İslâm'ın Öngördüğü Adâlet
İslâm Dîni, adâletin mutlaka yerini bulmasını, dolayısıyla hiç kimsenin zulme uğramamasını ve haksızlığa maruz kalmamasını emreder.İslâm Dîni, insanların makam ve mevkileri ne olursa olsun, hak ve hukukun karşısında eşit olduklarını ve bunun böyle bilinip böyle tatbik edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamakta ve bunun tatbikini müntesiplerinden talep etmektedir.
Nitekim başta saâdet asrı olmak üzere İslâm'ın her yönüyle yaşandığı bütün devirlerde İlâhî adâlet, gereği gibi tatbik edilmiş ve makam ve rütbe göz önünde bulundurularak, rüşvet alarak veya korkarak insanlar arasında haksızlık yapılmamış olduğundandır ki, gerek fert gerekse toplum plânında herkes halinden memnun bir hayat yaşamıştı. Çünkü insanlar ya Allah'tan korktuklarından ötürü başkalarına bir haksızlık yapamıyorlardı veya hâkimlerin adâletle verecekleri hükümlerinden korkuyor ve bu yüzden başkalarına zarar veremiyorlardı.
Adâletin her hangi bir ayırım yapmaksızın herkese tatbik edilmesiyle ilgili olarak Târihü'l-Hulefâ'da şöyle bir hâdise nakledilmektedir:
Hz. Ali Efendimiz, Sıffîn savaşına giderken yolda zırhını kaybetmişti. Savaştan sonra bir gün Kûfe'de dolaşırken, zırhını bir Yahudi'nin elinde gördü. Yahudi'nin yanına sokulup dedi ki:"Bu zırh benimdir. Onu birine satmadığım gibi, birine hediye etmiş de değilim."
Yahudî buna itiraz etti ve "Bu zırh benimdir ve benim elimdedir." dedi.
Zırh aslında Hz. Ali Efendimizin olduğu için Hz. Ali isteseydi o zırha oracıkta el koyar ve onu alabilirdi. Fakat böyle bir davranış insanlar arasında bir kısım kargaşalara ve yanlış anlamalara neden olabilirdi.
Bunun için Hz. Ali Efendimiz bu meselenin hâkim önünde halledilmesini ve haklılığının resmen tescil edilmesini istedi. Bunun için de Yahudi'ye, "O halde haydi hâkime gidelim." dedi. Yahudi Hz. Ali'nin bu teklifini kabul etti ve kalkıp birlikte adâletiyle ün salmış olan Kâdî Şüreyh'e gittiler.
İkisi birlikte hâkimin huzuruna çıktıklarında Hz. Ali Efendimiz, hasmı Yahudi olduğu için onunla yan yana oturmadı da hâkimin yanı başına geçip oturdu ve bunun sebebini şöyle açıkladı:"Şayet hasmım Yahudî olmasaydı, elbette onunla aynı yerde otururdum. Fakat ben Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den 'Allah'ın onları küçülttüğü yerde, siz de onları küçültün.' emrini işittim. İşte bundan dolayı böyle yaptım.
Kâdî Şüreyh, Hz. Ali Efendimize,"Ey Mü'minlerin Emiri! Aranızdaki mesele nedir?" diye sorunca, Hz. Ali Efendimiz şöyle dedi: "Şu Yahudi'nin elindeki zırh, benim zırhımdır. Ben onu birine satmadığım gibi, kimseye hediye de etmedim." dedi.
Kâdî Şüreyh, Hz. Ali Efendimize, Senin elinde bu iddianı ispat edecek bir delilin var mı?' diye sordu.
Hz. Ali Efendimiz de, evet var dedi ve "Hizmetçim Kamber ile oğlum Hasan bu zırhın benim olduğuna dair iki şâhidimdir." dedi.
Bunun üzerine Kâdî Şüreyh dedi ki:"Bir oğlun babası için yaptığı şehâdet geçerli değildir."
Hz. Ali de buna cevap olarak,"Cennet Ehlinin şehâdeti nasıl geçerli olmaz ki? Ben Rasûlüllah'dan (sav), 'Hasan ile Hüseyin Cennet gençlerinin iki efendisidirler.' buyurduğunu duydum." dedi.
Fakat Kâdî şüreyh, doğru bildiğinden vazgeçmedi ve mahkemeyi delil yetersizliğinden dolayı Yahudi'nin lehine sonuçlandırdı.
Hz. Ali Efendimiz hâliyle bu işe çok şaşırdı. Boynu bükük bir vaziyette oradan ayrılırken kendi kendine adeta şöyle sesleniyordu:
Allah! Allah! Zırh aslında benim olduğu halde, şu andan itibaren resmen Yahudi'nin elinde kalıyor. Bu ne kadar hazin bir manzara. Ama işin bir de diğer yüzü var. Bu hâkimi ben tayin ettiğim halde, hâkim benden korkup da taraf tutmuyor, benden yana tavır sergilemiyor ve benim gösterdiğim delilleri ve şâhitleri kabul etmiyor. Bu ise ne kadar yerinde bir davranış ve ne kadar ince bir adâlet anlayışıdır.
Diğer tarafta İslâm'ın getirdiği bu ince adâlet anlayışı karşısında etkilenip şaşıran Yahudi, gördükleri karşısında eridi, dize geldi ve daha fazla dayanamayarak önce, İslâm'a girdiğini şu cümlelerle i'lân etti:"Mü'minlerin Emiri, beni Kâdî'ya götürdü. Kâdî da, çekinmeden kendisini tayin eden Emîr'in aleyhinde hüküm verdi. Ben gördüğüm bu manzara karşısında şehâdet ederim ki, bu din hak bir dindir. Ve yine şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur ve Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem O'nun elçisidir."
Sonra da, Hz. Ali Efendimize dönerek suçunu itiraf etti ve ona şöyle dedi: "Bu zırh senindir. Devenden düşmüştü, ben de almıştım."
Şimdi ise şu göz kamaştırıcı manzarayı seyredin.
Kendi zırhını almak için mahkemeye baş vuran ve Kâdî'nın aleyhinde verdiği karara karşı sesini çıkarmayan Hz. Ali Efendimiz, Yahudi'nin Müslüman olması karşısında zırhından fedâkârlık yaptı ve ona şöyle dedi:"Madem ki, Müslüman oldun; ben de bu zırhı sana hediye ediyorum."
İşte İslâmiyet, İşte adâlet ve işte insanlık…