’nin dışında vefat edeceğimi haber verdi.

Kendisini çıkardıkları zaman, Resulullaha nikâhı yapılmış olduğu yerde vefat etti. Cenaze namazını yeğeni Hazret-i Abdullah bin Abbas kıldırdı.

Cenazesi kaldırılacağı zaman Hazret-i Abdullah şöyle dedi:

- Bu Resulullahın hanımıdır. Cenazeyi fazla sallamayın ve edeple yola devam edin.

Hazret-i Meymune, Resulullahın son nikâhı olduğu gibi, hanımlarının da en son vefat edeni idi.
 

KAYNAK:
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
2) Dinimiz İslam

Back To Top




GONDEREN: Almira on 02/21/2011 03:06:33


Hazret-i Safiye bint-i Hayy (r.a)

Müminlerin annesi...

Medine'deki yahudilerden Nadiroğulları kabilesi reisi Huyevy b. Ahtab'ın kızıydı.

Asıl ismi Zeynep idi. Arabistan'da reislere veye hükümdarlara düşen  ganimet hissesine "Safiyye" denildiği ve bu sebeple, Zeynep'de Hayber savaşında esir olarak Resulullah'ın hissesine düştüğü için bu isimle adlandırılmıştı. Babası Hz.Peygambere karşı müşriklerle işbirliği görüşmeleri yapmış, bundan dolayı Medine'den uzaklaştırılmış, kabilesinin bir kısmıyla birlikte Hayber tarafına gitmiş, Ahzab savaşı  sırasında Kureyzoğullarını müslümanların aleyhine kışkırtmak için onların kalelerine gitmiş, akibetide onlar gibi olmuş ve orda öldürülmüştü. Hz.Safiyye'nin annesinin ismi Durra idi.

İlk evliliği

İlk önce Sellam İbn-i Mişkem el-Kuradi ile evlenmişti.. bu zat meşhur bir şair, aynı zamanda ileri gelen bir kumandan idi. Bir süre sonra boşanarak, daha sonra Kinane İbn-i Ebi Hukayk ile evlenmişti. Bu zat Hayber'in en meşhur kalesi  bulunan Şemmus kalesinin kumandanıydı. Hayber'in müğslümanlar tarafından fethi sırasında öldürülür. Safiye bu savaşta babası ve kardeşinide kaybeder. O da artık savaş esirleri arasındaydı. Acınacak durumu vardı.

Zatı Saadetleriyle Evliliği

Ganimet malları taksm edilir. Esirlerde bölüşülmek için toplanılır. O sırada Sahabilerden Vahye el-Kelbi huzuru saadete arz edip:
- Bana bir cariye lazımdır, der.
Resulullah, esir kadınlar arasından istediğini  seçmesini  buyurur. O da Safiyeyi seçer. Safiye, imtiyaz sahibi bir hatun olduğundan diğer sahabiler bu seçime itiraz ederek:
- Safiye Beni Nudeyr bir kavmin başkanının kızıdır. böyle bir cariye ancak Zatı Risaletpenahilerine yakışır, derler.
Zatı Saadetleri de sahbilerin bu fikrini kabul  buyurdular. Vahye'ye de bir başka cariye verdiler, hem onu razı ettiler, hem de itirazlara meydan kalmadı.
Resulullah, Yahudiler ile bir anlaşma imzaladıktan sonra Safiye'ye İslam ve Yahudilik hakkında görüşlerini sordu.
"Ey Allah'ın Resulü ! İslam'ı arzu etmiş ve sen davet etmeden önce seni tasdik etmiştim. Babam da senin davanın doğruluğu itiraf ederdi. Fakat ırkçılık onu götürdü. Ben Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın Resulü olduğuna kesinlikle inanıyorum." cevabını alınca Hz.Safiye'yi azad edip, onunda isteği üzerine kendilerine nikahladılar.
Hz.Peygamber (s.a.v.) yeni hanımını yakından tanımaya fırsat bulabildiği ilk gece onun yanağında yeşil bir benek gördü. Sorması üzerine Hz.Safiyye'nin cevabı şu olmuştu:
-Bir süre önce rüyamda, gökteki ayın yerinden ayrılıpgöğsümün üzerine düştüğünü gördüm: bunu kocama anlattığımda o "Sen şu Medine Kralı ile evlenmek istiyorsun" dedi. suratıma şiddetli  bir şamar indirdi, işte bu onun izidir.

Hayberden ayrılışlarında Resulullah O'nu kendi develerine bindirirler ve kendi hırkalarını onun başına örterler. Bunda maksat halkın Hz.Safiyenin artık Ezvac-ı Mutahherattan olduğunu bilmesidir. Medineye geldiklerinde kendilerine büyük bir ziyafet çektiler.

