REKLAM

Paylaş:
RSS 1.0     RSS 2.0

Toplam bakislar: 1261 - Toplam yanitlar: 0

GONDEREN: BaSBuG__ on 02/12/2011 13:53:38


ÜLKÜCÜ ile HASBİHÂL





A z i z Ü l k ü d a ş ı m ,

Seninle biraz dertleşmek istiyorum. Söze Aşık Veysel'le başlayalım. O bizim ıstırabımızı dile getiriyor. Burada geçen "ateş"in, sıradan insan için bir mânâsı vardır; ama Ülkücü için iki... Hem milletinin bağrına düşen ateş, hem camiasına düşen ateş...

YEZİD NEDİR, NE KIZILBAŞ
DEĞİL MİYİZ HEP BİR KARDEŞ
BİZİ YAKAR BİZİM ATEŞ
SÖNDÜRMEKTİR TEK ÇARESİ

Büyük destan şairimiz Arif Nihat Asya da der ki:

Delikanlım işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin millet yürüyecek arkandan

Atalarımızın İşareti

Türk milliyetçiliğinin temel taşı Bilge Kağan asırlar ötesinden ihtar ediyor:

"(Türk) Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi bir birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti kurduğu devletini elden çıkarmış." (Tarih boyunca bize oynanan oyun aynı... Sadece bu ata öğüdündeki "Çin" yerine "Batı ve onun içimizdeki uzantıları" dememiz lâzım. Unutmayalım: Oyunu oynayan değil, oyuna gelen kabahatli.)

Şu öğüt de Bilge Kağan'dan değil mi idi: "Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletinin nasıl toplanıp devlet kuracağını buraya yazdım. Neleri ihmâl ederse öleceğini yine buraya yazdım. Her ne sözüm varsa ebedî taşa yazdım. Ona bakarak hareket edin." (Aynı düşman oyununa defalarca düştüğümüze bakılırsa, bu öğütlerin pek de kâr etmediği anlaşılıyor.)

Bilge Kağan'ın kıymetini en iyi bilen insanlar olarak, O'nu dinlemeye devam edelim:

"Devletli millet idim, devletim şimdi hani?" (İstiklâli AB'ye, siyaseti ABD'ye, maliyesi IMF'ye, iktisadı bir avuç vurguncuya teslim edilmiş bir devlet)
"Kime devlet kazanıyorum?" (Ben devletim için ölürken, onun mülkü para ile satılıyor.)
"Kağanlı millet idim, kağanım hani?" (Alnı secdeye gelmemişler, "aferine göbek atanlar" devletin en üst kademelerinde... 40 yıl bunlar için mi mücadele etmiştik? Bunca şehidi bunlar için mi vermiştik?)

Ah!.. Ayrılmamak mümkün olsa idi. Haklı olmak ayrılığa mazeret yapılmasa idi... Bilge Kağan bu hastalığımıza da işaret etmiş:

"Silahlı nereden gelip dağıtarak gönderdi? Mızraklı nereden gelerek sürüp gönderdi?" (Türkiye’miz bir işgale uğramamış olduğu halde, memleketimizde yabancının borusu Türk'den fazla ötüyor. Bu niye böyle?) "Ötüken ormanının milleti, gittin. Doğuya giden, gittin. Batıya giden gittin. Gittiğin yerde hayrın şu oldu: Kanın su gibi aktı; kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evladın kul oldu, hanımlık kız evladın cariye oldu." (Gittiğimiz yerlerde, hiç oralı sayılmadık. Hep "Ülkücü, Türkeşçi" dendi. Bizden, çevremizden, cebimizden istifade ettiler ama kendilerinden kabul etmediler. Çünkü, Ülkücü olan hep Ülkücü kalıyor; fire, yok denecek kadar az... Yuvada kalabilenler, gidenleri kendinden saymasa da bu böyledir.)

Ulu atamız Dede Korkut'un öğüdünü de dinleyelim:

"Gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz." (Tevazu sahibi olmak, gönlü herkese açık tutmak gerek.)
"Kulak verip dinleyince ümmet güzel." (Milletimizin hayrına olan bir söz, nefse ağır gelse de dinlemek gerek.)

