Elmas Ve Ahiret Hayatı
Dünyanın en meşhur ve en pahalı elmaslarından olan kaşıkçı elmasının ismi, her ne kadar kaşığa benzediği için verildiği söylense de, başka bir hikayesi daha vardır. İstanbul’un kargaşa dönemlerinde fakir bir adam çöplerin arasından elması bulur.
Üzerindeki kir ve pastan ve ayrıca meslekten de olmadığı için elmas olduğunu anlayamayan adam, mahalledeki kaşık imalatçısına üç kaşığa koca elması satar. Kaşıkçı, elması kuyumcuya götürdüğünde işin rengi değişir. Tarafların şikayetiyle hadise büyüyünce kuyumcubaşı ve padişah olaydan haberdar olur ve hazine adına elmasa el konulur.
Adam elması üç kaşığa satarken kim bilir neler düşündü? Belki de üş kaşığın üç kap yemeğe göre daha uzun vadeli ve daha akıllıca bir iş olduğunu, yada o zamana göre daha modern olan kaşıkla yemek yiyerek sınıf atlayacağını da düşünmüş olabilir. En azından üç kişilik küçük ailesinin ömür boyu kullanacağı değerli bir şey aldığını ve kârlı bir ticaret yaptığını düşünmüştür. Fakat bir gerçek var ki, o da yeme-içme ve en geniş mânâdaki “iştiha” kadar insanı kandıran ve gözleri kör eden şey azdır.
Bu, adamın ve elmasın hikayesi. Fakat gerçekte de hayat, kaçan fırsatlarla dolu bir hikayedir. Çoğu zaman da üç kaşığa, üç kuruşa değiştiğimiz elmasların farkında bile olmadan, üç kaşığın keyfini çıkarmaya çalışırız. Bazıları da aldandığını ve aldatıldığını anlayınca hırsını kaşıklardan alır. Aldandığını gururuna yediremeyenler ise ısrarla yerli-yersiz, elmasın değersizliğinden, kaşığın ise günlük hayattaki kullanışlılığından söz eder ve bir kavgadır sürüp gider.
Hayatımızda kaçırdığımız fırsatlar, kaybettiğimiz elmas parçaları belki de saymakla bitmez. Ancak gerçekte günümüz insanının üç kuruşa, üç kaşığa; geçim derdi, topluma ve zamana uyma gibi gerekçe ve fiyatlarla sattığı en büyük elmas; âhiret hayatıdır. Bu satış öyle bir satıştır ki, telafisi olmayan bir aldanıştır. Bu satış, çöplerin arasında elması bulan ve zaten fâkir olan sıradan adamınki gibi değil, kaç karat olduğu tespit edilmiş ve etrafı zümrütlerle ziynetlendirilmiş bir elmas şeklinde, emanet olarak teslim edilen kuyumcubaşının, elması üç kuruşa satması gibi yani ihanet olarak değerlendirilecek ve öyle karşılık görecektir.
Hakikaten insanın göz, kulak, akıl ve kalb gibi her bir uzvu hazineler hükmündedir. Bütün bunların toplamı olarak hayat ve hayata, karbona elmas hüviyetini veren hususiyet hükmünde olan iman ve âhiret paha biçilmez hazinelerdir. İnsan ise bunları yer altından çıkaran ilim ve teknoloji sahibi mühendis ve işleyen, şekil veren mâhir sanatkar değil, emredildiği şekilde korumakla vazifeli ve emanetçi olan kuyumcubaşı ve hazinedar hükmündedir.
Elmasın kömür ile aynı elementten yani karbondan yaratılmış olduğu ve onun başka bir şekli olduğunun tespit edilmesi dünyanın en şaşırtıcı keşiflerinden birisidir. Bir ilim adamı laboratuarda yüksek sıcaklıkta elması yaktığında çıkan dumanın karbondioksit olduğunu hayretle görmüş ve kömür ile aynı element olduğunu tespit etmiştir.
Bir şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi yaratmak Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Topraktan ve yenilen-içilen şeylerden, elmastaki ışık huzmesinin ayırımını yapabilmekle elmaslar hükmündeki göz gibi uzuvları ancak O yaratır ve tekrar toprağa döndürür. Tekrar yaratıp hesaba çekecek olan da sadece O'dur. İşte insan, bu uzuvlarını, hayatını ve geleceğini, “yakıtı insanlar ve taşlar olan” cehenneme yakıt olacak kömür seviyesine düşürmek yerine, İslam nuruna makes olacak ve onun bin-bir renklerini tezahür ettirecek ve âhiretini aydınlatacak bâki bir elmas olarak muhafaza etmekle mükelleftir.
Hatırlanacağı üzere Risâle-i Nur’da sık sık, “geçiçi dünya hayatına aldanarak, âhiret hayatını terk etmenin, kırılacak cam parçalarını bâki elmaslara tercih etmek” olduğu izah edilir, tehlikeye, hasarete ve büyük kayba dikkat çekilir. Yine tasavvufta dünya hayatı, parlaklığı ile insanı cezp ederek aldatan cam parçalarına benzetilir ve “ben şişeyi çaldım taşa” ifadesi meşhurdur. Evet gerçekte taşa çalındığında öyle büyük bir kayıp yoktur, eğer şişeyse kırılacaktır; en sert malzeme olan elmas ise değerinden bir şey kaybetmeyecektir.
İnsanı en çok yanıltan benzerliklerdir ve görünüşe göre verilen hükümlerdir. Halbuki benzerlikler, hakikate bir basamak yapmak, aradaki nüansları fark ederek kıymeti taktir etmek ve aslına numune olmak maksadıyla halkedilmiştir.
Talebelerin imtihanlarında doğru cevaba yada soruya benzeyen şıklar en çok yanıltanlardır. Maksadın, dersini ciddiye alarak çalışan öğrencileri diğerlerinden ayırmak olduğu ve eğitimin, talim ve terbiyenin bir gereği olduğu açıktır.
Eskiden dünya hayatına aldananlar ekseriyetle kaşıkçı elması hikayesinde olduğu gibi cehaletlerinden ve bilmediklerinden aldanıyorlardı. Ancak şimdi insanların önemli bir kısmı özellikle Müslümanlar, Risâle-i Nur’da da ifade edildiği gibi: “kırılacak cam parçalarını bile bile bâki elmaslara tercih ediyor”. Geleceği fark edemeyen kör hissiyatına mağlup olarak tiryakisi olduğu sefahatten kurtulamıyor. Hayatın, kayıpları telafi edecek kadar uzun olduğunu zannediyor. Kabir kapısında geçersiz olan bir sürü mâzeretlerle hem dünyasını hem de âhiretini mahvediyor.