Hz.Safiye'nin güzelliğini  duyan ensar kadınları görmeğe gelirler. Hz.Ayşe de örtünüp  gelir. Kadınlar görüp  gittikten sonra Zatı Saadetleri Hz.Ayşe'ye yanaşıp yavaşcacık buyurdular:
- Nasıl, Ayşe?
Hz.Ayşe arz eder:
- Bir yahudi kızı.
Zatı Risaletpenahileri  buyururlar:
- Hayır Ayşe, böyle deme, müslüman oldu ve iyi  müslüman.

Ahlak ve Adetleri

Hayber'in el-Kammus kalewsi feth edilmiş. Hayber üzerinde İslam bayrağı dalgalanmaya başlamıştı. Hz.Safiye amcazadesi ile birlikte Hz.Bilal r.a. maiyetinde huzuru saadete götürülüyordu. Yoldan geçerken, Yahudilerin cesetlerinin bulunduğu yerden geçmek zorunda idiler. Gayet nazik bir durum idi. Yanında bulunan hatun feryd ü figanı kopardı. Toprakları başına savurmağa başladı. Fakat o metanetini muhafaza etti, hatta kocasının cesedinin yanından geçerkende çıtını çıkarmadı.

Bir ara cariyelerinden biri Hz.Safiye'yi Hz.Ömer'e şikayet ederek:
-Safiye'den Yahudilik kokusu geliyor. Şimdi bile "Cumartesi" gününe hürmet gösteriyor. Yahudilerle münasebetini kesmiyor.
Hz.Ömer de meseleyi Hz.Safiye'ye sorar. Hz.Safiye buyurur:
- Hak Teala bana Cumartesi yerine Cumayı inayet kıldıktan sonra Cumartesi'ne hürmet göstermeme ne lüzum vardır. Buy bir tarafa dursun. Yahudilerle münasebetim olduğuna gelince, onlar benim akrabalarımdırlar, ben sılayı rahmi  nasıl keserim, dedi. Hz.Safiye bu olaydan sonra cariyesini azad eder.

Bir yolculuk esnasında, Hz.Safiye'nin devesi hastalanır, yürüyemez olur. Canı sıkılır, gayri ihtiyari ağlamağa başlar. Zatı Saadetleri durumu haber alır, gelir mübarek elleriyle gözyaşlarını siler. Hz.Safiye r.a. bu muhabetten daha fazla ağlamağ başlar. Resulullah, kafilenin hep inmesini emir buyururlar. akşam olunca Hz.ZEynep bint-i Cuhuş'a:
- Zeynep sen safiye'ye bir deve ver.
Hz.Zeynep:
- Nasıl? Ben kendi devemi bu Yahudi kızına mı vereceğim?
Hz.Zeyneb'in bu sözünden Zatı Saadetlerinin canı sıkılır. bunun içinde iki üç ay onunla konuşmazlar. Sonunda Hz.Ayşe'nin araya girmesiyle affederler.

Hz.Safiyer İslam halkasına girdikten sonra kendisine "Yahudi" denmesine çok üzülürdü. Bir gün Resulullah evine teşrif eder, onu ağlarken bulur. Sebebini  sorduklarında, Hz.Ayşe ve Hz.Zeyneb'in şöyle dediğini öğrenir:
-Bütün Ezvacı- Mutahherat arasında biz hepsinden daha imtiyazlıyız daha üstünüz. Biz Zatı Saadetlerinin yalnız karısı değil aynı zamanda amca çocuklarıyız.
Zatı Saadetleri buyurdular:
-Niçin sen demedin ki, benim dedem Harun a.s., amcam Musa a.s., kocam da Muhammed (s.a.v.) dır. böyle olunca siz benden nasıl da üstün olabilirsiniz.

Vefatı

Hz.Safiyye r.a. Hicri 50 yılında vefat etmiştir. Ölüm döşeğinde iken, sahip olduğu malların üçte birini, Yahudi dininde ısrar edip kalmış olan  bir yeğenine vasiyet etmiş, geri kalanını sadaka vermişti. Bazı müslümanlar buna karşı çıktı. Hz.Ayşe r.a. araya girerek vasiyetin yerine getirilmesinin İslam hukukuna uygun olacağını ifade etti. Vasiyet ettiği gibi yaptılar.



KAYNAK:
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
2) Şamil İslam Ansiklopedisi
Back To Top




GONDEREN: Almira on 02/21/2011 03:10:18


Esma Binti Amr (r.anhâ)


Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizle Akabe’de görüşen bir bahtiyar...