TÜRKİYE'NİN MANZARASI

• "Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul" düşüyor.
• "İktidar sahipleri (ve vurguncular) şahsî menfaatlerini müstevlilerin (bizi yok etmek isteyenlerin) siyasî emelleri ile birleştirdiler."
• Bir İslâm ülkesi olan Türkiye'mizde misyonerler cirit atıyor. 50 bin Hıristiyan için 30 bin kilise ortaya çıkartıldı. Binlerce de kilise evi var.
• 2020 yılına kadar nüfusumuzun beş milyonunun Hıristiyan yapılması kararlaştırılmış, hayli de mesafe aldıkları görülüyor;
• "Hıristiyanların hakkını korumak" bahanesi ile, Batılılar Osmanlıya yaptıklarını yapacaklar.
• Şimdiden "Birleşik Türkiye Devleti" tabiri kullanılıyor; yurdumuzu 16 federe devlete ayırmışlar, haritalar yayınlanıyor. Hükûmet de, “yeniden yapılanma” adı altında çıkarttığı kanunlarla, bu işin zeminini hazırlıyor.
• En kıymetli yerlerimiz yabancıların eline geçmiş durumda.
• ABD bana ait bir mülkü (Osmanlı topraklarını), beni kullanarak, zimmetine geçiriyor.
• Bizim, bir türlü ezan okutamadığımız Ayasofya'da, yakında çan sesi duyacak gibiyiz.
• İstanbul'da Vatikan benzeri bir devlet kuruluyor. ("Kurulursa ne olur?" diyen gazeteler, televizyonlar var.)
• Kıbrıs, Kerkük, Karabağ, Batı Tırakya, Kırım, Doğu Türkistan ve hatta Batı Türkistan "bizim" olmaktan çıkmak üzere...
• Türkiye'nin, haraç-mezat satıldığı; millî olan her şeyin, gayri millî olanla değiştirildiği; vatan hainlerinin kahraman, kahramanların hain gösterildiği şu netameli günlerde, mecliste milliyetçi bir partinin bulunmayışının acısını çekiyoruz.
• Tarihteki ihtişamımız altında ezilen Haçlılar, gafil, hain ve menfaatperestleri kullanarak intikam alıyorlar.
• Devlet eli ile, halkımızın bir kısmı başka bir millet yapılmaya çalışılıyor.
• Misyonerlerin yaptıkları yetmiyormuş gibi; bundan sonra okullarımızda Müslüman Türk çocuklarına Hıristiyanlık, Musevilik, Budacılık ve her çeşit sapık inançlar/mezhepler mecburî ders olarak okutulacak.
• Tarihten biliyoruz ki, Batılılar, bize karşı ele geçirdikleri her fırsatı sonuna kadar kullanmış ve netice almışlardır. Şimdi yakaladıkları fırsat onlar için altın değerindedir. Çünkü, kendi halkına karşı horoz olan "astığı astık, kestiği kestik" hükûmet, onlara karşı tavuk olmakta, bir ibadet zevki ile Batı'dan gelen her emri yerine getirmektedir.
• Kısacası köşeye sıkıştırıldık; Türk milleti, kendisini Ergenekon’dan çıkartacak yiğitleri beklemektedir.

ŞİMDİ "BAŞIMIZI İKİ DİZ KAPAĞIMIZ ÜZERİNE YERLEŞTİRİP" SORALIM:

1. Biz ne için varız? Ülkücülük, milliyetçilik, vatanseverlik nedir, ne içindir?
2. Hâlâ ne diye oyunda oynaştayız?
3. Hâlâ ne diye birbirimizle çekişiyoruz?
4. Hâlâ ne diye birbirimizin yolunu kesiyoruz?
5. Ne diye hizmeti kıskanıyoruz?
6. Yapamadıklarımızı yapabilecekler var ise, ne diye onların yolunu açmıyoruz?
7. Asıl olan dâvânın yürümesi mi, onu bizim yürütmemiz mi?
8. Kıskançlık, hasetlik Ülkücüye yakışır mı? Sanki hazır bir yemek var da, "sofraya yeni bir el daha uzanırsa biz aç kalırız" diye mi korkuluyor?
9. Hedefe vardık mı? Vazifemiz bitti mi? Yoksa "pes" mi ediyoruz?
10. Ülkücü görüşü benimsediğini söyleyen kuruluşların, Ülkücülüğü lâyıkı ile temsil ettiklerini söylemek mümkün mü?
11. Gidenlerin gidişi ile kalanların kalışı arasında bir "sebep-sonuç" ilişkisi yok mudur?
12. Gidenler mi gelmek istemiyor, kalanlar mı almak istemiyor?
13. Bir kısım Ülkücü'nün, bir kısım Ülkücü'ye tavır almasının altında, dâvâ aşkı mı, yoksa, hırs, hasetlik, şahsî kin gibi duygular mı vardır?
14. "Beyler mücadelesi" demokratik usüllerle yapılsa da, erat fuzuli yere birbirini kırmasa olmaz mı? Bu asker düşmana karşı lâzımdır.
15. Şehzadeler, babalarının tahtı için mücadele ederken, onların askerleri birbirlerine düşman mı olurdu? Mücadele bitince, kazananın ordusuna katılmazlar mıydı?
16. Bizdeki bu "kan davası"nı anlamak mümkün değildir.
17. Nice güzide vatan evladı, ömürlerinin baharında bu mübârek dâvâ için şehit düştü. “Birbirinizi yiyin diye mi öldük” der ve yakamızdan tutmazlar mı?
18. Bize göre Ülkücü, "milletinin saadetine kendini adamış adam" demektir. Halkımıza göre de böyle midir? (Kendisine bazı tavsiyelerde bulunduğum, Hacettepe Üniversitesi öğrencisi, 20 yaşındaki bir gencin yazdığı mektuptan üç kısa cümleyi aynen alıyorum: “Sizin ömür tükettiğiniz ‘Yüce Davanız’ burada üniversite gençlerinin ellerinde kaynayıp gidiyor maalesef. Ülkücülük deyince insanlar şöyle bir geriye çekiliyor, sonra ne kadar kötü örnek varsa hepsini sıralıyorlar maalesef. Ben bunu temsil edebilen tek tük insan gördüm kendi sınırlı çevremde.”)
19. Medyada pervasızca kullanılan, "Ülkücü Bozuntusu", "Ülkücü Dedikleri", Ülkücü Kabadayılar" Ülkücü Tosunlar", Ülkücü Mafya" gibi sözleri hazmedebiliyor musunuz? '80 öncesinde bize böyle diyebilecek bir babayiğit var mıydı?
20. “İnsanlığın hayrı için çıkartılmış en hayırlı millet”in torunlarına bu atalet, bu sevgisizlik, bu kaygısızlık, bu hazımsızlık yakışıyor mu?
21. Şu, millî varlığımıza kasdeden AKEPE bizim boşluğumuzdan doğmadı mı?
22. Cepheden çekilen, mevzileri düşmana kaptıran bir ordunun – baş erinden, son erine kadar – kendini ve mücadele silahlarını gözden geçirmesi gerekmez mi?
23. Halkın bizi azl etmesi üzerinde düşünmeli değil miyiz?


İSLAMÎ HÜKÜMLER

"Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardınca gitme! Kalp, göz, kulak bundan mesuldür" (İsra/36).

Şimdi sevgili Ülküdaşım, eğri otursak da, doğru konuşalım: Hareket içi anlaşmazlıklarda neyi, ne kadar biliyoruz? Bilgimizin kaynağı nedir? Bu derme-çatma malûmatla dostluklar, düşmanlıklar kurmak doğru mu? "İçinizden bir kısmı, başka bir kısmını alaya almasın! Onlar belki kendilerinden daha hayırlıdır." (Hucurat/11) ayetinin hükmüne karşı gelmek olmaz mı bu? Bir sonraki ayet-i kerimede Rabbimiz kullarını ikaz ediyor: "Ey iman edenler, zandan sakının. Çünkü zannın bazısı ağır günahtır, vebâldir." Ülkücülük aynı zamanda şahsiyetçiliktir. Peşin hükümlü olmak şahsiyet zaafıdır. Ülkü disiplini ile, güdülmeyi karıştırmamak gerek. İtaat etmek başka, kullanılmak başkadır.

Şöyle biraz gerilere gitsek… Hareket içinde bir bütündük. Sonra, birilerine düşman olduk. Allah için soralım: Bunu, sağlam bilgiye dayanarak, kendi irademizle mi yaptık? O çağda "dost" dediklerimize sonra "düşman" dediğimiz olmadı mı? Nerde şimdi o dostlarımız? Şuurlu Ülkücü, başkasının istediği istikamette değil, kendi imanının gerektirdiği gibi düşünür. İnandırılmış (kesin inançlı) ise, düşünmeyi bile düşünemez. Halbuki Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'inde defalarca şöyle buyuruyor: "Size düşünecek bir insanın düşüneceği kadar ömür vermedik mi?" Ve hemen düşünelim: Bir kısım arkadaşlarımıza düşman olmak hareketimize ne kazandırdı? Bizi onlara düşman edenler ne kazandı?

Her şey ortada: Türkiye gibi üç Türkiye idare edecek kadar yetişmiş Ülkücü var iken; nüfusumuzun en az üçte biri Ülkücülükten nasiplenmişken, memleketimizin kaderi devşirmelerin elinde... Halk bu mübârek harekete "bitmiş" gözü ile bakıyor.

