FULL VERSIYONA BAKIN: Link
Konu: Yüzleri kıbleye çevirmekle iş bitiyor mu?
Konu İçeriği: İn­san dav­ra­nış­la­rı­nı te­tik­le­yen ne­den­ler üze­rin­de du­ran fi­lo­zof­lar, fark­lı yak­la­şım­lar­da bu­lun­muş­lar. Ki­mi­le­ri fay­da­cı bir an­la­yış­la “Tek mu­har­rik men­fa­at­ti­r” de­miş. “İn­san­lık, ta­bi­at ta­ra­fın­dan iki hü­küm­da­rın ha­ki­mi­ye­ti al­tı­na so­kul­muş­tur: Acı ve zevk… Bi­zim ne ya­pa­ca­ğı­mı­zı an­cak on­lar gös­te­ri­r” an­la­yı­şı­nı di­le ge­ti­ren ma­ter­ya­list ya­zar Hol­bac­h’­tır. Kant ah­la­kın­da ise hiç­bir bek­len­ti ol­mak­sı­zın iyi dav­ra­nı­şın ger­çek­leş­ti­ril­me­si­nin sa­vu­nul­du­ğu­nu gö­rü­rüz. Bu yak­la­şım­la­rı te­olo­jik açı­dan fark­lı bo­yut­la­rıy­la tar­tı­şa­bi­li­riz. Bu ay­rı bir ko­nu… İn­san, doğ­ru bir dav­ra­nı­şı ger­çek­leş­ti­rir­ken ne adı­na, han­gi sa­ik­le ya­pı­yor­sa yap­sın, bu­ra­da asıl olan yap­tı­ğı o şey­dir ve onun için sarf et­ti­ği gay­ret­tir di­ye­bi­li­riz. İs­la­m’­ın önem­li kav­ram­la­rın­dan bi­ri “rı­za­” dır. Bu an­la­yış için­de ya­pı­lan her ey­lem iba­det­tir. Bu kav­ram dün­ya ve ah­re­tin ay­nı düz­lem­de an­la­şıl­ma­sı açı­sın­dan da önem­li­dir ve ina­nan in­sa­nı düz­gün bir in­san ol­ma­ya mo­ti­ve eder. Bu­nun, bi­li­ne­rek ya da bi­lin­me­ye­rek şah­si iba­det­le­re in­dir­gen­miş ol­ma­sı, farz­la­rı beş­le sı­nır­la­yıp (na­maz, oruç, hac gi­bi), “farz-ı ki­fa­ye­” ola­rak ni­te­le­di­ği­miz top­lu­mun ta­ma­mı­nı il­gi­len­di­ren as­li gö­rev­le­rin de, “ce­na­ze na­ma­zı­” gi­bi, bir­kaç ri­tü­el üze­rin­den ör­nek­len­di­ril­miş ol­ma­sı, dü­şü­nül­me­si ve üze­rin­de tar­tı­şıl­ma­sı ge­re­ken önem­li bir ko­nu­dur. Bu nok­ta­da ez­ber bo­zu­cu söy­lem­le­re ih­ti­yaç var­dır. Zi­ra farz de­ni­lin­ce ne­den akıl­la­ra na­maz ge­lir de, me­se­la ada­let­li ol­mak gel­mez. Ya da iç­ki üze­rin­de gös­ter­di­ği has­sa­si­ye­ti din­dar kim­lik, “a­man kim­se­nin hak­kı­nı gasp et­me­ye­yim, ha­ram olu­r” di­ye­rek işin­de de gös­ter­mez. “İ­şi eh­li­ne ve­ri­ni­z” aye­ti­nin, ina­nan in­sa­na na­maz­dan da­ha bü­yük bir so­rum­lu­luk yük­le­di­ği ne­den fark edil­mez? (Di­ni ve­ci­be­le­ri­ni bü­tü­nüy­le ye­ri­ne ge­tir­me­yi şi­ar edin­miş ve ay­nı öl­çü­le­ri ko­ru­yan bir ai­le­nin fer­di­yim. Bu­nu özel­lik­le be­lir­ti­yo­rum, çün­kü bun­la­rı söy­le­di­ği­niz­de, za­ten bun­lar na­maz kıl­mı­yor­lar ki gi­bi bir ta­ar­ruz­la kar­şı­la­şı­yor­su­nuz.) Do­la­yı­sıy­la fay­da­cı bir an­la­yış­la yak­la­şıl­dı­ğın­da ba­zı ah­la­ki il­ke­le­ri ha­ya­ta ta­şı­ma­nın hiç de ko­lay ol­ma­dı­ğı­nın ve fa­kat on­lar üze­rin­den İs­la­m’­ın ya­şa­nı­la­ca­ğı­nın gö­rül­me­si ge­re­kir. Me­se­la, ada­let­li ve hak­ka­ni­yet­li ol­mak, nef­se hoş gel­me­se de o şe­yi terk ede­bil­mek, öte­ki­ni ken­di­mi­ze ter­cih et­mek, ay­nı dü­şün­me­sek de din­le­ye­bil­mek, zor­luk­lar kar­şı­sın­da sa­bır, öf­ke­yi yut­ma, di­ğer­kam­lık, fe­da­kar­lık, ka­na­at­kar­lık