İkinci Akabe biatına katılan Medine’li iki hanımdan biri...

O, Mus’ab İbni Umeyr radıyallahu anh vasıtasıyla İslâm’la buluşmuştur. Medine’de ilk hanım müslümanlardandır.

Lakabı “Ümmü Menî el-Ensariyye” kocasının adı Hadic İbni Sellâme’dir.

O, Medine’den hareketle Mekke’ye gelen ve “İkinci Akabe Bey’ati”ne katılan 75 kişilik heyet içerisindeydi.

Hac vazifesini yapmak üzere giden bu kafilede Ümmü Ümâre lakabıyla tanınan meşhur kahraman hanımlardan Nesîbe Hatun (r.anhâ) da bulunmaktaydı.

Esma binti Amr (r.anhâ) hizmetli, fedakar bir hanımdı. Henüz Allah Rasûlünü görmemişti. Ama bütün kalbiyle ona teslim olmuş bir iman eriydi.

Ona biat edebilmek için yollara düştü. Hamile olmasına rağmen eşiyle birlikte kafileye katıldı. Yolculuğun sıkıntı ve çilelerine katlandı.

Medine Mekke arasında bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi. Ona “Şübas” ismini koydu. Bu oğlunun adıyla anılarak “Ümmü Şübas” diye tanındı.

Esma binti Amr (r.anhâ) Allah Rasûlü ile görüşme bahtiyarlığına eren Medine’li ilk hanım sahâbilerdendir. Son peygambere kavuşma, ona biat etme heyecanı, merakı içerisinde Hac vazifesini yaptı. Akabe’de buluşma, görüşme heyecanıyla beklemeye başladı.

İkinci Akabe biatına yakından şahit olan Esma (r.anhâ) o ânın heyecanını, Allah Rasûlü ile buluşmalarını kendisi şöyle anlatır:

“Biz Medine’li müslümanlar ikisi kadın yetmiş beş kişilik kafile Akabe tepesinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile teşrik günlerinde buluşmak üzere sözleşmiştik.

Haccımızı yapıp Allah Rasûlüne söz verdiğimiz yerde, gece karanlıkta beklemeye başladık. Oraya giderken kenardan bucaktan, gizli gizli ulaşmaya çalıştık. Herkes ayrı ayrı gelmişti oraya. Kafile olarak Akabe denilen mahalde buluştuk.

Gece biraz istirahate çekildik. Biz ailecek ordaydık. Uhud’un kahramanı diye anılan Nesîbe Hatun da yanımdaydı. Hepimiz heyecan içerisinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin gelmesini bekliyorduk.

Merak içerisinde gözlerimiz etrafa bakıyordu. Bir müddet sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem amcası Hazreti Abbas (r.a) ile çıkageldi.

Gözümüz, gönlümüz ışıyıverdi. Rasûlullah (s.a.v)’in yüzü nur gibi parlıyordu. O’na bakmaya doyamıyorduk.

Bize Kur’an okuyarak söze başladı. İslâm’ı anlattı. Kafiledeki herkes teslimiyetlerini ve itaatlerini arzetti.

Erkeklerle birer birer musafaha eyleyip biat eyledi. Önce Berâ İbni Ma’rur biat etti. Sonra herkes sırayla Allah Rasûlüne biat etti.

İki hanım olarak biz de uzaktan biat ettik. Allah’tan başka ilâh olmadığına, Allah ve Rasûlüne itaat edeceğimize söz verdik.

Rasûlullah (s.a) bunun karşılığının Cennet olduğunu bildirdi.

Bütün kafiledeki müslümanlar olarak Rasûlullah (s.a) Efendimizi Medine’ye dâvet ettik. Bunun üzerine Hz. Abbas (r.a) bize şöyle bir hitabede bulundu:

“Ey Hazrecliler! Eşlerinizi ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi Allah Rasûlünü de koruyabilecek misiniz? Zor durumda kaldığınızda yüzüstü bırakacaksanız şimdiden bırakın.” dedi.

Bu sözleriyle yeğenine sahib çıktı. Onun arkasında olduğunu duyurdu.

Medine’li müslümanlar olarak bizler de; hiç endişe etmeyin, korkmayın dedik. Canımız ve malımızı nasıl koruyorsak öyle koruyacağız diye söz verdik.

Hz. Abbas tekrar bize yönelerek:

“Hazrecliler! Rasûlullah’a biat ederken siyahıyla, kırmızısıyla bütün insanlarla harp etmeyi göze alabiliyor musunuz?” diyerek uyardı.

Nesîbe ve ben dahil, tereddüt gösteren hiç kimse olmadı.