Milletinin mutluluğu için yola çıkmış olan Ülkücü'nün, her bir cümlesi, her bir kelimesi üzerinde derin derin düşünmesi gereken ayetlerden biri: "Hepiniz toptan Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Ve Allah'ın, üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinize düşmanlar iken, O sizin kalpleriniz arasında ülfet ve sevgi meydan getirip, birleştirdi de kardeşler oldunuz. Ve sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyorken, O sizi oradan kurtardı" (Al-i İmran/103). Biz kaynaştırılmış iken ayrıldık. Rabbim, kalbimizi yumuşatarak bizi yeniden kaynaştırsın, zira ateşten çukurun kenarında gibiyiz. Aynı sürenin 104. ayet-i kerimesi de vazifemizi hatırlatıyor. Okuyalım bakalım, biz bu işin neresindeyiz?

"Hem sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki, onlar hayra çağırsınlar, iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirmeye uğraşsınlar. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."

Biz birbirimizle uğraşırken, bu ilâhî vazifeyi ve o vazifeyi yapacak insanları başkalarına kaptırdık. Gülen cemaatinin bel kemiği Ülkücülerden meydana gelmiştir. Diyanetin yurt dışındaki derneklerinin pek çoğunun yöneticisi Ülkücü'dür. Menzil cemaatinin tamamına yakını Ülkücü'dür. Her tarikat, her dinî topluluk bizden koparttı. Millî Görüş dedikleri topluluğun arasında bile Ülkücü vardır. “Belediyeler, MHP’li Ülkücü’den, AKP’li Ülkücü’ye geçti.” yollu lâtifeler yapılıyor. Aradığını, beklediğini bulamayanlar; çocuklarının ve ailesinin geleceği için lâzım olan hizmeti göremeyenler birer birer gitti. Başka kuruluşlarda yer bulamayanlar şehir dernekleri kurdu. Bir çoğu da kabına çekildi. Ülkücü hareket bu faal insanların Ülkücülüğünden mahrum kaldı. Ne bunu kendimize dert ediniyoruz; ne de bunun sebeplerini araştırıyoruz. Halbuki biz kaybetmeye değil, kazanmaya mecburuz. Kendi insanı ile elele tutuşamayan bir harekette ciddi rahatsızlıklar var demektir. Ülküdaşımızla kucaklaşamıyorsak, 250 milyon Türk’le nasıl kucaklaşacağız?

İş başındakiler, her yaptıklarına dâvâ süsü veriyor; erat da "dâvâ disiplini" deyip itaat ediyor. Düşünme melekemizi mi kaybettik? Bunca zaman itaat ettiğimiz emirler, hareketimizin neresine yaradı? Unutmayalım: Disiplin dâvâ içindir, dâvâ disiplin için değil… Disiplin dâvâsı olmaz, dâvâ disiplini olur. Disiplin gaye değil, vasıtadır. Birilerinin keyfine itaat ise asla disiplin değildir. Düne kadar aynı seviyede olduğumuz bir insan, bir ayak öne geçip, idareci olunca kutsiyet mi kazanıyor? Ortaçağ'da mı yaşıyoruz? Peygamber bile, yapılacak işler hakkında görüş belirttiğinde, o işi onun gibi düşünmeyen arkadaşları sorardı: "Bunun böyle olmasını Allah mı emrediyor, yoksa sizin görüşünüz müdür?" diye. Ve Allah'ın emri değilse kendi görüşlerini belirtirlerdi. Tabiî onlar, "bindirilmiş kıta" değil, liderlerinin dostları idi. O lider, hiçbir zaman dostlarını istismar etmedi. Başkanlarımız, yolunda olduklarını dillerinden eksik etmedikleri O Yüce İnsan'ın bu yoluna niçin girmezler? Yoksa, Ülkücülük, "Türklük gurur ve şuuru, İslâm ahlâk ve fazileti" değil de, biz inanmadığımız sözlerle insanları mı aldatıyoruz?

Kendimizi aldatmayalım: 40 yıllık bir hareketiz. Bulunduğumuz yere bir bakalım; olmamız gereken yerde miyiz? Bunun sebeplerini konuşmamayı daha ne kadar bekleyeceğiz? 12 Eylül öncesinin şanlı mücadelesinden başka, Ülkücülük adına bir dikili ağacımız var mı?

12/28/2024



*** SanalKahve.com 2008-2023 ***