Dünya Bir İmtihan Yeridir
İnsan, her canlı gibi Allah tarafından bir amaç üzere yaratılmıştır. İnsanın yaratılış amacını ve kısa süren dünya hayatı boyunca nasıl bir ömür geçirmesi gerektiğini öğrenebileceği kaynak, Allah'ın kullarına bir rehber olarak indirdiği Kuran'dır. Nitekim Allah "Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 115) ayetinde insanların belli bir amaç üzere yaratıldıklarını bildirmiştir. Bu amacın ne olduğu ise başka ayetlerde tarif edilmiştir. İnsanın yaratılış amacı, "... insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle haber verildiği gibi Allah'a kulluk etmektir.
Yalnızca Allah'a ibadet etmek için yaratılan insanın önünde ortalama altmış-yetmiş yıllık kısa bir ömür vardır. Ve bu ömür, tıpkı bir kum saatinde olduğu gibi hiç durmadan akmakta; insan, ahirete doğru sürekli bir geri sayım içinde yaşamaktadır. Herkes kendisi için belirlenmiş bir süre kadar yeryüzünde kalacaktır ve bu vaktin bilgisi sadece Allah katında saklıdır. İnsanın hayatı kimsenin değiştirmeye güç yetiremeyeceği şekilde, Allah tarafından çizilmiş bir kader üzere işlemektedir.
Dünya üzerindeki herşey zamanı geldiğinde yok olacaktır. Apaçık olan gerçek ise "... dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir." (Rad Suresi, 26) ayetinde de bildirildiği gibi, sonsuz ahiret hayatının yanında dünya hayatının çok kısa olduğudur. Çünkü dünya üzerinde herşey eskimeye, yaşlanmaya ve yok olmaya doğru çok büyük bir hızla ilerlemektedir. Zaman herkesi ve herşeyi mutlaka tahribata uğratmakta ve bu geçici dünyaya bağlananlar çok büyük bir kayıp içine düşmektedirler.
Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde dünya hayatının geçici bir mekan olduğunu ve insanın bu dünyada ahiret için ciddi bir çaba harcaması gerektiğini şöyle dile getirmiştir:
Dünya bir misafirhanedir. İnsan onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde ebedi hayatına lazım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir.
İnsanın dünya hayatındaki kısa ömrünü "geçici bir misafirlik" olarak tanımlayan Said Nursi bir başka örneğinde "İnsana varlığı, hayvan gibi dünya hayatını kazanmak için verilmemiştir." der ve şu şekilde devam eder:
Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Ömür sermayenizi ve hayat kabiliyetinizi hayvan gibi, hatta hayvandan daha aşağı bir derecede şu geçici hayata ve maddi lezzetlere harcamayın. Yoksa sermayece en üstün hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en aşağıda olanından elli derece aşağı düşersiniz.
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi üstün özelliklerle nimetlendirilmiş, akıl, vicdan ve sağduyu sahibi bir varlık olan insanın yaratılış amacının, eksikliklerle dolu olan bu kısa dünya hayatında, geçici yararlar elde etmek olmadığı çok açıktır. İnsan burada imtihan edilmektedir ve nihai hedefi de sonsuz ahiret güzelliğini kazanmaktır.