Esma binti Amr (r.anhâ) savaş meydanlarında yakın arkadaşı Nesîbe Hatun (Ümmü Ümare) (r.anhâ) ile omuz omuza çarpışan hanım sahâbilerdendir. Hayber’in fethinde de bulunmuştur. Orduda su taşıma ve yaralı askerlerin tedavileri konularında hizmet etmiştir.

O kendi döneminde ve daha sonraki devirlerde meçhul bir kahraman olarak kalmıştır. Ailecek İslâm’a hizmet etmişlerdir.

Kocası ve oğlunun İslâmî güzelliklere kavuşmasının arkasında Esma binti Amr (r.anhâ)’yı buluruz. Bu iki büyük sahâbinin adları eşi, Hadic İbni Sellame oğlu Şübas İbni Hadic (r.a)’dır.

Esma binti Amr (r.anhâ) ömrünün sonuna kadar İslâm’ın yaşanması ve yayılmasını kendine dert edindi.

Allah hepsinden razı olsun. Rabbımız bizleri şefaatlerine nâil eylesin. Amin.

Mustafa Eriş
Altınoluk Dergisi

Back To Top




GONDEREN: Almira on 02/21/2011 03:12:42


Cemile Binti Sâbit (r.a)
 
Ümmü Âsım Cemîle binti Sâbit el-Ensariyye radıyallahu anhâ hicretten hemen sonra Medine’de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize biat eden ilk on hanım sahâbîden biri... Hz. Ömer (r.a)’ın âilesi... İlk oğlu Âsım’a nisbetle Ümmü Âsım künyesiyle meşhur olan bir hanım sahâbî.

O, Medine’lidir. Babası Sâbit İbni Ebi’l-Aklah’dır. Annesi Şemus binti Ebû Âmir’dir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimizin seriyye kumandanlarından ve arıların koruduğu sahâbi diye tanınan Âsım İbni Sâbit (r.a)’ın ana bir kızkardeşidir.


Onun müslüman olmadan önceki adı Âsiye idi. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret edince annesi ile birlikte huzura gelerek Efendimize biat edip İslâm’la şereflendiler. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz adını Cemîle olarak değiştirdi.

Onun adının değişmesi konusunda bir başka rivayet daha vardır. Bu rivâyette anlatılanlar onun karakter ve şahsiyetinin daha bâriz bir şekilde görülmesine yardımcı olmaktadır. Şöyle ki:

O hicretin yedinci yılında Hz. Ömer (r.a) ile evlenmişti. İlk çocukları Âsım dünyaya gelmişti. Mutlu bir âile yuvaları vardı. Fakat Âsiye ismi gönlünü hep tırmalıyordu. Kendisine cahiliye döneminde verilen bu adı hiç beğenmiyordu. Bir gün kocasına:

“- Ey Ebu Hafs! Adım hoşuma gitmiyor. Bana yeni bir ad bul.” dedi.

Hz. Ömer (r.a) ona:

“- Senin adın Cemîle olsun.” dedi.

Âsiye hanım kızgın bir vaziyette biraz da sitemle:

“- Bir câriye isminden başka koyacak ad bulamadın mı?” dedi.

O dönemde Hz. Ömer (r.a)’ın bir câriyesi vardı. Onun adı Cemîle idi. Bu sebebten Âsiye hanım bu ismin kendisine verilmesini bir hakaret gibi saydı. Gönlünün rahat etmesi için bu hâdiseyi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize götürdü ve:

“- Ya Rasûlallah! Adım hoşuma gitmiyor.” dedi.

Efendimiz de ona:

“- Sen Cemîle’sin.” buyurdu. O da:

“- Ya Rasûlallah! Bana bir câriye ismini mi koyuyorsun? Ömer de aynı adı koydu.” dedi.

Efendimiz tebessüm ederek:

“- Bilmiyor musun Allah, Ömer’in dilinin söylediğini ve kalbinden geçirdiğini kabul eder?” buyurdu.

Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz’in Cemîle ismini güzel bulup tasdik ettiğini görünce bu isme razı oldu. Bundan böyle bu ad ile çağırılmayı istedi.

Cemîle binti Sâbit radıyallahu anhâ’nın Hz. Ömer (r.a) ile olan evliliğinden Âsım adında bir oğlu dünyaya geldi. Bu sebeble o bundan sonra “Ümmü Âsım” künyesi ile anılmaya başladı. Sonraları Hz. Ömer (r.a) kendisini boşayınca Yezid İbni Câriye ile evlendi. Bu evlilikten de Abdurrahman adında bir oğlu oldu.

