Toplam bakislar: 1444 - Toplam yanitlar: 0 |
|
GONDEREN: SuKuT_ on 10/05/2010 11:48:32 |
|
Iman - Amel ilişkisi
Ebu Hanife :
Bir müslümanı, helâl saymaması şartıyla, büyük günahlardan birini işlemesi ile kâfir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden îman ismini kaldıramayız, ona gerçek anlamda mü'min deriz. Bir mü'minin kâfir olmamakla beraber günahkâr olması caizdir. Günahlar, mü'mine zarar vermez demeyiz. Keza günah işleyen kimse Cehennem'e girmez de demeyiz. Dünyadan mü'min olarak ayrılan kimse, fasık da olsa Cehennem'de ebedî kalacaktır, demeyiz. Mürcie'nin dediği gibi, iyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz de affedilmiştir, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan uzak amel işler ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü'min olarak ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis kabul eder ve ondan dolayı sevap verir, deriz. Allah'a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü'min olarak ölen kimsenin durumu Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem'de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz. ( Imam Azamın 5 eseri – Fikh-I Ekber ) **** Kişi namaz kılıp oruç tuttuğundan dolayı Allah’a ve Rasulullah’a inanmış değildir,aksine Allah’a ve Rasulullah’a iman ettiği için namaz kılıp oruç tutar ve dinin diğer ilahi buyruklarını yerine getirir.
Kaderiyye Mezhebi : Müslümanlardan hiçbiri büyük günahtan ötürü azab edilemez.
Mürcie Taisfesi : Küfürden başka günahların Allah’ın dilemesine bırakmadan affedileceğini,bunlardan dolayı bir müminin azab edilmeyeceğini söylüyorlar.
Mutezile : Büyük günahtan dolayı Allah’ın azab etmesini adalet icabı diyerek Allah’a vacip kılıyorlar,Allah’ın dilemesine yer bırakmıyorlar.
Hariciler : Büyük yahut küçük günahları işleyenleri imandan çıkarıyorlar.
İman Amelden Bir Cüz müdür?
Ehl-i Sünnet'in müctehid imamları; imanın amelden bir cüz olmadığı hususunda müttefiktir.[1] İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) el-Vasiye isimli eserinde: "Sonra amel imandan, iman da amelden başkadır. Çünkü çoğu zaman mü'minden amel yapma mükellefiyeti kalkabilir. `Amel kalktığı zaman, iman da kalkar' denilmesi, caiz değildir. Zira hayız halindeki bir kadından; o hal içerisinde iken, namaz kalkar. Böyle bir kadın için iman da kendisinden kalkar, diyemeyiz. Yahud kendisine imanı da terketmesi emredilir, denilemez. Yine `fakire zekat yoktur' denilir . fakat fakire iman gerekli değildir, denilemez. Eğer iman amelden bir parça (cüz) olsaydı, amelin düştüğü hallerde, imanın da düşmesi gerekirdi. Halbuki durum böyle değildir."[2] Kaynakwh:
[1] Hanefi alimlerini kastediyor. Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre amel imandan bir cüzdür. (Abdulvahid Metin) [2] Aliyyü'1 Kari, Fıkh-ı Ekber, İst:1981, sh. 216. Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 206.Kaynakwh:
İman, Tasdik ve İkrar
İslâm ûleması, "İman yalnız kalben tasdik midir, yoksa ikrarla beraber kalbî tasdik midir?" suali çerçevesinde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn-i Abidin: "Hanefilerin ekserisine göre; tasdikle beraber ikrardır. Muhakkıklara göre ise yalnız tasdiktir. İkrar ise; dünya ahkâmının icrası için şarttır."[1] hükmünü zikreder. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a)'ye göre; gerçek iman kalbî tasdikten ibarettir.[2] Zira dil ile ikrar ettikleri halde, kalben tasdik etmeyen münafıklar, kâfir hükmündedirler. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, kendileri iman etmiş olmadıkları halde `Allah'a ve âhiret gününe inandık' derler. Halbuki onlar inanıcı (insanlar) değildirler." (Bakara: 2/8) "Ey Peygamber!... Kalbleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyla "inandık" diyenlerle, (münafıklarla), yahudilerden o küfr içinde (alabildiğine) koşuşanlar seni mahzun etmesin" (Maide: 5/41)
Dikkat edilirse bu ayet-i kerimelerde dilleriyle inandıklarını iddia eden, fakat kalben tasdik etmeyen kimselerin hali izah edilmiştir.[3]Resûl-i Ekrem (sav)'in; "İnsanlar lâ ilâhe illallah deyinceye kadar (onlarla) cihada memur oldum. Şimdi her kim "Allah'dan başka ilâh yoktur" (lâ ilâhe illallah) derse; canını ve malını benden korumuş olur. Ancak hakkı ile olursa (yani kalben tasdik ederse) ne âla!.. Aksi durumda da (sadece dille söyler, kalben inanmazsa) hesabı Allahû Teâla (cc)'ya kalmıştır."[4] buyurduğu bilinmektedir.