gi­bi pek çok pren­sip üze­rin­den bu­nu an­la­mak müm­kün. Bun­dan do­la­yı ol­ma­lı ki, vah­yin “sarp yo­ku­ş” ola­rak al­tı­nı çiz­di­ği hu­sus­lar, ceht, ça­ba, sa­bır ve se­bat gös­te­ril­me­si ge­re­ken hu­sus­lar­dır. Ayet­te “İn­san sarp yo­ku­şu gö­ze ala­ma­dı­” de­ni­lir­ken, dik­kat­le­rin hak ve so­rum­lu­luk­la­ra çe­kil­me­si, ih­lal ve ih­ma­lin tam da o alan­da ya­pı­la­ca­ğı­nı gös­ter­mek­te­dir. Ni­te­kim in­san­lı­ğın gel­di­ği nok­ta bu­nu bü­tün çıp­lak­lı­ğıy­la or­ta­ya ko­yar. İn­sa­nın sarp yo­ku­şu “İ­yi­lik yüz­le­ri­ni­zi do­ğu­ya ya da ba­tı­ya çe­vir­me­niz de­ğil­di­r” di­yen Ku­r’­an-ı Ke­rim ıs­rar­la “so­rum­lu­luk ah­la­kı­” üze­rin­de du­rur. Ve bu so­rum­lu­lu­ğu sos­yal te­rim­ler üze­rin­den kav­ram­sal­laş­tı­rır. Bun­la­rın il­ki, ki­şi­yi “zin­cir­le­rin­den kur­tar­mak­tı­r” ya­ni onu “öz­gür­leş­tir­mek­ti­r”. İn­sa­nın in­sa­na kul ol­ma­sı baş­ta ol­mak üze­re, onu her tür­lü bo­yun­du­ruk­tan kur­tar­mak, put­laş­tı­ra­ca­ğı her şey­den onu ko­ru­mak­tır; bu­na ken­di ben­li­ği de da­hil. İn­sa­nı öz­gür­leş­tir­me­yi göz ar­dı eden bir yak­la­şı­mın in­sa­ni ve ah­la­ki ola­ma­ya­ca­ğı da açık­tır. Di­ğe­ri ise ser­ve­ti “pay­laş­mak­tı­r”. As­lın­da iki kav­ram ara­sın­da doğ­ru­dan bir iliş­ki ol­du­ğu söy­le­ne­bi­lir. Put­laş­tır­dık­la­rı­mız, pay­la­şa­ma­dı­ğı­mız o şey­ler de­ğil de ne­dir? “Sev­di­ği­niz şey­ler­den in­fak et­me­den fa­zi­le­te ula­şa­maz­sı­nı­z” aye­ti dü­şün­dü­rü­cü­dür! Pay­laş­ma işi­mi­ze ya­ra­ma­yan­la­rı, be­ğen­me­dik­le­ri­mi­zi eli­miz­den çı­kar­ma an­la­yı­şı için­de ol­mak de­ğil­dir. Ken­di­miz için is­te­di­ği­miz ne var­sa baş­ka­la­rı için de is­te­me­yi ve eli­miz­de olan­la­rı on­lar­la bö­lüş­me­yi ba­şa­ra­bil­mek­tir. Kı­sa­ca öte­ki­ni ken­di­mi­zin ye­ri­ne ko­ya­rak, in­san­ca ya­şa­ma­yı öğ­ren­mek de­mek­tir. Ku­r’­an ah­ret ki­ta­bı de­ğil­dir Öz­gür­lük ve pay­la­şım… Sarp yo­ku­şu tır­man­dı­ra­cak iki ayak. Da­ha doğ­ru­su in­san­lık yo­ku­şu ve cen­net… Kav­ram­la­rı iki uç­lu ola­rak oku­ya­cak olur­sak bu zor­lu yo­ku­şa ta­lip ol­mak ve ba­şar­mak, ön­ce­lik­li bu dün­ya­da cen­ne­ti ger­çek­leş­tir­mek­tir. Ku­r’­an’­ın öte­ki dün­ya­nın ki­ta­bı ol­ma­dı­ğı açık. An­la­ma­dan tek­rar­la­nan söz­le­rin ne bu dün­ya­ya fay­da­sı var ne ah­re­te. Do­la­yı­sıy­la bu dün­ya­da cen­ne­ti oluş­tu­ra­ma­yan­la­rın cen­ne­ti bek­le­me­le­ri bey­hu­de­dir. Öz­gür­leş­tir­mek için mü­ca­de­le eden­ler­le, ma­lın­dan, mül­kün­den da­ğı­ta­rak ça­re­siz in­san­la­ra ula­şan­la­rı, hak­kı ve sab­rı ha­ya­tı­nın ek­se­ni­ne ko­ya­rak in­san­la­ra yol gös­te­ren­le­ri Ku­r’­an “sağ­du­yu ve vic­dan sa­hip­le­ri­” ola­rak ni­te­li­yor. Di­ni öğ­re­ti­ler in­sa­ni er­dem­ler üze­rin­den okun­ma­dı­ğı sü­re­ce, in­san­lı­ğın vic­da­nı­nı ha­re­ke­te ge­çi­re­me­ye­ce­ği açık­tır. Bu­nu gü­nü­müz Müs­lü­man­la­rı üze­rin­den oku­mak müm­kün­dür.