İnsanoğlu yaratılış itibariyle sadece etten ve kemikten ibaret değildir.
Allahü teâlâ görünenin ötesinde insanda üç şey yarattı: Akıl, kalb ve nefs. Bunların hiçbiri görülmez.
Akıl ve nefs dimağımızda, kalb, yüreğimizdedir.
Akıl ve kalp yaratıldığında tamamen temiz olmasına karşın, insanın en büyük düşmanı nefsidir. Daha sonra kötü arkadaş ve şeytan gelir. Kötü arkadaş ve şeytan da nefse tesir ederek insana zarar vermeye çalışırlar.
Nefs, dünya zevklerine, lezzetlerine düşkündür. Bunların iyi, fena, faydalı, zararlı olduklarını düşünmez. Arzuları, dinimizin emirlerine uygun olmaz. Dinimizin yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir. Daha beterini yaptırmak ister. Fena, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanmaması için, kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak gerekir.
Dinimize uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi zayıflatır. Bu sebeple nefs, kalbin dinimize uymasını istemez. Dinsiz, imansız olmasını ister. Aklına uymayıp, nefsine uyan, bunun için dinsiz olmaktadır. Allahü teâlânın, kullarının ibadetlerine ihtiyacı olmadığı için, kulların işleyeceği günahlar da Ona zarar vermez. Nefslerini terbiye etmeleri, nefsle cihad etmeleri ve böylece Cennete girmeleri için kullarına bunları emrediyor:
(Cenab-ı Haktan korkup, nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranların varacakları yer, muhakkak Cennettir.) [Naziat 40, 41]
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
''Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık yaklaşıyor. Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lüzumlu iş olan, marifetullahı kazanmayı, hayal olan ömrün sonuna bırakıyoruz. En şerefli olan zamanlarını, en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak için sarf ediyoruz. Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım diyen, aldandı) buyurdu. Allahü teâlâ, insanları ve cinleri marifetullaha ve Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için yarattı. Nefslerimizin arzuları peşinde koşan bizler, ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız? İnsanın, Allahü teâlânın marifetine kavuşmasına mani olan en kuvvetli düşman nefsin arzularıdır. Bu arzular bitip tükenmez. Hepsi de çok zararlıdır. Maksudun, mabudundur buyuruluyor. Maksadın, arzun ne ise, ilahın odur. (Nefslerinin arzularını ilah edinenler) âyet-i kerimesi, bunun vesikasıdır.''
''Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefs, Allahü teâlâ ile kul arasında en büyük perdedir.''
Allah ile aramızdaki perdeyi kaldırmak istiyorsak gelin hep beraber nefislerimiz tanıyalım ne dersiniz?...
İşte nefsin mertebeleri;
Nefs-i Emmâre: Kötü his ve huyları, çirkin vasıfları barındırır. Şehvet düşkünü hayvanî nefsin hükmü altında olmakla, hayvanların yoluna girmiştir. Kötü işleri güzel görür. Hesap ve ahiret derdi yoktur. Sadece keyfini düşünür.
Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar. Allah‘ın düşmanıdır. Hadis-i kudside: “Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.” buyrulmuştur. Kur‘an-ı Kerim‘de Hz. Yusuf a.s.‘ın diliyle: “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder.“ (Yusuf, 53) buyrulmaktadır .
Bu nefsin bütün huyları bir kişide toplanırsa, o kişi şeytanların mertebesine düşer. Nefs -i emmarenin sahibi, ya fasık , ya münafık ya da kâfirdir. İtikadı düzeltmek, samimi tevbe ve terbiye ile tedavi olur. Tezkiye edilmezse, cehennem ateşiyle temizlenmesi kaçınılmazdır.
Nefs-i Levvâme: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefstir . Nitekim Allahu Tealâ : “ Nefs -i Levvâme‘ye (kendini kınayan nefse) yemin olsun ki” ( Kıyame , 2) buyurmuştur.
Bu nefs sahibi, günah işlediğinde pişman olup tevbe eder, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Fakat günah önüne gelince duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir.
Kendini beğenme, çekişme, gizli riya, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i emmârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; batılı batıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan kurtulamıyor.
Hali muhabbet, gidişi tarikat, mahalli Kalp‘tir. Alemi Berzah Alemi‘dir. Nefsiyle mücahedede sabit olursa Misal Alemi‘dir. Uykuyla uyanıklık arasında –genellikle oturma halinde- Misal Alemi‘nden bir çok manalar temessül eder. Bu mertebede nefs ve şeytan birleşip vesveseyle kalbe saldırırlar. Tedavisi rabıta ve zikirdir.
Nefs-i Mülhime: Allahu Tealâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur. Nitekim Kur‘an‘da : “Sonra da o nefse isyan ve itaati ilham edene yemin ederim” (Şems, buyrulmuştur .
Nefs, tevbe, zikir, rabıta ve mücahedeyle günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Devamlı olarak kâmil mürşidden kalbine ilhamlar gelir. Bu mertebede hayvanî nefs tamamen ıslah olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar.