İnsan, dünyada karşılaştığı olaylar karşısında gösterdiği tavırlarla, sahip olduğu ahlakla ve içinde taşıdığı niyetiyle denenmektedir ve kişinin sadece "iman ettim" demesi kesinlikle yeterli değildir. İmanını tavırlarıyla da göstermelidir. Çünkü kıyamet gününde gizli ya da açık, hayatına dair herşey ortaya dökülecek, çok hassas bir hesap yapılacaktır. Bu hesapta "... bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar" (Nisa Suresi, 49) bile haksızlığa uğratılmayacaktır. İyilikten yana yaptıkları ağır basanlar sonsuz güzelliklerle bezenmiş cennet yurdunda ağırlanırken, kötülüğü ve zulmü kendilerine yol edinenler sonsuz cehennem azabıyla karşılık bulacaklardır. Zira Allah bu kısa hayatı insanları denemeden geçirerek iyi ve doğru olanları diğerlerinden ayırt etmek için yaratmıştır. Mülk Suresi'nde bu gerçek şöyle bildirilir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı... (Mülk Suresi, 2)
DÜNYA HAYATINA KARŞILIK AHİRETİ SATIN ALMAK
Dinden uzak insanların en büyük yanılgılarından biri, bu dünyadaki hayatı kalıcı zannetmeleri ve aslında bir denemeden geçirilmekte olduklarını unutmalarıdır. Dünyada, böyle bir gaflet içinde yaşayan insanları etkileyebilecek, akıllarını çelebilecek pek çok güzellik ve süs vardır. Ahiretin unutulduğu toplumlarda insanlar, doğdukları andan itibaren kendilerine süslü görünen bu değerleri elde etme hırsına yönlendirilirler. Allah insanları dünyaya hırsla bağlayan bu süsleri Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. De ki: "Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir." (Al-i İmran Suresi, 14-15)
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, insanların dünyaya yönelik tutkuları çok çeşitlidir. Ama bu tutkuları elde etmek onlara tek başına bir kazanç sağlamaz; çünkü asıl hayatları "temelli kalacakları" ahiret yurdudur. Kehf Suresi'nde insanların hırsla bağlandıkları dünya hayatının gerçek durumu şöyle bir benzetmeyle en hikmetli şekilde tarif edilmiştir:
Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çalı-çırpı oluverdi. Allah, herşeyin üzerinde güç yetirendir. Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 45-46)
Bu ayetlerde de haber verildiği gibi dünyaya ait her türlü süs; zenginlik, güzellik, eşler, evler, mücevherler, makam, ün ya da kariyer ve diğerleri sadece kısa bir yarardan, geçici bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Bunların tümü mutlak surette yok olacaktır.
Fakat insanların büyük bir bölümü, bunların geçici olduğunun farkına varmaz; tam tersine bunlara dalıp oyalanırlar. Kimi sürekli daha çok mal toplamaya, kimi insanlar tarafından daha çok itibar görmeye, kimi daha güzel veya yakışıklı bir eş bulmaya, kimi de işyerinde en başarılı kişi olarak tanınmaya çalışıp çabalar. Tüm bunlara öyle büyük bir hırsla bağlanırlar ki, bu oyalanma onlara ölüm sonrasında karşılaşacakları sonsuz ahiret hayatını tamamen unutturur. Ölümü bir yokoluş olarak algılar ve ölümden sonrası için bir hazırlık yapmayı düşünmezler.
Oysa Bediüzzaman Said Nursi'nin de söylediği gibi ölüm bir ayrılış, ya da yokoluş değil, tam tersine dünyada yaşanan imtihanın son bulma ve yapılanların karşılığını alma yeridir:
Kainattaki yok olma, ayrılık, yokluk zahiridir. Gerçekte ayrılık yoktur, kavuşma vardır. Yok olma ve yokluk yoktur, yenilenme vardır. Ve kainattaki herşey bir çeşit sonsuza kadar var olma başarısına sahiptir. Ölüm, bu geçici alemden sonsuz aleme gitmektir. Ölüm, hidayet ehli ve Kur'an ehilleri için öteki aleme gitmiş dost ve ahbaplarına kavuşma vesilesidir. Hem hakiki vatanlarına girmeye araçtır. Hem dünya zindanından cennet bahçesine bir davettir. Hem Rahman-ı Rahim'in fazlından kendi hizmetine karşılık bir ücret almadır. Hem hayat vazifesinin zorluğundan bir terhistir. Hem kulluk ve imtihanın talim ve talimatından bir paydosdur.
Bediüzzaman'ın yukarıdaki sözlerinde de ifade ettiği gibi, dünyayı gerçek yurt zannetmek büyük bir gaflettir. Çünkü sonsuzluğun yanında dünya hayatının süresi tek bir an hükmünde bile değildir. Bediüzzaman bir başka ifadesinde dünyayı ahirete tercih etmenin ne kadar akılsızca bir davranış olacağına şöyle bir örnekle dikkat çekmiştir:
Ebedi hayatı zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu geçici hayatı hasr-ı nazar etmek; ani bir şimşeği, sermedi bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir.
