Zorluk anları, Allah’ın inananlar için yarattığı çok önemli zamanlardır. Zorlukla karşılaşan mümin, ardından gelecek olan hayrı bekler. Allah’ın kendisi için hikmetle yaratmış olduğu olay, onun için bir ecir fırsatıdır. Mümin imtihanında çile çekerken, Rabb’ine olan aşkını, sadakat ve teslimiyetini gösterir.
Allah, Katından bir nimet olarak insana bela ve musibet verir. Her zorlukla Allah kuluna Kendisini hatırlatır. Zor zamanda mümin Allah’a daha sığınır, halisane teslim olur, sabreder; çile de çekse kalbi mutmaindir.
Yaşamda her şey kusursuz olsa, imtihan olmaz. Allah kulları için sade, tekdüze, “pembe panjurlu, bahçeli bir evde” yaşanan huzur dolu bir hayat dileseydi dünyayı yaratmazdı. Kullarını cennette yaratırdı. Dünya hayatı imtihan içindir; dünya da kusursuz hazırlanmış bir imtihan ortamıdır. Ve Allah kullarını, açlıkla, canlardan ve mallardan imtihanla sınar. İmtihan anında Rabb’i için güzel bir sabırla sabreder, tevekkül eder, çile de çekse Allah’ın kendisi için hazırladığı kaderinden hoşnut olur mümin. Hoşnut olur ki Rabb’i de ondan hoşnut olsun.
Toplumda, Müslüman olduğu halde yaşamını yalnızca dünyevi şeyler üzerine kurmuş, Kur’an ahlakını tebliğden ve Allah’ın verdiklerini Allah yolunda kullanmaktan kaçınan çok sayıda insan görürüz. Bu insanların en önemli amaçları para kazanmak, çocuklarına iş kurmak, geleceklerini garantiye almak, onları ev bark sahibi yapmaktır. Belirli ibadetleri yaparlar ancak Kur’an ahlakının anlatılması ve yaygınlaştırılması amacıyla yapılan mücadelede hep geride kalırlar. Yaşamlarında ve iman anlayışlarında canlı, akılcı ve aktif bir yaklaşımları yoktur. Çünkü başlarına bir bela gelmesinden, risk almaktan, eziyet ve çile çekmekten korkarlar.
Oysa Kur’an ahlakını anlatmak, iyiliği emredip kötülükten menetmek müminler için en önemli sorumluluklardandır.
Bu sorumluluk yalnızca erkeklere ait değildir. Samimi Müslüman kadınlar da, erkekler gibi Allah’ın buyruğu olan fikir mücadelesinin içinde olmalıdırlar. “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din Allah’ın oluncaya kadar” mücadele, bütün müminlerin sorumluluğudur. İnanan kadınlar için yaşamlarıyla örnek olan sahabe kadınlar da, müminler arasında yiğitçe mücadele vermişlerdi. Tebliğ faaliyetleri, sohbetler yapmışlardı. Yaşadığımız dönemde de mümin kadının görevi yalnızca eş ve annelikle sınırlı olmamalıdır. İnanan kadın dini anlatmada aktif, cesur ve atak bir tavır içerisinde ve çileye talip olmalıdır.
Müslümanlar Allah yolunda mücadeleden kaçınmamalılar. Candan bir mücadele içerisinde olmayanların ahirette sorumlulukları ağır olur. Kur’an’da, İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah’ın izniyle idi. (Bu, Allah’ın) mü’minleri ayırt etmesi; Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi...” (Al-i İmran Suresi, 166- 167)ayetiyle mücadeleden kaçmanın münafık özelliği olduğuna dikkat çekilir. Bu gerçek anlamazlıktan gelinemez. İnsanın kendi kafasına göre de bir din anlayışı olmaz.
Allah, “Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; "Allah’ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214) buyurur Kur’an’da. Daha önce gelip geçenler, yani Hz.Yusuf’lar, Hz. İbrahim’ler, Hz. İshak’lar, Hz. İsa’lar, Hz. Muhammed’ler(sav); onlar büyük zorluklar yaşamışlar, Allah’ın yardımını umutla beklemişlerdi. O halde geçmişte yaşayan müminlerin zorlu imtihanlarındakine benzer olaylarla imtihan olmamız lazım ki Rabb’imiz bize cennetini lütfetsin.
Mücahit, yaşamını Allah’a adayan, Allah için çaba gösteren, cehd eden, İslam’ı yaymak için var gücüyle gayret eden, maddi, manevi bütün imkanlarını kullanan insandır. Peygamberimiz (sav) de bir mücahitti. O bütün malını, mülkünü, yaşamını tam anlamıyla Allah’a adamıştı. Sabah erkenden kalkıp Müslümanları hazırlıyordu. Sabahtan akşama kadar cihad ve tebliğ yapıyordu. Örneğin Hz. İbrahim (a.s) de bir mücahitti; çok genç yaşta iken kavminin saygı duyduğu, önünde bel büküp eğildiği putları kırmıştı. Hz. Nuh(a.s) da en yakınları olan eşi ve oğlu da içlerinde olmak üzere kavminin neredeyse tamamı iman etmezken, 950 yıl dini tebliğ etmekten vaz geçmemişti.
Mümin, “Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.” (Ali İmran Suresi, 146) ayetinde söz edilen inananlar gibi cesur olmalı, çileye sabretmelidir.
İnsan genellikle zorlukta Allah’ı anıp, kolaylıkta unutur. Samimi mümin zorlukta da kolaylıkta da Rabb’ini anar, imtihan geldiğinde hoşnut olur; her anına şükreder. Mümin her çileyle Allah’a yakınlaşır. İman etmeyen ise uzaklaşır. “Sopayla kilime vuranın gayesi; kilimi dövmek değil, tozu kovmaktır.Allah tozunu alıyor niye kederlenirsin? ’ (Mevlana, Mesnevi)
Rabb’ine aşık insan, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma yolunda ilerlerken çektiği çileyle sağlık bulur, şevki artar. Çile onu asla yıpratmaz; ruhunu/imanını olgunlaştırır, onu inceltir.
Her an bir bela ve musibet gelebilir, hazır olmalıyız. Yaşadığımız imtihanda Rabb’imizi görmeli, imtihanımızı sevmeliyiz. Sonsuz ahireti düşündüğümüzde, yaşanan geçici imtihanların ne denli önemsiz olduğunu anlayabiliriz.
Cennet çile ehli içindir; yaşanan acılar cennetten alınacak hazzı artırır. Çile ve zorluklar için Allah’tan uzun ömür isteyelim. Allah’a aşkımızı başka türlü nasıl kanıtlayabiliriz?
"Her çile cennet yolunun bir taşıdır, imtihandan kaçan ahireti kaybeder." Hz. Muhammed(sav)