Alemi Ruhlar Alemi, mahalli Ruh‘tur. Ruhunda ilâhi aşk ateşi parlamaya başlar. İlim, tevazu, yumuşaklık, kanaat, mertlik, sabır, belaya tahammül gibi, güzel hasletler belirir. Visal rüzgarları esmeye başlar. Fakat şeytan ona açık ve bariz bir şekilde saldırmaya başlar . Kendini ve amellerini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir, ümitsizliğe düşürür, Allah‘ın azabına karşı ona emniyet hissi verir. Bu makamda mürşidin himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir.
Nefs-i Mutmainne: Cenab -ı Mevlâ‘nın “Ey tatmin olmuş Nefs” (Fecr , 27) hitabıyla ıstıraptan kurtulup huzura eren nefstir . Her türlü şek ve şüpheden temizlenip rahatlamış, ayne‘l - yakîne ve kâmil imana ulaşmıştır. Kötü huylardan tamamen pak olmuş, fenalıklara arzusu kalmamıştır. Seyri, Allah ile gerçekleşmiş (seyr-i meallah), velilik mertebesine ulaşmıştır. Alemi, Muhammedî Hakikat, mahalli Sır‘dır. Manevi tecellilerin mazharıdır . Sıfatları, tevekkül, incelik, cömertlik, yumuşaklık, güler yüz, tatlı dil, kusurları bağışlama, hamd, şükür, müşahede, teslimiyet ve rızadır.
Nefs-i Râdiyye: İster bela, ister sefa, Allah‘ın bütün fiillerinden razı olan, O‘ndan başka her şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbi‘nin rızasına nazarını diken nefstir . Bu nefse: “Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön” ( Fecr , 2 kelâmıyla hitab edilmiştir. Seyri Allah‘tadır ( Seyr -i fillâh ). Alemi Lâhut (Ruhanîler) Alemi; mahalli, Sırrın Sırrı‘dır. Beşerî sıfatlardan büsbütün yok olmakla fenâya varmıştır. Fakat bu makama varanlar arif değil, velidirler. O yüzden başkasını irşad edemezler. Şeytan onların şeklinde başkalarının rüyalarına girip yoldan çıkarabilir.
Nefs-i Mardıyye: Allahu Tealâ‘nın razı olduğu nefstir . Ariflerin makamıdır. Bekabillâh burada tahakkuk eder. Muhtaç olduğu ilimleri bütünüyle alıp, mana aleminden bu görünen madde alemine dönmüştür. Dış itibariyle diğer insanlardan ayırdedilmez . Fakat iç itibariyle bütün cisimleri altına çevirecek bir tılsım gibidir. Kendine lütfedilen marifet bilgisinden dünya halkına ikram eder. İlâhi bilgi dairesinin mahremidir. Onun müşahedesine yabancı bir diyar yoktur. Kendisine üfürülen ruh ile görür, bilir. Sesini uzaklardan işittirir. Mürşidinden izin almak kaydıyla irşadı sahihtir. Bunların kıyafetinde şeytan başkasının rüyasına giremez. Seyri Allah‘tan (Seyr-i anillâh )‘dır. Alemi şu görünen maddi alem, mahalli Hafâ‘dır .
Nefs-i Kâmile: Seçkin, saf, tertemiz nefstir . Allah‘ın en seçkin dostları olan Gavs ve Kutupların makamıdır. Seyirleri Allah‘ladır (Seyr-i billâh). Alemleri; kesrette (çoklukta) vahdet, vahdette kesrettir. Mahalleri Ahfâ‘dır . Önceki bütün nefislerin güzel vasıflarını üzerinde toplamışlardır. Her halleri ibadet ve zikirdir. Bir an Allah‘tan gafil olmazlar. Onların muradı Allah‘ın murad ettiği şeydir. Rızaları da öfkeleri de Mevlâ iledir. Allah için olan işleri yaparlar. Bunun için çevrenin ayıplaması ve çekiştirmesinden ürkmezler.
Cenab-ı Hak onlarla alemlere ikramda bulunur, belaları def eder. Saliklerin gönüllerinde onlar sayesinde haller zuhur eder. Allah‘ın emirlerine riayet edenleri kendi öz çocuklarından çok severler. Ama herkese merhamet ve şefkatle bakarlar. İnsanların kusurlarına bakmazlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar.
Pak ve tertemiz yüzleri huzur ve aydınlık saçar. Onları görenler Allah‘a yönelirler. Mübarek yüzlerine edeple bakmak bile ibadettir. İnce ve lâtif sözleri katıksız hikmet bilgisidir. Gayet ince, zarif, yumuşak ve alçak gönüllülükle telkinde bulunurlar. Sıradan bir nazarları dahi dünya ve içindekilerden üstündür.
Bu dünyada onların kapısında bulunmaktan daha büyük devlet ne olabilir? Onlar olmadan bunca sarp yollar nasıl aşılır?
YÜCE ALLAH İDRAKLERİMİZİ VE GÖNÜLLERİMİZİ AÇSIN Kİ HAKİKATİ İLAHİYE YE KAVUŞALIM...
SAMİMİ OLARAK ALLAHTAN İSTEDİKTEN SONRA HİÇ BİR ŞEY İMKANSIZ DEĞİLDİR!.......