İşte bu gerçeğin bilincinde olan Müslümanlar, ölümle birlikte dünyadan ayrılmayı, kuran ahlakından uzak insanlar gibi isyanla değil, şevk ve heyecanla karşılarlar. Dünyada yaptıkları güzelliklerin karşılığını Allah'tan sonsuz ahiret hayatlarında almayı umarlar. Ahirette cennet gibi sonsuz güzellikler ve inceliklerle dolu bir mekana kavuşma umudunun şevki ve coşkusu içinde yaşarlar.
Dünyayı ebedi bir yaşam yeri zannederek hırsa kapılanların durumu bir ayette şöyle haber verilmiştir:
Onlar, hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar! (Bakara Suresi, 175)
Bir başka ayette de "imana karşılık küfrü satın alanlar" olarak tanımlanan bu insanlar, büyük bir hataya düşmüşlerdir. Bu kişilerin nasıl bir kayıp içinde olduklarını anlamak için şöyle bir örnek verebiliriz:
İki insan düşünün. Bunların ikisine de çok yüklü bir sermaye verilsin ve ne şekilde harcayacaklarının kararı da kendilerine bırakılsın. Bu kişilerden biri elindeki bütün imkanları hoyratça saçıp savursun ve elinde bir süre sonra hiçbir şey kalmasın. Kuşkusuz bu kişi böyle bir durumda -geriye dönüşün olmadığını farkettiğinde- çok büyük bir pişmanlık yaşayacaktır. Diğer kişi ise elindeki sermayeyi kalıcı ve insanlara faydalı yatırımlar için harcasın ve elde ettiği tüm güzellikler hem kendisi hem de insanlık için bir kazanç olsun.
İşte dünyada insana verilen tüm mal, mülk, kültür, ün, itibar, güzellik ve daha pek çok nimet de kişinin ahirete hazırlanması için tanınmış birer fırsattır. İman eden kişi bu fırsatları en akılcı şekilde değerlendirir.
İnkar edenlerin örneği ise, elindeki sermayeyi boşa harcayan kişiye benzer. İnkarcılar dünya hayatında kendilerine verilen kısacık süreyi hoyratça harcar ve sonra sonsuz ahiret hayatında çok büyük bir kayıp içinde olurlar. Bu insanların durumu Kuran'da şöyle haber verilir:
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi? Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. (Kehf Suresi, 103-105)
Yalnızca dünya hayatına razı olmayan ve ahiret hayatının ebedi olduğunun bilincinde olan kişiler, bu hayatın yararlarının geçici olduğunu bildikleri için, sonsuz cennet güzelliklerini kazanmak için çalışırlar. İşte onlar yaptıkları bu ticaret nedeniyle çok büyük bir kazanç içindedirler. Allah onları büyük bir ecirle müjdelemiştir:
Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır... Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
İNSAN HAYIRLA VE ŞERLE İMTİHAN EDİLMEKTEDİR
İnsanların, yaşamları boyunca türlü şekillerde deneneceğini kitabın başında da ifade etmiştik. Kuran'da bu denemelerin hayırla olduğu gibi şerle de olabileceği bildirilmektedir:
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 34-35)
Ayetlerde haber verildiği gibi insan her türlü olayla denenebilir. İnsanın bolluk, zenginlik ve çok büyük nimetler içindeyken de Allah'ın razı olacağı güzel ahlakı göstermesi, her tavrında Allah'a yönelip dönmesi ve O'nun emir ve tavsiyelerine çok büyük bir titizlik göstermesi gerekir. Çünkü bolluk dünyanın geçici süslerine dalan insan için bir fitne konusu, bir deneme, unutturup yanıltan bir etken olabilir. Ama imanlı bir insan ne kadar büyük nimetler içinde olursa olsun asla Allah'a karşı nankörlük etmez.
İnsan bunun yanında hastalıkla, felaketlerle, inkarcılardan gelen türlü baskılarla, incitici söz, iftira, tuzak, alay zulmü gibi olaylarla da denenebilir. Fakat Müslüman bunların hepsinin imtihanın bir parçası olduğunu bilir ve bunlara sabır göstermenin güzelliklere açılan bir yol olduğunu unutmaz.
