İNSAN OLMAK, İNSAN KALMAK
Dünya üzerinde yaşayan binlerce canlı ve cansızdan sadece birisi olan insanın, belki de en az bildiği kendisidir. Arzdan arşa ulaşan, karıncanın kanındaki kaynamadan en büyük okyanuslardaki küçük bir balığın oynamasına kadar birçok şeye vakıf olan, deli dolu akan dizginleyip engin ovalardan yüce dağların doruklarına kadar tırmanabilen, ekvatordan kutuplara kadar uzanabilen insanın, kendisi hakkındaki "kısırlığı" üzüntü ve ürküntü meydana getirmektedir.
Kaostan kozmosa, her türlü karışıklığı, karanlığı bilmeye ve anlamaya çalışan, mikro alemden makro aleme gördüğü veya bildiği her konu hakkında fikri olan insanın kendini unutması veya kendisi hakkında sağlıklı ve sağlam sonuçlara varamaması sonucudur ki; insanlık bunalımdan, buhrandan, kaostan kurtulamıyor bir türlü.
İlim, teknik, medeniyet büyük bir suretle ilerliyor; ticaret, ziraat, sanat alabildiğine gelişiyor, kültür ve edebiyat hamleleri ve hareketleri her tarafa yayılıyor ama acılar, ıstıraplar, dertler, yokluklar da bitmiyor. İnsan bir türlü kendine ulaşamıyor. İnsanlar, insanlar hakkında birbirini tutmaz kararlar alıyor, sonuçlara ulaşıyor.
Alemi anlayacak ve ilmiyle aydınlatacak kadar alim olan da, insanlığı ilk çağlara döndürecek kadar geri zekalı ve yavan akıllı olan cahiller de, toplumun değer yargılarını, hakkı, hukuku, hiyerarşiyi birbirine katan, insanları zulümleriyle inim inim inleten zalimler de, onların dümen suyunda günlerini gün eyleyen zavallılar da, ahlaksızlar, akılsızlar, alakasızlar, adamsendeciler, yağcılar, talancılar, parayonaklar, manyaklar, sahtekarlar, hilekarlar ve riyakarların hepsine de insan denilmesi insanı kuşkulandırıyor, insanın kendisini bir türlü tanımadığını gösteriyor.
Artık insanlar kendilerini tanımalı ve kendileriyle ilgili güzel bir tarif bulmalılar diye düşünüyorum."İnsan nedir, ne değildir? İnsan nasıl olmalıdır?" soruları kafalardaki karışıklığı, tanıtmalardaki noksanlığı giderecek bir şekilde cevaplandırılmalıdır. Eğer bu gerçekleştirilirse, insanla insancıklar anlaşılır, insanlığı yörüngesinden saptırmaya, onu dipsiz uçurumlara atmaya çalışanların hain emelleri etkisiz nale gelir.
Kim ne derse desin, bu konuda nasıl bir tarif getirirse getirsin, bize göre insan; annesinden insan olarak doğandan daha çok, insan olarak kalan ve insani özelliklerini ölene kadar devamlı yüce hasletlerle besleyendir. İnsanlık, insan olduğunu fark eylemekle başlar. Kendisinin insan olduğunun farkında olan, insani özelliklerini sürekli yemleyen, yenileyen; kafasını ve kalbini birbiriyle barışık tutarak aklının ahlakla dostluğunu sürekli geliştirendir.
Çok gelişmiş bir fizik ve kimya laboratuarını andıran yapısındaki görkemi, muazzamlığı, muhteşemliği büyükçe bir hazineye birdenbire kavuşan bir mirasyedi gibi hoyratça harcayan, canlı ve cansız varlıklara yön ve istikamet belirlerken kendi mihverinden ve yörüngesinden sapan, insan olamaz elbette. İnsan, başkalarına kul, köle veya efendi olmaktan çok, Hakk yolunda halktan biri olarak haktan ve hakikatten kıl payı sapmadan yaşamayı kendisi için en değerli bir görev bilendir. Düşünen, fikir üreten, fiillerini daha bir disiplinli hale getiren, idealist olan, imanını her durum ve şartta koruyan kişidir, insan.