Âsım ilk çocukluk yıllarını annesinin yanında geçirdi. Henüz dört-beş yaşlarında iken birgün babası Hz. Ömer (r.a) Kuba’ya gitmişti. Oğlu Asım’ın çocuklarla oynadığını görünce devesine bindirip onu götürmek istedi. Kucağına aldığını gören Âsım’ın anneannesi Şemus binti Âmir buna engel olmaya çalıştı. Torununu babasına vermedi.

Hz. Ömer (r.a) karşı koymadı. Fakat hakkını aramak üzere halife’ye gelip durumu arz etti. Hadiseyi iki taraftan da dinleyen Hz. Ebu Bekir (r.a) Âsım’ın annesine verilmesini uygun gördü. Hz. Ömer (r.a) da bu karara uymak zorunda kaldı.

Âsım gençlik ve delikanlılık çağı gelince babası Hz. Ömer (r.a)’ın yanına geldi. Onun terbiyesinde ve himayesinde yetişti. Evlilik çağına gelince babası tarafından evlendirildi. Âsım’a eş seçimi konusunda Hz. Ömer (r.a)’ın titizliğini gösteren menkîbe dilden dile bugünlere kadar ulaştı. O hikâyede evlenecek gençlere ne ibretli dersler verilmektedir.

Âsım İbni Ömer uzun boylu, iri yapılı, son derece asîl, cömert, hiç kimseyi incitmeyen ve kimsenin aleyhinde bulunmayan bir kişilik ve karaktere sahipti. Ağabeyi Abdullah İbni Ömer kendisine sövüp hakaret etmeye yeltenen birine: “Ben ve kardeşim Âsım kimseye sövmeyiz.” derken onun üstün ahlâka sâhip bir genç olduğunu tasdik etmiştir.

Cemîle binti Sâbit (r. anhâ) bir İslâm hanımefendisi olarak oğlu Âsım gibi tarihte adalet ve takvasıyla meşhur Emevî halifesi Ömer İbni Abdilaziz’in de büyük annesi olma şerefine mazhar bahtiyar bir hanımdır. Bu şerefe oğlu Âsım’ın evliliğiyle başlayan ve kız torunu ile devam eden bir nesle sahib olmasıyla ermiştir. Şöyle ki:

Hz. Ömer (r.a) halifeliği döneminde gece sokaklarda dolaşır, halkın emniyet ve huzurunu kontrol ederdi. Bir hastanın feryadını duysa durup ilgilenir, derdine çare olmaya çalışırdı. Bir çocuğun ağladığını işitse, sebebini sorar ve yardımına koşardı.

Bu maksatla dolaşırken bir gece yarısı evin birinden bir ses duyar. Ana ile kız arasında geçen bir münakaşaya şâhit olur. Kızın anasına karşı dürüst ve tatlı sözlü hareketi Hz. Ömer (r.a)’ın gönlünü fetheder. Kız:

“- Anneceğim! Halife’nin süte su katmama emrini duymadın mı? Nasıl hile yapabiliriz? Kötü bir iş bu.” diye konuşur. Annesi fikrinde ısrar eder ve:

“- Kızım! Bizim burada süte su koyduğumuzu halife nereden görecek, nereden bilecek ve nasıl işitecek?” der. Kendince kızını ikna etmeye çalışır. Fakat imanı bütün kızcağız bu cevaptan asla hoşnut olmaz. Süte su katma işini asla doğru bulmaz. Böyle bir hileyi kalben hiç kabul edemez. Annesinin gönlünü kırmadan doğru bildiğinden de vaz geçmeden, dürüstlüğünü ve imânî coşkusunu gösteren bir ifade ile şöyle der:

“- Anneciğim! Bu yapılanı bu saatte halife Ömer görmüyorsa da Allah Teâlâ görüyor.” diye cevap verir.

Hz. Ömer (r.a) imanı bütün bu kızcağızın cevabından pek hoşnut olur. Dürüstlüğüne hayran kalır. Ruhunda taşıdığı bu imanın bir mükâfatı olarak onu oğlu Âsım’a nikahlar.

Bu mesud evlilikten bir kız çocukları dünyaya gelir. İlerinin adalet ve takvasıyla meşhur olacak olan Emevî halifesi Ömer İbni Abdülaziz rahmetullahi aleyh işte süte su katmayan bu anne ve Âsım gibi yiğit bir babanın neslinden gelen kız çocuğundan dünyaya gelmiştir.

Cemîle binti Sâbit (r. anhâ)’nın hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Onun ne zaman vefat ettiği de bilinmemektedir.

Allah ondan razı olsun.

Rabbımız şefaatlerine mazhar buyursun. Amin.

Back To Top
09/29/2024



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***