Bu insanlar daha önce de belirttiğimiz gibi dünyaya karşılık ahireti satın alarak kendileri için hayırlı bir ticaret yapmışlardır. "Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur). Allah yanında ise büyük bir mükafat vardır." (Enfal Suresi, 28) ayeti gereği, sahip oldukları herşeyle denendiklerinin bilincine varmışlardır. Canlarının, mallarının ve sahip oldukları herşeyin Allah'a ait olduğunu bildikleri için, bunlarda meydana gelen bir eksilme veya artış onların ahlaklarını, düşünce yapılarını ve Allah'a olan sadakatlerini asla etkilemez. Kuran'da bu insanların güzel tutumlarını tarif eden pek çok ayet vardır:
Ama Resul ve onunla birlikte olan müminler, mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler (çaba harcadılar); işte bütün hayırlar onlarındır ve kurtuluşa erenler onlardır. Allah onlar için, süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 88-89)
Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 15)
Ayetlerde dikkat çekildiği gibi bu dünya Müslümanlar için Allah yolunda, O'nun rızasını kazanmak için cehd edilmesi yani çaba harcanması, hizmet edilmesi gereken bir mekandır. Bediüzzaman Said Nursi de dünya hayatının sadece bir hizmet yeri olduğunu, insanın zorluk ve güzelliklerle denemeden geçirileceğini ve musibetlere, sıkıntılara sabretmenin mükafatının da çok büyük olacağını şu şekilde bildirir:
Şu dünya hayatı, imtihan meydanıdır ve hizmet yurdudur; lezzet, ücret ve mükafat yeri değildir. Madem hizmet yurdudur ve kulluk mahallidir; hastalıklar ve musibetler dini olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve kulluğa çok başarı ve kuvvet verir. Ve her bir saati, bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden şikayet etmek değil, şükretmek gerekir. Evet ibadet iki kısımdır: Birinci kısım olumlu diğeri ise olumsuz. Olumlu kısmı malumdur. Olumsuz kısmı ise, hastalık ve musibetlerde, musibetzede, za'fını ve aczini hissedip, Rahman olan Rabbin'e yönelip, O'nu düşünüp, O'na yalvarıp halis bir kulluk yapar. Bu kulluğa riya giremez, halistir. Eğer sabretse, musibetin mükafatını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hatta bir kısmı var ki bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer.5
Said Nursi'nin bu hikmetli anlatımı üzerinde düşünmek son derece önemlidir. Başta da belirttiğimiz gibi insan Allah'a kulluk etmek, O'na olan teslimiyetini ve bağlılığını her olay karşısında göstermekle yükümlüdür. İnsanın karşısına çıkan zorluklara sabretmesi de bu bağlılığı göstermenin yollarından biridir. İnsan dünyada her türlü sıkıntıyla karşılaşabilir, çünkü bu Allah'ın Kuran'da bildirdiği, değişmeyen bir kanunudur. Üstelik bu sıkıntı ve zorluk anları, insanın hiç karşılaşmayı ummadığı zamanlarda da ortaya çıkabilir. Ve çok uzun bir zaman dilimini kapsayabilir veya böyle görünebilir. Örneğin insan zenginken fakir düşebilir, başarılı olduğu bir konuda ummadığı bir başarısızlıkla karşılaşabilir, sevdiği bir insanı yitirebilir, hastalanabilir, sakat kalabilir... Ama bunların hepsi bu kişi için bir denemedir ve Allah böyle denemelere sabreden kullarını sonsuz bir güzellikle müjdelemiştir.
Bu nedenle de insan dünya hayatındaki -ahireti için çok değerli olan- her gününü, her saatini, hatta her dakikasını ve saniyesini çok iyi değerlendirmelidir. Yaptığı her işte, gösterdiği her tepkide "Allah'ı nasıl en fazla razı ederim?" sorusunun cevabını aramalıdır. Önemli olan kişinin dünyaya dalıp ahireti unutmaması ve geçici bir yarar uğruna ahiretini gözden çıkarmamasıdır. İnsanın Allah'a döndürüldüğü zaman sonsuz güzelliklere kavuşmasının yolu budur:
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir. (Al-i İmran Suresi, 185-186)