Şairin dediği gibi uzak denizlerdeki çile yüklü masalları da, zemzeme susamış, her zaman sıcak ve ışıklı yürek sahiplerini ve eski seccadelerde kalmış temiz duaları da, yeni ve tertemiz seccadelerde yeniden şaha kaldıran; imana, esere, hamlelere yönelen kişiler, elbette anlatmaya çalıştığımız gerçek insan tipleridir. Gücünü maddeden manaya, basitten mükemmele, olaylardan kavramlara sıçrama gibi üstün ruhi ve zihni kuvvetlerden alan, şuuru ile başta kendi kendinin kontrolünü gerçekleştiren, her zaman yüksek fikir ve düşüncelerle yükseklerde uçan,yüreklerde yeşerip açan,bütün zamanını bütün zamanların yaratıcısına bağlamakla gerçek bağımsızlığına kavuşan bu tipler,bizim insan saydıklarımız ve gerçek insan bildiklerimizdir.
İnsan olmak kolay değildir. Ben insanım demekle insan olunmaz. Öyleyse ben insanım diyen insan, insan olmayanları da bilmek ve tanımak zorundadır.
Günün adamı olmaktan çok her zaman gönül adamı olmayı düşünenler, dünsüz ve temelsiz düşüncelerle geleceklerini düğümleyenler, boş çuvala kapçık doldurmakla, göğe tükürmeye çalışmakla, usta şair Bahaettin Karakoç ağabeyimizin dediği gibi renksiz, ıtırsız, hayırsız kuru güzelliklere koşmakla, tüyleri dökülmüş serçeler gibi başkasının saçaklarına sığınmakla, maskeli balolardan farksız bir hayatı yaşamakla, kavalını göl yutmuş acemi çobanlar gibi aylak aylak gezmekle vakit tüketenler de insan değildir.
Derin düşünmeden ısrarla kaçmış, şeytana ebcet öğretecek kadar ileri gitmiş, batıl fikirlere mensup dikenler arasında bitmiş, ahlak ve iman bakımından bitik ve yitik kimseler de insan değildir.
İnsanlar gerçekten insan olmadıkça, akılla, ahlakla, tefekkürle, tevekkülle, tevhitle uçan kuşlarla dolaşmadıkça; korkularını, kuşkularını ballı bir muhabbetle gidermedikçe; ışığın hızına uyumlu güzelliklerle, içine hiç bir zaman haram karışmamış tertemiz özelliklerle gelişip dal budak salmadıkça; solmaya yüz tutmuş güzellikleri kaleminden süt damlayan yarınlarla, yağmurlarla beslenmedikçe; olması gereken yere gelemez.
M.Akif Ak’ın tabiriyle, çöl kuraklığındaki gönüllere gözyaşıyla, tebessümüyle hayat kaynağı olan; hakkın ve hakikatin yoluna sular gibi çağlayıp akan; dostları ve yarenleri için kendini unutan; hayatında maddi ve dünyevi ihtirasları olmayan; halk ve Hakk için iyilik, güzellik ve erdem yarışında asla sona kalmayan, imtiyaz istemeyip övülmeyi kendisine eziyet olarak gören; gönül sofrasını açıp herkesi karşılıksız doyuran, bizleri ötelere doğru umutla taşıyan; sorumluluk, soyluluk, saygı ve sevgiyle yoğrulan; arada bir tökezlese de imanla, aşkla, muhabbetle tekrar dimdik doğrulan kimselere ihtiyacımız var bizim.
Hakka sırf onun rızası için bağlanan; tarihini, töresini, dilini, dinini, dününü unutmayan; gerçekten insan olan ve hep insan kalan biri olmayı deneyelim mi?
Ne dersiniz?