İmam-ı Muhammed (rh.a) bu hadisi zikrettikten sonra: "Netice olarak bir kimse malûm olan şirk itikadını (kalbî durumunu) tesbit etme imkânımız yoktur. Neyi ikrar ettiğini duyarsak, o inançta olduğuna hükmederiz"[5] buyurmaktadır. Sonuç olarak; imanın aslî rüknü kalben tasdiktir. Dünya ahkâmının icrası açısından zarurî olan rüknü ise; dil ile ikrar etmektir. Eğer bir kimse; kalben tasdik eder, fakat bunu dili ile ikrar etmezse, hali insanlarca meçhul kalır. Tabiî dil ile ikrar için herhangi bir ehliyet ârızası (dilsiz olma veya ikrah-ı mülci altında bulunma gibi) sözkonusu olmamalıdır. [6][1] İbn-i Abidin, Reddü'I Muhtar Ale'd Dürri'I Muhtar, İst.1983, c. IX, sh. 5.
[2] İmam-ı Azam Ebû Hanife, el-Alim ve'l Müteallim, Kahire 1368 Z. Kevseri Neşri, sh. 57.
[3] İmam-ı Maturidi, Kitabû't-Tevhid, Kahire: 1970, sh. 373 vd.
[4] Sahih-i Müslim, İst. 1401, c.l, sh. 51-52 Had. No: 32.
[5] İmam-ı Muhammed, Siyer-i Kebir, İst. 1980, Evs Yay. c. I, sh.173.
[6] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 205-206.
Tasdikin Derece ve Türleri
Mutlak tasdikin derece ve türleri vardır. Her tasdik, meselâ, "Allah'a iman ettim", "Hz. Muhammed (s.a)'e, Kitabullah'a ve ahirete inandım" cümleleri, ayrı ayrı kariyeler (önermeler) olarak farklı hükümler ifade eder. Her birinde tasdik ve hüküm bulunan bu iman nevileri, taalluk ettiği şeylere göre çeşitli manalara gelmekte, hepsi de, "kabul ve itiraf" manası ifade etmektedir. Tasdikte aslolan, söylenen sözün veya haberin doğru ve sâdık olmasıdır. Sözün sadık olması ise, verilen hükmün sadık olmasında, yani o hükmün gerçeğe mutabık olmasındandır. Mutabık ise, o hükmün doğru ve sadık; değilse, yalan ve yanlıştır.
Tasdik edilerek inanılan şey, görülen ve bilfiil mevcut olan bir şey ise, bu tasdike "tasdik-i şuhûdî"; gözle görülmediği halde, varlığına delâlet eden bir delil veya eser vasıtasıyla biliniyorsa, bu gibi tasdiklere de "tasdik-i gaybı" denir. Bu yönden, imanın içerdiği mutlak tasdik, dilciler nazarında; a) Ya kavlî, yani sözle, b) Veya fiilî, yani iş ve amel ile olur. Kavlî olan da, biri kalbî (kalp diliyle), diğeri de lisanî (dil ile) olmak üzere iki türlüdür. O halde, dilcilere göre tasdikin üç türü ve derecesi vardır. Bunlar;
a) Kalb ile yapılan tasdik: Bir kimsenin herhangi bir şahsı veya hükmü kalbiyle kabul ve itiraf etmesidir.
b) Bizzat dil ile yapılan tasdik: Bu da, insanın, inandığı şeyin hak ve gerçek olduğunu başkası duyacak şekilde söyleyip ilân etmesidir. Dil ile yapılan bu tasdik de iki türlüdür: a) Hakîkî, b) Zahirî, Hakîkî anlamda; dil ile ikrar edilen, kalb ile de tasdik edilir. Yani dil ile kalb tasdikte birleşir. Böyle bir tasdike sahip olan kimse, hakîkaten inanmış bir "mü'min"dir. Zâhirî alanda ise dil ile tasdik olunan şey, kalp ile tekzip olunur. Yani dili ve zahiri başka, kalbi ve batını başkadır. Kalbi, dilinin söylediğini inkar ve reddetmektedir. Bu gibi zahiri tasdik sahiplerine, dinî literatürde "münafık" adı verilir. Bunlar zahiren mümin; hakîkatta ve Allah katında kafir sayılırlar.
c) Organlarla yapılan fiili tasdik: Söylenen sözün gereğini bilfiil ima etmek süretiyle yapılan tasdik şeklidir ki, bunun makbul olanı; işlenen fiilin, hem dil, hem de kalp ile yapılan bir tasdike dayanmasıdır. Şayet yalnız dil ile ikrarın eseri ise, yapılan iş, riyadan başka bir şey değildir ve nifak alametidir.[1][1] Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili: 1/179. Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/145-146.
--------------------------------------------------------------
RAHMAN ve RAHİM olan ALLAHın adı ile ..
|
|
|